TORONTO BİLDİRGESİ- Makine Öğrenimi Sistemlerinde Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı İlkelerinin Korunması

Mart 30, 2020

Yazan: Hasan H. Kayış, Ankara Üniv. İletişim Fak.RTS Bölümü Araş.Gör. 

Toronto Bildirgesi yapay zekâ çağında insan haklarının korunmasına ilişkin önemli bir belge olma özelliği taşımaktadır. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve Access Now öncülüğünde, küresel insan hakları toplulukları tarafından geniş çapta desteklenmiştir. Bildirge hükümetleri ve şirketleri, eşitlik ve ayrımcılık yapmama ilkesine odaklanarak makine öğrenimi, yapay zekâ ve gelişmiş bilgi işlem çağında insan haklarını acilen korumaya çağırmaktadır. Ayrıca, insan hakları hukuku ve standartlarının, makine öğreniminin ve ilgili teknolojilerin etkisini analiz eden mevcut eylemlerde ve yöntemlerde ön plana çıkarılmasını önermektedir.  Bir insan hakları örgütü alan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve dijital haklar grubu Access Now liderliğinde Mayıs 2018’de hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Bildirgenin yazımında danışma ve rehberlik otoritesi görevi üstlenen uzmanların yeterlikleri üst düzeydedir. Ayrıca bildirge daha sonra birçok sivil toplum ve araştırma grubu tarafından onaylanmış ve desteklenmiştir. Bildirge, makine öğrenimi ve ilgili teknolojilerin dünyamıza getirdiği devasa değişikliklere nasıl tepki verdiğimiz, ayrıca bu gelişmelere nasıl hazırlandığımızla ilgili tartışmaların merkezine insan hakları argümanlarının ve çerçevelerinin yerleştirilmesi noktasında önemlidir. Bu noktada bildiri, insan hakları ilke ve standartlarının yeni teknolojilere uygulanması konusunda rehberlik arayan araştırmacılar, politika yapıcılar ve teknoloji profesyonelleri için yararlı bir kaynak olarak öne çıkmaktadır (The Toronto Declaration, 2020).

Bildirge Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Çerçevesinin Kullanılması, Devletlerin Yükümlülüğü: İnsan Hakları Sorumlulukları, Özel Sektör Aktörlerinin Sorumlulukları: İnsan Haklarına Gerekli Özenin Gösterilmesi, Etkili Başvuru Hakkı ve bu bölümlerin alt başlıklarından oluşmaktadır.

Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Çerçevesinin Kullanılması adlı bölümde, yapay zekâ etiği ve bu alanda teknolojinin nasıl insan merkezli hale getirileceğine dair gerekliliklere vurgu yapılmaktadır. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi burada önemlidir. İnsan hakları hukuku evrensel bir değerler sistemi olarak öne çıkmaktadır. Makine öğrenim sistemleri de bu bağlamda devletler ve bu sistemleri geliştirenler tarafından potansiyel zararları göz önünde bulundurularak ele alınmalıdır (ayrıca bu tartışmalara konusunda uzman kişiler de dâhil olabilir). Dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi ise uygulamaların Eşitlik Hakkı ve Ayrımcılık Yasağı İlkesi’ne ters düşmemesi gerekliliğidir. Bu bağlamda ayrımcılığın önlenmesi noktasında sadece devletlerin atacağı adımlar değil, yeni yolların bulunmasında özel sektörün de aktif olması gerekmektedir. Çünkü makine öğreniminin getireceği ayrımcılık biçimleri çok yönlü olabilir. Bu yüzden bu eşitsizliklerin ortadan kaldırılması tek yönlü bir biçimde saptanıp gerçekleşemez. Ayrımcılığın dışında tüm bireylerin ve grupların haklarının korunması, çeşitliliğin ve katılımının teşvik edilmesi gibi meseleler hayati önemdedir.

Devletlerin Yükümlülüğü: İnsan Hakları Sorumlulukları adlı başlıkta, makine öğrenimi sistemlerinin kamuya açık bir şekilde özel ve resmi olarak yürütüldüğü durumlarda ayrımcı ve hak ihlali oluşturucu uygulamalarından kaçınılması ilkesi üzerinde durulmaktadır. Bu noktada devletlerden veri koruma ve gizlilik noktasında uluslararası ilkelere uymaları ve desteklemeleri beklenmektedir. Diğer hakları da teşvik edici adımlar atılmalıdır. Devletlerin özel sektör ile ortaklaşa yürüttüğü makine öğrenimi uygulamalarında da bu ilkelerden sapmamaları gerekmektedir. Makine öğrenim sistemlerini kendi bünyesinde kullandığı durumlarda ise riskleri ayrıntılı bir biçimde hesaplamaları gerekmektedir. Bu konuda devlerin imzaladığı bağlayıcı anlaşmalar yer almaktadır. Bu yüzden devletler kamu sektöründe makine öğrenim sistemlerini kullanmadan önce ayrımcılığa yönelik risklerin belirlenmesi konusunda ayrıntılı adımlar atmalı, şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin sağlanması noktasında aktif olmalıdırlar. Ayrıca devlet, izleme yükümlülüğü ile aksi kullanımlardan doğacak riskleri karşılama görevinden kaçınmamalıdır. Makine öğrenim sistemlerini takip etmek için etkin bir izleme sistemi geliştirmelidir. Bununla birlikte devlet söz konusu sistemlerin etkin ve eşitlikçi kullanımı adına aynı uluslararası hukuk kurallarını özel sektör aktörleri için de hesaba katmalıdır.

Özel Sektör Aktörlerinin Sorumlulukları: İnsan Haklarına Gerekli Özenin Gösterilmesi başlığı altına aynı sorumlukların özel sektörden de beklendiği yer almaktadır. Potansiyel ayrımcı çıktıları belirlemek, ayrımcılığı önlemek ve azaltmak için etkili önlemler almak ve sonuçlarını takip etmek, makine öğrenimi sistemlerinde ayrımcılığı belirleme, önleme ve azaltmaya yönelik çabalar konusunda şeffaf olmak gibi gerekliliklerden bahsedilmektedir. Son olarak Etkili Başvuru Hakkı başlığı altında ise söz konusu makine öğrenim sistemlerinin algoritmik opaklığı göz önünde bulundurulduğunda, bunlardan doğacak bir takım dışlayıcı pratiklerin oluşturduğu hak kayıplarının nasıl çözüme kavuşturulabileceğinden bahsedilmektedir.

http://ihud.org/wp-content/uploads/2019/12/%C4%B0HUD_YAYIN-NO-004_TORONTO-B%C4%B0LD%C4%B0RGES%C4%B0-.pdf

https://www.torontodeclaration.org/wp-content/uploads/2019/12/Toronto_Declaration_English.pdf

Kaynakça

The Toronto Declaration (2020). The Toronto Declaration: Protecting the right to equality in machine learning. torontodeclaration.org: https://www.torontodeclaration.org/ adresinden alınmıştır

 


Coronavirüs Salgınını Kontrol Etmede Konum Bilgisi Verisini Kullanma

Mart 23, 2020

Yazarlar: Oskar J. Gstrein ve Andrej Zwitter, 20 Mart 2020

Özet-Çeviri. Hasan H. Kayış, Ankara Üniv. İletişim Fakültesi Ar.Gör.

Coronavirus gibi kriz zamanlarında, dünyanın her yerinde insanların hayatlarını ve geçim kaynaklarını kurtarmak için güçlü ve belirleyici tedbirlere ihtiyaç vardır. Bu durumda hükümetlerin halkı izlemesi ve kontrol etmesi için artan bir ihtiyaç söz konusu olabilir. Bu da bireysel özgürlüğü sınırlamayı gerekli kılabilir. Coronavirüs salgınını kontrol etmek için konum verilerinin kullanılması verimli olabilir. Bu durum hükümetlerin ve araştırma kurumlarının tehdide daha hızlı karşı koyma yeteneğini artırabilir. Bununla birlikte, bu ölçekte verilerin kullanımının veri koruma, gizlilik ve bilginin kendi kaderini tayini için sonuçları vardır.

Bu nedenle bu tür önlemler dikkatle planlanmalı, etkili gözetim ile şeffaf bir şekilde değerlendirilmelidir. Potansiyel riskler özel yasal çerçevelerle azaltılmalıdır. En azından konum verilerinin kullanımı temel hakların korunmasının genel ilkelerine uymalıdır.

Sosyal Kararlılığa Karşı Bireysel Özgürlük

Kriz zamanlarında hükümetlerin halkı izlemesi ve kontrol etmesi için artan bir ihtiyaç vardır. Bu da bireysel özgürlüğü sınırlamayı gerekli kılabilir. Bu gelişmeleri resmi bir perspektiften değerlendirmek için, Avrupa Konseyi’nin yasal ve kurumsal çerçevesine göz atmakta fayda vardır. Bu uluslararası örgüt, bireysel özgürlükleri garanti eden en önemli uluslararası insan hakları anlaşmalarından birini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) yönetir ve kontrol eder. Konsey şimdiki gibi kriz zamanları için prosedürler ve içtihatlar oluşturmuştur.

16 Mart 2020’de Letonya hükümeti, salgına refleks olarak AİHS kapsamındaki sorumluluklarından sapacağını bildirdi. Letonya bunu 14 Nisan 2020 tarihine kadar bir sınırlama ile madde 15’e göre yapmaktadır. Konsey’in 47 üye ülkesinden bu adımı yalnızca Letonya atmış olmakla birlikte, bunu vatandaşlar için serbest dolaşım, halka açık toplantılar ve festivallerin yasaklanması takip etmiştir. Ayrıca pek olası olmayan sınırların kapatılması da bu durumu takip edebilir. Acil durumlarda istisnalara ilişkin AİHS’nin 15. maddesi hakkındaki rehberi 31 Aralık 2019’da güncellenmiştir. Buna göre devletler şu durumlarda bu ilkelerden sapabilirler:

  • ulusun hayatını tehdit eden savaş veya diğer kamu acil durumları,
  • zorunluluklarının gerektirdiği tedbirleri almak
  • ve önlemlerin uluslararası hukuk kapsamındaki diğer yükümlülüklerle tutarsız olmaması şartıyla.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (ICCPR) 4. Maddesi de benzer şekilde ifade edilmiştir. Ancak burada taraf devletlerin BM Sekreterliği aracılığıyla diğer tüm taraflara rapor vermesini gerekmektedir. Yaşam hakkı (yasal savaş eylemlerinden kaynaklanan ölümler hariç), işkence ve diğer kötü muamele yasağı, kölelik veya kulluk yasağı ve kanunsuz cezalandırma kuralı gibi bazı haklar geri alınamaz. Bununla birlikte, özellikle mahremiyet hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü de dâhil olmak üzere diğer birçok hak da istismara tabidir. Bu tür sapmalar sadece geçici nitelikte olabilir.

Kamuyu İzleme ve Kontrol Etmede Konum Bilgisi

Bir salgın gibi büyük ölçekli bir krizle savaşırken hükümetlerin neden bir tehdidin ortaya çıktığını, tehdit senaryosunun nasıl geliştiğini ve genel nüfusun sınırlama önlemlerine uyup uymadığını anlaması önemlidir. Hükümetler ve araştırma kurumları, bu konulara ilişkin içgörüler geliştirmek için verilere ihtiyaç duymaktadır. Konum verileri, beşeri sektördeki çalışmaların yıllardır gösterdiği gibi özellikle caziptir. Bu alandaki temel uygulayıcılardan biri olarak, birçok uzmanla birlikte verilerle sorumlu bir şekilde başa çıkmaya yardımcı olan ayrıntılı rehberlik notları üzerinde çalışan Birleşmiş Milletler-OCHA’nın İnsani Veri Merkezi öne çıkmaktadır.

Özellikle konum verilerinin kullanımı ve COVID-19 söz konusu olduğunda, birkaç hafta önce Çin hükümetinin kullanıcılara hastalığı taşıyanlarla yakın temasta olup olmadıklarını bildiren bir cep telefonu uygulaması geliştirmesi otoriteleri şaşırtmıştı. Bu uygulama tarafından sunulan bilgiler büyük olasılıkla cep telefonu ağları, WiFi bağlantıları ve bireylerin ve kalabalığın yerini belli eden veriyi üreten diğer gözetim mekanizmaları aracılığıyla toplanan konum verilerinin analizine dayanmaktadır. Ayrıca, hastalığı izlemek için haritalar ile uygulamalar da Hong Kong ve Güney Kore’de çok hızlı bir şekilde popüler oldu. Çin’de bu yaklaşım, halkı opak bir metodolojiye göre sınıflandıran bir sistem olan “Alipay Sağlık Kanunu”na dönüşmüştür. Bir anket kullanıcı tarafından doldurulduktan sonra, bu veriler konum verileri gibi diğer kaynaklarla birleştirilir. Veriler analiz edildikten sonra, üç renkten birine sahip bir QR kodu oluşturulur. Yeşil renk, hamilinin sınırsız hareket etmesini sağlar, sarı bir kodun hamilinden yedi gün boyunca evde kalması istenebilir ve kırmızı bir QR kodu iki haftalık karantinaya neden olur.

COVID-19 Batıya doğru ilerlerken, İsrail acil casus güçlerinin koronavirüs şüphesi olan kişilerin cep telefonu verilerini izlemesine izin verirken, Almanya ve Avusturya’daki cep telefonu operatörleri grupların hareketleriyle ilgili iç görülerini paylaşıyor. Bu arada, ABD hükümeti, insanların salgının yayılmasına karşı güvenli mesafelerde durup durmadıklarını izlemek de dâhil olmak üzere, konum verilerinin salgınla mücadele için nasıl kullanılabileceğini keşfetmek için Google ve Facebook gibi birkaç büyük teknoloji şirketi ile aktif görüşmelerde bulunuyor. Bu önlemlerin yararlılığı, özellikle etik sonuçları göz önünde bulundurarak, şüpheci kamu denetimine tabidir. Son olarak, Athena Security ve meşhur casus yazılım şirketi NSO gibi gözetim şirketleri, bireylerin ve grupların hareketine bağlı olarak hastalığın yayılmasını izlemek için konum verilerini kullanarak özel gözetim kameraları ve özel veri analiz hizmetlerinin reklamını yapmaktadır.

Olası Endişeler

Son yıllarda güvenlik ve bireysel özgürlük arasındaki, özellikle de gizlilik ve güvenlik arasındaki yanlış dengesizlik hakkında çok şey yazıldı. COVID-19 gibi bir salgının yayılması kapsamlı önlemler gerektirse de, bu ölçekte konum verilerinin ve diğer kişisel veya demografik olarak tanımlanabilir verilerin kullanımının veri koruma ve gizlilik için sonuçları olan bir ‘veri çıkışı’ üretimiyle sonuçlandığını unutmamalıyız. Acil bir durum olması, her şeyin mübah olduğu anlamına gelmez.

Konum verilerinin tartışmalı olarak kullanılmak istenilmesi, özellikle ordu mensupları tarafından ‘Strava’ fitness uygulamasının kullanılması göz önünde bulundurulduğunda ABD askeri üslerinin konum ve özelliklerinin kasıtsız bir şekilde açığa çıkarılabileceğini düşündürüyorken şaşırtıcı bir gelişmedir. New York Times da daha yakından incelendiğinde önde gelen ve etkili birkaç kişiyi tanımlamaya izin veren kapsamlı bir takma isim kullananan cep telefonu kayıtlarının analiziyle ilgilenmiştir. Bu veri kümelerini elde etmek ve analizi yürütmek için düzenleyici çerçevelerde yer alan hiçbir yürütme yetkisine gerek yoktur. Bu da kendi içinde toplumlarımızın bu tür uygulamalar için uygun yönetişim çerçevelerinden yoksun olduğunu gösteriyor. Sadece bu tür verilerin kullanımıyla etkili bir gözetim kurulabileceği sabit olmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin istismara karşı nasıl korunacağı ve kendilerini savunmak için ne tür çözümler kullanabilecekleri de muammadır. Konum verilerinin bu yanlış kullanımı göz önüne alındığında, ABD’de 28 Şubat 2020 tarihinde Federal İletişim Komisyonu, konum verilerini yeniden paketleyen ve yeniden satan cep telefonu şebeke operatörleri için 200 milyon dolar para cezası önerdi.

Ayrıca, son yıllarda yapılan araştırmalar, daha önce benzeri görülmemiş miktarda veri üretimini ve büyük veri setlerini analiz etmek için tekniklerin geliştirilmesinin, veri setlerini izini sürülemeyecek hale getirmek / anonimleştirmek için en son teknoloji uygulamalarının çoğunu sağladığını kanıtlamıştır. Özel hayatın gizliliği hakkına ilişkin Birleşmiş Milletler Özel Raportörü, ‘kapalı’ veri kümelerinin ‘açık’ olanlarla birleştirilmesinden kaynaklanan riskleri haklı olarak vurgulamıştır. Mobil cihazlardaki çalışmalarımızda, sürekli olarak izlenen ve her yerde bulunan verilerin faydalarına inananların başkalarının tercihlerini geçersiz kıldığı ortamlardaki yaşamlarımızı tanımlayan ‘teknolojik soylulaştırma’ konseptini önermiştik.

Koronavirüs salgını gibi bir kriz özel, hızlı ve etkili önlemler gerektirirken, verilerin bağlamsal olduğunu unutmamalıyız. Bir ve aynı veri kümesi farklı bağlamlarda hassas olabilir ve bu verilerin meşru ve sorumlu bir şekilde üretildiğinden, analiz edildiğinden, depolandığından ve paylaşıldığından emin olmak için uygun yönetişim çerçevelerine ihtiyacımız var. COVID-19 salgını yerleşim verileri ışığında epidemiyolojik analiz için çok yararlı olabilir. Politik kriz bağlamında, aynı konum verileri hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan haklarından yararlanılmasını tehdit edebilir.

Uygun Yönetişim Çerçevelerine Duyulan İhtiyaç

Neyse ki, dünyadaki bazı otoriteler, mevcut salgın ile mücadele etmek için konum verilerinin kullanımından kaynaklanan potansiyel tehditlere hâlihazırda tepki verdiler. 16 Mart 2020’de Avrupa Veri Koruma Kurulu başkanı Andrea Jelinek “bu istisnai zamanlarda bile, veri denetleyicisinin veri sahiplerinin kişisel verilerinin korunmasını sağlaması gerektiğinin altını çizdiği bir açıklama yayınladı. Bu nedenle, kişisel verilerin yasal olarak işlenmesini garanti altına almak için bir dizi husus dikkate alınmalıdır”. Avrupa veri koruma yetkilileri tarafından hazırlanan rehber belgelerin bir listesi de derlenmiştir.

Bu çabalar övgüye değer olsa da, parlamentolardaki demokratik süreçler yoluyla yaratılmış özel yasal çerçevelere sahip olmak tercih edilir. Hızlı hareket etme gereği göz önüne alındığında, en azından hedeflerin ve taahhüt edilen uygulamaların şeffaf bir şekilde, uygun yasal dayanaktan ve denetim mekanizmalarının kurulması da dâhil olmak üzere yetkinliklerden bahseden idari kararlar veya yürütme eylemleri beklenebilir. Bunun yerine, mevcut resim, geçici uygulamaların daha iyi ürünün kısa vadeli desteği için uzun vadeli denetim hedeflerinden taviz vermek zorunda olan bağımsız veri koruma yetkilileri tarafından gerekçelendirilmesi gerektiğini göstermektedir.

Ayrıca, krize müdahale giderek STK’lar, kurumsal ve hükümet paydaşları arasında bir işbirliği meselesidir. Bu amaçla, örneğin BM OCHA’nın İnsani Veriler Merkezi tarafından yayımlanan uluslararası rehberlik notları ve sorumlu veri kullanımına ilişkin taslak kılavuzları paha biçilmezdir. Özellikle, verilerin kullanımı ve kötüye kullanımı sadece devletleri değil, aynı zamanda kurumsal aktörleri de ilgilendirdiği için bu tür yönergeler vazgeçilmez hale gelmektedir.

Ayrıca, bireysel rıza ve etkin takma adlandırma-anonimleştirmenin doğası gibi kavramların anlamlılığı konusunda daha derin sorular devam etmektedir. Ne yazık ki, bu kısa kesitin kapsamının ötesine geçerek bunları detaylı bir şekilde araştırmak gerekir. Ancak grup gizliliği ve dijital çağda bilgi amaçlı kendi kaderini tayin konusundaki düşünceler, bu tür derinlemesine tartışmalar için potansiyel başlangıç noktaları olacaktır. İnsani alanın bu konuda kapsamlı bir şekilde ve bu çerçevelerin kendilerinden soyut insan hakları hükümlerine çok hızlı bir şekilde başvurması gereken düzenleyici çerçevelere uyum yerine, veriyi sorumlu bir şekilde kullanmaya odaklanan bir zihniyetle kapsam ve uygulama bakımından vurgulanması gerekir.

Umarım, verinin bu şekilde kullanımı hakkında endişeler yaratmak yerine, salgının kontrolüne tam olarak odaklanabilmek üzere kullanılarak bu boşluk kullanılabilir.

Temel Hakların Korunması İlkelerine Bağlı Kalmak

Konum verilerinin, mevcut krizi engellemek için kullanılabilecek tek yararlı veri olmadığını belirtmek önemlidir. Genetik veriler yapay zekâ ile geliştirilmiş aşı arayışları ile ilgili olabilir ve sosyal medyada çevrimiçi iletişimi izlemek, barış ve güvenliği gözetmek için yardımcı olabilir. Ancak, bu kadar büyük miktarda verinin kullanılması, bireysel özgürlük ve kolektif özerklik için bir bedele sahiptir. Bu tür verilerin kullanımının riskleri ideal olarak veri kullanımının amacını, hedeflerini, toplanmasını, analizini, depolanmasını, paylaşılmasını ve ayrıca analizler çıkarıldıktan sonra ham verilerin silinmesini tanımlayan özel yasal çerçeveler ile azaltılmalıdır. Bu kadar açık ve demokratik olarak meşru normların bulunmaması durumunda, yalnızca AİHS’nin 8. maddesi 2. fıkrası gibi gizlilik gibi hak ihlallerinin yasalara uygun olması gerektiğini hatırlatan temel haklar hükümlerine başvurabiliriz. Demokratik toplum, uygulamalarında meşru bir amaçla ve orantılı olarak ilerlemektedir. Bu ilkelere bağlılık, özellikle bir yandan siyasi kontrol ve baskıya odaklanan toplumlar ile öte yandan özgürlük ve özerkliğe inananlar arasındaki farka işaret ederken, kendini kriz zamanlarında daha da belli etmektedir.

Kaynak: https://verfassungsblog.de/using-location-data-to-control-the-coronavirus-pandemic/#primary_menu_sandwich


Yapay Zekâ Coronavirüs Savaşında Ölüm Kalım Kararları Almaya Yardımcı Olmalı Mı?

Mart 22, 2020

Stephen Chen*

Çeviri: Hasan H. Kayış, Ankara Üniv. İletişim Fakültesi Ar.Gör.

Çinli araştırmacılar, doktorların Covid-19 hastaları hakkında seçim yapmalarına yardımcı olabilecek yapay bir zekâ aracı geliştirdiklerini iddia ediyorlar. Söz konusu yapay zekâ (YZ) aracının hayatta kalma oranlarını tahmin etmek için kan örneklerini analiz edebileceğini ve sağlık personelinin önce kimin tedavi göreceğini seçmesine yardımcı olabileceğini ileri sürüyorlar.

Coronavirüs salgınının ortasında hastaları tedavi eden doktorlar, her gün kimin tedavi göreceği konusunda ölüm kalım kararları vermek zorunda kalmaktadırlar. Bu göründüğünden daha karmaşık duruma işaret ederken, Çin’deki araştırmacılar doktorlara bu seçeneklerde yardımcı olmak için YZ araçları geliştirmektedirler.

Ancak bu başka bir karmaşık soruyu gündeme getiriyor: Yapay zekâ tıbbi yaşam ve ölüm kararlarına dâhil olmalı mı?

Bir salgın ile uğraşan hastanenin kalabalık karmaşasındaki doktorlar, bir hastanın diğerine karşı tedavi önceliği hakkında hızlı klinik kararlar vermek zorundadır.

Doktorların seçim yönü hayatta kalma şansı en az olan biri yerine, hastalıklarla mücadele etme şansı daha iyi olan bir kişi içindir. Amaç, her ikisinin de öldüğü en kötü senaryoyu önlemektir. Birinde zaten çok az şans olduğu için elenir, diğeri ise aksi bir durumda en kötü ihtimal tedaviyi reddeder.

Bir diğer argüman ise ölüm riski en yüksek olan hastaların önce tedavi görmeleri gerektiğidir.

Çinli araştırmacılar, Covid-19 hastaları arasında kimin hayatta kalma şansı daha yüksek ya da ölüm riski en yüksek olduğu konusunda doktorların daha bilinçli bir karar vermelerine yardımcı olabilecek bir yapay zekâ teknolojisi aracı bulduklarını söylüyorlar.

Huazhong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (HUST) ve Wuhan, Hubei’deki Tongji Hastanesi’nden araştırmacılar, hayatta kalma oranlarını tahmin etmek için kan örneklerini hızlı bir şekilde analiz edebilen bir YZ teşhis aracı geliştirdiklerini söylüyorlar.

Geliştiriciler, YZ aracının Tongji Hastanesi’ne kabul tarihinden itibaren toplanan kan örneklerine dayanarak 400’den fazla hastanın ölüm ve hayatta kalma oranlarında yüzde 90 doğruluk elde ettiğini iddia ediyorlar.

Dünyanın dört bir yanından bilim adamlarının Covid-19 ile ilgili hakemli olmayan araştırmaları yayınlamak için kullandıkları bir platform olan Medrxiv.org’da devam eden çalışmalarının sonuçlarını yayınlanmıştır.

Makalede, HUST’de yapay zekâ ve otomasyon bölümünde bir profesör olan Yuan Ye liderliğindeki geliştiricilerin, sistemin doğruluğunu yakın gelecekte daha büyük bir veritabanı ile iyileştirmeyi umduklarından bahsediliyor.

Dünyanın dört bir yanındaki coronavirüs hastanelerinin neden olduğu pnömoni ile enfekte olan hastalar için, araştırmacılar YZ’nın kısa sürede tıbbi personele sınırlı zaman ve kaynaklarla ilk önce hangi kişinin tedavi göreceğine karar verebileceğini söylüyorlar.

Ayrıca Yuan ve meslektaşları makalelerinde “Şu anda acil tıbbi müdahale gerektiren hastaları ve ilişkili ölüm oranlarını ayırt etmek için mevcut hiçbir sonucu önceden haber veren bir biyobelirteç yoktur.” diyor.

Buna ek olarak YZ sistemlerinin amacının, “geri dönüşümsüz akciğer lezyonları ortaya çıkmadan önce yüksek riskli hastaları tanımlamak” olduğunu belirtiyorlar.

Covid-19’un patlak vermesi ilk kez Wuhan, Çin’de tespit edildiğinde, doktorlar ve bilim adamları hastalığa neden olan yeni virüs hakkında çok az şey biliyorlardı.

Ayrıca hafif semptomları olan ve altta yatan sağlık problemleri olmayan bazı hastalar aniden kritik duruma düşebilir. Yoğun bakım ünitesine koştuklarında ve yaşam desteğine bağlandıklarında, ölümcül hasar zaten gerçekleşmiş olabilir.

Araştırmacılar bu noktada, yeni YZ aracının kullanılmasının “yüksek riskli hastalarda tespit, erken müdahale ve ölüm oranının potansiyel olarak azaltılmasına” olanak sağlayabileceğini tekrar ediyorlar.

Çin’de, YZ teknolojisi pandemi ile mücadele için zaten hâlihazırda kullanılmaktadır. Örneğin, Tianjin’deki bir süper bilgisayar YZ teşhis aracına halkın açık erişimi vardır. Bu, dünyanın dört bir yanındaki doktorların, hastanın göğüs tarama görüntülerini analiz ederek Covid-19’u diğer pnömoni türlerinden saniyeler içinde ayırt etmesine olanak sağlamaktadır. Önceki çalışmalar ayrıca, hastanın hastanede kaldığı süre boyunca rutin vücut kontrollerinde alınan kan örneklerinin hastalığın gelişimi hakkında ipuçları verdiğini göstermiştir.

Ancak kan birçok kimyasal içerir ve hepsini kontrol etmek genellikle pahalı ve zaman alıcıdır. Bu yüzden Yuan’ın ekibi, Covid-19 enfeksiyonunun en güçlü sinyalini taşıyabilecek, kanda yer alan üç biyobelirteç belirlemişlerdir. Bu şekilde Laktat dehidrojenaz (LDH) ile akciğer hasarı seviyesini, yüksek hassasiyetli C-reaktif protein (hs-CRP) ile kalıcı bir iltihaplanma durumunu ve lenfosit ile bağışıklık hücrelerindeki azalmayı belirlemeyi amaçlamışlardır.

Araştırmacılar, ayrıca bu üç biyobelirleyiciyi temel alan bir makine öğrenme modelinin, belirli bir hastada hastalığın gelecekteki gelişimini kesin olarak yansıtabileceğini belirtmişlerdir.

Yuan’a göre, YZ’nın doğruluğu hastadan kan örneği alındığı zaman daha tutarlı olmaya başlamış ve daha sonraki örneklerin kesinliği artmıştır. Ancak daha önceki örnekler, hastanın hayatta kalma ihtimalinin yüzde 90 veya daha yüksek bir orana döndürülebileceğine işaret etmektedir. Araştırmacılar, aracın Tongji Hastanesi’ndeki hastalar için “yaklaşık 16 gün önceden” doğru tahminler ürettiğini belirtmişlerdir.

Ancak Beijing’de devlet hastanesinde çalışan ve Covid-19 hastalarını tedavi eden bir doktor, erken klinik değerlendirmede YZ kullanımının kesinlikle denetlenmesi gerektiğini belirtmektedir.

Anonimliğin önemine dikkat çeken doktor, “bu, ileri yaştaki veya tedavi edilme hakkı bulunan farklı hastalıkları olan hastaları mahrum etmek için de kullanılabilecek bir araçtır, çünkü bir bilgisayar neredeyse sıfır hayatta kalma şansına sahip olduklarına karar vermiştir” diyerek uygulamanın eksikliklerine dikkat çekmiştir. Ayrıca aracın Wuhan dışında kullanılıp kullanılamayacağının da belirsiz olduğunu söylemiştir.

Artan sayıda çalışma, virüsün Çin ve dünya çapında yayıldıkça mutasyona uğradığını ve muhtemelen hastalık gelişiminde değişikliklere neden olduğunu göstermektedir. Bu yüzden doktor ayrıca şunu da eklemiştir: “makine öğrenimi, büyük ölçüde beslendiği verilerle şekillendirilmiş bir kara kutudur”, “farklı ortamlara ve insanlara uyum sağlamak için tıpkı virüs gibi sürekli gelişmesi gerekebilir.”

*Yazar, bilimsel ve teknolojik yeniliğin yeni güç merkezi olan Çin’deki büyük araştırma projelerini araştırıyor. 2006 yılından bu yana South China Morning Post bünyesinde çalışmaktadır.

Kaynak: https://www.scmp.com/news/china/science/article/3076259/should-ai-help-make-life-or-death-decisions-coronavirus-fight


Coronavirüs Salgını Sürecinde Dijitalize Ekonomi Koşulları Altında Artan Veri Toplama Pratikleri

Mart 22, 2020

Çeviri: Hasan H. Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fakültesi Ar.Gör.                      

Veri toplama coronavirüse karşı savaşta faydalı oldu ancak, vatandaşlarla ilgili mahremiyet ihlaliyle sonuçlanan gelişmelere de neden oldu.

Çin’in dijital bir ekonomiye dönüşümü internet tabanlı teknolojiler, mobil uygulamalar ve yapay zeka uygulamalarıyla hali hazırda coronavirüsten önce gelişmeye devam ediyordu.

Gündelik hayatın dijitalleşmesi internet aramalarından alışveriş alışkanlıklarına ve sağlık gereksinimlerine kadar eşsiz bir ölçülebilir veri alanı yarattı.

Şimdi ölümcül salgın bu trendi daha da ivmelendirmiş vaziyette.

Merkezi ve yerel hükümetler salgının kontrol altına alınabilmesi için daha fazla veri toplamaya ve analiz etmeye çalışıyorlar. Ve bu konuda özellikle Çin hükümetine çok az bir tepki var. Enfekte insanlar ve diğerleri kamu sağlığı uğruna mahrem verilerinden feragat ediyorlar.

Çin’in bir şehri olan Shenzen’de 29 yaşında bir mühendis olan Wang Junyao da kamu sağlığı söz konusu olduğunda kişisel veri mahremiyetinin bir geçerliliği olmayacağı yönünde görüş bildiriyor.

Peki virüs bitince ne olacak?

Veri toplama ve mahremiyet arasındaki tartışma tabiî ki tekrar dirilecek.

Gerçek ad kullanma ve yüz tanıma Çin’in günlük hayatında önemli bir yerde iken, ilaç alımı ve toplu ulaşım da şu an müdahale alanında.

Örneğin güney illerinden olan Guandong’da yerel otoriteler halktan ateş ve öksürük ilaçları alırken gerçek isimlerini kullanmalarını istemişlerdir. Bunu yapmalarındaki amaç bu ürünlerin kullanımını takip etmektir.

Shenzen’in teknoloji merkezinde aynı durum metroyu kullananlar için de geçerli.

Şimdi ise otobüs, taksi ve trene binmeden kişisel bilgileri içeren QR kodları taratmak zorunlu haldedir.

Bunları reddedenler ise seyahat etmek imkanı bulamıyor.

Çin hükümeti daha ileri giderek veri toplama ve uygulamalarla medikal bilgi, kişilerarası veri ve alışveriş kayıtları (özellikle tıbbi) gibi verileri toplamayı artıracağını belirtiyor.

Temel kişisel bilgiler, gelir, adres, ulaşım verisi zaten otoriteler tarafından toplanıyordu ve yeterli görülüyordu.

Fakat kamu güvenliğini sağlamada memnun edici analiz modelleri görünüşe göre etkili değil.

Ulaşım geçmişi verinizi çarpıtarak karantinadan kaçmak, otoriteleri kandırmak da Çin’in devlet tarafından işletilen 3 telekomünikasyon şirketi sayesinde uygun bir yöntem değil.

China Mobil aboneleri cep telefonlarının mesaj bölümüne CXMYD yazarak seyahat geçmişlerini bir mesaj ile operatörlerinden isteyebiliyorlar.

Bunun sonucunda telefonlarına son iki haftanın seyahat geçmişleri liste olarak geliyor. Bu liste gerekli görüldüğü zaman otoriteler tarafından kontrol edilebiliyor.

Bu durum da kişiye karantina uygulanıp uygulanmayacağında önemli bir etkiye sahiptir.

Veri toplama tartışmasız virüsün Çin’de yayılmasına engel olmuş vaziyettedir. Çünkü enfekte bölgelerin tanımlanmasına imkân sağlamış. Bölgeler de buna göre işaretlemiş.

Çin’in ulusal arama motoru Baidu bu doğrultuda bir salgın haritası yayınlamış.

Bu harita açıklanmış ve şüpheli vakaların yerini göstermektedir. Bu harita sayesinde insanlar buralara gitmekten kaçınmışlardır.

Çin’in en büyük siber güvenlik şirketi Quihoo 360 da kullanıcılarına virüslü biriyle aynı tren ya da uçağı kullanıp kullanmadığını gösteren bir uygulama önermiş.

Veri toplamayı genişletme çabaları merkezi hükümetin tıbbi veritabanı ile sonraki toplumsal ve tıbbi olaylara karşı hızlı ve etkili kararlar almada atılacak adımlara yönelik ilgisinin nedenini oluşturuyor.

Ve hükümet de bunu destekleyici adımlar atmış ve atmaktadır.

Veri, salgını tanımlamada tedavi metotlarında hizmet etkililiğinde önemli bir rol oynayabilir.

Ancak salgına karşı savaşta daha çok veriyi çekmedeki aceleci tutum mahremiyet ihlallerine neden olmaktadır (özellikle Wuhan’da).

Bazılarının isimleri adresleri, günlük hareketleri ve diğer kişisel verileri bir şekilde internete sızmış vaziyette.

Bu sızan veriler ise söz konusu insanların toplumdan izole edilmesine ve ayrımcılığa uğramasına neden oldu.

Endüstri gözlemcileri ise tıbbi destek satın alımlarıyla ilgili daha fazla dijital ayak izinin toplanması noktasında dengeli bir yol izlenmesine karşı uyarıda bulunuyorlar.

Aksi halde kıymetli verilerin risk altında olmasından dolayı insanların bu verileri paylaşmada isteksiz olabileceği endişesine dikkat çekiyorlar.

Veri mahremiyeti konusunda kamu endişesini azaltmak için veri toplamanın şeffaflığının sağlanması, kamu ilgisinin garanti edilmesi ve kuralların gözlemlenmesinin şeffaflığı oldukça önemlidir.

Çinli avukatlar da salgın boyunca gerekli verilerin kamu sağlığı açısından toplanmasından yanadır. Ancak bunun kurallar ve düzenlemeler ile olması gerekliliğinin altını çiziyorlar.

Virüs bittiğinde de bu verilerin dikkatle ele alınması gerekliliğini söylüyorlar. Özellikle hastaneler bu verileri bilgilendirilmiş onam karşılığında kullanması gerekliliğinin altını çiziyorlar.

Bunun gibi kişisel verileri koruma kanunları Çin genelinde hâlihazırda mevcut ancak hükümet genişletilmiş, daha kapsamlı bir kanun hakkında çalışmalarını sürdürüyor.

Kaynak: https://www.abacusnews.com/tech/data-collection-ramps-under-digitized-economy-during-coronavirus-epidemic/article/3052467


Sonsuz Bir Virüs Bizi Aciz Kılıyor

Mart 21, 2020

Yazar: Oh Young-jin

Çeviri: Beren Kandemir, H.Ü. SBE, İletişim Bilimleri Doktora Öğrencisi

a

FTG: Madrid’in ana caddelerinden biri olan Paseo de la Castellana’nın neredeyse boş bir bölümü. Milyonlarca insan COVID-19 nedeniyle eve kapanmış durumda. AP-Yonhap

Evrende küçük birer nokta gibiyiz ya da fazlaca insana dair, sürekli genişleyen egomuzu bastırmak için böyle söylüyoruz.

Bu gözlem kulağa alakasız gibi gelebilir ancak insanlık olarak, düşünmeyen, yalnızca kendini yaşayan bir varlıkta -ta ki ev sahibi ölene kadar- çoğaltmak için yaşayan bir mikrop, bir virüs tarafından saldırı altındayız.

Bu COVID-19 koronavirüsü, kolektif kalbimizi kendi boyutlarından çok daha büyün bir korkuyla vuruyor ve ülkelerin ne yapacaklarını bilemeyip yalnızca Ortaçağ tarzı bir karantina ile kendilerini kapatmalarıyla onu neredeyse durduruyor.

b

FTG:İtalya’daki koronavirüs salgınını yavaşlatmak için, eşi benzeri görülmemiş bir tecritin altıncı gününde Milano’nun Porta Nuova bölgesinde boş bir sokak. Reuters-Yonhap

Sadece birkaç ay önce, bu viral istila başlamadan; gezegen, yapay zekanın egemen olması ve robotların insanların yerine geçmesi tartışmalarıyla ele geçirilmişti.

ABD ve Çin küresel hegemonya için mücadele ederken dünya karmaşa içindeydi. Bunun yanında insanlar servet dağılımındaki aşırı eşitsizlik durumunda birbirlerine karşı kutuplaşmış haldeydiler.

Mevcut hastalığın merkez üssü olan Wuhan şehrinin, büyük bir cüzam kolonisine dönüşmesi ve ülkenin geri kalanından ayrılarak bir güvenlik çemberine alınmasıyla Çin büyük bir yıkıma uğradı. Yeni vakalar açısından stabilizasyon belirtileri olmasına rağmen, çok az insan şehrin korona destanının sona erdiğini söyleyebilir çünkü henüz hastalık hakkında bilinenler oldukça az.

ABD yeni enfeksiyonların artması ve hükümetin dış dünya ile bağlantılarını keserek kendi kendini karantinaya almasıyla ile bir umutsuz bir vakaya dönüşüyor. Avrupa, İtalya’dan yükselen ve tıpkı Schengen anlaşması gibi sınırları lağvederek kıtanın geri kalanına ve komşu adalara, artmaya devam eden bir şiddetle yayılan koronavirüs ateşiyle perişan bir halde

Akıllara Boccaccio’nun “Decameron” ile kaçışı veya “Binbir Gece” ile inzivanın gelmesi mümkün. Yalnızca, henüz değil.

Geçmişten çok az ders çıkardık – Kara Ölüm, İspanyol Gribi (yanlış bir isimlendirme, çünkü bu grip İspanya’dan gelmedi veya sadece orada yayılmadı) ve daha yakın bir zamanda Ebola salgını.

Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ve ABD Başkanı Trump’tan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’e kadar liderler, bu hastalığı kontrol altına almak için savaş metaforlarını kullanıyorlar.

Bu savaşların hepsinde bütün parçaların toplamından daha az, her ülke yalnızca kendi düzensiz ordusunu kurma çabasında. Şimdilik bir yere vardığı yok.

İnananlar için tüm bu sahne, Babil Kulesi’nin Tanrı’nın gazabıyla yıkılmadan önceki son anıdır. Sonrasında insanlar cennete ulaşmak için kuleyi inşa etmeye çalışarak bir tanrı olmaya çabaladılar.

Belki de zamanın laneti, insanların sadece farklı dilleri konuşmakla kalmayıp aynı zamanda kendi aralarında kavga halinde olmalarından, herhangi bir anlaşma bulamamalarından dolayı bugüne miras kalmıştır.

İnanmayanlar veya ateistler için ise koronavirüsün ölümcül hataları ortaya çıkarmasıyla, modus operandi’mizin yanlış bir iş modeli olduğu kanıtlanmıştır.

Her iki durumda da, bu viral saldırı bizi yerle bir ediyor ve bizi yeniden aciz hissettiriyor. Şimdi, hastalıktan kaçma çabasıyla çok fazla tükendiğimiz için kendimizi Siddhartha’nın önemli anına vermeyi göze alamayabiliriz. Nirvana gelebilir ya da gelmeyebilir.

c

FTG: Kore’de epideminin başladığı ve en yaygın olduğu Deagu’dan sokak-Reuters-Yonhap

Eğer bu sonsuz varlığa karşı savaş (sanırım koronavirüs bu isme layık bir düşman) birkaç ay içinde sona ererse, eski rutinimize geri döneceğiz.

Eğer olmazsa, ki şu anda bu daha olası görünüyor, virüsün sonsuzluğu kadar büyük bir reset yapacağız. Çoğu zaman, büyük bir değişiklik, değişikliğin iyi ya da kötü olup olmamasıyla ilgili değildir. Etkilenenleri uyumlanmaya veya yok olmaya zorlar. Buna hazırlıklı olmamız gerekebilir.
Kaynak: http://www.koreatimes.co.kr/www/nation/2020/03/667_286514.html

 


Akıllı Telefonlarla Pandemi Takibi?

Mart 20, 2020

Çeviri-Özet: Ertan Ağaoğlu, H.Ü. İletişim Fakültesi Ar.Gör.

Geçtiğimiz günlerde Korona virüs (KOVID-19) salgını Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından pandemi olarak ilan edildi. Virüs birçok hastada hafif seyretse de oldukça hızlı yayılması ve virüse karşı herhangi bir tedavi ya da aşı geliştirilememesi dünya çapında bir paniğe yol açmış durumda. Ülkeler ve uluslar aşırı organizasyonlar salgını kontrol altına alabilmek için yollar ararken, Bilgi İletişim Teknolojilerinin salgını takip etme ve modelleme amacıyla kullanılması fikri öne çıkıyor.

Bu fikir aslen SARS ve MERS salgınları sırasında da tartışıldı. Bu amaçla, 2011 yılında Cambridge Üniversitesi’nden iki araştırmacı FluPhone isminde bir uygulama geliştirdi. Uygulama öncelikle, gönüllü katılım ilkesine bağlı olarak, kullanıcıların grip belirtileri gösterdiklerinde öz raporlama yapması prensibi ile çalışıyor. Kullanıcılardan toplanan veriler sayesinde sağlık otoriteleri salgının yayılımını takip edebilir ve aynı zamanda salgının gelecekteki seyrini tahmin edebilecek modellemeler yaratmalarına yardımcı olabilir. Ek olarak böyle bir uygulama kullanıcıların demografik bilgilerinden yola çıkarak hangi grupların hastalığa karşı savunmasız olduğunu ortaya çıkarabilir. Buna ek olarak uygulama, bluetooth ve diğer kablosuz sinyalleri kullanarak, hastalık belirtisi gösteren bireylere yaklaştığı taktirde kullanıcıyı uyarıyor.

Yakın zamanda yöneticiler, klinik uzmanları ve teknoloji uzmanlarından oluşan bir grup açık bir mektupla benzeri bir uygulamanın Android ve iOS cihazlara gömülmesi için çağrıda bulundu. Ancak şu ana kadar şirketlerden herhangi bir yanıt gelmedi.

Böylesine bir uygulama her ne kadar kulağa heyecanlandırıcı gelse de birçok endişeyi beraberinde getiriyor. Bu endişelerin başında toplanan verilerin ve kullanıcıların gizliliği konusu yer alıyor. Öyle ki sağlık verilerinin yanı sıra konum, demografik bilgilerin toplanması kullanıcıları hükümetlerin ve şirketlerin gözetimine karşı savunmasız kılabilir. Gizlilik endişelerinin yanı sıra, hassas verilerin kullanıcılar ile paylaşılması en başta yanlış bilgiye, paniğe ve ayrımcılığa sebep olabilir.

Öyle ki bu endişeler Çin ve Güney Kore örneklerinde kendisini ispatlamış durumda.

COVID-19 salgınının ortaya çıktığı Çin Halk Cumhuriyeti, günlük hayatın birçok alanında (ödemeler, para gönderme, bilet alma vb.) kullanılan WeChat ve AliPay uygulamaları yoluyla salgını kontrol altına almaya çalıştı. Sistem öz raporlama ve ihbar yolu ile topladığı bilgiler ışığında kullanıcıları risk gruplarına atadı.  Sitem hayatın her alanında kullanılan QR kodlarına “risk renk”leri atama prensibi ile çalışıyor. Böylece yetkililer yüksek risk grubu olarak işaretlenen bireyleri karantina altına alabiliyor ya da orta risk grubundaki vatandaşların sosyal hayata katılımını engelleyebiliyor. Ancak Çinli birçok kullanıcı uygulamanın renkleri rastgele atadığını dile getirirken, bazı raporlar verilerin hükümet ile paylaşıldığını ortaya koyuyor.

Güney Kore’de yaşananlar ise yanlış bilgilenme ve ayrımcılık endişelerini doğruluyor. Güney Kore enfekte kişilerin bilgilerini gerçek zamanlı olarak (yakındaki) vatandaşlar ile kısa mesaj yoluyla paylaşan bir sistem geliştirdi. Ancak bu kullanıcılar arasında zorbalık ve dedikoduya yol açtı.

Bu endişelerin yanı sıra, bazı teknik detaylar kafalarda soru işareti yaratıyor. Zira böyle bir uygulamanın etkili bir biçimde çalışabilmesi için nüfusun en azından %20’sinin uygulamayı kullanması gerekiyor. Bu anlamda bireylerin katılım gösterip göstermeyeceği (özellikle öz raporlama sürecine) konusu oldukça belirsiz. Buna ek olarak günümüzde akıllı telefonlar yalnızca 7-13 metre arasında bir uzaklık hassaslığına sahip. Bu yüzden uygulamanın, neredeyse bir metreden bulaşabilen virüslerin takibi konusunda ne kadar etkili olabileceği oldukça tartışmalı.

Ne var ki, tüm bu endişelere rağmen, böyle bir uygulama olumlu sonuçlar doğurabilir. Elektronik Sınır Vakfı’ndan (Electronic Frontier Foundation) Peter Eckersley, bu tür bir uygulamanın ulusal veri tabanı oluşturmadan da hayata geçirilebileceğini dile getiriyor. Ulusal bir veri tabanının oluşturulmaması, hükümet ve şirket gözetimini engelleyebilecek bir yol olarak kabul ediliyor.

Eckersley’e göre, virüsün yayılma hızı, aşı ve tedavi eksikliği göz önünde bulundurulduğunda tüm bu endişelere rağmen böylesine bir platformu hayata geçirmek en azından “denemeye değer” gibi görünüyor.

Kaynak: https://www.wired.com/story/phones-track-spread-covid19-good-idea/

 


Küresel Pandemi Krizi Anında Enformasyon Yüklenmesi ve Enformasyon Sisi…

Mart 14, 2020

Prof.Dr. Mutlu Binark,  Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi

2020 yılının hemen başında, Ocak ayının sonlarına doğru Çin yeni yıl tatilinin başlangıcı ile Wuhan’da ortaya çıkan yeni corona virüsü gündemimize girdi. Türkiye’de başta Twitter olmak üzere çeşitli sosyal medya ortamlarına bakıldığında, Çinlilerle yemek yeme alışkanlıkları ile dalga geçmekten, siyasi referanslarla nefret söylemi üretmeye değin oldukça niteliksiz ve epidemi ile ilgili doğru bilgi içermekten uzak kullanıcı türevli içeriklerin dolaşıma girdiğini görüyoruz. Hubei eyaleti ne zaman ki karantinaya alındı, Çin’e uçuşlar durduruldu, ardından İran’da, Kore’de ve İtalya’da epidemi hızla yayılmaya başladı, bu ülkelere olan havayolu ulaşımı da askıya alındı; anaakım Türk medyasında ve tabii ki sosyal medya uzamında da bir takım “uzmanlar” ortaya çıktı. Uzman sesine başvurmak, iletinin “doğru” ve “güvenilir” olduğunu göstermek, içeriğin vermek istediği etkiyi desteklemek için medya profesyonellerinin kullandığı bir strateji. Artık epideminin adı “Wuhan virüsü”nden “Covid-19”a evrilmiş, solunum yetmezliğine yol açan bu virüs ve bulaşma yolları hakkında bir takım “uzmanlar” medyada konuşmaya, sosyal medya platformlarında içerik üretmeye başlamışlardı. Ocak ayının sonundan Mart ayına doğru geçen sürede, Türkiye’de Covid-19 “Türk geni bizi korur”, “kelle paça çorbası içmek”, “sarımsak yemek”, “dut pekmezi tüketmek” vb. söylemlerle medyada konuşuldu. Bir yandan Asyalılara yönelik önyargı ve etiketlemeler dünya ve Türkiye’deki kamuoyunda artarken, epideminin yayılma biçimi ve korunma yolları hakkında “kamu yararı” içeren çok az sayıda içerik üretimi gerçekleşti.  Tam bu noktada Hüseyin Köse’nin “…sui generis aydınlar (uzmanlar, gazeteciler, sanatçılar, beyaz yakalılar, teknokratlar vb.) yaşanan bunalımları umut dolu aktüel vaazlara dönüştürerek geniş yığınlar üzerinde türlü çeşitli rızalar üreterek gerçekleri çarpıtmayı sürdürmekteler… Yani mütematideyen ve muhayyel bir vakte kadar yalanlar söylemekteler…” (2019:15) tespitine yer verelim. Köse bu tespitini şu şekilde devam ettirmekte: “Bunların tüketiminde gözden yiten ve amansızca sönümlenen tek değer yüklü hakikat kamu yararı ilkesidir” (16). Kamu yararı ilkesi,  enformasyonun doğruluğunu ve güvenirliğini işaret eder.  Ne var ki özellikle yeni medya eko sisteminde kullanıcıların da içerik üretmesi ve bunun hızlı, adeta tetiklenmiş bir şekilde yapılması, bu içeriklerin geleneksel medya içeriklerin tüketimindeki hızdan daha hızlandırılmış bir şekilde üretim-tüketim döngüsüne girmesi, enformasyonun doğruluğunun ve güvenilirliğinin teyit edilmesini zorlaştırmaktadır. Jose Van Dijk’in “enformasyon yüklemesi” (2016) adını verdiği bu süreçte, siber uzamda akış içinde önümüzden bir tıklık hızda geçen ve yayılan içerikler artık nitelikli enformasyona ulaşma konusunda bir sis bulutu oluşturmaktadır.

sn2

Zaten, her türlü sosyal medya platformunun algoritmasının, ağın kendi mimarisinin bizi belli yankı odalarına ve filtre balonlarına yerleştirdiğini biliyorsak, bu durumda içerik akışımızda önümüze gelen enformasyon haricinde içerikler ile karşılaşma olanağımızın da, yaşam tarzımızı kökten değiştirmek kadar sınırlı olduğunu kavrayabiliriz. Üstelik platform kapitalizminin temel cazibesi, kullanıcıya bireyselleştirilmiş kullanım ve yakınsak içerik tüketme olanağı vermesidir. Bu durumda, algoritmalar, bireyselleşirme ve yakınsamadan ötürü, ürettiğimiz ve tükettiğimiz içerikler hep belli bir enformasyon çerçevesi içinde kalacaktır. Slavko Splichal’den aktaran Oğuzhan Taş, “Kullanıcıların beğeni ve tercihlerine göre içerikleri süzen algoritmik haber filtreleri, kullanıcıları öznel kanaatleriyle çatışan alternatif görüşlerden yalıtmakta, onları kendileriyle benzer düşünenlerin bulunduğu filtre balonlarına –ya da yankı odalarına- kapatan bir çevrimiçi haber ekolojisi yaratmaktadır.” (Splichal, 2018:8’den aktaran Taş, 2019:74) demektedir. Öyleyse, sosyal medya platformlarında bir yandan enformasyon bolluğu bir yandan da aslında nitelikli, güvenilir ve doğru enformasyon kıtlığı yaşadığımız anlamına gelmektedir.

Böyle algoritmaların belirlediği enformasyon yüklemesi altında, belli içerik akışları içinde gündemi etiket ile takip etmeye çalıştığımızda ise, Türkiye’deki yeni medya ekosisteminde karşımıza çıkan yeni bir olgu daha var: enformasyon sisi…

Dünya Sağlık Örgütü’nün yeni korona virüsünün, epidemik yayılımının pandemiye, diğer bir deyişle küresel ölçekte salgına dönüştüğünü açıklaması, İtalya’nın önce bir eyaleti daha sonra tüm ülkeyi karantinaya alması ve dünya ile ticareti durdurmasının ardından nihayet, Covid-19’un artık kapımıza gelip çaldı. Sağlık Bakanı’nın Türkiye’de ilk vakıa görüldüğünü açıklaması üzerine, sosyal medya platformlarında,  ister #Covid-19 istersek #koronavirüstürkiyede  etiketini takip edelim, görülen ilk şey yoğun kullanıcı türevli içerik üretimi oldu. Bu içerikler çok zengin gif ve yahut meme paylaşımını içeriyordu. Ancak, bu kadar yoğun akış içinde, konuyla ilgili güvenilir bir kaynağın “kamu yararı” taşıyan paylaşımı akış dışında kalmakta veya akışın içinde gözden yitmekteydi. Türkiye’nin de pandemi tehdidi altında olduğunun açıklanması ve akabinde ülkedeki eğitim kurumlarının üç hafta süre ile eğitime ara vermesi kararı ile medya ve yeni medya eko sistemini “uzman sesleri” işgal etti. Bu sefer “Türk geni bizi korur” iddiası ve “kelle paça yemek” önerisinin yerini, çeşit çeşit komplo teorilerini üreten, Covid-19’un kaynağının Yahudiler olduğunu söyleyip, Anti-Semitik söylemi doğallaştıran iddialar birbiri peşi dolaşıma girmeye başladı. Uzmanlar, virologlardan, onkologlara, farmakologlara, dahiliyecilere, dış politika analizcisi think tanklara, siyasi parti temsilcilerine hatta sanatçılara değin medya ve yeni medya ekranlarında çeşitlendi. Covid-19 üzerine, ne olduğu, nasıl korunulacağı hatta aşısı üzerine üretilen tüm sözler yığını hatta cümbüşü içinde, enformasyonun ardyöresi, bağlamı ve düşünüm ortadan hızla yok olmaya başladı.  Epideminin ilk başında görülen etiketlemenin yerini panik ve komplo teorileri üreten söylem pratikleri almaya başladı.

Twitter’da #Covid19 etiketi altında paylaşım yaparken, 21.yüzyılın ruhu olan “hızlandırılmış bir şekilde” akışı tıklamakta, bir diğer tık ile içeriği yaymaktayız. Bu yayılım sırasında, güvenilir ve doğru olanın değil, popüler, ilginç, eğlenceli ve hatta saçma ve yanlış olanın hızla, hatta Covid-19’un geometrik bulaşım hızına eş değerde yayıldığını görmekteyiz. David Schenk’in “veri dumanı” (1997) olarak adlandırdığı bu durum, “Enformasyon arzımızın, enformasyonun artık değerli ve güçlendirici olmak yerine, aşırı bol hale geldiği ve bizi çaresiz bırakacak kadar çok kullanışsız ve gereksiz veriyle kirlendiğini iddia etmektedir” (aktaran van Dijk,  2016:302). Shenck, şöyle demektedir: “Enformasyon bolluğu artık hayat kalitemizi yükseltmek yerine, stres, kafa karışıklığı ve hatta cehalet üretmeye başlamıştır”. (1997:15’den aktaran van Dijk: 2016:302).

Twitter’a baktığımızda da, virüsün biyolojik silah olarak üretildiği, aşısının erkeklerde kısırlığa yol açacağı vb. komplo teorilerin dolaşıma girdiğini ya da toplumsal panik halinde “x kentinde x hastahanesinde korona vakıasına rastlandığı” şeklinde içerikleri görüyoruz. Covid-19’un yayılımını önlemek için alınması gereken temel tedbirler- hijyen, sosyal mesafelenme vb.-  ileten enformasyon yerine bu tür içerikler dikkat çekici görseller ile akışta. Tam bir enformasyon sisi…bu sis içinden doğru enformasyona ulaşmak için epey bir çaba gerekmekte.

Doğru Enformasyon için Doğru Hesapların Takip Edilmesi Gerekli…

Enformasyon yüklenmesi ve yahut benim enformasyon sisi olarak adlandırdığım olgu karşısında algıda seçicilik ve biliş ya da tarama –hızla göz gezdirme- ile başa çıkılmakta (van Dijk, 2016:302-303). Tarama veya hızla göz gezdirme, akışın bolluğu karşısında daha çok niceliğe ulaşmak için nitelikten ödün vermeye, yüzeysel okuma edimine yönelmeye yol açar. Yüzeysel okuma, tıklanan bir linkin başlığına, girişine bakmak, en iyi ihtimale içeriğin sonuna kayıp, sonucu okumak demektir.

sn1

Sosyal medya platformlarında, pandemi kaynaklı küresel kriz karşısında doğru bilgi ararken, ne yapmamız gerekiyor? Akış içinde doğru enformasyon için doğru hesapların takibi. Medya ve yeni medya ekosisteminde dolaşımda olan bilimsel bilgiden uzak “uzman sesleri” yerine, bilimsel referanslarla konuşan hesapları, kamu yararı ilkesi temelinde içerik üreten küresel ve ulusal kurumların hesaplarını takip etmek gerekmekte. Üstelik eleştirel muhakemeyi de işe koşarak. Çünkü her içeriği algılarken ve paylaşmaya karar verirken, pandemi hakkında doğru ve nitelikli içerik üretme sorumluluğunun farkında olarak. Aksi takdirde enformasyon yüklenmesi ve bilgi kirliliğine biz de katkı yapmış oluruz. Peki, arada  krizin kendisi ile başa çıkmak için kendimiz veya durumla dalga geçmeyelim mi? İnsan olmanın bir hali de, her acı ve katlanılmaz durumu “dalgaya almak”. Ancak, küresel krizlerde, hele de tüm dünyayı böylesine etkileyen olaylarda, her paylaşımımız niteliğini, kimi mention’ladığımız, neyi paylaştığımızı bir kere daha düşünmek gerekli. Son olarak, pandemi ve hükümetlerin dijital ortamlarda sağlık iletişimi konusunda şu derlemeyi önermek istiyorum: Kristian Bjørkdahl ve Benedicte Carlsen (2019). Pandemics, Publics, and Politics: Staging Responses to Public Health Crises, Basingstoke, UK: Palgrave Macmillan.

Kaynaklar:

Köse, H. (2019) “Önsöz”, Kamusuz Yararlar Ülkesi: Sağ Popülist Siyaset Çağında Medya ve Kamu Yararı İlkesi.  (Der.) Hüseyin Köse. Ankara: Ütopya. 7-20.

Taş, O. (2019). “Gazeteciliğin Gölge Fenomeni: Kamu Fikri Üzerine Düşünceler”, Kamusuz Yararlar Ülkesi: Sağ Popülist Siyaset Çağında Medya ve Kamu Yararı İlkesi.  (Der.) Hüseyin Köse. Ankara: Ütopya. 57-78.

Van Dijk, J. (2016). Ağ Toplumu. İstanbul: Kafka.

 

 


“Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” Paneli

Mart 9, 2020

11 Nisan 2020 Cumartesi günü 14.00-17.00 arasında Alternatif Bilişim Derneği tarafından Ankara Alman Kültür Merkezi’nde “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi”  adlı  panel düzenleniyor.

Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” adlı panel, Alternatif Bilişim Derneği’nin AB Delegasyon-Türkiye ve STGM’nin desteği ile gerçekleştirdiği “Sınırlı Erişimden Sınırsız Erişime: Genç Akademisyenlerin/Akademisyen Adaylarının bilişim ve yeni medya alanında ürettikleri nitelikli araştırmalarının özgür dolaşımının ve açık erişiminin yaygınlaştırılması” projesinin ilk bilimsel çıktısı. STÖ ve akademi iş birliği çerçevesinde bilgi iletişim teknolojileri ve yeni medya ile ilgili çalışmalar yürüten genç akademisyenlerin/akademisyen adaylarının bilimsel faaliyetlerini desteklemek amacıyla, bu alanda üretilen nitelikli akademik araştırmaların özgür dolaşımının ve açık erişiminin yaygınlaştırılması ve bu çalışmaların Derneğimiz aracılığıyla akademi içinde ve dışında insanların erişimine sunulması, bu projenin temel amacını oluşturmakta. “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” başlıklı panel, aynı başlığı taşıyan derleme kitap çalışmasında yer alan akademisyenlerden bazılarının çalışmalarını sunmasıyla gerçekleşecek. Türkiye’de dijital eşitsizlik, iletişim teknolojileri ve yeni medya ekosisteminde kuşaklar ve yaş/lanma konularını odağa alan “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” adlı çalışma, bu konudaki ilk özgün eser olup, başvuru kaynağı niteliği taşıyacaktır. Özellikle yaş ayrımcılığının hemen her ortamda karşılık bulduğu ve yaş alan kuşaklara karşı kullanıldığı Türkiye gibi ülkelerde, yaşlanma ve yeni iletişim teknolojileri odaklı çalışmalar yapmak ve bu alandaki eşitsizliği ifşa etmek, “aktif yaşlanma hakkı” konusunda toplum içerisinde farkındalık yaratmak adına oldukça önemli görülmektedir. Bu çalışma Mehmet Figan ve Dr. Yeliz Dede Özdemir tarafından derlenmekte olup, içinde alana dair özgün makale ve  kurucu metinlerinin çevirilerini kapsamaktadır. Gerek derleme gerekse bu panel, aslında 2018 Güz ayında H.Ü. İletişim Fakültesi bünyesinde açılan Yeni Medya Çalışmaları adlı yüksek lisans dersi kapsamında Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Mutlu Binark ve Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Özgür Arun’un, yaşama geçirdikleri “Dijital Kültürde Yaşlama ve Sonrası” adlı yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden oluşan çalışma grubunun uzun erimli araştırmalarının, kolektif bir çabanın ve işbirliğinin sonucu ortaya çıkmıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dr.Öğretim Üyesi Şafak Dikmen de NetLab kapsamında bu çalışmaya mikrosite alanı açarak, destek vermiş, çalışmanın tüm üretimlerini 11 Nisan Dijital Eşitsizlik Afişi Son-01 (1)https://netlab.media/calisma-gruplari/’nda duyurmakta, paylaşmaktadır.  “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” çalışması görüldüğü üzere, farklı üniversitelerin ve bir sivil toplum kuruluşunun işbirliği ve kolektif çalışması ile, toplumumuzda göz ardı edilen bir sosyolojik, ekonomik ve politik bir olgu “yaşlanmayı”, dijital kültür ve yeni iletişim teknolojileri kesitinde, farklı toplumsallıkları ilişkilendirerek ve bağlam vurgusunu kurarak ele almayı amaçlamaktadır.  Çalışmanın bir diğer amacı da, ülkemizde  açık bilim ve açık erişim politikasına hem e-kitap üretimi hem de netlab.media’daki paylaşımlar ile katkı yapmaktır.

Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” çalışmasına ilişkin şu son hususunda belirtilmesinde yarar var:  BM’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma İlkeleri’nde belirtilen, “2030’a kadar yaşa, cinsiyete, engelliliğe, ırka, etnik kökene, dine, ekonomik ya da başka bir statüye bakılmaksızın herkesin güçlendirilmesi ve sosyal, ekonomik ve siyasi olarak kapsanmasının desteklenmesi” kapsamında, bu çalışma (derleme ve panel ve netlab.media daki üretimler) dijital kültürde yaş ayrımcılığını ve beceri eşitsizliğini bir çok yönü ile (ikincil düzey eşitsizlikten, sınıf, toplumsal cinsiyet, etnik köken vd.) ele alan bilgi birikimine katkıda bulunan kapsamlı ilk çalışmadır.

Panelin katılımcıları ise:

Açılış konuşmaları: Av.Faruk Çayır/Alternatif Bilişim Derneği ve Dr. Yeliz Dede Özdemir/ Alternatif Bilişim Derneği

Moderatör: Prof.Dr. Mutlu Binark/Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi

Konuşmacılar:

Doç.Dr. Özgür Arun/Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimler Fakültesi

Dr.Öğr.Üyesi Duygu Özsoy/Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi

Ar.Gör. Tuba Sütlüoğlu/Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Ar.Gör. Naz Önen/Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi

Mehmet Fiğan/Hacettepe Üniversitesi SBE Dr. Öğrencisi

Öğr.Gör. Alper  Erdem Turan/ Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi

Yer: Alman Kültür Merkezi-Ankara Atatürk Bulvarı N:131

 


WeChat, Çin’deki korona virüs hakkındaki tarafsız mesajları dahi nasıl sansürledi?

Mart 9, 2020

Özetleyen: Gökçe Özsu, H.Ü.SBE. İletişim Bilimleri Doktora Programı

  • Bir grup Kanadalı araştırmacı, Çinli sosyal medya uygulamasında yüzlerce anahtar kelime kombinasyonunun engellendiğini ortaya çıkardı.
  • Kara listeye alınan kelimeler zaman içerisinde değişiklik gösteriyor ve Çinli liderlere yönelik imalar içeriyor

Kanada merkezli dijital medya araştırma grubuna göre, Çin’in en popüler mesajlaşma uygulaması WeChat, bir dizi sohbet grubunda korona virüs salgınına yönelik tarafsız mesajları sansürledi.

Sansürlenen mesajlar arasında politik olarak hassas ifadelerin yanı sıra, Çinli liderlerin salgına dair politikalarına hakkında tarafsız yorumlar ve salgın hakkındaki endişelerini dile getirdikten sonra hayatını kaybeden Dr. Li Wenliang’ı yönelik mesajlar da yer alıyor.

Söz konusu araştırma, Toronto Üniversitesi Munk Küresel İlişkiler ve Kamu Politikası Okulu’na bağlı Citizen Lab tarafından yürütüldü. Araştırmaya göre, sansürlenen anahtar kelimelerin birçoğu liderlere tarafsız bir şekilde atıfta bulunuyor. Araştırma raporunda ise “Çin Devlet Başkanı Xi ile ilgili anahtar kelime kombinasyonlarından sekizi salgın sırasında salgının ortaya çıktığı Wuhan’a gitmeyen Xi’nin nerede olduğuyla ilgili” ifadesi yer alıyor.

Araştırmacılar, Başbakan Li Keqiang’ın da Ocak ayı sonlarında Wuhan’ı ziyaret ettiği sırada, “pnömoni, Li Keqiang, Wuhan, başbakan ve Beijing” anahtar kelime kombinasyonlarının da sansürlendiğini ortaya çıkardı.

Araştırmacılar aynı zamanda, aylık 1.1 milyar aktif kullanıcısı olan WeChat uygulamasının, Dr. Li Wenliang’ın özel bir sohbet grubundaki meslektaşlarını şüpheli bir salgın konusunda uyardıktan yalnızca bir gün sonra, korona virüs ile ilgili mesajlar içeren grup yazışmalarını sansürlemeye başladığını ortaya çıkardı.

Aynı araştırmaya göre, ana kara Çin’de erişilebilen basın kuruluşlarınca bildirilen ve resmi politikalara atıfta bulunan “merkezi karantina” ve “Wuhan tecriti” de dahil olmak üzere 51 kelime kombinasyonunu sansürlendi. Sansürlenen bazı kombinasyonlar, tarafsız mesajlar içermesine rağmen, sohbet gruplarında sansürlenen anahtar kelime kombinasyonlarının yüzde 30’undan fazlası Başkan Xi Jinping’e atıfta bulunuyordu.

“ABD Hastalık Kontrol Merkezi” ve “korona virüs” anahtar kelime kombinasyonu araştırmanın yapıldığı süreç içerisinde sansürlendi, ancak daha sonra sansür kaldırıldı. Citizen Lab araştırmacısı Lotus Ruan, “WeChat’in kara listesindeki anahtar kelimeler zaman zaman değişiyor. Örneğin, bazı anahtar kelimeler yalnızca birkaç gün için engellenirken, bazı sansürler aylarca sürebilir” dedi.

WeChat’in sansürlemeyi hükümet direktifine mi yoksa kendi inisiyatifine dayanarak mı gerçekleştirdiği ise bilinmiyor.

Araştırmacılar, yaşanan sansür dalgasının, büyük ölçekli olayların “uygunsuz yorumlarını” veya “zararlı bilgilerin” yayılımının engelleyememeleri nedeniyle devlet tarafından resmi bir kınamaya maruz kalmamak için WeChat’in kendi inisiyatifiyle “aşırı sansürlemeye” gitmiş olabileceğini söyledi.

WeChat platformunda sansürün grup yazışmalarında, bire bir mesajlaşmalara göre daha sıkı uygulandığı biliniyor. Denizaşırı kullanıcılar ise aynı sohbet grubunun üyesi olsalar bile, Çin’deki kullanıcılar tarafından erişilemeyen web sitelerine erişebilir ve Çin’deki kullanıcıların göremediği mesajları görebilirler.

Kaynak: https://www.scmp.com/news/china/society/article/3064832/how-wechat-censored-even-neutral-messages-about-coronavirus


Büyük Veri, Çin’in korona virüs savaşında kamuoyunu “Yeşiller, Sarılar ve Kırmızılar” olarak nasıl bölüyor?

Mart 2, 2020

Kimin iş başı yapıp yapmayacağına karar vermek için en yeni teknolojiler ile eski moda gözetleme yöntemleri bir arada kullanılıyor.

Ancak akıllı teknoloji her zaman o kadar da akıllı olmayabiliyor.

29china-surveillance-5-jumbo.jpg

Ftg. Paul Mozur -NewYorkTimes

Bu yazı, Viola Zhou tarafından kaleme alınıp, Çin’e dair gündelik konularda yayın yapan Inkstone’da yayınlandı. Çeviren: Gökçe Özsu, H.Ü. SBE. İletişim Bilimleri Dr. Öğrencisi

Sevgililer Günü’nde, Çin’in doğusundaki Zhejiang şehrinde yaşayan 36 yaşındaki avukat Matt Ma, “kırmızı” olarak kodlandığını fark etti. Akıllı telefonundaki bir ödeme uygulamasında görüntülenen renk, kendisinde tehlikeli korona virüs semptomları bulunmamasına rağmen evinde karantina altına alınması gerektiğini gösteriyordu.

Ma, sistemden yeşil ışık alamadığı için ailesinin memleketi Lishui’den, şu anda salgını çevreleyecek şekilde kontrol noktalarının yerleştirildiği yeni memleketi Hangzhou’ya gidemedi. Ma, veri tarafından beslenen ve evde kalmaları ya da işe gidip gitmeyeceklerini etkili bir şekilde dikte eden yazılım aracılığıyla hükümet tarafından kontrol altına alınmış milyonlarca insandan yalnızca biri. Milyonların deneyimleri, Çin’in en yeni teknolojiler ve eski moda gözetimden oluşan karma bir kit kullanarak koronavirüsü durdurmaya yönelik umutsuz bir girişimini temsil ediyor. Bu durum aynı zamanda, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını durdurmak için böylesine büyük ölçekte bir teknoloji kullanımının nadir ve gerçek bir testiydi.

Çin’deki salgınları inceleyen St Andrews Üniversitesi’nden tıp antropoloğu Christos Lynteris, “Teknolojinin bu şekildeki yaygın kullanımı benzeri görülmüş bir durum değil” dedi. Ancak Hangzhou’daki deney, büyük bir nüfusa şeffaf olmayan çözümlerin uygulanmasının güçlüklerini de ortaya çıkardı. Şehrin şimdiki durumunda, pek çok insanın yanlış işaretlendiği ve -hükümetin kendi deyimiyle- kusursuz işlemeyen bir algoritmaya kurban gittiği bildiriliyor.

M’nın filtresine takıldığı derecelendirme sistemi Sağlık Kodu olarak bilinir ve Alipay ödeme uygulaması üzerinden erişilebilir. E-ticaret devi Alibaba’nın bir iştiraki olan Ant Financial ve Çin’in en büyük teknoloji şirketlerinin çoğuna ev sahipliği yapan Hangzhou yerel yetkilileri tarafından geliştirildi. Alibaba aynı zamanda [bu yazının kaynağı olan] South China Morning Post’un da sahibidir.

Uygulama, milyonlarca Çinlinin koronavirüs salgını nedeniyle uzayan Ay Yeni Yılı tatilinden mesaiye geri döndüğünde başlatıldı.

Çin devlet medyası, sistemin yalnızca üç eyaleti – Zhejiang, Sichuan ve Hainan – ve yaklaşık 180 milyon nüfusa sahip Chongqing belediyesini kapsadığını ancak yakında tüm ülkeyi kapsayacağını bildirdi.

0229-for-webCHINA-SURVEILLANCEmap-335_.png

Sistemin ilk kez başlatıldığı Hangzhou’da, kentin Komünist Partisisinin iki numaralı ismi Zhang Zhongcan, yazılımın yalnızca kullanıcıların sağlık durumunu, seyahat geçmişini ve yakın temasta oldukları kişileri kendi beyanları ölçüsünde dikkate aldığını söyledi. Kentte yaşayan her sakine, üç renkten biri (yeşil, sarı veya kırmızı) atandı ve her bir renk kişilerin halk sağlığına yönelik oluşturdukları farklı risk düzeylerini belirliyor.

Kırmızı renkle kodlanmış kişilerin en az 14 gün boyunca metro istasyonları, restoranlar veya alışveriş merkezleri gibi halka açık alanlara girmesine izin verilmiyor. Bu yerlerdeki çalışanlar, kullanıcıların kimliğini doğrulamak için QR kodunu taraması uygulayabilir. Sarı ile kodlanmış kullanıcılar ise benzer kısıtlamalarla karşılaşırlar, ancak kısıtlamanın süresi süresi bu sefer yedi gün.

17 Şubat itibariyle uygulamadaki 7,6 milyon Hangzhou sakininin yüzde 93’ü yeşil olarak işaretlenirken, yüzde 4’lük dilimi oluşturan yaklaşık 335,000 kişi ise kırmızı kodu aldı.

29china-surveillance-1-superJumbo.jpg

Herkes aldığı renklerden memnun değil… Çin’in Twitter benzeri sosyal ağ platformu Weibo’da, kırmızı etiket alan birçok kullanıcı neden yüksek risk olarak derecelendirildiklerini bilmediklerinden şikayetçiydi.

Kimi kullanıcı, koronavirüs ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, sistemin sağlık beyan formuna “burun tıkanıklığı” veya “yorgunluk” gibi semptomları işaretledikten sonra sistemin kırmızıya döndüğünü söyledi.

Yetkililer, “bazı” puanlamaların doğru olmadığını kabul etmekle birlikte kaç kişide yanlışlık olduğu konusunda bilgi vermedi. 12 Şubat’ta, bir erkek yolcu kırmızı etiketi nedeniyle Çin’in kuzeydoğusundaki Harbin şehrinden Hangzhou’ya uçuştan men edildi. Aynı yolcu, 15 Ocak’ta da bir koronavirüs hastasıyla aynı uçuşu yapmıştı, ancak hiçbir zaman herhangi bir hastalık belirtisi görülmedi. Qianjiang Evening News’in haberine göre, iki gün sonra aynı yolcunun rengi polis tarafından elle “kırmızı” dan “yeşil” e çevrildi.

Ant Financial firması, verilerin Sağlık Kanunu sisteminde nasıl toplandığını ve hesaplandığını ayrıntılı olarak açıklamadı.  Şirket sözcüsü, verilerin doğruluğu ve veri güvenliği ile ilgili soruların, sağlık kodu sisteminden sorumlu olması bakımından hükümet tarafından yanıtlanması gerektiğini söyledi.

Yetkililerin, salgının tehdit ettiği Çin ekonomisindeki çarkları yeniden döndürmek için çalışanların iş başı yapmasını sağlaması gerekiyor. Salgından önceki süreçte dahi Çin ekonomisi son 29 yılın en düşük büyüme hızını kaydetmişti. Salgın sebebiyle iş yerlerinin kapalı olması ekonomiyi daha da yavaşlatabilir.

Ancak yetkililer, iş başı yapan çalışanların büyük şehirlerde başka bir salgın dalgasına neden olabileceğinden de endişeli.

Zhejiang eyaletine bağlı Lishui’de Yeni Ay Yılı tatilini geçiren Ma’nın, Hangzhou’ya dönmeden önce sistemden bir kod alması gerekiyordu. Sağlık durumu ve seyahat geçmişi ile ilgili bir form doldurdu ve sistem kendisine kırmızı rengi atadı.

Salgının merkezi ve çoğu ölümün vakalarının gerçekleştiği Hubei eyaletine yakın herhangi bir yerde bulunmayan Ma, duruma itiraz etmek istedi. Fakat bir hükümet kurumuna bağlı yardım hattını aradığında, aldığı karşılık otomatik olarak verilen bir cevaptan fazlası değildi.

19 Şubat’ta Inkstone’a “Büyük verinin merhametine kaldığımı hissettim” dedi Ma. Cevap botları dışında yardım için başvurabileceğim kimsem yok”.

Gizemli bir şekilde iki gün sonra kod kırmızıdan yeşile döndü. “Tüm süreç şaşırtıcıydı” dedi.

Kişisel veriler konusunda uzmanlaşmış bir avukat olan Ma, vatandaşlara itiraz etme şansı verilmeden makinelerce seyahat kısıtlaması getirilmesi durumunda sistemin Çin yasalarını ihlal edebileceğini söyledi.

Ma bu konuda yalnız değil. Bir kullanıcı, kırmızı kod sahiplerinden oluşan yaklaşık 200 kişinin, iş başı yapma konusunda beyin fırtınası yapmak üzere bu hafta  iki WeChat grubunda bir araya geldiğini söyledi.

Fikirler arasında, başka birinin kimlik kartını almak ile otoyoldan geçiş için başka bir Alipay hesabını ödünç istemek de vardı. Geçiş sırasında “maske takardım ve görevlilerin durumu fark etmemesini umardım” dedi bir katılımcı.

Çin’de yetkililer, güvenlik kameralarının her yerde bulunması sayesinde ve İnternet kullanıcılarına yönelik gerçek isimle kaydı zorunluluğu ve otellerdeki check-in bankolarında ve tren istasyonlarındaki yüz taramalarını da içeren bir kapsamlı gözetim ağı ile büyük miktarlarda veri toplayabiliyor.

Çin hükümeti, daha önce de tıbbi uygulamaların da dahil olduğu pek çok konunun daha iyi yönetilmesi için yardımcı olabilecek çok önemli bir araç olarak kabul ettiği büyük veri kullanımını pek çok kere yüceltti.

Kriz boyunca yetkililer, enfekte hastaların nerede bulunduğunu izlemek, yakın temaslarını belirlemek ve salgının merkez üssünden gelenleri bulmak için veriyi kullandılar.

16 Şubat’ta bir Hangzhou yetkilisi, sağlık kodu sisteminin derecelendirmeleri konusunda pek çok eleştiri geldiğini kabul etti. Yetkili, hükümetin verileri teyit etmek için yetkililere geri gönderdiğini ve algoritmanın da daha doğru sonuçlar vermesi için değiştirileceğini söyledi.

Aksaklıklara rağmen, yetkililer halihazırda “bol miktardaki veri kaynağının”, Çin’deki 75.000’den fazla kişiye bulaşan ve en az 2.239’unun ölümüne sebep olan salgının yayılımının önlenmesine katkısından övgüyle bahsediyorlar.

Sağlık kodunun yanı sıra, yüksek risk unsuru taşıdğı düşünülenleri taramak ve hareketlerini kısıtlamak için verilerle güçlendirilen bir dizi başka dijital araç da kullanıldı.

“Yakın temas dedektörü” adı verilen bir devlet tabanlı bir platform, işverenlere çalışanlarının son 14 gün içerisinde kesinleşmiş veya şüpheli koronavirüs hastalarıyla yakın temasta olup olmadığını kontrol etmelerini sağlıyor.

Çin’in devlet tarafından işletilen telekom operatörleri de yerel yetkililere kullanıcıların hareketleri hakkında veri sağladı. Örneğin, doğudaki Wenzhou şehrinde, bu ayın başlarında yetkililer, iki mağaza sahibi hastalandıktan sonra bir noodle dükkanının yakınlarına gelen  3.615 kişiyi belirledi ve veriler mobil operatörler tarafından sağlandı.

Görevliler daha sonra belirlenen herkesi aradılar ve dükkanı ziyaret ettiğini belirten 40 kişiyi karantina altına aldı.

Büyük veri kullanımı konusunda kamuoyu bölünmüş durumda. Kimisi güçlü teknolojilerin kendilerini daha güvenli hissettirdiğini söylüyor, ancak diğerler taraftan yanlış etiketleme ve gizlilik ihlallerinden endişe duyanlar da yer alıyor.

Human Rights Watch’tan üst düzey bir Çin araştırmacısı Maya Wang, hükümetin suçu önlemek için inşa ettiği mevcut gözetim altyapısının, sağlık durumlarının takibi de dahil olmak üzere insanların hayatlarına dair başka yönlerini düzenlemek için giderek daha fazla kullanıldığını söyledi.

“Bu durum Çin’de daha büyük bir sorun çünkü gözetim uygulamasına ilişkin bir yasa yok ve kitlesel gözetime karşı çıkacak neredeyse hiçbir mekanizma bulunmuyor” dedi ve ifade özgürlüğü ile bağımsız yargının eksikliğinin altını çizdi.

Teknoloji şirketlerince büyük veriyle virüs izleminde bulunmak üzere daha önce yapılan bazı girişimler başarısız olmuştu. Google aramalarını temel alarak grip vaka izlemi öngören Google Flu Trend, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki vaka sayısını sürekli bir şekilde olduğundan fazla tahmin ettiği tespit edilerek 2015 yılında sonlandırıldı.

St Andrews Üniversitesi’nden Lynteris, hükümetin şeffaf ve bilimsel çalışmalara izin vermediği takdirde Çin’in gözetim çabalarının hastalık kontrolüne yardımcı olup olmadığını söylemenin zor olduğunu dile getirdi.

Teknolojilerin kusurlu kullanımının, yanlış insanları karantina altına alma, virüs bulaşmış hastaların damgalanmasını arttırma ve salgını kontrol etmek için zaten kısıtlı kaynakları israf etme riskiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Ancak, Lynteris, teknolojinin krizde yaşayan insanlara umut duygusu verdiğini de sözlerine ekledi.

“İnsanların teknolojiye yönelik büyülü bir inancı var” dedi. “Dijital teknolojinin bu şekilde uygulanan kamusal görünümünün, sahada çok ihtiyaç duyulan bir tür kamu rızası yaratıyor. Teknoloji, halka salgının çözüleceğine dair bir güven veriyor”.