AHaber de Sosyal medyada nefret söylemi tartışıldı…

Ekim 27, 2011

http://www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/bi-sormak-lazim–26102011


Van, Twitter ve Hayali Cemaatimiz…

Ekim 27, 2011
Efe Kerem SÖZERİ İletişim: eksozeri@hotmail.com

Sosyal medya her geçen gün gazetenin bir başka işlevini üstleniyor, sırada öncelikle cemaat tahayyülünün, ve ardından bazı devlet vasıflarının üstlenilmesi dahi olabilir. Van ancak o zaman yalnız kalmayacaktır.

Van depreminin ardından özellikle Twitter’da fark edip şaşırdığımız bir topluluk var: “Sıradan ırkçılar.

Irkçı“lar zira Türkiye’nin Batı’sını Doğu’suna yeğ tutan, hatta Doğu’nun acıları ile rahatlayan bir akıl tutulması içinde yaşıyor; nefret dolu, ayrımcı bir dille yazıyorlar. “Sıradan“lar, zira aşırı milliyetçi ve faşist örgütlerin kendini bir ülküye adamış fedailerinin aksine rutin hayatları olan sıradan insanlar onlar. Irkçılıklarının kaynağı da pekala gündelik, en az günlük gazeteler kadar gündelik.

Milliyetçilikten ırkçılığa

Milliyetçilik, ilkokulda her sabah Türk olduğuna ve varlığını Türk varlığına armağan edeceğine yemin eden, büyüdüğünde ise ilk sayfasında “Türkiye Türklerindir” yazan gazeteyi okuyan vatandaşlarda devletimizin bilerek ve isteyerek temellendirdiği ideolojik bilinçaltıdır.

Arus Yumul ve Umut Özkırımlı günlük gazetelerde bu tip sıradan milliyetçiliğin analizini yapmışlardı. Michael Billig, Banal Milliyetçilik (Banal Nationalism, 1995) adlı kitabında tam da Yumul ve Özkırımlı’nın örneklendirdiği olguyu anlatır: Mitinglerdeki sloganlar ve ellerde coşkuyla sallanan bayraklar kadar, sınıftaki tahtanın üstüne asılmış veya gazetenin bir köşesine iliştirilmiş sallanmadan duran bayrak da milliyetçi bilinci geliştirir. Böylece, bu bilinçle yetişmiş “Türk” gençleri kriz durumunda nasıl davranmaları gerektiğini bileceklerdir. Büyük puntolarla basılan şehit haberleri, Türk bayrağına sarılı tabut fotoğrafları ve hemen devamında jet uçakları ve bombalanan dağlar eşliğinde sunulan savaş pornosu şehirdeki alıcılarına böylelikle ulaşır. Topluca askerlik şubelerine başvuran kadınlar ve yaşlılar, Genelkurmay Başkanı’na kanlarıyla boyadıkları Türkiye bayrağını gönderen liseli gençler buna örnek gösterilebilir.

Sıradan milliyetçiliğin sıradan ırkçılığa dönüşmesi ise Türk milliyetçiliğinin tanımlanma şeklinde gizli. Her ne kadar devlet sözcüleri 1982 Anayasası’nın “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” maddesine sığınmaya çalışsa da, bizzat kanunlardaki “Türk soyu” atıfları bunun ne denli içi boş bir iddia olduğunu kanıtlar: bakınız, 2527 sayılı “Türk Soylu Yabancıların” Türkiye’de çalışmalarına dair kanun. Eğer Türk olmak sadece vatandaşlık ile tanımlanabiliyorsa, Türkiye vatandaşı olmayan bir yabancı nasıl Türk olabilir?

Ayrım gücünü soya dayandıran Türk milliyetçiliği karşısında “Kürt” kimliğini bulduğunda ırkçı bir dile kolaylıkla bürünür. Yakın geçmişimizdeki “Dağ Türkleri” gibi inkarlar ile “Ermeni Dölü” gibi aşağılama çabaları hep bu dilin örnekleriydi. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’ne hepimiz gibi vatandaşlık bağıyla bağlı olan fakat Kürtçe konuşan ve Kürt kimlik politikalarını benimseyen Kürtleri cezalandırmak için Allah’tan medet uman dil de sıradan ırkçılığın internete dolaşan halinden ibaret.

Sosyal medya ve hayali cemaatimiz

Her ne kadar bu vatan için canımızı vermemiz gerektiği bize öğretilmiş olsa da, Hakkari’de 24 gencin bir anda öldürülmesi sıradan milliyetçilik için bir kriz durumuydu. İmkanı olanlar BDP ofisleri başta olmak üzere Türkiye’de ve Türk göçmenlerin yaşadığı Avrupa şehirlerinde Kürt fikrini çağrıştıran ne varsa saldırarak rahatlamaya çalıştılar. Bilgisayar başındakiler ise Facebook profillerini bayrak ve Atatürk fotoğraflarıyla değiştirerek ve yeri geldikçe bilinçlerine sinmiş nefreti dışa vurarak rahatladılar. Sıradan milliyetçilik ve ırkçılığın Van Depremi ile ilgisi de bu son örnekte. Sosyal çevremizi yansıtan Facebook listemizde böyle insanlar olmadığı için gurur duyanlarımız olsa da, Twitter’ın RT (retweet) özelliği en uzaktaki ırkçıları bile yanımıza altı adımda getirebiliyor.

Milliyetçi ve ırkçı söylemin sosyal medyadaki dışa vurumu bireysel değil kollektif bir olgu; ölen askerlere üzülürken ve aynı bayrak etrafında buluşurken yalnız olmadığımızı hissettiriyor. Benedict Anderson’un Hayali Cemaatler (Imagined Communities, 1983) kitabında roman ve gazete örnekleriyle anlattığı dertte ve tasada ortak olan insanlar topluluğu cemaat tahayyülü ile gerçek oluyor. Sosyal medya ise bu tahayyülü bir adım daha öteye taşıyıp, bayrak ve asker görselleriyle, fonda mehter marşı çalan kahraman mehmetçik videolarıyla ve şehitlik temaları üzerine kurulmuş gruplarla Türk milliyetçilerini birbirine yaklaştırıyor. Ölen insan sayısını azaltmasa da, profil fotoğraflarına ve Twitter mesajlarına asılmış bu sallanmayan bayraklar milliyetçiliği ve ırkçılığı sıradanlaştırıyor.

Böylesi bir bilinçaltından olsa gerek, Habertürk televizyonunun spikeri Duygu Canbaş‘ın dili sürçüyor: “acı haber Van’dan, Türkiye’nin Doğu’sundan gelmiş olsa da hepimizi üzdü”. Öte yandan Müge Anlı aydın bir Türk kadını olarak depremzede Kürtlere haddini bildirebiliyor: değil mi ki bu Kürtler canları isteyince polisimize taş attı, şimdi ne hakla yardıma çağırıyorlar. Neyse ki, böylesi densizlikleri suç sayan bir ceza kanunumuz ve daha mesai saati bitmeden suç duyurusunda bulunan duyarlı insanlarımız var.

Ancak, sosyal medya’da nefret söylemini engellemek için geleneksel basın kanunlarını kullanmak pek de mümkün olmayabilir. Bu nedenle, sosyal medya kendi niteliklerine uygun bir denetime ihtiyaç duyuyor. Akın ve diğerleri’nin önerisiyle (2010) nefret söylemi barındıran içeriğin kaldırılmasını sağlamak ve şirketlerden kullanıcı sözleşmelerinde bu hassasiyeti göstermelerini talep etmekle başlanabilir. Facebook ile karşılaştırıldığında Twitter’ın nefret söylemi ve ırkçılık konusunda ciddi bir politikası ve şikayet mekanizması olmadığı görülüyor.

Sıradan ırkçılığı daha iyi anlayabilmek adına, depremin ardından düşüncesizce oh çeken bazı Twitter kullanıcılarının devam eden iki günde yazdıklarını okudum. Ne yazık ki okuduklarımın pek çoğu en az ilk günkü kadar yaralayıcıydı. Daha da üzücü olansa aşağıda değineceğim insanüstü yardım çabalarına ket vuracak nitelikteki önerilerin bu denli genel kabul görmesi. Ücretsiz gönderilen kargo paketlerinin içine taş veya Türk bayrağı koymak, büyük harflerle “göndereceğiniz yardımların PKK’ya gitmediğine emin misiniz?” gibi temelsiz şüpheleri dolaşıma sokmak hep bu ayrımcı bilincin yansımaları. Neyse ki, yine bağımsız medya sıradan milliyetçiliğin hedefi haline gelen Sarmaşık Derneği’nin İçişleri Bakanlığı denetim raporunu geç kalmadan yayımladı.

Bardağın dolu tarafı

Elbette, sosyal medya sadece nefret söyleminden ibaret değil. Erciş’teki depremin boyutları ortaya çıkar çıkmaz pek çok kişi birbirlerinden bağımsız bir şekilde ihtiyaç listeleri oluşturmaya, kriz masalarının telefonlarını paylaşmaya ve toplanacak yardımları organize etmeye başladı. Bunlardan en önemlisi belki de Yalnız Değilsin Van adıyla açılan blog olmalı. Bu blog çok kısa süre içinde bölge bölge gruplanan yardım toplama faaliyetlerinin sürekli güncellenen ihtiyaç listelerine göre şekillendiği, bireysel yardımların yetersiz kaldığı yerlerde şirket bağışları sağlamak için iletişim bilgilerinin paylaşıldığı bir online kriz merkezine dönüştü. Devlet yardımının ulaşmadığı onlarca köyün ihtiyaçlarını listeleyip bireysel yardımlar ile arasında köprü kuran platformlar oluşturuldu. Google’ın Çin depremi ve Haiti’deki tsunami felaketinde uyguladığı kişi bulucu Van Depremi’nde de kullanılmaya başlandı. AKUT sadece profesyonel arama kurtarma faaliyetlerinde değil, bu faaliyetleri koordine etme konusunda da ne kadar yol alınabileceğini gösterdi. Türkiyeli Rock grupları ise Van için Rock! konserini organize ettiler, teknik ekip ve Biletix dahil kimsenin para almayacağı konserin tüm geliri Kızılay’ın Van Depremi için oluşturduğu fona bağışlanacak, biletleri 20TL…

Bardağın dolu tarafından çıkarılacak sonuç sıradan ırkçıların ayrımcı toplum tahayyülü karşısında daha büyük ve organize bir topluluğun var olduğudur. Bu topluluk sadece Bianet okuyan ve Ezgi Başaran yazılarını retweet edenlerden değil, fazla mesai yapan belediye çalışanlarından, evini hiç tanışmadığı depremzedelere açan misafirperverlerden, işi gücü bırakıp gönüllü yardım organizatörü olanlardan, duyarlı şirket çalışanlarından ve herkes fellik fellik koli ararken hızır gibi yetişen kağıt toplayıcı çocuklardan oluşuyor. Bu insanların çabası bizzat bu nedenle kardeş kokuyor. Bu ellerle hayal edilen cemaat pekala barış içinde yaşayabilir.

Van’ın bize öğrettiği

Görülen o ki, 12 yılda sadece daha iyi yardımlaşmayı öğrenmişiz, yoksa devlet yine aynı devlet. 17 Ağustos 1999’dan beri toplanan deprem vergilerinin hesabını veremeyen bakanlarımız, bunu soranları sansürleyen devlet televizyonumuz, onlarca ülkenin yardım teklifini depremzedeler için hayati değer taşıyan ilk 3 gün boyunca geri çevirerek gövde gösterisi yapan bir hükümetimiz, yeterli çadırı hala sağlayamadığı için özür dileyeceği yerde köylüleri agresiflikle suçlayan bir Kızılay genel başkanımız, BDP’li belediye başkanını kriz masasına almayan bir Van valimiz, ve Van valisini protesto eden depremzedelere gaz bombası atan bir polisimiz var.

Sitesinde Van Depremi’ne sadece küçük kutular ayıran Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) Yalnız Değilsin Van blogundan öğreneceği çok şey var. 12 yıldır kurulamayan afet koordinasyon merkezleri 1 günde TIR’ları yola çıkaran yerel belediyeleri örnek almalı. Binlerce gönüllüyü çadır ve soba aramaya mecbur eden Kızılay Başkanı istifa etmeden önce Van köylülerinden özür dilemeli. Bağışlarını bile kâra çevirmeye çalışan aç gözlü uçak şirketleri Van için Rock!’tan ahlak dersi almalı. Ve böyle bir günde bile akşam haberlerini parti kavgasıyla kirleten siyasetçiler hepimizden özür dilemeli.

Tüm bu kargaşanın arasında sıradan ırkçıların yok saydığı bir küçük gerçek de yüzümüze çarpıveriyor: Van’da hayatta kalanların Türkçe ve Kürtçe bilen psikologlara ihtiyacı var. Zira, Van’da yaşayanların bazıları acılarını da sadece Kürtçe yaşıyor. Önce sıcak bir yerde iyi bir uykuya, sonra da yaşadıkları travmayı paylaşmaya ihtiyaçları var. Yalnız olmadıklarını söylemenize ihtiyaçları var. (EKS/HK)

* Efe Kerem Sözeri, VU University Amsterdam, Sosyoloji

* * *

Anderson, Benedict (2004). Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin kökenleri ve yayılması. Çeviren İskender Savaşır. Istanbul: Metis Yayınları.

Akın, A., Kaymak, A., Aygül, E., Sütcü, G. E., Drini, İ., Binark, M. & Çomu, T. (2010). Yeni Medyada Nefret Söylemi. Istanbul: Kalkedon Yayıncılık.

Billig, Michael (2003). Banal Milliyetçilik. Çeviren Cem Şişkolar. Istanbul: Gaye Kitabevi.

Yumul, Arus & Özkırımlı, Umut, “Günlük Gazetelerde Milliyetçiliğin Fark Edilmeyen YüzüMedyakronik.

 

http://www.bianet.org/bianet/azinliklar/133641-van-twitter-ve-hayali-cemaatimiz

Erişim: 27 Ekim 2011


‘Sansür’cü ülkelerde ilk 10’a girdik!..

Ekim 26, 2011

Teknoloji devi Google, sansürcü ülkeleri açıkladı. Türkiye; en çok içerik yasaklanmasını isteyen 8. ülke oldu.

(Metin Güneş / CNN TÜRK / Londra) — Google’ın 6 aylık dönem şeffaflık raporuna göre, ABD yönetimi ve polisinden videoların kaldırılması yönünde gelen taleplerde yüzde 70 oranında artış meydana geldi.

İlk kez yayımlanan rakamlar, polisin barbarca davrandığını gösteren videoların kaldırılması için Google’ın ABD polisinden gelen baskılara maruz kaldığını gösterdi.

Raporda Google’un bu talepleri reddettiği de görülüyor.

ABD yönetimi ve polisinden videoların kaldırılması için gelen taleplerin yüzde 70 artış göstermesi dünyada internet sansürüne dikkat çekmek amacıyla yayımlandı.

Rakamlar ayrıca ABD’nin bu yılın ocak ve haziran ayları arasında 11 binin üzerinde Google kullanıcısı hakkında özel bilgi talep ettiğini gösterdi.

ABD’nin kullanıcılar hakkında özel bilgi taleplerinin sayısı, aralarında Türkiye, İngiltere ve Rusya’nın da bulunduğu 25 ülkenin toplamından daha fazla oldu.

Devletler bu yılın ilk yarısında 25 bin 440 kişi hakkında özel bilgi istedi. Bu taleplerin 11 bin 57’si ABD’den gelirken, Türkiye 74 kişi hakkında özel bilgi talep etti.

Google, Türkiye’de mahkeme kararı ve Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumu’ndan gelen talepler doğrultusunda siyasilerin özel yaşamları ile ilgili bazı videoların kaldırıldığını da duyurdu.

Rapora göre bu yılın birinci yarısında en çok içerik yasaklanmasını isteyen ülke Brezilya oldu. Brezilya’yı Almanya, ABD ve Güney Kore izledi. Türkiye ise en çok içerik  yasaklanmasını isteyen 8. ülke oldu.

Bu yılın ilk yarısında YouTube’da içerik yasaklanmasını talep eden ülkeler:

1-Brezilya………. 224
2-Almanya…….. 125
3-ABD…………….. 92
4-Güney Kore….. 88
5-Tayvan…………. 69
6-Hindistan……….68
7-İngiltere………… 65
8-Türkiye…………. 39

Kaynak: http://www.cnnturk.com/2011/bilim.teknoloji/teknoloji/10/26/sansurcu.ulkelerde.ilk.10a.girdik/634504.0/index.html (Erişim: 26.10.2011, 13:25)


Rakamlardaki Keramet

Ekim 26, 2011

Bahadır Taşdelen

3 aylık test dönemi 22 Kasım’da sona erecek olan güvenli internet süreci, BTK başkanı Tayfun Acarer’in yakın zamanda yaptığı bir konuşmada değerlendirildi. Sayın Acarer,  yaptığı değerlendirmede 28 Temmuz 2010 tarihli tüketici hakları yönetmeliğindeki bir maddeye dayanarak, kişilerin eğer isterlerse güvenli internet kullanma hakkına ücretsiz sahip olabileceğini söyledi.

Önce Sayın Acarer’in değerlendirmesini aktarmak istiyorum sizlere, rakamlarla Türkiye’nin güvenli internet ihtiyacını daha iyi görebilmeniz için. Sayın Acarer diyor ki, güvenli internet profilleri, Türkiye’de şu anda da kullanılmakta. Fakat kullanıcı sayısı 22 bin kişi ile sınırlı kalmakta. Yani, Sayın Acarer’in deyimi ile Türkiye internet kullanıcısının %99,5 i güvenli interneti tercih etmiyor. Bu durumun nedeni, Sayın Acarer’e göre şu:

”Şu anda Türkiye’de 11,5 milyona yaklaşan aktif internet kullanıcısı var. Türkiye’deki aile yapısını dikkate aldığınızda, interneti kullanan yaklaşık 40 milyon kişi var demektir. Avrupa’da internette ayda vakit geçirme oranında Türkiye üçüncü olduğu halde neden güvenli interneti kullanmıyor? Çünkü bu sistem hem paralı, hem internetinizde ciddi yavaşlamaya yol açıyor, hem de en önemlisi güvenli internet talebinde bulunduğunuzda abone merkezine gidip, bir çok prosedürle uğraşmanız gerekiyor.

Bize internetten veya çağrı merkezlerinden yılda 200 bin civarında sitelerle ilgili şikayetler geliyor. Türkiye, tüm Avrupa’da bu konuda en çok şikayet alan ülkelerin başında yer alıyor. Oysaki Avrupa’nın bizim nüfusumuza yakın ülkelerinde bu sayı 30-40 bini geçmiyor. Yani şu anda demek ki internet kullanıcılarından bazılarının birtakım içeriklerden ciddi rahatsızlığı var. Şimdi getirilen düzenleme bu insanları ilgilendiriyor. Eğer siz ‘ben internetimin içeriğinden memnunum, değişiklik istemiyorum’ derseniz, mevcut durumunuz devam edecek demektir. Ancak bir başkası internetteki içerikten rahatsızsa ona bir seçenek getiriliyor.”

Hadi Sayın Acarer’in rakamlarına farklı bir açıdan bakalım. 11,5 milyon kayıtlı internet kullanıcısının, her birinin 4 kişilik bir aileyi temsil ettiğini varsayalım. Sayın Acarer hesaplamış, 40 milyon kişi ediyor. Ne kadar güzel! 70 milyonluk ülkemizde 40 milyon internet okur-yazarı var! Büyük gelişme! Avrupa’da, internette ayda vakit geçirme oranlarında Türkiye 3. sırada, neden güvenli internet kullanılmıyor? Hadi bir soru daha, Avrupa’da neden güvenli internet kullanılmıyor? AGIT ülkeleri içinde, çocuk pornosu dışındaki içeriklerde, merkezi engelleme yapan tek ülke Türkiye! Servis sağlayıcıların DNS sunucularında yasaklı siteler listelerindeki alan adları 10binleri aşmış durumda. Zaman zaman sosyal medya sitelerinin tamamının kapatıldığına şahit olduk bu ülkede. Örneğin, blogger ya da tumblr gibi internet sitelerinde, kişilere ait özel bloglardan birinde müstehcen denilen bir içerik var diyelim. Ve oldu ki bu blog için BTK’ya bir şikayet gitti. Blogger’a erişim, tek bir site yüzünden engellenebiliyor. Bir bakıyorsunuz, yemek tarifleri aldığınız blog sitesi BTK tarafından kapatılmış. Üstelik niye?Müstehcenlik!Patlıcanlı musakka müstehcen olmuş arkadaşlar! Üstelik Blogger ya da tumblr gibi siteler, yetişkin içerik bulunduran bloglara girmeden önce kullanıcıyı uyarıyor, diyor ki “Bu içerik yetişkinlere yönelik, 18 yaşından büyük müsün? Bu tür içerikten rahatsız oluyorsan girme!”. Daha ne kadar açıklayıcı olunabilir?

Sayın Acarer’in değerlendirmesine dönelim. BTK’ya internetten ya da çağrı merkezlerinden, her yıl 200bin civarında şikayet geliyormuş. Haydi hesap yapalım: 200bin şikayetin her birinin farklı bir kişiden geldiğini düşünelim. Her kişinin de 4 kişilik bir aileyi temsil ettiğini varsayalım. Bu durumda 800bin kişinin şikayetçi olduğunu düşünüyoruz. Bir adım daha ileri gideceğim, düz hesap yapalım 1 milyon kişi diyelim. 40 milyon internet kullanıcısının sadece 1 milyonu, internetteki içerikten şikayetçi. Yüzdeye vuralım, %2,5. Yani Türkiye’deki internet kullanıcısının %97,5’luk kısmı, kullandığı internetten, ve içeriğinden memnun. Öyleyse, neden merkezi filtre? %40-50 şikayet olsa, merkezi filtre yapalım, bu sorunu tek noktadan çözelim, daha uygun maliyete gelir diye düşünülebilinir. Ama sadece %2,5 internet kullanıcısı için, tüm Türkiye’nin internet omurgasını kapsayacak filtre sistemi yatırımı neden? 5651 nolu internet yasası çıktığında, internet kafeler gibi toplu kullanım sağlayıcılara loglama ve logları şifreli olarak saklama zorunluluğu gelmişti. BTK da gayet başarılı bir şekilde, bu işlemi yapacak programı hazırlayarak internet sitesinden ilgililere sunmuştu. Neden %2,5 şikayetçi internet kullanıcısı için böyle bir çözüm düşünülmüyor? Merkezi filtreleme yerine, neden bir filtre uygulaması yapılarak, şikayetçi olan kullanıcılara ücretsiz olarak dağıtılmıyor? Bu da bir çözüm değil mi? Ki zaten, internette hali hazırda, ücretsiz filtre yazılımları mevcut, tek sorun bu yazılımları Türkçe’ye çevirmek. Doğal olarak ben ve benim gibi insanlar, merkezi filtreleme konusunda endişeler taşıyoruz. %50 ile seçilen bir hükümetin yönettiği “demokratik” bir ülkede, %2,5luk oran, merkezi filtreleme sisteminin internet omurgasına yerleştirilmesine yetiyor. Demokrasi güzel şey!

Sayın Acarer’in değinmediği bir diğer konu da, 200bin şikayetin hangi konulardan geldiği. Avrupa’daki şikayet konuları ile Türkiye’deki şikayet konularını karşılaştırdığımızda arada ciddi farklar görüyoruz. Türkiye’de şikayet konularının sayısı çok fazla. Müstehcenlik, intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımı, sağlık için tehlikeli madde temini, fuhuş, kumar… Avrupa’da bunların ancak yarısı kadar şikayet konusu var. Çocuk pornografisi, nefret suçları Avrupa’da şikayet konuları arasında. Fakat Türkiye’de şikayet edebileceğiniz konu sayısı Avrupa’nın 2 katından fazla. Ve doğal olarak Avrupa’da yılda 20-30bin şikayet gelirken, Türkiye’de 200bin şikayet geliyor. Sınırlarının tam olarak belirlenemediği şikayet konuları, örneğin müstehcenlik ya da yetişkin içerik gibi, Avrupa’da kişinin inisiyatifine bırakılırken, Türkiye’de insanlar şikayete yönlendiriliyor.

Sayın Acarer’e dönüyoruz, diyor ki:

”Sadece internet ortamında bu konudaki isteminizi belirtiyorsunuz. Bu doğrultuda size bir kullanıcı adı ve şifresi veriliyor. Böylelikle güvenli interneti kullanmaya başlıyorsunuz. İsterseniz çocuk seçeneğini kullanıyorsunuz. Diyelim ki vazgeçtiniz akşam evde aile profiline geçebiliyorsunuz. Bu profil içinde birtakım alt profilleri seçme hakkına da sahipsiniz. Ya da dediniz ki ‘ben hepsinden çıkıyorum, güvenli interneti kullanmayacağım’, ona geçebiliyorsunuz. Bu son derece güzel bir olay”.

Çocuk ve aile profillerini anladım. İnternet üzerinden 1 tık ile profil değiştirmeyi de anladım. Ama “Ben güvenli internet kullanmayacağım” dediğimizde, hakikaten filtre sisteminden tamamen çıkmış mı olacağız? Mesleğim gereği filtre sistemlerine aşinayım. Doğrudur, 1 tık ile filtre sistemindeki profilinizi değiştirebilirsiniz. Ama profilinizi değiştirmiş olmanız, filtre sistemi üzerinden internete erişmediğiniz anlamına gelmez. Sadece yeni profilinizde, engelli sitelerin listesi farklıdır. Halen sistem üzerinden internete erişirsiniz, ve sistem yaptığınız her internet erişiminin, girdiğiniz her sitenin kaydını tutar! Filtre sisteminden tamamen bağımsız olarak internete erişmek demek, filtre işlemini gerçekleştiren cihazı aradan çıkarmakla olur. Bu da tıklamayla olmaz, fiziksel müdahale gerektirir, ya da en basitinden, internet erişiminizin o cihazdan geçmeyecek şekilde yönlendirilmesi gerekir. Filtre sisteminin altyapısı, bir tıkla bunu sağlayabiliyor mu? Yoksa güvenli internet kullanmak istemeyen kullanıcılar da filtre altyapısı üzerinden, modemlerine sokulmuş bir dürbün ile mi internete erişiyorlar? Mahremiyet insan hakkı değil midir? BTK telefonlarımı da dinlemek ister mi? Mahremiyetimin sağlandığının garantisini BTK bana verebilirse, içim biraz daha rahatlayabilir.

Sayın Acarer, profil sınırlarının belirlenmesi için internet kurulunda bir grubun oluşturulduğunu söylüyor, ve diyor ki:

”11 kişiden ibaret bir grup. Bunun grupta psikologlar, pedagoglar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından, Dijital Oyunlar Federasyonu’ndan ve İnternet Kurulu’ndan temsilci var. Bunların yaptığı çalışma da neredeyse tamamlandı.

O da pasif bir şey değil. Sürekli değişen bir şey olacak. Çünkü siz bir site olarak ‘benim aile profilinde olmam lazım’ diye bu çalışma grubuna itiraz edebilirsiniz. Çalışma grubu bunu devamlı değerlendirecek. Bu, tamamen bir teknik çalışma.”

Eğitimli kişilerden oluşan 11 kişilik bir grup, filtre profillerinin sınırlarını belirleyecek. Bu grubu oluşturan kişilerin isimleri ne zaman açıklanacak? Ben ve benim gibi, konu ile yakından ilgilenen kişiler, interneti Türkiye için kimlerin sınıflandıracağını bilmek istiyoruz. Bir de, 11 kişilik bir grup, interneti sınıflandırmaya yetecek mi? Hadi profesyonel olarak, kurumsal seviyede filtreleme cihazları ve yazılımları üreten şirketler bu işi nasıl yapıyor ona bir bakalım.  Hemen rakamlarla örnek verelim. Kurumsal bazda web filtreleme yazılım ve cihazları üreten bir şirketten bahsetmek istiyorum. Gartner raporlarını yanlış hatırlamıyorsam (Gartner raporları, çeşitli sektörlerde, başarılı şirketleri belirleyen raporlar) son iki yıldır web filtreleme konusunda birinciliği kimseye kaptırmıyorlar. İnternet siteleri diyor ki, haftada 2 milyar alan adını, küresel çapta bir operasyonla analiz ederek sınıflandırıyorlar ve profilleri belirliyorlar. Haftada 2 milyar! Biri yılda 200bin mi demişti? Böyle bir işlemin, 11 kişi tarafından yapılması mümkün mü? Tüm bunlara rağmen, bu yazılımlar ve cihazlar bile %100 başarılı değil. Bir başka örnek: Çin. Şu an dünyanın en büyük filtreleme sistemine sahip ülke. Sadece profillerin içeriğini belirlemek ve web sitelerini analiz etmek için Çin hükümeti, eğer yanlış bilmiyorsam (yanlışsam düzeltin) 10bin kişiyi çalıştırmakta. Biri 11 kişilik bir grup ile,  sürekli güncellenen bir engelleme profili yapısı kuracağız demiş miydi?

En çok şikayet de cinsel içerikli siteler konusunda yapılıyormuş. Cinsel içerikli sitelerin %90’ının, hemen girişte, daha siz içeriğe maruz kalmadan sizi uyardığını biliyor muydunuz? Denemek ister misiniz? Hemen browser’ınıza en çok bilinen sitelerden birini yazın: www.playboy.com. Göreceksiniz ki daha ilk sayfada bu sitenin yetişkin içerikli olduğuna ve rahatsız olacaksanız girmemeniz gerektiğine dair uyarı gelecek. Gelmedi mi? Pardon, Playboy’un internet sitesi BTK tarafından DNS üzerinden engelliydi… Demek istediğim şudur ki, cinsel içerikli sitelere girmek, kişinin kendi tercihidir. Çocuklarınızı bu içerikten korumak yerine eğitmek daha doğru sonuç verir. Çünkü filtre sistemleri zaten bu içeriğin tamamını filtreleyemeyecek. Müstehcenliğin ya da yetişkin içeriğin tanımı o kadar garip ki, HaberTürk gibi bir haber sitesinde yayınlanan manken resimleri de kimi insanlar için müstehcen olabilir. HaberTürk’ü de mi filtreleyelim?

İşin özü şu: %2,5 internet kullanıcısının şikayetçi olduğu bir ülkede, yarım yurum çalışacak bir filtre sistemine, binlerce dolar yatırım yapmak mı? Yoksa %2,5 kullanıcıyı memnun edecek bir filtre yazılımı geliştirip, tüm internet kullanıcılarını,internet kullanımı konusunda bilinçlendirecek adımlar atmak mı? Paranoyakça soruyorum, %97,5 halinden memnun kullanıcıyı filtre arkasına almaktaki gerçek amacınız nedir? Lütfen Sayın Acarer, beni ve %97,5 halinden memnun kullanıcının içini rahatlatacak bir değerlendirme yapın.

Kaynak: http://www.bilgicagi.com/Yazilar/7956-acarer_internetin_kontrolu_artik_elinizde.aspx


İngiltere’de internet filtresi uygulamaları

Ekim 24, 2011

Bahadır Taşdelen

22 Kasım’da ülkemizde de uygulanması planlanan internet filtreleme sisteminin bir benzerini İngiltere, yakın zamanda kendi internet omurgasında uygulamaya koymak için çalışmalara başladı. Çeşitli kaynaklarda İngiltere’nin filtre uygulamasına başladığına dair haberler olsa da, AGİT[*] bölgesindeki ülkelerde, çocuk pornografisi dışındaki içerikler için hiçbir filtreleme ya da engelleme uygulanmıyor. Bunun tek istisnası, Türkiye’de şu anda uygulanan DNS üzerinden yapılan engelleme ve 5651 kapsamındaki izleme uygulamaları. Avustralya’da uygulanan filtre uygulamasının İngiltere’deki yankıları sürerken, İngiltere’de benzer bir uygulamaya başlanması, ciddi tartışmalara yol açtı.

Türkiye’deki uygulamaya benzer bir şekilde, kullanıcıların kendi isteği ile filtre alabileceği biçimde yapılacak olan filtre uygulamasında, çeşitli sivil toplum örgütlerinin ve yetkililerin endişeleri mevcut. Fakat Türkiye’den farklı olarak, İngiltere’deki sistemde tek bir profil var. Yani filtre hizmeti almak istemeyen kullanıcılar izlenip denetlenmez ve filtrelenmezken, filtre hizmeti isteyen kullanıcılar için ise yetişkin içeriği engelleyen bir filtre sistemi mevcut olacak. Endişelerin çok büyük bir kısmı da aslında bu içeriğin belirlenmesi ve filtrelemenin şekli ile ilgili. Yetkililer, sistemde filtrelenecek internet sitelerinin listelerinin gizli tutulacağını belirtiyor. Tartışmaların bir kısmı bu sebeple çıkmakta, çünkü filtrelenen sitelerin listesinin gizli tutulması demek, sitelerin içerik sahiplerinin, filtre uygulamasına takıldıklarını, filtre uygulandıktan sonra öğrenmeleri demek. Böyle bir durumda, içerik sahiplerinin yetkililere, siteleri filtrelendikten sonra başvurması gerekiyor. Bu durum ise, yanlış bir filtreleme söz konusu olduğunda, yanlış uygulamanın kaldırılmasının çok fazla gecikmesine sebep olabilir. Bir diğer konu ise yetişkin içeriğin tanımı, ve bu tanımı verecek kurul. Yetişkin içerik tanımı, çok geniş bir alanı kapsayabiliyor. İngiliz gazetesi Guardian’ın haberine göre; çoğunluğun “pornografi” şeklinde tabir ettiği yetişkin içerik söz konusu olduğunda, filtreleme sistemleri kumar ve eş bulma sitelerini de yetişkin içerik tanımı içinde görüyor. Hatta bazı filtreleme sistemleri, sağlık ve danışmanlık sitelerini, özellikle eşcinsellere danışmanlık ve sağlık tavsiyeleri veren siteleri de yetişkin içerik kapsamında görmekte. Engellenen sitelerin listesinin de gizli olacak olması, durumu daha da karmaşık hale getirmekte.

İçeriğin yetişkin olup olmadığına nasıl karar verileceği ise bir başka tartışma konusu. Örneğin, içerikler “keyword” adı verilen, önceden belirlenmiş kelimelerden oluşan bir liste ile denetlendiğinde, çok büyük oranda yanlış değerlendirme yapılabiliyor. Bunun örneğini, Nisan 2011 de TİB’in servis sağlayıcılara gönderdiği listede de görebildiğimiz gibi, Amerika’da Electronic Frontier Foundation’ın yaptığı bir araştırmanın sonuçlarında da görebilmemiz mümkün. EFF’nin 2003 yılında yaptığı çalışmada, yetişkin içeriği tespit etmek amaçlı bir kelime listesi, Amerikan eğitim müfredatında, öğrencilere tavsiye edilen web sitelerini denetlemek için kullanıldı ve sonuç olarak bu sitelerin %75-80’i yetişkin içerik olarak tespit edildi. Bu da gösteriyor ki, kelime listeleri ile yetişkin içeriği kesin bir şekilde tespit etmek mümkün değil. Benzer şekilde, bazı sosyal paylaşım sitelerinde, kullanıcıların paylaştığı bir kısım içerik de yetişkin kategorsinde olabiliyor. Örneğin tumblr.com isimli blog sitesindeki çeşitli pornografik bloglar, aslında yetişkinlere yönelik bir site olmayan bu sitenin birçok filtreleme sistemi tarafından tamamının filtrelenmesine sebep olabiliyor. Bu da filtrelemenin orantısızlığını gösteriyor.

İnternet o kadar geniş ve yetişkin içerik tanımı o kadar orantısız ki, filtreleme sistemlerini efektif olmaktan çok anlamsız kılabiliyor. Kurumsal filtreleme cihaz ve yazılımları geliştiren şirketler, sadece listeleri belirlemek ve güncel tutmak için bile yüzlerce insan çalıştırıyor ve kullanıcıları tarafından gönderilen web sitelerini teker teker inceleyip kategorize ediyorlar. Buna rağmen, bu işi en profesyonel olarak yaptığı düşünülen şirketlerin yazılımları dahi %100 güvenlik ya da %100 doğruluk sağlayamayabiliyor. Örnek vermek gerekirse, filtreleme sistemi tarafından filtrelenmeyen ve güvenli bulunan bir video sitesinde açtığınız video öncesi gösterilen reklam, yetişkin içerik kategorisinde olabiliyor. Ama bu site filtrelenmediğinden siz bu reklama maruz kalabiliyorsunuz. Ya da sanat tarihi araştırması yapan bir öğrenci, Rönesans dönemi ressamlarını araştırırken, ressamın çizdiği çıplaklık içeren resimleri gösteren bir siteyi yetişkin içerik içerdiği sebebi ile filtrelenmiş olarak görebiliyor. Böyle bir durumda, filtre hizmeti alan kullanıcı, filtrelenemeyen yetişkin içerik ya da filtrelenmiş normal içerik sebebi ile bozulmuş, zarar görmüş bir internet kullanmak durumunda kalabiliyor. Ve bu, devlet eliyle gerçekleştirilen filtre sisteminde karşılaşabileceğiniz en hafif durum aslında. Çünkü devlet eliyle yapılan ve engelli sitelerin listesinin gizlendiği bir sistemde, her türlü sansür ve yönlendirme de yapılabilir aslında.

İngiltere’deki filtre sistemine dönecek olursak, endişeler yukarıda anlattıklarım ile sınırlı kalmıyor. Cambridge Üniversitesi öğretim görevlilerinden Richard Clayton’ın açıklamalarına göre, filtre hizmeti almayan kullanıcılar da servis sağlayıcılar tarafından izleniyor. Servis sağlayıcılar, tüm kullanıcıların ziyaret ettiği siteleri izleyip tarıyor ve bunu yaparken filtre hizmeti alıp almadığınıza bakılmıyor. Bu da çok ciddi bir mahremiyet kaybına sebep oluyor. Bu, hali hazırda Türkiye’de çalışan bir sistem. Ve burada da benzer şekilde mahremiyet kayıplarına neden oluyor.

Çocuklarımız söz konusu olduğunda, evrensel olarak hepimiz hassaslaşıyoruz. Bu sebeple, “İnternet hizmetinizde, tüm yetişkin içeriğin engellenmesini istiyor musunuz?” gibi bir soruya, çocuklarımızı düşünerek hemen “evet” cevabını verebiliyoruz. Fakat gerçekte bu soru çok hatalı. Soru, günümüz filtreleme sistemleri düşünüldüğünde şu şekilde sorulmalı “İnternet hizmetinizde, üçüncü şahıslar, çeşitli şirketler ve anonim kaynaklar tarafından hazırlanan ve gizli tutulan listelerimizde bulunan kimi pornografik içeriğin (tamamının değil) ve birçok farklı sitenin engellenmesini istiyor musunuz?”. Bu soruya da cevabımız “Evet” olur muydu?

Kaynaklar:

http://www.guardian.co.uk/technology/2011/oct/17/adult-content-filters-good-parenting

https://www.eff.org/deeplinks/2011/10/uk-enacts-filtering-porn-gambling-and-other-content


[*] AGİT: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_G%C3%BCvenlik_ve_%C4%B0%C5%9Fbirli%C4%9Fi_Te%C5%9Fkilat%C4%B1

http://www.osce.org/


Toplantı Daveti: 5651 Sayılı Kanun Çerçevesinde Uygulamalar ve Problemler

Ekim 21, 2011

TOPLANTI DAVETİ

PROF.DR. YAMAN AKDENİZ

5651 Sayılı Kanun Çerçevesinde Uygulamalar ve Problemler

27 Ekim 2011 Perşembe günü saat 15:00-17:30 arasında Ankara Otel Tunalı’da davetli konuşmacımız Prof .Dr. Yaman Akdeniz (İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi) tarafından İnternet yasakları ve Türkiye’deki sansür uygulamaları hakkında bir sunum yapılacaktır.

Bu sunumun amacı 5651 Sayılı Kanun çerçevesindeki uygulamalar ve problemler, erişime engellenmiş sitelerle ilgili açılan davalar ve AİHM’e intikal  eden başvurular hakkında sivil toplum örgütlerini ve katılımcıları bilgilendirmektir. BTK tarafından uygulanmaya başlayacak olan filtreleme sistemi de bu sunum çerçevesinde değerlendirilecektir.

Toplantı herkese açıktır; ancak organizasyon açısından, katılımınızı en geç 25 Ekim’e kadar, önceden teyit ederseniz seviniriz.

Tarih:  27 Ekim 2011

Saat:   15:00-17:30

Yer:     Ankara Otel Tunalı Tunalı Hilmi Caddesi No: 119, Kavaklıdere-Ankara

LCV:     25 Ekim 2011

Katılım teyidi ve iletişim için:

Ezgi Koman:  ezgi.koman@ihop.org.tr

Tel: 312- 468 84 60


Insan Haklari Ortak Platformu | Human Rights Joint Platform
T. +90 312 468 8460
F. +90 312 468 9253
www.ihop.org.tr


İnternet İnsan Hakkıdır!

Ekim 14, 2011

2011, Internet’in giderek daha çok göz önüne çıktığı; sosyal paylaşım ve bilgilenme aracı olarak, yeni ve güçlü bir medya olarak, özellikle de fikirlerin paylaşıldığı ve tartışıldığı bir politik-ideolojik mücadele alanı olarak kendini gösterdiği bir yıl oldu. Wikileaks ve Arap isyanlarını ele alan “Cesur Yeni Medya” e-derlemesinde bu konuya dikkat çekmiştik. Internet’in korunması gereken bir iletişim ve politika alanı olduğunu vurgulamıştık.

Aynı yıl BTK isimli kurum, “22 Ağustos’ta Türkiye’de Internete seçmeli filtre konulacak” diye bir karar aldı. Bu kararın nereden çıktığını, nasıl bir düşünme süreci sonucunda geliştiğini bilmiyoruz. Diğer birçok kanun değişikliğinin nasıl yapıldığını bilmememiz gibi. 15 Mayıs’ta dünyanın en büyük Internet eylemi ile karşılaşınca geri adım atacak gibi yaptılar, bir İnternet Kurulu toplantısı yaparak “görüşlerimizi aldılar” ama bu görüşleri ne yaptılar bilmiyoruz, çünkü sonradan açıklanan karar, ilk kararın “filtre” kelimesinden arındırılmış haliydi. Bu kararda özellikle dikkat çektiğimiz nokta şu: Filtreleri belirleme yetkisi bütünüyle BTK’ya verilmiş. Bu da bize nereden çıktığını bilmediğimiz bu kararın “Internet üzerinde denetim kurma” çabası olduğunu düşündürüyor. Korumacı kollamacı devlet refleksinin Internet kullanımına el atması, Internet yayıncılarına ve özellikle de iktidardan farklı düşünen politik yayınlara parmak sallaması olarak algılıyoruz. Unutmayalım ki yine 2011’de televizyon ve gazetelerden önemli muhalif isimlerin birer birer uzaklaştırıldıklarına tanık olduk. Yine 2011’de kitap taslağının dijital kopyaları imha edilmek istenen gazeteci Ahmet Şık mahkemesiz delilsiz tutuklandı ve hala “çok gizli kanıtlar” gereği cezaevinde tutulmakta.

İşte bu mevzubahis TV ve gazetelerde birkaç gün önce 5651’in değişeceğine dair haberler okuduk, izledik. 5651’in “fazla kısıtlayıcı olduğu ve yenileneceği” söyleniyor. 2007’den beri çeşitli vesilelerle eleştirilen, bilindik bir durumdu bu. Neden şimdi gündeme geldiğini yine bilmiyoruz.

Bir sözün doğruluğu kadar, kim tarafından ve ne zaman söylendiği de önemlidir. Kanunların içeriği kadar, hatta daha önemlisi onların oluşum sürecidir. Bu yasa yapma süreçleri bize karşı bir “propaganda ve algı yönetimi” biçiminde işletildiği sürece, ifade ettiğimiz eleştirel görüşlere karşı “izole etmek” gibi terimlerle yaklaşıldığı sürece, denetim altına alınan medya kanallarıyla bize ulaşan sözlere güvenimiz doğal olarak zayıflıyor. Önce Tunus ve Mısır sokaklarının isyanıyla, sonra Yunanistan ve İspanya meydanlarında, en son da Wall Street işgaliyle sarsılan bir büyük denetim sisteminin kaçınılmaz sonu ertelemeye çalışan çırpınışlarını hissediyoruz.

Bu vesileyle 5651 ve 22 Ağustos “filtre” kararına dair eleştirdiğimiz temel noktaları tekrarlayalım:

Sansür Uygulamalarına Son

İnternet İnsan Hakkıdır!

Güvenli İnternet mi Filtre mi?

Bilindiği gibi yoğun tepkilerin ardından, BTK filtre uygulamasında geri adım attı. Profil seçeneklerini seçimlik yaptı. Standart ve yurtiçi Internet gibi ucube ötesi paketleri iptal etti. Erişim engeli aşmaya yardımcı olan proxy ve dns gibi teknolojileri engelleme çabasından vazgeçti. Fakat uygulamanın yeni hali de son derece sorunludur.

Güvenli İnternet (?)

Öncelikle altını çizmemiz gerekir ki, “Güvenli İnternet” yanlış bir nitelemedir. Böyle bir İntenet mümkün değildir. Filtreler ile güvenlik sağlanamaz. Kamuoyu bu kavramla aldatılmaktadır. Önümüze konulan “merkezi filtreler” ile süzülmüş bir İnternettir. Düpedüz “Filtreli İnternettir”.

Kavramın doğru hali “İnternet’in Güvenli Kullanımı”dır. Bunun da yolu kullanıcıların yeni medya okur yazarlığının geliştirilmesi, dijital bilgi ve becerilerinin arttırılmasıdır. İlköğretimden başlayarak bu becerilerin kazandırılması zorunludur. İnternet’te olanaklar kadar riskler de vardır. Fakat teknik çözümler, erişim engellemeleri ve filtreler kesinlikle çözüm değildir.

Çünkü güvenli havuz yoktur. Yüzmeyi bilen insanlar vardır.

Uygulamanın bu şekilde sunulması toplumda “sıfır risk” algısı yaratmaktadır. Bu çok tehlikelidir. Çocukların korunması ebeveynlerin görevidir. Fakat bu algı sayesinde sorumluluk kolayca “Güvenli İnternet”e devredilmektedir.

Seçimlik Aldatmacası

Uygulamanın seçimlik olduğu ve dileyen yurttaşın dışında kalabileceği savunulmaktadır. Buna iki temel itirazımız vardır.

Birincisi pratikte yaşanacak durum, uygulama dışında kalacak olanların istisna olacağıdır. İnternet hizmetinden faydalanmak isteyen ve konudan haberdar olamayan hiç bir yurttaş, “Güvenli İnternet ister misiniz?” sorusuna “Hayır” yanıtını vermeyecektir.

İkincisi teknik olarak engellemenin nasıl yapılacağı önemli bir sorundur. Eğer bir profili seçen yada seçmeyen tüm kullanıcıların trafikleri bir biçimde değerlendirmeye tabi tutulacak ve profillerine göre erişim hakkına karar verilecekse, bu tam bir skandaldır. Tüm trafiğin bir şekilde monitör edilebilmesi anlamına gelmektedir. Örneğin erişim engellemeleri bundan sonra nasıl yapılacaktır? Eğer bu da benzer bir liste ile yapılacaksa aslında ortada adı konmamış başka bir profil daha vardır. Fakat maalesef bu konuda yönetmelikte yeterli bilgi bulunmamakta ve kamuoyu ile paylaşılmamaktadır.

Listeler nasıl hazırlanacak?

  • Göstermelik Kurul

Yine gelen tepkiler üzerine yeni yönetmelikte bir danışma kurulu belirlenmiştir. Fakat maalesef 11 kişiden oluşacak bu kurulun 7’si Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından bürokratlar, 3’ü yine bakanlığın önerdiği ve BTK’nın seçtiği uzmanlar, kalan 1’i de Türkiye Dijital Oyun Federasyon’undan olacaktır. Görüldüğü gibi kurulun büyük bölümü siyasi iradenin etkisi altındaki bürokratlardan oluşmaktadır. Hiç bir sivil toplum kuruluşu temsilcisi bu kurulda yer almamaktadır. Üstelik bu kurulun görevi danışmanlıkla sınırlıdır. “Listeler bu kurulun tavsiyeleriyle BTK tarafından belirlenecektir.”

  • Gizli Listeler

Listelerin içeriği kamuoyundan gizlenmektedir. Listeler, filtreleme yapacak ISP’lere “hash edilerek” gönderilecektir. İçerik ve servis sağlayıcı kurum ve kişiler listelerde olup olmadıklarını ancak tesadüflerle öğrenebilecektir. AB ilerleme raporunda altı çizilen bu durum bilgi edinme hakkına da aykırıdır. İtiraz ve hak arama olanaklarını zorlaştırmaktadır. Listelerin denetimini ilgili sivil toplum kuruluşlarının odağından kaçırmaktır.

Merkezi Filtre ‘seçimlik’ de olsa SANSÜRDÜR!

Filtrelerin merkezi bir şekilde, anti-demokratik ve şeffaf olamayan süreçler içerisinde belirlenmesi kabul edilemezdir. Bu uygulama tek tip bir aile, tek tip bir çocuk, tek tip bir faydalı/iyi/doğru tanımlaması yapmaktadır. Bu tanımların içeriği de devlet tarafından doldurulmaktadır. Birilerinin bunu seçmemesi, uygulamanın niteliğini değiştirmez.

İnternet temel bir insan hakkıdır…

BM 4 Haziran’da İnterneti bir insan hakkı olarak kabul etti. “Bu nedenle her devlet, internetin, uygun fiyatlarla, geniş bir şekilde var olmasını, kullanımını temin edecek anlamlı ve güçlü bir yasal ortamı geliştirmelidir.[1-2]” tespitlerinde bulundu.

BM’nin malumu ilan etmiş olduğu raporunda da belirtildiği üzere, devletlerin görevi İnternet ile savaşmak, ondan korkmak, toplumu zırhlarla donatmak değildir. Aksine yurttaşların bu haktan en geniş yararlanabilmelerinin koşullarını yaratmaktır. Erişim engellerine, filtre uygulamalarına, sansüre, izlemeye, kayıt altına almaya son verilmelidir.

12 Ekim 2011 tarihinde açıklanan İlerleme Raporunda da Türkiye’de, “İnternet içeriği hakkında yasa [5651] ve internet hizmet sağlayıcıların iş görebildiği koşullar, ifade özgürlüğünü koruyan uluslararası standartlara uygun değil ve vatandaşların internet erişimiyle ilgili haklarını etkileyebilir.” (sf. 65) saptaması yer almaktadır. Öyleyse, Kullanıcılar olarak Internet hakkımıza sahip çıkmalıyız. Sansür uygulamalarına, iktidarların denetim, kontrol aracı olarak kullanmalarına karşı koymalıyız

Sınırsız, sansürsüz, özgür bir İnternet istiyoruz! Bilgiye erişmek özgürlüktür…

Alternatif Bilişim Derneği

Kaynaklar:

1: http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/docs/17session A.HRC.17.27_en.pdf

2: http://turk.internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=32795

3: 12 Ekim 2011 İlerleme Raporu


AB 2011 Türkiye İlerleme Raporunda İnternet!

Ekim 13, 2011

“…Mayıs 2009’dan itibaren Telekomünikasyon İletişim Başkanlığınca (TİB), yasaklı siteler konusunda herhangi bir istatistik paylaşılmamasına rağmen; Türkiye’de web siteleri halen, sıklıkla ve orantısız sürelerde ve kapsamlarda yasaklanmaktadır. Yasaklı siteler hakkında istatistiksel verilerin halka duyurulmaması konusunda, bu fiilin bilgiye erişim hakkına aykırı olduğu gerekçesi ile TİB’e karşı açılmış bir dava da bulunmaktadır. You Tube video paylaşım sitesine ve çeşitli web portallarına karşı açılmış davalar da halen sürmektedir. İfade özgürlüğünü kısıtlayan ve insanların bilgiye erişimini engelleyen İnternet Kanunu yeniden düzenlenmelidir. Nisan 2011’de, Internet Kanunu’nu gerekçe gösteren TİB, yer ve hizmet sağlayıcılara bir mektup göndererek çeşitli kışkırtıcı kelimeleri içeren web sitelerini kaldırmalarını istemiştir. Bu olay, ağır eleştrilere yol açmış, TİB, kelime listesinin yer ve içerik sağlayıcılara, kötü niyetli web sitelerini tespit etmeleri konusunda yol göstermesi için hazırlanan bir liste olduğunu açıklamak zorunda kalmıştır.

Ağır eleştirilere tepki olarak, BTK, Şubat 2011’de yayınladığı, internetin güvenli kullanımına ilişkin prensip ve prosedürleri onarmıştır. Ağustos 2011’de kabul edilen güncel uyarlama, başta internet filtrelerinin kullanımını opsiyonel hale getirmesi ile birkaç kaygıya cevap vermektedir. Test fazını Kasım 2011’de bitmesi ile birlikte, sistem tüm kullanıcılar için erişilebilir olacaktır. Sistemin yürütmesinin Avrupa standartlarında olması esastır.

Genel olarak, hassas olarak görülen konular başta olmak üzere, tartışmalar devam etmektedir. İfade özgürlüğü, akademisyenlere, gazetecilere, yazarlara, insan hakları savunucularına karşı açılan çok sayıda dava ve yasal soruşturmalar ile zayıflatılmakta, medya üzerinde sürekli bir baskı oluşturulmaktadır. Bu da ciddi endişelere sebep olmaktadır. Şimdiki mevzuat, ifade özgürlüğünü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda, yeterince garanti etmemektedir. Sıklıkla gerçekleştirilen web sitesi yasaklamaları da ciddi endişelere bir başka sebep teşkil etmektedir. Türkiye’nin yasal uygulamaları, mevzuatları, suça karşı gerçekleştirilen uygulamaları ve politik cevapları; bilginin ve düşüncelerin özgürce paylaşılması önündeki en büyük engellerdir.”

(ss.26-27)

(Rapordan Türkçeye çevrilmiştir)

Kaynak: http://www.abgs.gov.tr/files/tr_rapport_2011_en.pdf


Türkiye’de Tumblr Blog Ortamındaki Popüler Blogcuların Kullanım Pratikleri

Ekim 13, 2011

Tuğçe Erbaş

Başkent Üniversitesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Yüksek Lisans Programı, Ankara

tuucerbas@gmail.com, tugcerbas@ymail.com

Özet: Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesinin ve kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber yeni medya ortamları, bireylerin yoğun olarak benlik gösterdikleri bir alan olarak giderek önem kazanmıştır. Blogların da, yeni medya ortamlarında birçok İnternet kullanıcısının tercih ettiği önemli bir iletişim aracı olduğu gözlemlenmektedir. Bu tez çalışmasında, yeni medya ortamındaki blog ortamında perfomans gösteren popüler blogcuların kullanım pratikleri, popüler bloglara uygulanan metin analizi ve popüler blogcularla yapılan derinlemesine görüşmelerden elde edilen bulgulardan hareketle tartışılmış, elde edilen bulgular, mahremiyet algısı, sanal uzamda benliğin sunumu, varolma ve dolayısıyla görülme isteği gibi yeni medya çalışmaları kapsamında sıklıkla araştırma konusu olan olgular temel alınarak değerlendirilmiştir. Tumblr blog sağlayıcısının araştırma evrenini oluşturduğu bu tez çalışması, blog ortamında varolma nedenlerinin, kullanım amaçlarının ve biçimlerinin bireylere göre değişiklik gösterdiğini ortaya çıkarmakla beraber, popüler blogcuların sahip olduğu bir takım ortak kullanım pratiklerini de açığa çıkartmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Blog, blog yazmak, sanal kimlik

Abstract: Along with the advancement of information and communication technologies, new media has become more of an issue as a space where people present themselves intensely. It is also observed that blogs are the important communication tools which are prefered to use by most of the Internet users on new media. In this thesis, the usage practices of popular bloggers who perform self-presentation on blogs in new media are discussed through the findings of the content analysis and the in-depth interviews. The findings are interpreted by the facts such as intimacy, self-presentation on virtual space and the desire of being seen which are the subjects of new media studies substantially. This thesis, which Tumblr blogware is formed as research site, has brought out the fact that the reasons of the desire of being on blogs, the points and the forms of usage are depend on the individuals. It also brings into open some mutual usage practices of popular bloggers.

  1. 1.       Giriş

 

Sanal uzamda hizmet veren iletişim araçlarının gelişen teknolojiyle birlikte etkileşimsellik özelliklerinin artması ve modern insanın iletişim ve haberleşme dürtüsünü karşılayabilme amacıyla çalışma prensiplerinin geliştirilmesiyle birlikte iletişim araçları her geçen gün daha çok kullanıcı çekmekte ve yeni medya ortamının temelini oluşturmaktadır. Günümüzde kullanımı hızla yaygınlaşan ve kullanıcılarına hem etkileşimsellik hem de kişiye özel ayarlar sunan en popüler araçlardan birisi bloglardır. Web sayfalarının kullanımı daha kolay ve daha sık güncellenen bir versiyonu olarak görülen bloglar, kolaylıkla oluşturulabilmesi, izleyenlerle sürekli olarak etkileşime olanak vermesi ve genellikle herhangi bir maliyeti olmaması gibi sebeplerle İnternet kullanıcıları tarafından hızla benimsenmiştir.

 

  1. 2.       Yeni medya ve bloglar

 

Günümüzde giderek gündelik yaşamın her alanında yaygın kullanım pratikleri bulan, gündelik yaşam pratiklerini –farkında olmasak da- köklü bir şekilde dönüştüren, toplumsal yaşamın birtakım gerekleri nedeniyle kullanım yoğunluğu giderek artan, bedenin bir uzantısı/parçası haline gelen bilgisayar, İnternet ortamı, cep telefonları, oyun konsolları, Ipod veya avuç içi veri bankası kayıtlayıcıları ve iletişimcileri, diğer bir deyişle tüm bu dijital teknolojiler yeni medya başlığı altında toplanabilir (Binark, 2007: 21). Yeni medyayı geleneksel medyadan(gazete, dergi yayıncılığı, radyo, televizyon yayınları ve sinema filmleri) farklılaştıran özellikler ise, dijitallik, etkileşimsellik, hipermetinsellik, yayılım ve sanallıktır (Lister vd.’den aktaran Binark, 2009: 60).

Basın özgürlüğünü destekleyen Fransız bir sivil toplum kuruluşu olan Reporters Without Borders, 2005 yılının Eylül ayında yayınladığı Handbook For Bloggers and Cyber-Dissidents adlı kitapta blogun, çoğunlukla “gönderi”(post) denilen yeni haberlerin yayınlandığı, düzenli olarak güncellenen, en yeni olan gönderinin sayfanın en başında yer aldığı ve birçok gönderinin kategorilenerek düzenlendiği, günlük biçiminde olan, özel tasarlanmış bir etkileşimsel araç kullanılarak oluşturulan ve genellikle bir kişi tarafından bazen anonim olarak yürütülen bir kişisel web sitesi olduğu tanımı yapılmıştır.

Bir blog, normal bir web sitesine göre daha kolay yürütülür ve güncellenir. Blog sağlayıcılarının (ya da serverların[*]) metin yükleme (posting) yöntemleri web sitelere göre çok az farklılık taşır, ancak, prensipte aynıdırlar (Reporters Without Borders, 2005: 17). Ancak web sitelerinin bloglara göre, güncellenmesinin daha zor ve daha çok zaman alıyor olması nedeniyle web sitelerinin daha statik araçlar oldukları söylenebilir. Bir web sitesini kurmak için gereken HTML kodlama bilgisi blog sahibi olmak için gerekli değildir. Bununla birlikte birkaç yıl öncesine kadar reklamlar, arama motoru gibi web sitelerinde sıkça bulunan ancak bloglarda olmadığı düşünülen ögelerin, günümüzde artık çoğu blogda bulunduğu söylenebilir. İnternet ortamında bireylerin kendi bloglarını kurup yürütmelerini sağlayan birçok çevrimiçi hizmet bulunmaktadır. Blogger8 bu hizmeti veren ilk büyük blog sağlayıcısıdır ve hala da WordPress.com, Livejournal.com, Typepad.com, Tumblr.com ve ülkelere göre değişen diğer yerel blog sağlayıcılarıyla birlikte en popüler blog sağlayıcılarından birisidir.

 

Blog Ortamında Kimlik İnşası

 

Bloglarda blogcunun paylaştığı her bir unsur o blogcunun kimlik inşasının bir tuğlası gibidir. Blogcunun dil pratikleri, paylaştığı içeriklerin türü ve konusu diğer kullanıcılara kimliği hakkında bir takım bilgiler vermektedir. Burada söz konusu olan kimlik çoğunlukla bireyin gerçek kimliğinden beslenir, bununla birlikte aralarında birçok farklılık da bulunabilir. Birey kendini başkalarına sunduğunda, performansı toplumun resmi olarak onaylanmış değerlerini, davranışlarından çok daha fazla içerir ve temsil eder (Goffman, 2009: 45). Yeni bir benlik sunumunun kurulması olanağını veren diğer çevrimiçi ortamlarda olduğu gibi bloglarda da, performansların idealize edilmesi ve ideal bir benliğin kurulması söz konusudur. Bu bağlamda bireye verilen özgürlük, çoğu zaman kullanıcının kendisini tam olarak gerçekte olduğu gibi sunmamasıyla birlikte, daha çok kendi kafasındaki ideal benlik doğrultusunda yeni bir benlik sunumu inşa etmesine ve buna bağlı olarak da idealize edilmiş performanslar sergilemesine olanak tanır.

Bloglarda ve sanal uzamda bulunan toplumsal paylaşım ağları ve diğer ortamlarda bilinen üç çeşit kimlik bulunmaktadır. Bunlar anonim kimlik (anonymous), takma isimli kimlik (pseudonymous) ve nonim kimliktir. Her üç kimlik de bireyin gerçek kimliğinden (real-life identity) birçok açıdan farklılaşabilmektedir. Anonimlik, iletişim kurulan bireyin kimliğinin bilinmemesi, görülemez oluşudur. Diğer bir kimlik türü olan takma isimlilik ise bireyin kendisine bir takma isim seçmesi ve bu takma ismin sanal uzamdaki ortamlarda kullanıcının kimliğini temsil etmesidir. Örneğin, blog ortamında takma isim kullanan bir blogcu, kimliğini temsil eden takma ismini blogunun başlığı olarak kullanabilir. Bireyler blog ortamında gerçek kimlikleriyle de varolmayı tercih edebilirler. Gerçek kimliklerini kullanan blogcular bloglarında gerçek isimlerini paylaşır gerçek fotoğraflarını yayınlarlar.

 

Mahremiyet

 

Özel yaşamın gizliliği hakkının temel niteliği, bireyin kendisine ilişkin bilginin dolaşımı üzerinde kontrol yeteneğine, kişisel özgürlüğünü koruma ve sosyal ilişkilerini sürdürme gücüne sahip olmasıdır. Bireylerin, kendilerine ilişkin bilgilerin akışı üzerinde denetimi kaybetmeleri, bu bilgileri kullanabilme gücüne sahip kimselerin veya kurumların hegemonyası altına girmeleri riskini de beraberinde getirmektedir (Miller’dan aktaran Yüksel, 2003: 77). Elif Küzeci Kişisel Verilerin Korunması (2010) adlı çalışmasında, özel yaşamın gizliliği hakkı ve mahremiyet kavramlarının ayrımına dikkat çekmiş ve özel yaşamın gizliliği hakkının, bireyin yalnızca mahrem alanını korumadığını, mahrem olmayan kamuya açık alanını da koruma kapsamına aldığını belirtmiştir (2010: 14). Bireyin özel yaşam alanı ise, belirli kimselerle ve belirli ölçüde paylaştığı yaşam parçalarını kapsar (Araslı’dan aktaran Küzeci, 2010: 71). Bununla birlikte mahremiyet, tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi oldukça güç bir kavramdır. Çünkü mahremiyet, birçok insan için aynı anlama gelmez (Yüksel, 2003: 78). Mahremiyet, bireyin herkesle paylaşmayacağı veya herhangi bir kimse ile paylaşmamak hakkının bulunduğu olay, inanç ve duygularının, isteği üzerine o kişiyle paylaşılması durumunu ifade eden “intimacy” deyiminin karşılığıdır (Araslı’dan aktaran Küzeci, 2010: 14). Her ne kadar kişisel mahremiyetin insanların yaşantısının önemli bir parçasını oluşturduğu düşünülse de, bireyler çoğu zaman bu olgunun farkında olmazlar.

Beri yandan, hızla yaygınlaşan İnternet kullanımıyla birlikte, toplumsal paylaşım ağlarına akın eden bireyler, bu ortamlarda gözetleniyor olduklarını bilmekte, ne ki bunu çoğunlukla bir sorun olarak görmemektedirler. İnsanlar, dışlarındaki dünyayla iletişim halindedirler (Toprak vd., 2009: 149). Gelişen bilgi ve iletişim teknolojisinin sunduğu gelişmiş haberleşme olanakları ve yenilenen iletişim ortamları, bireyleri sanal uzama çekmekte ve uzamda bir şekilde varlık göstermelerini teşvik etmektedir. Toplumsal paylaşım ağları, bloglar, çevrimiçi dijital oyunlar sanal uzamda bireylerin mahremiyetlerini teşhir etmelerine aracı olmakta, bir takım kişisel bilgilerini ortak bir alan olan sanal uzamda paylaşmalarına neden olmaktadır. Bu noktada, bireylerin gözetlenmekten haz duymaya evrilmesi durumu ele alınmalıdır. İnternet kullanıcısı gözetlenmekten zevk almakta ve kendisinin gözetlenmesini istemektedir. Bu durum da teşhirciliğe denk düşmektedir. Merkezi bir gözetleme kulesi etrafında birçok mahkûmun aynı anda denetlenebildiği büyük dairesel yapı olan ve gözetim ve gözetlemenin somut bir simgesi haline gelen panoptikon’un tersine, iktidarın istemine gerek kalmadan ortaya çıkan gözetlenme isteği iktidara teslimiyeti göstermekte ve synopticon kavramına işaret etmektedir; “panoptikon insanları seyredilebilecekleri konuma zorla getirir. Synopticon’un ise baskıya ihtiyacı yoktur, insanları seyretsin diye ayartır” (Bauman’dan aktaran Bentham vd., 2008: 122). Dolayısıyla burada toplumsal kaygı, artık gözetlenmek değil, göz önünde bulunamamak yönündedir (Toprak vd., 2009: 152). Bireylerin, sanal uzamda üretilen, sürekli güncellenen ve yenilenen iletişim araçlarına olan büyük ilgisi ve her yerde görünür olma kaygısı herkes tarafından kolayca gözlemlenebilmektedir. Bireyler birileri tarafından uyarılmadıkları sürece İnternette gizlilik konusunda kaygılanmamaktadırlar. Toplumsal paylaşım ağlarından, web kamerası kullanımına, blog yazmaktan, reality şovlara kadar, bireylerin, mahremiyetlerini kamusallaştırarak karşılığında popülerlik, şöhret ve hatta maddi kazanç aradıkları söylenebilir. Bu çerçevede bireylerin paylaşma, fark edilme ve diğerleriyle bağ kurma isteği, mahremiyet olgusunun unutulmasına ve hızla ortadan kalkmasına sebep olmaktadır.

 

Türkiye’de İnternet ve Bloglar

 

Blog yazmak ise tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla paralel olarak hızla benimsenmiş ve yaygınca kullanılır hale gelmiştir. Bu popülerleşmeyle beraber yabancı blog sağlayıcılarının yanı sıra birçok yerel blog sağlayıcısı da piyasaya sürülmüştür (Blogcu.com, Benimblog.com gibi). Türkiye’de blog yazmanın ve okumanın ne derece yaygın olduğu sorusunun cevabı, geniş kitlelerce takip edilmeye başlanan birçok popüler blog yazarının ortaya çıkmasıyla, 2010 yılında, Okuyan Us Yayınevi editörü Cem Mumcu tarafından seçilen popüler blog yazarlarının Dizüstü Edebiyat Dizisi adı altında kitaplarının çıkarılmasına karar verilmesiyle kısmen yanıt bulmuştur. Serinin ilk kitabı 2010 yılının Haziran ayında takma adıyla PuCCa’nın yazdığı Küçük Aptalın Büyük Dünyası Pucca Günlük olmuştur. Seriyi iki ay sonra Ağustos’ta yayınlanan yine takma adıyla Sami Hazinses’in Piç Güveysinden Hallice kitabı izlemiştir. Eylül ayında Onur Gökşen’in Bizim de Renkli Televizyonumuz Vardı adlı kitabı ve en son 2011’in Ocak ayında, takma adıyla Pink Freud’un Sorun Bende Değil, Sende kitabı yine Dizüstü Edebiyat Dizisi dâhilinde piyasaya çıkarılmıştır. Çıkan kitaplar çok satılmış ve kısa zamanda kitabevlerinde çok satanlar bölümünde sergilenmeye başlanmıştır (Şekil 1).

Şekil 1. Popüler Blogcuların Okuyan Us Yayınevi’nden Çıkan Kitapları

  1. 1.       Araştırmanın Uygulanması: Türkiye’de Tumblr Ortamındaki Kullanım Pratikleri

 

Tez kapsamında örneklem seçimi, 2007 yılından beri hizmet veren ve İnternet kullanıcıları arasında kullanımı gittikçe yaygınlaşan Tumblr blog sağlayıcısı içinden yapılmıştır. Tumblr ortamında etkin olan popüler blogcular belirlenmiş, blogları takibe alınmıştır. Araştırma kapsamında, popüler Tumblr blog yazarlarının blogları incelendiğinden takipçi sayısı 500’ün altında olan bloglar araştırmaya dâhil edilmemiştir. Bu çerçevede, çalışmada sözü edilen popüler blog kavramı, takipçi sayısı 500 ve üstünde olan blogları tanımlamak için kullanılmıştır. Buna göre tez kapsamında, 33 blogcunun Tumblr blogları incelenmiş, bloglar üzerinde betimleyici metin analizi ve tematik içerik analizi uygulanmıştır. Teze dâhil 33 blogcudan 11’i ile ise derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın bir diğer sınırlılığı ise, tezin başlığında da belirtildiği üzere, sadece Türkiye’den blog yazarlarının Türkçe yazdıkları blogların incelenmiş olmasıdır.

Öncelikle Tumblr blog sağlayıcısında etkin olan bazı blogların yazarlarıyla e-posta aracılığıyla iletişime geçilmiş ve onların hangi blogları severek ve ilgiyle takip edildiği sorulmuştur. Bunun sonucunda birçok blogcu tarafından ortak olarak takip edilen bloglar belirlenmiştir. İkinci bir yöntem olarak araştırmaya katılan blogların katılımlı gözlem tekniğiyle incelenmesi amacıyla araştırmacı tarafından bir Tumblr blog hesabı[1] yaratılmıştır. Araştırmacı Tumblr blog ortamında araştırmacı kimliğiyle oluşturduğu bu blog hesabından, blog üzerindeki gönderilerin beğenilme sayısı ve yorum sayısından hareketle popüler olduğunu düşündüğü blogları incelemeye başlamıştır. Ayrıca araştırmacının blogunda araştırmayla ilgili genel bilgiler paylaşılmış ve araştırmaya katılmak isteyen gönüllü blogcular için çağrı yapılmıştır. Araştırma blogu tarafından izlemeye alınan blogların gönderileri 1 Aralık 2010 tarihinde blogcularına göre sınıflandırılarak kaydedilmeye başlanmıştır. Gönderiler kaydedilirken üzerlerinde hiçbir değişiklik yapılmamış, içerik türleri ne olursa olsun özgün gönderiye müdahale edilmemiştir. Gönderilerin kaydedilmesine 31 Aralık 2010 tarihinde son verilmiş ve böylece Tumblr’a kayıtlı 33 popüler blogun bir ay boyunca yayınladığı tüm gönderiler arşivlenmiştir.

 

1.1.  Profil Analizi ve Betimleyici Metin Analizi

 

Araştırma örnekleminin demografik özelliklerini belirlemek üzere öncelikle, bir ay boyunca yayınladıkları gönderileri kaydedilen 33 blogcunun profil analizi çıkarılmıştır. Elde edilen veriler sadece blogcuların bloglarının hakkımda (description) bölümünde paylaştıkları bilgiler olup, bu bölümde paylaşmadıkları bilgiler analize dâhil edilmemiştir (Tablo 1). Burada amaç blogcuların bloglarının tanıtım bölümünde kendileriyle ilgili hangi genel ve iletişim bilgilerini paylaştıklarını belirlemek ve buna göre blogcuların demografik özelliklerini ortaya çıkarmaktır. Blogcuların yaygın olarak paylaştığı bilgi, bir iletişim bilgisi olarak değerlendirilebilecek diğer toplumsal paylaşım ağlarındaki hesaplarının bağlantılarıdır. Bu yolla birbirlerinin diğer ağlardaki varlıklarından haberdar olmakta ve genellikle birbirlerinin bloglarını izleyen blogcuların diğer toplumsal paylaşım ağlarındaki hesaplarında da birbirlerini takip ettikleri gözlemlenebilmektedir. Bunun dışında blogcuların iletişim bilgisi olarak sadece e-postalarını paylaştıkları görülmektedir. Blogcuların hangi şehirde yaşadıklarına dair hakkımda bölümünde hiçbir şey paylaşmadıkları gözlemlenmektedir. Ancak yazdıkları gönderilerde zaman zaman yaşadıkları şehirden ve çeşitli mekanlardan bahsettiklerinden blogcuların hangi şehirde yaşadıklarını düzenli olarak bloglarını takip ederek öğrenmek mümkündür.

Blogcuların profil analizi çıkarıldıktan sonra, hangi tür içeriğin ne sıklıkta paylaşıldığını ortaya çıkarmak için kaydedilen gönderiler üzerinde betimleyici metin analizi uygulanmıştır. Bu analizde blogcuların gönderileri içeriklerine göre görüntü, bağlantı, ses ve soru-cevap şeklinde dört ana kategoriye ayrılmıştır. Tablo 2’ye göre popüler blogcular bloglarında yayınladıkları metinleri çoğunlukla görüntülerle desteklemektedir. Görüntü çeşitlerinden ise en çok fotoğraf türü kullanılmaktadır. Kullanılan fotoğrafların bir kısmı blogcuların kendilerinin çektikleri fotoğraflardır ve blogcular bu tür fotoğrafları paylaşırken fotoğrafları kendilerinin çekmiş olduğu bilgisini genellikle okuyucularla paylaşmaktadır. Bununla birlikte paylaşılan fotoğrafların bir kısmı da blogcuların görüntü bankalarından ya da çeşitli web sayfalarından edindikleri görüntülerdir. Blogcuların gönderilerinde paylaştıkları metinleri desteklemek için sık sık kullandıkları bir diğer içerik türü de bağlantıdır. Blogcular bloglarında ilginç buldukları, beğendikleri ya da dikkat çekmek istedikleri web sayfalarının bağlantılarını paylaşmaktadır. Ayrıca blogcuların bloglarının hakkımda (description) bölümünde paylaştıkları diğer toplumsal paylaşım ağlarındaki hesaplarının bağlantılarını belli aralıklarla gönderi olarak da paylaştığı gözlemlenmiştir. Bu da Tumblr blog ortamında popüler blogcuların sanal uzamın özelliklerinden biri olan hipermetinselliği oldukça etkin bir şekilde kullandığını göstermektedir.

 

1.2.  İçeriğin Üretimi: Tematik Analiz

Blogcuların Tumblr blog ortamında ürettikleri içeriğin anlaşılabilmesi açısından araştırmaya katılan ve bir ay boyunca takip edilen Tumblr blogcularının gönderileri konularına göre tasnif edilmiştir.  Bu tasnifin amacı, Tumblr blog ortamında faaliyet gösteren popüler blogcuların çoğunlukla hangi konular hakkında yazmayı tercih ettiklerini ortaya çıkarmak ve popüler blogcuların içerik üretiminin genel anlamda bir profilini oluşturmaktır.

Kategoriler 33 blog yazarının bir ay boyunca yazmış olduğu tüm gönderilerin okunmasının ardından, göze çarpan konular dikkate alınarak belirlenmiştir. Bazı kategorilere alt kategori oluşturma gerekliliği görülmezken, bazılarına birden çok alt kategori üretmenin daha anlamlı olacağına karar verilmiştir (Tablo 2).

İlk kategori Aralık 2010 süresince gerçekleşen önemli olaylardan oluşmaktadır. Rogers ve Dearing, medya gündemini, “belirli bir zaman dilimi içinde medyada yer alan olaylar ve sorunlar listesi” biçiminde tanımlamaktadırlar (Rogers ve Dearing’den aktaran İrvan, 2001: 74). Gerek geleneksel medyada gerekse yeni medya da sıklıkla yayınlanan bu olaylar gündem – güncel olaylar kategorisinde toplanmıştır. Bu olaylardan başlıcaları için alt kategoriler oluşturulmuş tematik analizin daha anlaşılır olması sağlanmıştır.

“Gündelik yaşam” her gün tekrar edilen, rutin olan, herkes tarafından paylaşılan ama çoğunlukla sıradan olan ve bu nedenle konuşulamayacak kadar önemsiz olan şeyleri çağrıştıran bir kavramdır (Cemiloğlu Altunay, 2010: 38). Bu çerçevede gündelik yaşam ve alışkanlıklar kategorisinde, kullanıcının günlük aktivitelerini söz konusu günde başına gelenleri, yaşadığı ilginç olay ve deneyimleri, gündelik yaşamın monotonlaşan eylemleri ve kullanıcıların alışkanlıkları üzerine yazmış olduğu gönderileri içermektedir.

Beğeniler- zevkler- tercihler kategorisindeki gönderiler, kullanıcının herhangi bir olay, durum ya da somut bir madde hakkındaki olumlu ya da olumsuz fikirlerini içeren gönderilerdir.

Duygusal metinler kullanıcının duygularını ifade ettiği gönderilerdir. Bu ana kategori altında 5 alt kategori oluşturulmuştur. 4’ü çeşitli belli duyguların sınıflandırılması şeklinde olurken diğer karmaşık duygular kategorisi birçok duyguyu aynı anda içeren ya da belirtilen duygunun tam olarak anlaşılmadığı gönderilerin toplandığı kategoridir.

Popüler kültür, kökleri yerel geleneklerde bulunan halk inançlarını, pratiklerini ve nesnelerini, keza siyasal ve ticari merkezlerde üretilen kitlesel inançları, pratikleri ve nesneleri içerir (Mukerji ve Schudson’dan aktaran Mutlu, 2005: 313). Bu çerçevede popüler kültür ana kategorisi altında popüler kültür unsurlarını barındıran popüler kültürün yeniden üretildiği gönderiler toplanmıştır. Yerli ve yabancı popüler kültür unsurlarının ne sıklıkta paylaşıldığını net bir şekilde görebilmek adına yerli ve yabancı alt kategoriler oluşturulmuştur. Bunların altında da hem yerli hem de yabancı alt kategorisi için, belli başlı popüler kültür unsurları ayrı ayrı gruplarda incelenmiştir. Şarkılar, film afişleri, film yorumları, film replikleri, kitaplardan alıntılar, şöhretlerin fotoğrafları, televizyon programları, karikatür ve çizgi roman görüntüleri, sporla ilgili yorum ve görüntülerin paylaşıldığı gönderiler bu kategori içinde yer almaktadır.

2010 yılının Aralık ayı boyunca Türkiye’de devam eden sosyal sorumluluk projelerine destek ya da genel anlamda toplumsal duyarlılığın belirtildiği gönderiler yalnızca 4 tanedir. Bu türdeki gönderilerin toplandığı toplumsal duyarlılık / sosyal sorumluluk projelerine destek kategorisi ile gündem-güncel olaylar ana kategorisi altında Türkiye’de Aralık ayının haber gündemini oluşturan Haydarpaşa yangını[2], wikileaks[3] ve ODTÜ olayları[4] alt kategorileri bir ay boyunca popüler blog yazarları tarafından hakkında en az yazılan konulardır. Katılımcıların güncel olaylar kategorisine giren siyasi ve dini konular hakkında yazmayı tercih etmemeleri, katılımcılarla yapılan derinlemesine görüşmelerde de bizzat kendileri tarafından ifade edilmiştir.

“…Ben hayatım boyunca hani yaptığım -kısa film de yapıyorum ben- onlarda olsun insan ilişkilerinde olsun hayatımda olsun politika ve siyasetle hiç bi şeyim olmadı. o yüzden işte ondan çok çekinirim hani hakketen bi tespitim olduysa da arkadaşlar arasında yaparım ama böyle bi yerde yayınlamak istemem. çünkü sonra dönüp dolaşıp sen şurda şunun hakkında böyle demişsin diye karşıma çıkabilme ihtimalinden çekiniyorum yani. Ki enteresan haberler de görüyoruz hani sırf insana yazıldığı için ya da bi kuruma dava açılan durumlar oluyo bu hoş bi şey değil o yüzden hani…” (memcimek, 23).

 

1.3.  İçerik Üreticileri İle Yapılan Derinlemesine Görüşmeler Sonucu Elde Edilen Bulguların Değerlendirilmesi

Yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşmede yönlendirilen sorular ve katılımcıların verdiği cevaplar alıntılar yapılarak, bulunma ve görülme isteği, beğenilme – popüler olma arzusu, blog ortamında mahremiyet algısı ve sanal uzam ile çevrimdışı uzamda kimlik olmak üzere dört başlık altında incelenecektir.

Bulunma ve Görülme İsteği

Günümüzde, sanal ortamdaki hizmet sağlayıcılarının ve toplumsal paylaşım ağlarının evrilmesi ve kullanıcılara daha kişisel bir ortam sağlamasıyla beraber, sanal uzamdaki birçok mecra için söz konusu olan “anonimlik” yerini “bilinirliğe” bırakmıştır. Kullanıcılar, geliştirilmiş kişisellik seçenekleri ve yayınlanabilen içeriğin çeşitlenmesiyle birlikte, sanal uzamda anonim bir kimlik yerine Facebook gibi toplumsal paylaşım ağlarında olduğu gibi, gerçek kimliklerini kullanmayı tercih etmeye başlamışlardır. Bloglar için bunun tam olarak geçerli olduğunu söylenemese de, tüm toplumsal paylaşım ağlarını birbiriyle ilintili şekilde kullanan birçok kullanıcının Facebook gibi ağlarda paylaştıkları blog bağlantıları ya da bloglarında paylaştıkları Facebook hesaplarının bağlantıları dolayısıyla, bloglarında anonim bir kimlik kullansalar dahi aslında kim oldukları açık bir şekilde görülebilmektedir. Ayrıca kullanıcıların, sanal uzamda kullanıcı adı gerektiren toplumsal paylaşım ağı üyeliklerinde hep aynı kullanıcı adını aldıkları, bu sayede görünürlüklerini ve fark edilirliklerini arttırmayı amaçladıkları, dolayısıyla da belli bir kullanıcı grubuyla birden çok paylaşım ağında iletişime geçebilme olasılıklarını arttırdıkları gözlemlenmektedir.

Blog ortamında var olan kullanıcıların blog ortamındaki kimliklerini çevrimdışı uzama taşıdıkları ve bu bağlamda bulunma ve görülme isteklerini somut olarak gerçekleştirdikleri de gözlemlenmektedir. Tumblr blog ortamında blog yazan ve İstanbul, Ankara ve Bursa gibi büyük şehirlerde ikamet eden kullanıcılar şehirlerinde Tumblr buluşma günleri düzenlemiş ve bu etkinliklere katılım oldukça büyük olmuştur. Araştırmacı Ankara’da düzenlenen iki etkinliğe katılmış ve etkinliklerde araştırmaya katılmayan birçok Tumblr blog yazarıyla da görüşme imkanı bulmuştur. Araştırmaya katılan ve görüşme yapılan 11 blogcudan 7’si şehirlerinde düzenlenen Tumblr buluşmalarına katılmış, 3’ü katılmak istemelerine rağmen çeşitli nedenlerle buluşmalarda bulunamamışlardır. Derinlemesine görüşme yapılanlar arasında, Tumblr buluşmalarına katılmayan ve ilerde yapılacak buluşmalara da katılmayı tercih etmeyeceğini belirten yalnız 1 katılımcı bulunmaktadır.

“…Ee sanal ortamda yazıştığımız ettiğimiz yani önce blog takibiyle başlıyo işte belki mesaj atıyosunuz sonra işte msn olsun telefon olsun bi şekilde konuşuyosunuz ediyosunuz o kişiyi gerçek hayatta yüz yüze görmek istiyosun… daha sonra sizin arkadaşınız oluyo hani arkadaş edinebilme adına yararlı bulduğum için katıldım…” (sosyalkedi, 18).

 

Beğenilme-Popüler Olma Arzusu

 

Sanal uzamdaki toplumsal paylaşım ağları ve bloglar gibi hizmet sağlayıcılarına üyelik ve bu ortamlarda var olma durumunun kullanıcılarda zamanla beğenilme ve popüler olma arzusu geliştirdiği söylenebilir. Bireylerin sanal uzamda varlığının en önemli nedenlerinden biri olarak gösterilen iletişim kurma ve sosyalleşme unsuru bu tür ortamlarda da öne çıkmaktadır. Mümkün olduğunca çok kişiyle iletişim kurabilmek, tanışabilmek ve sohbet edebilmek de sanal uzamda beğenilmeyi ve popüler olmayı gerektirmektedir.

“…lisede ya da ortaokulda bi kaç kere denedim günlük tutmayı ama çok yeterli olmadı .. sürekli olmadı artı bi sanal alemde gittikçe popülerleştikçe herkes okuyabiliyo insanlar okudukça da sen gaza geliyosun daha fazla yazmak istiyosun..” (Ali Kaya, 24).

Beğenilme ve popüler olma isteği ile blogcuların gönderilerine yapılan olumlu geribildirimleri ve takipçi sayılarını önemsemeleri arasında da bir ilişki kurulabilir. Beğenilme ve popüler olma arzusunu taşıyan blogcuların çoğunlukla gönderilerinin beğenilmesi ve gönderilerine yorum yapılmasını önemsedikleri ve takipçi sayılarının artmasını diledikleri gözlemlenmiştir.

“…Ya tabi büyük önemi var çünkü hani sen karşı tarafa bişey veriyosunn aynı zamanda hani ya ben şeye inanmıyorum mesela ben kendim için yazıyorum işte aman imse şey yapmasın kimsenin şeyi umrumda değil hayır abi yani o senin için önemli oluyo yani yazdıktan sonra e çünkü sen ee o beğense tamam beğenmese tamam senin umrunda olmaz ama hani böyle bişey bekliyosun hani yorumu ne acaba, acaba ne düşündü o olay var hani…” (zebramarch, 17).

Türkiye’de, 2010 yılında, Okuyan Us Yayınevi tarafından Dizüstü Edebiyat Serisi adı altında popüler blog yazarlarının kitaplarının çıkmasıyla İnternet ortamında popüler olmanın mümkün olduğu ve bu popülerliğin çevrimdışı uzama da taşınabileceği gözlemlenmiştir. Buna göre derinlemesine görüşmelerde katılımcılara da bloglarını kitaplaştırmak isteyip istemedikleri sorulmuş ve katılımcılardan yalnızca 4’ü böyle bir teklife olumlu yanıt verebileceklerini belirtmişlerdir. 6 katılımcı bu fikre olumsuz bakmaktadır.

 

Tumblr Blog Ortamında Mahremiyet Algısı

 

Hal Niedzviecki Dikizleme Günlüğü (2010) adlı çalışması kapsamında görüşme yaptığı bir blogcunun “en başarılı blog yazarları, özel hayatlarını en fazla açık edenlerdir” ifadesine vurgu yapmıştır. Bireylerin başkaları hakkında özel olan şeylere duyduğu merak ve kişileri gözetleme isteği bunun en önemli nedeni olarak görülmektedir. Bu tez kapsamında da görüşme yapılan 11 katılımcı özel hayatını diğer yazarlara göre daha çok teşhir eden blogcuların daha çok takip edildiği konusunda hemfikir olduklarını belirtmişlerdir. Özellikle cinsel hayatları hakkında yazan blogcuların diğer blogculara göre daha dikkat çektiği ve daha çok izlendiğini ifade etmişlerdir.

Katılımcılar, bloglarında özel hayatlarını ne derece teşhir ettikleri ve bu konudaki sınırlarının ne olduğu sorusuna cevap olarak çoğunlukla cinsel hayatlarının bu sınırın başlangıcı olduğunu ifade etmişlerdir.

“…Ya bazıları ismini okulunu bulunduğu şehri bile söylemekten çekiniyolar ama ben o kadar değil dediğim gibi yatak odasına geçmicek…” (jeliboni, 20).

Bu noktada mahremiyet ile özel yaşam alanı ayrımına dikkat çekmek gerekir. Burada şöyle çelişkili bir durum vardır. Bireyin belirli kimselerle belirli ölçüde paylaştığı yaşam parçalarını kapsayan özel yaşam alanı, blogcular tarafından blogda paylaşılmasında sakınca görülmeyen özel yaşam olarak görülmektedir. Katılımcıların çoğunlukla “yatak odası” metaforunu kullanarak ifade ettikleri ve teşhir edilmesinde sakınca gördükleri yaşam alanı ise mahrem alanı oluşturmaktadır. Buna göre katılımcıların blog ortamında özel yaşamlarının paylaşımıyla ilgili oluşturdukları sınır özel yaşam alanında değil, mahrem alanda başlamaktadır. Bu durum Türkiye’de bireylerin mahrem alan hakkında bir kavram karmaşasına sahip olduğunu göstermektedir. Üstelik mahrem alan sadece cinsellikle sınırlı tutulmaktadır.

Genel yaşam alanı olarak adlandırılan yaşam alanı, kişinin herkesle paylaşabileceği kamusal yaşam alanlarını içermektedir (Küzeci, 2010: 71). Diğer katılımcılardan farklı olarak hemoghemlobin blog ortamında özel hayatının paylaşımıyla ilgili oluşturduğu sınırın mahrem alandan önce, özel yaşam alanında başladığını belirtmiştir. Buna benzer olarak 25 yaşındaki Yağız Yılmaz, çoğu katılımcının mahremiyet ile cinsel hayat arasında kurduğu ilişkiye zıt olan görüşlerini ifade ederek, mahremiyet kavramının Birinci Bölümde de bahsedildiği gibi her insan için aynı anlama gelmediği görüşünü desteklemiştir:

“…Ya mahremiyet zaten bana direk cinselliği çağrıştıran bi kelime değil yani. Üzerimizde kıyafetlerimiz varken de yaşadığımız bi şey benim için mahrem olabilir.. nası diyim yani şeyi sevmiyorum ben insanlar senin hakkında çok fazla şey bilmemeli bence…” (Yağız Yılmaz, 25).

Sanal Uzam(Tumblr Blog Ortamı) ile Çevrimdışı Uzamda Kimlik

 

Bireyin blog ortamında sergilediği kimlik, bireyin gerçek kimliğinden beslenmekte ancak aralarında birçok farklılık da bulunabilmektedir. Aradaki farklılıkların hangi unsurlarda ortaya çıktığını belirleyebilmek ve farklılığın derecesini ortaya koyabilmek amacıyla yapılan derinlemesine görüşmelerde katılımcılara sorular yöneltilmiştir. Katılımcılardan 5’i blog ortamında sergiledikleri kimlik ile çevrimdışı kimlikleri arasında hiçbir fark olmadığını belirtmişlerdir.

“…günlük hayatta ne konuşuyorsam sanal ortamda da onu konuşuyorum çok farklı bi şey yapmıyorum hani en azından blog olarak insanlarla farklı şeyler konuşuyo olsam da ben hani burda sana ne söylüyosam akşam eve gidince blogta da onu yazıcam çok farklılık yok o yüzden…” (sosyalkedi, 18.)

Diğer 6 katılımcı blog ortamında sergiledikleri kimliklerin çevrimdışı kimliklerine göre biraz farklılık gösterdiğini ancak bu farklılıkların çok büyük olmadığını belirtmişlerdir.

“…aile içersinde benim yazdığım blogdan ailemin haberi yok çünkü ben yeri geldiği zaman onları da orda yazabiliyorum okumalarını da istemiyorum açıkçası .. çünkü orda benim arkadaşlarımla kendime ait bi yerim var ben evde de biraz öyleyim odamdan çıkmam falan kendime ait bi yerim hep olsun belki onla da alakalı bişi .. ee o yüzden hani ailemle konuşurken farklı biriyim o ortamda daha farklı biriyim .. ya da bi takım arkadaşlarımla konuşurken çünkü blogtaki gibi olursam beni anlamayabilirler çünkü onların öyle bişeyden haberleri yok falan…” (beyazleblebi, 21).

Burada kullanıcı, “kendime ait bir yer” metaforunu kullanarak Tumblr blog ortamının çevrimdışı uzama göre kendisine daha özgür bir alan sağladığını belirtmiş, bu özgür alanın sağladıklarının da ifadelerine ve yayınladığı gönderilere yansıdığını belirtmiştir. Dolayısıyla iki uzamda sergilenen kimlikler arasındaki fark, düşüncelerin özgürce ifade edilebilmesinden gelmektedir. 23 yaşındaki memcimek ise beyazleblebinin aksine, farklılığın İnternet ortamında daha temkinli olunması gerektiğinden kaynaklandığını ifade etmiş, içerik üretiminde daha dikkatli olduğunu açıklamıştır:

“…Bu internet ortamı bi şekilde kayıt altına alınan bi yer hani sen silmediğin sürece veya birisi senden onu kopyalamadığı sürece ya da görüntüsünü çekip belgelemediği sürece kayıt altında… hani gerçek hayatta ağzından bi laf kaçar onu toparlayabilirsin ya da toparlayamazsın. Ama hani orda kaçırmak biraz farklı bi şey yani kaçırmaman gerekir bence. Eğer silemiceksen zamanında eğer kimse ordan alıp bu da zamanında böyle demişti diye bi gün kullanıcaksa o sıkıntı olabilir ve o yüzden hani aslında hayatta da derler ya hani iki kere düşün konuşmadan önce orda da öyle…”

Blog ortamında idealize edilmiş performansların sergilenmesi blogcunun çevrimdışı uzamda sergilemiş olduğu kimlik ile blog ortamında sergilemiş olduğu kimlik arasında farklara yol açmaktadır. Bazı katılımcılar, Tumblr blog ortamında yazılarını takip ettikleri daha sonra da Tumblr buluşmalarında tanıştıkları blogcuların blog ortamında sergiledikleri kimlik ile buluşmalarda yani çevrimdışı uzamda sergiledikleri kimlik arasında farklılıklar olduğunu gözlemlemiştir.

“…şeyden şaşırıyorum ben yaş olarak çok şaşırıyorum..ee geliyolar 97’liyim 95liyim diyolar orda bi kesinlikle yıkılıyorum ben biraz o muhabbet biraz şeyapıyo hani… Ben zaten tumblr buluşmalarına yaş sınırı koyulması taraftarıyım. Yani olmuyo gerçekten hani tamam tumblra yazıyo yazarken daha iyi oluyo değiştiriyolar düşünüyolar ya da başka bi yerden destek alıyolar ama aynı ortamda muhabbet etmeye başlayınca yok diyorum ya…” (jeliboni, 20).

 

  1. 2.       Sonuç

Bu tez çalışmasında Tumblr blog ortamındaki kullanım pratiklerine ilişkin iki farklı çerçeve çizilmiştir. İlk olarak Tumblr blog ortamında etkin olan popüler blogcuların bloglarında ne paylaştığı ortaya konmuştur. Bloglarını devamlı güncelleyen ve Tumblr blog ortamında oldukça etkin olan popüler blogcular, diğer kullanıcılar tarafından düzenli olarak takip edilen, gönderileri zevkle okunan ve beğenilen blogcular olduğundan, blog kullanım pratiklerinin en iyi örneklerini oluşturmaktadır. Yapılan derinlemesine görüşmelerde blog yazmak ile popüler kültür arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu belirten katılımcıların ifadeleri, bir ay boyunca kaydedilmiş gönderilerinde yoğun olarak paylaştıkları popüler kültür unsurlarıyla da desteklenmiştir. Araştırmaya katılan popüler blogcular bloglarında yerli ve yabancı, güncel müzik, sinema, televizyon, şöhretler ve edebiyat ile ilgili gönderileri çok sık olarak paylaşmaktadırlar. Ayrıca Tumblr ortamındaki blogcuların Tumblr blog sağlayıcısına özgü olan follow/unfollow tartışmaları ve Tumblr’ın sunucu hatası gibi konularda da yazdığı görülmüş, söz konusu iletişim aracının kullanıcıların gönderilerinde paylaştığı konuları etkilediği ve kullanıcılar arasında yeni dil pratikleri yarattığı da gözlemlenmiştir. Katılımcıların Tumblr blog ortamında yeni medya ortamının en önemli özelliklerinden biri olan hipermetinselliği oldukça etkin bir şekilde kullandığı da gözlemlenmiştir. Blogcular bloglarında diğer toplumsal paylaşım ağlarındaki profillerinin bağlantılarını hipermetinler yoluyla düzenli olarak diğerleriyle paylaşmakta, blog ortamında iletişim halinde oldukları kullanıcıları diğer yeni medya ortamlarına ya da diğer toplumsal paylaşım ağlarında bulunan arkadaş ve izleyenlerini blog ortamına taşımaktadırlar. Dolayısıyla Facebook, Twitter gibi iletişim araçlarında bağlantı sayısı yüksek ve popüler olan kullanıcıların bu yolla, blog ortamında da popülerliği kısa sürede yakaladığını söylemek mümkündür. Bu araştırmaya katılan Tumblr blogcularının diğer toplumsal paylaşım ağlarında da arkadaş ve izleyen sayısının yüksek olması ve o ortamlarda da popüler olmaları da bu durumun kanıtı niteliğindedir.

Kaydedilen gönderilere göre güncel olayların, güncel olaylar hakkındaki görüş ve düşüncelerin paylaşıldığı gönderilerin çok az olması önemli bulgular arasındadır. Kullanıcıların belli bir kalıba uymaksızın, kendilerine ait bir alan olarak gördükleri ve kullandıkları kişisel bloglarında, güncel olaylardan bahsetmemeleri kendi bireysel gündemlerinde de bu olayların yer almadığının bir işareti olabilir. Ancak yapılan derinlemesine görüşmelerde, bazı katılımcıların güncel olayları takip etmelerine ve bu olaylarla ilgilenmelerine rağmen özellikle siyasi ve dini içerikli gönderiler yayınlamaktaki çekinceleri kendi ifadelerinden alıntılar yapılarak belirtilmiştir. Öte yandan Google’ın blog hizmeti olan Blogger’ın kapatılması gibi kendilerini direkt olarak ilgilendiren bir güncel olay karşısında birçok blogcu tepkisini dile getirmiş ve bu konu hakkındaki görüş ve düşüncelerini ifade ettikleri birçok gönderi yayınlamışlardır. Burada önemli olan söz konusu güncel olayın aynı ortamdaki birçok blogcuyu ilgilendiren bir niteliğe sahip olmasıdır. Blogcular kendileriyle aynı düşünceleri paylaşan kullanıcılar olduğunda, bu tür olaylarla ilgili duygu ve düşüncelerini daha kolay dile getirebilmektedirler. Ancak siyasi ve dini konular gibi kişiden kişiye büyük farklılıklar gösteren ve birçok kullanıcı tarafından “hassas” olarak nitelendirilen konularda bireyler çoğu zaman düşüncelerinin ifadesi konusunda tedirginlik yaşamakta ve çoğunlukla bu tarz gönderiler paylaşmamayı tercih etmektedirler. Bu durum da, toplumda bireylerin “ciddi” konularda kanaatlerini açıklamaktan çekindiğini ve ifade özgürlüğü ortamının gerilediğini göstermektedir.

Teze ilişkin ikinci önemli nokta ise popüler blogcuların Tumblr blog ortamında ne şekilde benliklerini sundukları konusudur. Kullanıcılar kendilerine özgü bir ortam yarattıkları bloglarında, sayfa düzeni, renk seçimi, yazı tipi gibi kişiselleştirilebilen özelliklerle, paylaştıkları gönderiler sayesinde oluşturdukları sanal kimliklerini pekiştirebilmektedirler. Ayrıca sanal uzamda bireylerin fiziksel gerçeklik olmadan varolmasından dolayı, sanal uzamın çevrimdışı uzama göre bireyleri daha özgür kıldığı düşünülmektedir. Ancak bu çalışmada da ortaya konulduğu gibi popüler blogcuların bloglarında sergiledikleri kimlik ile çevrimdışı uzamdaki kimlikleri arasında farklılık bulunmamaktadır. Buna göre Goffman’ın bireylerin günlük yaşamda benlik sunumuyla ilgili vurgulamış olduğu “performansların idealize edilmesi” durumunun, blog ortamında geçerli olmadığı söylenebilir. Bireyler çoğunlukla, blog ortamında, çevrimdışı uzamda geçerli olan toplumun resmi olarak onaylanmış değerlerini dikkate almamakta, çevrimdışı uzamda olduğu gibi performanslarını söz konusu değerlere göre şekilendirme kaygısı duymamaktadırlar. Elde edilen bulgulara göre, katılımcıların sanal uzamdaki kimlikleri ile çevrimdışı uzamdaki kimlikleri arasında oluşan küçük farklılıkların ifade özgürlüğünden ya da tam tersi kullanıcıların kendi kendilerine uyguladıkları bir çeşit oto-sansürden kaynaklandığı belirtilmiştir. Birinci duruma göre kullanıcılar blog ortamının çevrimdışı uzama göre daha rahat olduğunu düşünmekte, çevrimdışı uzamda dile getiremediklerini blog ortamında yazma fırsatı bulmaktadırlar. İkinci durumda kullanıcılar İnternet ortamının sanıldığının aksine özgür bir ortam olmadığını, her şeyin kayıt altına alındığını düşünmekte ve düşüncelerini özgürce ifade etmekten çekinmektedirler. Bu durum kullanıcıların blog ortamında ne anlatmak istediğine ve yine kullanıcıların çevrimdışı uzamdaki yaşam biçimlerine göre değişmektedir. Araştırmadan bağımsız olarak örneğin, çevrimdışı uzamda ailesi ile birlikte yaşayan bir bireyin gündelik yaşamında ailesinin yanında yaşıtlarıyla konuştuğu gibi konuşamayacağı düşünülebilir. Bu durumda sürekli ailesiyle vakit geçiren birey, blog ortamında ailesinin yanında ifade edemediklerini yaşıtlarıyla paylaşma imkanı bulmaktadır. Bu birey için blog ortamı çevrimdışı uzama göre daha özgür bir ortam sağlamaktadır. Öte yandan siyasi ya da dini konularda görüş alışverişi yapmayı seven bir birey, çevrimdışı uzamda kişilerle bu konuları tartışabilirken, çeşitli yasal düzenlemeler, kayıt altına alınma ya da dijital gözetlenme korkusuyla bunları blog ortamına taşıyamamaktadır. Dolayısıyla bu birey için de blog ortamı çevrimdışı uzama göre daha kısıtlayıcıdır. Blogcuların sanal uzamda sergiledikleri kimliklerinin çevrimdışı uzamdakine göre farklılık göstermediğinin bir diğer belirtisi de blogcuların sanal uzamdaki ilişkilerini blog buluşmaları sayesinde çevrimdışı uzama taşımasıdır. Bu sayede birçok blogcu buluşmalarda çok güzel vakit geçirdiğini ve yeni arkadaşlar edindiğini belirtmiştir.

Kullanıcıların İnternet ortamında birden çok alanda etkin olmasının ve iletişim araçlarının birçoğunda varlık göstermesinin bireylerin popüler olma ve beğenilme arzusundan ileri geldiğini belirten araştırmalar yapılmıştır. Buna göre bireyler bu tür ortamlarda diğer kullanıcılar tarafından beğenilmek için sahip oldukları en iyi fotoğraflarını yayınlamakta, bloglarında en iyi yazıyı yazmak için vakit harcamaktadırlar. Araştırmaya katılan katılımcılara göre beğenilmek oldukça ön plandayken, popüler olma isteği yeterince vurgulanmamıştır. Mümkün olduğunca fazla blogcu tarafından takip edilmek ve dolayısıyla gönderilerin daha çok kişi tarafından okunması blogcuları mutlu etmekte, ancak popülerlik aşamasında pek bir şey ifade etmemektedir. Bu durum araştırmaya katılan blogcuların zaten popüler hale gelmiş olanlar arasından seçilmiş olmasından kaynaklanabilir. Zira derinlemesine görüşme yapılan blogcuların birçoğunun takipçi sayısı 1000’in üzerindedir ve diğer toplumsal paylaşım ağlarında da arkadaş sayıları ve etkinlikleri oldukça yüksektir.

Yeni medya ortamında merak edilen diğer bir husus da mahremiyet algısıdır. Bu tez çalışmasında blogcuların blog ortamında ne şekilde benlik sundukları sorusunun önemli bir basamağını da mahremiyet algısı oluşturmaktadır. Önceden de belirtildiği gibi mahremiyetin anlamı kişiden kişiye, kültürden kültüre değişmektedir. Batı kültüründe mahremiyetin daha çok cinsellikle ilişkilendirildiği, Türkiye’de ise mahremiyetin, bireyin özel yaşam alanını da kapsayabileceği düşünülmektedir. Ancak elde edilen bulgulara göre, 17-25 yaş aralığındaki katılımcıların çoğu için mahremiyet, cinsellik anlamına gelmektedir. Katılımcılar bloglarında cinsel yaşamları dışında birçok şeyi paylaşmakta bir sakınca görmezken, bloglarda bireylerin cinsel yaşamları ile ilgili paylaşımlar yapmasını doğru bulmamakta, kendileri de bu tür paylaşımlarda bulunmayı tercih etmemektedirler. Birkaç katılımcı ise bloglarında paylaşacaklarının sınırını özel yaşam alanlarında başlatmakta, kişilerle gerçekleştirdikleri birebir ilişkilerini blog ortamına taşımayı tercih etmediklerini ifade etmektedirler. Özellikle de bir katılımcı mahremiyeti sadece cinsellikle sınırlı tutmadığını kendisiyle yapılan derinlemesine görüşmede açıkça ifade etmiştir.

 

Kaynaklar

Bentham, J. vd. 2008. Panoptikon Gözün İktidarı. Su Yayınları, İstanbul.

Binark M. 2007 (b). Yeni Medya Çalışmalarında Yeni Sorular ve Yöntem Sorunu. Binark, M. (Der.), Yeni Medya Çalışmaları: 21-44. Dipnot Yayınları, Ankara.

Binark, M. 2009. Yeni Medya Dolayımlı İletişim Ortamında Olanakların ve Ol(a)mayanların Farkında Olmalı. Evrensel Kültür, Sayı 216: 60-63.

Cemiloğlu Altunay, M. 2010. Gündelik Yaşam ve Sosyal Paylaşım Ağları: Twitter ya da “Pıt Pıt Net”. İleti-ş-im Sayı 12: 31-56.

Goffman, E. 2009. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. Metis Yayınları, İstanbul.

İrvan, S. 2001. Gündem Belirleme Yaklaşımının Genel Bir Değerlendirmesi. İletişim 2001/9 69-107.

Küzeci, E. 2010. Kişisel Verilerin Korunması. Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara.

Mutlu E. 2005. Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya. Ütopya Yayınları, Ankara.

Niedzviecki, H. 2010. Dikizleme Günlüğü. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Reporters Without Borders. 2005. Handbook For Bloggers And Cyber-Dissidents. <www.rsf.org>.

Toprak, A. vd. 2009. Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: “Görülüyorum Öyleyse Varım!”. Kalkedon Yayınları, İstanbul.

Yüksel, M. 2003. Modernleşme ve Mahremiyet. Kültür ve İletişim 6(1) Kış: 75-108.


[1] Araştırmanın yürütüldüğü blog hesabına http://prendsnote.tumblr.com/ adresinden ulaşılabilir. Blogun alan adı olan prends note cümlesi Fransızcada “not alın”, blogun başlığı olan prends note, s’il te plait ise “lütfen not al” anlamına gelmektedir. Araştırmacı bu başlığı Fransızcaya olan özel ilgisi nedeniyle tercih etmiştir.

[2] 28 Kasım 2010 tarihinde çatıda yapılan izolasyon çalışmaları nedeniyle çıktığı düşünülen yangında Haydarpaşa Tren Garı’nın çatısı büyük hasar gördü ve 4. katı kullanılamaz hale geldi.

[3] Daha önce de belirtildiği üzere, İsveç merkezli uluslar arası bir organizasyon olan Wikileaks, 29 Kasım 2010 tarihinde hükümetlerin ve diğer bazı organizasyonların hassas ve gizli belgelerini yayınlamasıyla büyük ses getirdi.

[4] 15 Aralık 2010 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu ile toplantı yapacağı ODTÜ yerleşkesine gelmesinin ardından, ODTÜ’lü öğrenciler toplantının yapıldığı binanın önünde toplandı ve Başbakanı protesto etti. Polisin sert tepkisiyle karşılaşan öğrencilerden 21’i gözaltına alındı.

 

 


[*] Server sunucu demektir. Bilgisayar ağlarında, diğer ağ bileşenlerinin (kullanıcıların) erişebileceği, kullanımına ve/veya paylaşımına açık kaynakları barındıran bilgisayar birimidir. Bir web sitesi yayını için alan adı (domain) satın alındıktan sonra verilerin internet ortamında paylaşıma açılması için bir server’da barındırmak gerekir.


12 Ekim 2011 AB İlerleme Raporunda İnternet ve ifade özgürlüğü, devlet eliyle filtreleme uygulaması

Ekim 12, 2011

“There are still frequent website bans of disproportionate scope and duration. Since May 2009 the Telecommunications Communication Presidency (TİB) has published no statistics on banned sites. A case has been brought against the TİB for not supplying statistics on the banned sites, as this is not in line with the Law on the right to information. Court cases are also ongoing against the You Tube video-sharing website and other web portals. The Law on the Internet, which limits freedom of expression and restricts citizens’ right to access to information, needs to be revised. In April 2011 TİB, basing itself on the Internet Law, sent a letter to hosting companies asking them to cancel websites which included certain potentially provocative words. This raised heavy criticism, to which TIB responded that the list of words was intended to assist hosting companies identify allegedly illicit web content.

Reacting to strong criticism, the Information and Communication Technologies Authority (ICTA) amended its February 2011 regulation on the principles and procedures for safe usage of the Internet. The revised version, which was adopted in August 2011, responds to a number of concerns, in particular by making the Internet filters explicitly optional. After a testing phase ending in November 2011 the system will be available to all users. Implementation in line with European standards will be essential.

Overall, open debate, including on issues perceived as sensitive, continued. practice, freedom of expression is undermined by the high number of legal cases and investigations against journalists, writers, academics and human rights defenders and undue pressure on the media, which raises serious concerns. The present legislation does not sufficiently guarantee freedom of expression in line with the ECHR and ECtHR case law and permits restrictive interpretation by the judiciary. Frequent website bans are another cause for serious concern. Turkey’s legal and judicial practices, legislation, criminal procedures and political responses are obstacles to the free exchange of information and ideas.  (pp. 26 – 27)”

Kaynak: http://www.abgs.gov.tr/files/tr_rapport_2011_en.pdf