YAŞLANMA VE İKLİM KRİZİ

Yazan: Samuel Young

Türkçeleştiren: Beren Kandemir, Hacettepe Üniversitesi SBE- İletişim Bilimleri Doktora Programı

Nüfusun yaşlanıyor olduğu bir gerçek.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2020 ile 2050 yılları arasında dünya çapında 60 yaş ve üzeri insan sayısı 1 milyardan 2.1 milyara çıkacak. Daha varlıklı birçok ülkedeki yaşlı nüfus ise halihazirda orantısız. Örneğin Galler’de 60 yaş üzerindeki kişilerin 2026 yılına kadar nüfusun yaklaşık %30’unu oluşturacağı tahmin ediliyor. Şimdi ise dünyanın geri kalanı bu orana yetişiyor: 2050 yılı itibarıyla 60 yaş üstü nüfusun üçte ikisi, şu anda düşük ve orta gelirli olarak kabul edilen ülkelerde yaşıyor olacak.

Yaşlanan nüfus, ,iklim kriziyle karşı karşıya kalındığında bir tür zorluk teşkil ediyor. Yaşlanmanın belirli bir yolu yok elbette. Birçok insan ilerleyen yaşlarında da sağlıklı ve aktif bir yaşam sürebiliyorlar ve tıpa yaşanan gelişmeler, sağlıklı yaşamın daha ileri yaşlara kadar uzatılabilmesine olanak sağlıyor. Bununla birlikte yaşlanma yine de çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkma olasılığını artırıyor ve birçok yaşlı insan için birden fazla sağlık ve sosyal bakım ihtiyacı ortaya çıkıyor. Toplum yaşlandıkça bakım ihtiyaçları da doğal olarak artıyor ve sağlık ve sosyal bakım hizmetlerine daha fazla kaynak ve insan gücü aktarılması gerekiyor. Bu gidişat, mevcut küresel yaşlanma eğiliminin, eş zamanlı olarak artan iklim istikrarsızlığıyla da örtüştüğü dikkate alındığında, sorunlu bir hale geliyor. Daha ekstrem ve öngörülemez bir iklim, yalnızca nüfusun -özellikle de yaşlı bireylerin- üzerinde daha fazla baskı oluşturmakla kalmayacak, aynı zamanda toplumların artan bakım ihtiyaçlarını karşılama becerisini de zorlayacaktır.

Artan bu zorluğa ve yaşlı bireylerin özel sağlık ve sosyal bakım ihtiyaçlarını toplumun gözleri önüne getiren Covid-19 salgınına rağmen, yaşlanma ve iklim değişikliği arasındaki kesişime ilişkin tartışmalar görece geri kalmış durumdadır. Bu durum, başta, geleneksel “ılıman deniz “iklimi koşullarına sahip ve bu yüzyılın ortalarında normal hale gelebilecek ekstrem iklim koşullarını son zamanlarda deneyimlemeye başlayan yüksek gelirli bir ülke Birleşik Krallık için geçerlidir. Britanya’nın iklim söylemi, küresel nüfusun büyük bir kısmının halihazırda kuraklık, sel, kontrol altına alınamayan yangınlar ve diğer ölümcül iklim olaylarından zarar gördüğü bir dönemde, iklim değişikliğinin, özellikle de en yaşlı ve savunmasız vatandaşları için taşıdığı potansiyel insanlık trajedisi konusunda görece bilinçsiz kalmaktadır.

İlginç bir şekilde iklim tartışmalarında bir belirsizlik hâkim. Haber içeriklerinde elektrikli otomobiller, et içermeyen beslenme rejimlerin ve tartışmalı olan yeniden yabanlaştırma tasarıları tartışılıyor, ancak iklim değişikliğinin büyüyen sosyal tehlikelerine değinme konusunda suskun kalınıyor.

Bu konuda konuştuklarında ise, ses tonu genellikle tembel ya da düpedüz çocuksu oluyor. Yaşlılar ve iklim değişikliği hakkındaki söylem, yaşlıların iklim değişikliği konusunda hiçbir farkındalığı ya da ilgisinin olmadığı varsayımı gibi yaş ayrımcılığına dayalı stereotiplere saplanıp kalmış durumda. Bundan daha kötüsü, yaşlıların iklim değişikliğinin baş etkenleri oldukları yönündeki işe yaramaz iddia da çevrimiçi reklam geliri uğruna nesiller arası çatışmayı körüklemekten başka bir amaca hizmet etmiyor.

O halde yaşlanma ve iklim değişikliği hakkında daha ciddi düşünmeye nasıl başlayabiliriz? Ve yaklaşan iklim felaketini, aynı ufukta beliren yaşlanma artışına paralel olarak görmekten neler öğrenebiliriz?

Yaşlanma ve İklim Riskleri

İklim değişikliğinin hem yaşlıların sağlığı hem de toplumun artan bakım ihtiyaçlarını karşılama yeterliği üzerindeki olası etkilerinden bazılarını tanımlayarak başlayabiliriz. Şunu da eklemek gerekir ki; Birleşik Krallık örneği üzerinden burada tartışılanların çoğu, büyük iklim değişikliğinin şokunu henüz yeni hissetmeye başlayan diğer zengin ve ılıman (ve yaşlanan) ülkelere için de aynı şekilde geçerli olduğu söylenebilir.

Bu risklerden en acil olanı, gezegenin kendisinin ısınmasıdır. Yüksek sıcaklıklar hepimizi tehlikeye atıyor ancak zararlı etkileri yaşlı insanlar için daha ciddi bir tehlike oluşturuyor. 2023 yılı dünya çapında kaydedilen en sıcak yıl olurken, İngiltere’de sıcaklığın ilk kez 40°C’nin üzerinde kaydedildiği 2022’den sonra ikinci en sıcak yıl oldu. Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Ajansı’na göre, eğer sıcaklıklar mevcut seyrinde yükselmeye devam ederse, 2050 yılına kadar Birleşik Krallık’ta her yıl hipertermiden yaklaşık 10.000 ölüm yaşanacak. Bunların büyük çoğunluğunun, bedenleri ekstrem hava koşullarında iç sıcaklıkları düzenleme konusunda daha fazla zorlanan yaşlı insanlar olması bekleniyor.

Gezegen ısındıkça hava koşulları daha dramatik ve öngörülemez hale geliyor. Kuraklık, sel, soğuklar, kontrol edilemeyen yangınlar, biyolojik çeşitlilik kaybı ve iklimle bağlantılı diğer felaketlerin tümü, sağlıklı gıda, temiz su ve yaşamı sürdürmek için gerekli diğer temel unsurların tedarik zincirlerini büyük ölçüde bozma potansiyeline sahip. Karmaşık, küreselleşmiş toplumumuzda bu, her yaştan ve yetenekten insanı etkileyecektir. Ancak karmaşık sağlık ihtiyaçlarının daha fazla olması ihtimallerinin yüksek olması nedeniyle, artan riskle karşı karşıya kalanlar yine yaşlı nüfustur.

Dahası, bulgular iklim değişikliğinin bulaşıcı hastalıkların bir zamanlar ılıman olan bölgelere yayılmasını hızlandıracağına işaret ediyor. Daha sıcak ve daha nemli bir iklim, sivrisinek kaynaklı Batı Nil, Dang humması ve Chikungunya virüsleri gibi, şu anda Birleşik Krallık’ta görülmeyen tropikal hastalıklar için de uygun bir zemin oluşturuyor ve bunların tümü, vücutları enfeksiyonla savaşmada daha zayıf kalan kişiler için risk oluşturuyor. 2022’de gördüğümüz gibi daha sıcak yazlar, kontrol edilemeyen yangın riskini de artırıyor; bu sorun, geniş kırsal alanların açık otlaklarla kaplı olduğu Galler’de giderek daha yaygın hale geliyor. Yangınlar bariz tehlikesinin yanı sıra hava kalitesinin bozulmasında da rol uynayarak, giderek daha yaşlı ve daha izole hale gelen kırsal nüfus için risk oluşturuyor.

Son olarak belirtmek gerekirse; yaşlanan bir nüfus, iklim kaynaklı şoklara karşı savunmasız olan sağlık ve sosyal bakım hizmetlerinin daha fazla kullanılmasını gerektirmektedir. Birleşik Krallık’ta giderek yaygınlaşan bir örnek de, sel ve toprak kaymaları nedeniyle ulaşım ağlarında yaşanan kesintilerdir. Bu durum, insanların sağlık hizmetlerine erişme olanağını kısıtlayabilir (evde bakımın kesintiye uğraması dahil) ve acil durum hizmetlerini yavaşlatabilir. Gıda ve su örneğinde olduğu gibi, tedarik zincirlerinde iklim kaynaklı aksamalar ilaç ve tıbbi ekipmanın bulunabilirliğini de sınırlayabilir ve karmaşık sağlık sorunları ve engelleri olan kişileri daha fazla etkileyebilir.

Bunlar iklim değişikliğinin yaşlanan nüfusa nasıl doğrudan tehdit oluşturduğuna dair birçok örnekten sadece birkaçı. Buradaki örnekler, iklim değişikliğinin öngörülen etkilerinin -en azından şimdilik- görece daha hafif olacağı Birleşik Krallıklar ile sınırlı (Gary Haq, Conversation’da 2023’te yayımlanan makalesinde, yaşlanan nüfusun ekstrem iklim koşullarıyla nasıl etkileşime girdiğine ilişkin daha geniş bir tabloyu ele alıyor). Diğer yandan, bu sınırlı örnekler bile, bu iki kritik gidişatın yaklaşmakta olan -ve durdurulamaz- çatışmasının yaratacağı sosyal riski gözler önüne seriyor.

İnsanlık Krizi

Peki bütün bunlar bize ne anlatıyor? Kesinlikle oldukça kasvetli ve en inatçı kuşaklar arası savaşçıyı bile ayıltacak bir tablo. Ancak daha da önemlisi, iklim krizinin son derece insani bir kriz olduğunu ve öyle olacağını bize gösteriyor. Nüfus yaşlandıkça ve iklim daha çalkantılı hale geldikçe, küresel Kuzey’in karmaşık sağlık ve sosyal bakım sistemleri de dahil olmak üzere iklim değişikliğinin bir insanlık trajedisi olarak ortaya çıktığını göreceğiz.

Bu durum, iklim değişikliğini nasıl yorumladığımızı kökten değiştirme potansiyeline sahip. Aşırı iklim koşullarına karşı dayanıklılığı, insanlığın- özellikle de toplumdaki en savunmasız kişilerin – acil refahı meselesi olarak yeniden düşünmek, ciddi yapısal değişiklikleri siyasi gündeme taşımayı mümkün kılabilir. Bunlar, tedarik hatlarının karmaşıklığının azaltılmasını, toplu taşımanın teşvik edilmesini ve eskimiş konut stoğunun kapsamlı bir şekilde güncellenmesini içerebilir. İklim istikrarı mücadelesini insan yaşamı için bir mücadele olarak yeniden tasavvur etmek, iklim tartışmalarını, sözde ciddi yorumcular tarafından ortalıkta dolaşan, küresel nüfusun azaltılması çağrıları gibi matematiksel olarak etkisiz ve daha da önemlisi tamamen insanlık dışı bazı karanlık önerilerden uzaklaştırabilir.

Yaşlılar üzerindeki zararlı etkisine odaklanarak iklim krizini insanileştirmek, iklim eyleminin önündeki engellerin yıkılmasına da yardımcı olabilir. İklim aktivizmi hala sosyal sınırları aşmak için mücadele ediyor. Birleşik Krallık’ta iklim aktivizmi genellikle (adil ya da adil olmayan bir biçimde) genç, orta sınıf, üniversite eğitimli insanlara yönelik bir arayış olarak stereotipleştiriliyor. En ufak bir sıcaklık artışının bile nüfusun geniş bir kesimi üzerinde yaratacağı etkiye dikkat çekerek, daha geniş bir grubu harekete geçirmek mümkün olabilir. Yokoluş İsyanı’nın tuhaflıkları herkesin hoşuna gitmeyebilir ama kimse büyükanne ve büyükbabasının Dang hummasına yakalanmasını istemez.

İklim değişikliği ile yaşlanan nüfus arasındaki kesişim pek hoş bir tablo olmasa da her krizin değişim yaratma potansiyeli vardır. Daha dramatik hava koşulları daha zengin ve daha kayıtsız ulusları rahatsız etmeye başladıkça, iklim değişikliği kaçınılmaz olarak yaşlılardan başlayarak daha insani bir boyut kazanacak. Belki büyüyen sosyal acil durum, sosyal motivasyonlu iklim eylemi etrafında yeni bir fikir birliği oluşturarak kayıtsızlığı ortadan kaldıracak, belki de bunu yapamayacak fakat en azından iklim krizinin sonuçta aynı zamanda bir insanlık krizi olduğunu bize hatırlatacak.

Kaynak: https://www.resilience.org/stories/2024-03-13/ageing-and-the-climate-crisis/?s=06

Yorum bırakın