Yazan: Pelin Koç/HACETTEPE ÜNV. SBE. KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR VE MEDYA YÜKSEK LİSANS PROGRAMI
Distopik gelecek anlatıları, okumaktan en fazla haz duyduğum anlatıların başında yer almaktadır. Karanlık gelecek tasvirleri insanda zaman zaman bir kasvet duygusu uyandırabiliyor elbet. Fakat diğer yandan, geleceğin bu açıdan yorumlanması şimdinin rehavetine kapılıp gitmemeye yönelik bir uyarı anlamı da taşımaktadır. George Orwell’ın 1984’ü, Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı, Yvegeni Zamyatin’in Biz’i ve Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü gibi eserler bunlardan bazıları. Bu eserler, nasıl sonlanırlarsa sonlansınlar insan aklı ve algısının direnişine ışık tutarlar. Böylece, insana dair bu temel yetilerin insan iradesinin kontrolünden çıktığında toplumun neye benzeyeceğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyan bir tablo karşımıza dikiliverir. Bu tablonun yaratılışında rol oynayan mekanizmaların neler olduğunu anlamak toplumsal yaşam için oldukça önemlidir. Çünkü ancak bu şekilde toplumsal yaşamı abluka altına alan otomatikliğin boğuculuğundan kurtulmanın yolları ortaya çıkabilir. Fakat söz konusu faktörleri kavramayı amaçlayan bu yazının çerçevesini az önce saydığım çalışmalardan bambaşka bir kitap oluşturuyor; Jonathan Crary’nin (2015) incelikli eseri 7/24 Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu. Crary’nin bu çalışması, bende uyandırdığı hava nedeni ile üzerimde az önce değindiğim distopik anlatılara benzer o sarsıcı etkiyi bıraktı. Doğrusunu söylemek gerekirse, çoğu noktada Crary’nin yaklaşımını karamsar buldum. Fakat yazarın amacının geleceğe yönelik korkunç bir kehanette bulunmaktan ziyade geç kapitalizme dair ayrıntılı bir analiz yapmak olduğu düşünülürse, kitabın içeriğinin daha net anlaşılacağı kanaatindeyim.
Katılım İdeolojisi ve Kullanıcının Konumu
Kitabının ilk bölümünde Crary, beyaz taçlı serçe kuşlarını göç sırasında yedi günü bulabilen uyanık kalma özelliğine değinmiştir. Amacı, ABD Savunma Bakanlığı’nın bu tür canlıları ve buna benzer mevsimsel davranışları insanın uykuya olan ihtiyacını azaltmak adına büyük bir araştırma alanı haline getirdiğini vurgulamaktır. Crary bunun, uykuya ihtiyaç duymayan bir askerin yaratılmasını mümkün kılacağını belirtirken bu bağlamda bilim-ordu ve insan-makine etkileşiminin güçlendirilmek istendiğini açıklamıştır. Buradan yola çıkarak internetin askeri bir proje olarak doğduğunu anımsamak faydalı olacaktır.[1] Çok açık ki internetin başlangıçtaki kullanım amacı bugün oldukça çeşitlenmiştir. Ancak internetle olan ilişkimiz, Crary’nin deyişiyle “uykusuz tüketici”nin yaratılması ve varlığının sürdürülmesi işinden hiçbir zaman ayrı olmamıştır. Şunu belirtmek gerekir ki burada bireyin 7/24 uykusuz kalması ve bu süre içinde durmaksızın tüketmesinden ziyade 7/24 dünya pazarına uyumlu bireylerin yaratılması söz konusudur. Crary, bu amaçla yapılan girişimlerden söz ederken uykudan yoksun bırakılmanın aynı zamanda mahkûmlar üzerinde uygulanan bir işkence türü olduğundan da söz etmektedir. Bu yoksunluk aracılığıyla geçerli kılınan şey ise insan hayatına dair rasyonel kararların alınabilmesinde ortaya çıkan aksaklığın öteden beri var olduğu yönünde bir algıdır.
Crary, geç kapitalist sistemin uykuya müdahalesinde küresel pazarların, enformasyon ve iletişim ağları ile tüketim kültürünün stratejik bir rol oynadığını vurgulamıştır. Ona göre sistem, finansal kaynaklarını maksimize etmek adına bireyin hayatı ile bedeni üzerinde bir takım sömürü ve denetim biçimleri uygulamaktadır. Böylelikle kapitalizmin 7/24 durağanlığına uygun hayatlar yaratmak kolaylaşmaktadır. Bu yapı bireyi korkunç bir “farksızlık zamanı”na hapsederken aynı zamanda kişinin bir daimilik yanılgısı ile yaşaması için gerekli koşulları inşa etmektedir. Dijital enformasyon ve iletişim teknolojileri bu inşa sürecinin başat aktörleridir. Bu bağlamda, Crary’nin iletişim teknolojilerine olan bakış açısı, internet ve sosyal paylaşım ağları üzerine geliştirilen eleştirel teoriler ile paralellik göstermektedir.
Christian Fuchs (2014), internet ve sosyal medya platformlarından bahsedildiğinde bunların ekonomi politiğinin de mutlaka hesaba katılması gerektiğini belirtmiştir. Zira Fuchs, sosyal medyanın ideolojik olduğunu ve kullanıcılarının burada gösterdiği performansların emek sömürüsüne açık olduğunu savunmaktadır. Buna bağlı olarak, sosyal medya araçlarının sahip olduğu işletme mantığının kullanıcı emeğini sömürdüğünü ve böylelikle artı değer üretiminin sağlandığını vurgulamıştır. Benzer biçimde Crary de (televizyon izleyicisini örnek gösterse dahi) belli bir yere sabitlenmiş bireylerin, fiziksel emek olmaksızın artı değer üretimine dâhil olmalarından söz etmiştir. Televizyon döneminin ardından özellikle 1990’lı yıllardan sonra hızla gelişen teknolojinin ortaya çıkardığı “akıllı” cihazlar ise Crary’e göre bireyin 7/24 rutinleri ile bütünleşme kapasitesini arttırmıştır. Dolayısıyla bireyin eylemleri artı değer üretimi ile daha fazla örtüşmektedir.
İnternet ve sosyal medyaya hâkim olan ticari kaygılar, medya aygıtlarının yöndeşmesi [convergence] çerçevesinde ele alınmalıdır. Yöndeşme, medya, telekomünikasyon ve enformasyon sektörlerinde meydana gelen en önemli gelişmelerden biri olarak görülmektedir. İletişim endüstrisindeki bu sektörlerin sahip olduğu teknolojiler ile kurumların birbirileri ile olan entegrasyonu olarak tanımlanmaktadır (Babe, 1996; McKercher, 2002; Winscek, 1998’den akt. Mosco, 2006). Böylelikle, özel iletişim firmalarının gücü ile sektörler arasındaki ayrım ortadan kalkarak devasa bir enformasyon ve iletişim hizmetleri alanı yaratılmaktadır (Mosco, 2006). Yaratılan bu ortak dilin yol açtığı dijitalleşme, Crary’nin ele aldığı biçimi ile gece-gündüz, aydınlık-karanlık, eylem-istirahat arasındaki ayrımları aşındırmakta ve sürekli olarak açık bir alışveriş merkezini inşa etmektedir. Özellikle telefon, tablet vb. akıllı cihazların her an erişilebilir ve açık olabilmeleri, insanların uykuya olan ihtiyacının altını oymaktadır. Her an çevrimiçi mevcudiyeti destekleyen bu teknoloji ürünleri, gündelik hayatın ayrılmaz birer parçası haline gelmiştir. Buna göre birey, uykunun da daimi bir ertelemesini gerektiren bir hız deneyimi ile karşı karşıyadır. Crary, bu noktada ağların ya da makinelerin etkisinden ziyade hızın, formatların ve bunların ritminin algıyı nasıl şekillendirdiğine odaklanmanın önemine dikkat çekmiştir.
Fuchs’a göre (2014), insan hayatının bu şekilde düzenlenmesi günümüz web dünyasında boş zaman faaliyetleri ve emeğe ayrılan zamanı birbirinden farklı kılan özellikleri ortadan kaldırmaktadır. Bu, 7/24 çalınan zamanın yaşamın insani yönlerini çevreleyen doğal ayrımlar arasındaki sınırları nasıl silikleştirdiğini bir kere daha göstermektedir. Bir taraftan Crary’nin eleştirdiği dijital çağ tanımlaması kapsamında yaratılan bir kalıcı tutarlılık yanılsaması işlerliğe konulurken diğer yandan kullanıcı emeği amansızca sömürülmektedir.
Bu çağa ait tartışmalarda ortaya çıkan en belirgin özelliklerden biri kullanıcıların tüketim sürecine aktif katılımıdır. Bu katılım süreci ile ortaya çıkan yeni kültür, Henry Jenkins (2006) tarafından katılımcı kültür olarak adlandırılmıştır. Buna göre bireyler hem aktif kullanıcılar olarak yaratıcılıklarından faydalanmakta hem de medya içeriğine ulaşmanın yeni yollarını arayarak diğer kullanıcılarla sosyalleşebilmektedir. Katılımın beraberinde, Alvin Toffler tarafından ortaya atılan üretüketici olgusu gelmektedir. Toffler, üretüketiciyi [prosumer] tükettiği bazı ürün ve hizmetleri kendisi üreten kişi olarak tanımlamıştır. Üretüketimin temelinde kullanım için üretme amacı bulunduğundan, üretim ve tüketim aynı kişide birleşmektedir (akt. Küçüksaraç, 2014). Fuchs, Toffler’ın yaklaşımını optimist ve eleştirellikten uzak bulmaktadır. Bununla birlikte kendisi, medya yapısındaki önemli değişimlere işaret eden bu kavramın, eleştirel çalışmalara da adapte edilebileceğini belirtmiştir. Bu çerçevede, üretüketicinin web ortamındaki varlığının gayri maddi emek gücü olarak analiz edildiği görülmektedir.
Crary’nin 7/24 farksızlık zamanının emek açısından durmaksızın ve sınırsız çalışma fikrini nasıl normalleştirdiğine dikkat çektiği anımsandığında web’in kamusal alan potansiyelinin aşınmakta olduğu fark edilebilir. Bununla ilgili olarak Fuchs, sosyal medyanın limitlerine dikkat çekmiştir. Fuchs buradan yola çıkarak, günümüz web ortamını demokratik, katılımcı ve kamusal alan olarak niteleyen görüşlerin internetin kapitalizm tarafından nasıl şekillendirildiğini görmeyi engellediğini aktarmıştır. Ona göre böyle bir yaklaşım, kapitalizmin ideolojik işlevini görmezden gelmekte ve sosyal medyanın yanlış yorumlanmasına yol açmaktadır (Fuchs, 2014). Bu yönüyle katılım, tam da Crary’nin sözünü ettiği bir uykudan caydırma stratejisi ile hem özel hem kamusal alanın istilasını meşrulaştıran bir ideoloji olarak ortaya çıkar.
Fuchs katılım ideolojisini kapitalizmin belli fonksiyonlarına dikkat çekerek açıklamaktadır. Bunlardan bir tanesi olan hedeflenmiş internet reklamcılığı [targeted internet advertisement] yoluyla reklam şirketleri, çevrim içi ortamda aynı anda daha fazla reklam içeriğini kullanıcılara ulaştırabilmektedir. Kullanıcının gerçekleştirdiği tıkla-satın al süreci ile bu reklamlar, hem ücretli işçilerin ödenmeyen emek süresini hem de kullanıcı türevli içerik üreten kullanım biçiminin ödenmeyen emek süresini kapsamaktadır. Yani kullanıcıların internette geçirdiği zaman ve birbirleriyle kurdukları iletişim metalaşarak bir sömürü aracı haline gelmektedir (Fisher, 2014). Böylece medya şirketleri seyirciyi reklamcılara meta olarak satarlar (Smythe 1987/2006’dan akt. Fuchs, 2014). Bu tüketici metasına bağlı sömürünün genişlemesi, örneğin, sosyal paylaşım sitelerinde daha çok zaman geçiren kullanıcılara sahip olunması ile mümkündür. İnternet kullanıcısı böylelikle “bedava emek” üreten yani ücret ödenmeyen bir işçiye dönüşmüştür (Fisher, 2014). Bu ise yeni bir tür emek sömürüsü olan üretüketici emeğini yaratmaktadır. Dahası, üretüketici emeği şirketlerin ticari mantığı ile görünmez kılınmaktadır. Sosyal paylaşım siteleri, kullanıcıları devamlı birbirileri ile sosyalleşmeye ve iletişim kurmaya teşvik ederken (Fisher, 2014), Crary’nin sözünü ettiği daimi müddette erişilebilir olmakla ihtiyaçların sonu gelmezliğini mümkün kılmakta ve eğlence ile boş zamanın dahi metalaşmasını sağlamaktadır. Üstelik bunu yaparken -her tüketim ürünü ve hizmeti gibi- kendisini kişinin hayatının düzenlenmesi için son derece önemli bir unsur olarak sunmaktadır.
Enformasyon şirketlerinin liderliğindeki internet ortamının bu denli kâr odaklı hale gelmesi internetin politik kimliğini de sorgulamayı gerektirir. Yeni iletişim teknolojileri ile birlikte değişen ve dönüşen katılım, aynı zamanda sivil öznelliğin bir ifadesidir. Buradan bakıldığında web’de katılım çerçevesindeki tartışmalara bir de demokrasi olgusu eklenmektedir. Bu bağlamda Peter Dahlgren (2014), sosyal medyanın heterojen bir kullanıcı kitlesini bir araya getiren ve demokratik katılıma olanak sağlayan araçların bir arada bulunduğu bir kamusal alan olma potansiyelini taşıdığının belirtmiştir. Dahlgren, web’in iktisadi mantığının bu potansiyeli tartışmalı hale getirdiğini de sözlerine eklemiştir. Fuchs, bu konuda özellikle sosyal ağlar üzerinde yaptığı analizin bulgularından söz etmektedir. Bunlara göre Youtube’un ekonomi politiği uluslararası medya kuruluşları tarafından yönetilmektedir. Bunun yanında, Youtube ve Facebook’ta eğlence ile müzik ön planda iken politikanın kullanıcılar açısından daha geri planda yer aldığı görülmektedir. Üstelik Facebook’ta yer alan politik unsurlar arasında, Noam Chomsky vd. alternatif politik figürlerin takipçi sayısı iktidardaki siyasetçilere oranla daha düşüktür. Facebook üzerinden örnek veren Dahlgren de burada oluşturulan homojen yapıdaki ağların, vatandaşların karşıt görüşlerle bir araya gelmesini engellediğini ifade etmiştir. Bu nedenle, tartışmanın önemli bir kısmı yıpranacaktır (Dahlgren, 2014). Benzer sınırlılıklara sahip Google arama motorunda yapılan arama sonuçlarına bakıldığında ise şirketleşmiş organizasyonların “politik haber”lerle ilgili yapılan aramaları yönettiği gözlenmektedir. Fuchs Twitter’ın 140 karakterli kısa mesajlarını da eleştirmektedir. Metinlerin bu denli kısa olmasının politik tartışmayı önleyebileceğini ifade ederken bu metinlerin aynı zamanda metalaşma ve hız kültürünün bir parçası haline geldiğini vurgulamıştır. Buna ek olarak Fuchs, Twitter’da en çok takip edilen hesapların eğlence amaçlı olduğunun altını çizmiştir (Fuchs,2014). Bu tartışmalar çerçevesinde son olarak belirtilmesi gereken kapitalizmin tekelci eğiliminin demokrasi üzerindeki negatif etkisidir. Zira görüldüğü gibi tekelci kapitalizm, demokratik katılımcı olarak tanımladığı interneti tam tersi bir biçimde kurgulamaktadır (Yumuşak, 2015). Böyle bir ortamda kapitalizmin sorgulanmasının oldukça güç olacağı sonucuna varmak kaçınılmazdır. Bu anlamda dönüşümü sağlayabilecek başat mekanizmalar ise katılımcı demokrasi ve alternatif medyanın varlığıdır.
Alternatif medyada, bununla paralel olarak da demokratik bir medyada aranan nitelikleri tarif eden Marisol Sandoval ve Christian Fuchs (2015), demokratik katılımın ve sağlıklı bir politik tartışmanın gerçekleşmesi için gerekli koşulları barındıran bir kamusal alanın yokluğundan söz etmiştir. Çünkü ticari birikime odaklı medyaya alternatif olarak kullanılacak medya ağları hala yeteri kadar güçlü değildir. Buna istinaden yazarlar, hem katılımcı demokrasi hem de alternatif medyanın eleştirel bakış açısına ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla katılım dediğimiz şey sıradan insanın yalnızca enformasyon ağlarına ve medya üretimine erişimiyle açıklanamaz. Yukarıda da belirtildiği üzere bu haliyle katılım, baskın ideolojinin bir mekanizması olmaktan öteye gitmeyecektir. Bu nedenle alternatif medyanın da katılımcı demokrasiye dirayet kazandırabilmesi, onun eleştirel medya içeriği üretebilmesine ve bu içeriği yayabilmesine bağlıdır. Böylece kamunun geniş bir kesimine ulaşılabilecektir. Bu koşullara ek olarak arzu edilen bir başka mesele de alternatif medyanın ticari bir mantığa sahip olmamasıdır. Katılımcı demokrasi ve alternatif medya birbirleri ile iç içe geçmiş olgulardır. Buna bağlı olarak, katılımcı demokrasinin hayatta kalabilmek için hangi şartlara ihtiyaç duyduğu önemlidir. Fuchs’a göre katılımcı demokrasi, ekonomiyi, ev işini ve kültürü kapsamalı yani oy kullanmanın çok daha ötesine erişebilmelidir. Diğer taraftan, katılımın demokratik olması, kapitalizmin uyumluluğunu sorgulamayı gerektirmektedir (Fuchs, 2014).
Alternatif ve ticari olmayan bir internetin tek başına politik mücadeleyi tam anlamıyla güçlendirmek için yeterli olmadığı açıktır. Fakat bu mücadeleyi dönüştürücü bir etkisi olacağı da yadsınamaz. Fuchs, yalnızca insanların devrim yapabileceğini, teknolojilerin bunu tek başına yapamayacağını belirtirken tam da bunu kastetmektedir. Burada Crary’nin internetteki eylemci örgütlenmeleri üzerine söylediklerini anımsamakta fayda vardır. Crary’e göre “Eğer hedef radikal toplumsal dönüşümse, elektronik medyanın kitlelerin erişimine açık mevcut biçimleri faydasız değildir – ama ancak başka yerlerde fiilen meydana gelen mücadele ve karşılaşmalara bağlı olduğu sürece.” Bununla birlikte Crary, ekonomik adaleti sağlamanın, çevre felaketini azaltmanın ve toplumsal ilişkileri eşit hale getirmenin Google, Apple ve General Electric gibi firmalar var olduğu sürece mümkün olmadığını savunmuştur. Onun bu görüşü toplumsal bir dönüşümü umutsuzluğa terk ediyor gibi görünse de Crary’nin çizdiği tabloda eleştirel aklın en büyük öncüsü uyku hakkıdır; kapitalizmin tüm dayatmalarına rağmen.
Katılım İdeolojisi ve Dijital Gözetim
Bir an için ekranlarınızın başında vakit geçirirken neler yaptığınızı düşünün. Bunlar arasında sosyal ağlardaki paylaşımları izlemek, arkadaşlar/takipçiler ile sohbet etmek, yaptığınız bir yoruma anlık bildirimler almak, arama motorunda arama yapmak, müzik dinlemek veya dizi izlemek olabilir. Aynı anda bu aktivitelerin birini veya daha fazlasını yapıyor olabilirsiniz.
Söz konusu etkinliklerin kimi çevrimiçi kimi ise çevrimdışı gerçekleştirilmektedir. Ekran karşısındaki bütün bu süreç boyunca, bakışlar ekranın aydınlığı ile birleşmektedir. Evde, iş yerinde, dışarıda otururken, yürürken, seyahat ederken ışıldayan bu aydınlığa uzaktan bakıldığında karşılaşılan manzara gece gündüz ışıkları sönmeyen bir şehre benzetilebilir. Hatta ekranlarımızın aydınlığı bu şehirdeki kocaman bir fabrikanın lambaları gibidir. Geceyi ve gündüzü birbiri ile özdeş hale getirebilir ve zaman kavramını yok denecek derecede silikleştirebilir. Bu noktada, Crary’nin kitabında sözünü ettiği Arkwright pamuk fabrikasının resmedildiği tabloyu anımsamak adeta kaçınılmazdır. Bu tablo her ne kadar gece vaktini tasvir etse de ışık kaynaklarının kullanımı ve toplumsal zaman inşası arasındaki ilişkiye dair önemli ipuçları barındırmaktadır. Crary’e göre Arkwright tablosu, dur duraksız ve doğallıktan uzak zaman örgütlenmelerinin bir simgesidir. Bu örgütlenmeler, modernleşmenin farklı alanlarında yaygın hale gelmektedir. Crary bu alanlardan birinin iletişimin hızlandırılması ve denetimi ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Yazar bunlara paralel olarak geliştirilen telgraf ağları ve Manş Denizi’ne yerleştirilen su kablolarını örnek vererek, kapitalist modernleşmenin günümüze kadar yürürlükte kalacak denetim ağlarına vurgu yapmıştır. Onun sözünü ettiği denetim mekanizmalarının, bugün dijital platformlarda işleyişlerini sürdürdüğü söylenebilir.
İnternetin katılım ideolojisi, üretüketicinin web’de geçirdiği zamanı bedava emek olarak işlerken, bu kullanım süresinde kullanıcı bilgisinin de toplanıp biriktirilmesine yardımcı olur. Böylelikle kullanıcı ya da üretüketicilerin gayri maddi emeği, uykuyu insan hayatından kalıcı olarak tehcir etme projesinin bir başka kolu ile ilişkilenir. Crary’nin de dikkat çektiği bu boyut, hem toplumsal hem de bireysel düzeyde uygulanan gözetim ve denetimdir. Bu çerçevede Crary, güç stratejilerini panoptik bir mekân içerisinde tanımlarken bunların insan hayatı ve davranışları üzerinde ne tür bir rol oynadığını açıklamıştır. Michel Foucalt ve Gilles Deleuze gibi düşünürler vasıtasıyla Crary, disiplin iktidarının ve toplumsal denetimin dijital platformlardaki görsel içerik ile olan ilişkisini ortaya koymuştur. Bununla ilgili olarak Fırat Yumuşak, Dijital Gözetim Sunar: Ölçülebilir, Kârlı ve Hızlı Hayatlar (2015) adlı makalesinde gözetimin dağınık biçimlerine değinmiştir. Yumuşak, günümüz kapitalizminin dijital teknolojilerle birlikte gerçekleştirdiği gözetimin insan hayatına nasıl nüfuz ettiğini aktarmaktadır. Ona göre, dijitalleşme ile yaşamaya başladığımız hızlı hayatlar, devlet gözetimi ve iktisadi gözetim çerçevesinde devasa bir bilgi üretiminin işleyişiyle yakından ilintilidir. Yumuşak, hız temelinde pompalanan tüketim devamlılığı sayesinde gerçekleşen tüketici profillemesini mekânsızlaşma pratiği çerçevesinde değerlendirmektedir. Yazar, mekânsal sınırların ortadan kalkması ile kullanıcılara ait dijital verilerin tekrar tekrar gözetlenebilmesinin mümkün olacağını vurgulamaktadır. Böylelikle sayısallaşan gözetim, mekânsız olmalıdır çünkü tüketicinin toplanan verileri oldukça büyüktür. Verinin büyüklüğü ve mekânın sonsuzluğunu ifade eden kavram ise “Big Data” kavramıdır. “Big Data”nın ihtiyaç duyduğu mekânsızlaşma, veri tabanının küresel pazara açılması ile gerçekleşmektedir. Kısacası tüketici, gözetim yolu ile profillenir. Bu profilleme ise tüketicinin dijital teknolojilere katılımı ile mümkün olmaktadır. Böylece tüketim, alışkanlığa dayalı bir davranış haline getirilmektedir (Yumuşak, 2015). Çevrim dışı bir süreç olarak işleyen bu gözetim biçimi, çevrim içi deneyimlerin fiziksel hayattaki uzantısının ve sonsuzluğunun çarpıcı bir göstergesidir. Yazar, çevrim içi ortamdaki gözetimin ise bireysel hayatın sayısal verilere indirgenmesi ile ilişkili olduğunu vurgulamıştır. Yani kullanıcılar tarafından çevrim içi üretilen içerikler, sayısal verilere dönüştürülmektedir. Böylece toplumsal ilişkiler rakamlara dökülür. Buna bağlı olarak, kullanıcı ya da üretüketici emeğinin sömürüsü yoluyla çoğalan artı-değer, aynı zamanda bireyin zamanının kontrol altında tutulmasına yarayan bir zemin görevi görmektedir (Yumuşak, 2015).
Web’in iktisadi mantığına dayalı gözetim tekniklerini Google ve Facebook üzerinden incelemek mümkündür. Günümüzde dijital enformasyonun büyük kısmına sahip bir firma olan Google, kişinin enformasyonu nasıl aratacağı, hangi bilginin ulaşılabilir, depolanabilir ve kullanılabilir olduğunu belirlemektedir. Bu, Google’ın arama motoru piyasasındaki tekelleşmesinin bir göstergesidir. Firma, satılabilir ve mahrem kullanıcı verilerini toplayarak bunları diğer firmalara (örneğin, reklam şirketleri) yüksek meblağlara satmaktadır. Arama sonuçları ile erişilen web sitesinde görüntülenecek reklamlar arasında bu şekilde bir eşleşme sağlanabilmektedir. Mahremiyet ve telif hakkının ihlali yoluyla elde edilen kullanıcı verileri firmalar tarafından kişisel ve hanelere ait tüketici profillerinin oluşturulması amacıyla analiz edilmektedir (Dahlgren, 2014). Google’ın 2012 Gizlilik Politikası’na bakıldığında, hedeflenmiş reklamlar için arama sorgularının detaylarının kullanılacağı belirtilmektedir (Fuchs, 2014).
En popüler sosyal ağ sitelerinden biri olan Facebook, gözetimin gerçekleşmesi ve sürdürülmesi konusunda önemli rol oynamaktadır. Özellikle Facebook’un güvenlik ayarları değerlendirildiğinde bu sosyal paylaşım ağının ekonomi politiğinin gizlilik üzerinden işlediği söylenebilir. Fuchs, gizlilik unsurunun şirketlerin güven ve veri talebi ile bağlantılı olduğunu, dolayısıyla da bunun gözetim olgusunu yürürlüğe koyduğunu vurgulamıştır. Ona göre, gizliliğin kimin için geçerli olduğu önemlidir. Gizliliği yücelten yaklaşımları ise Fuchs, gizlilik fetişizmi olarak değerlendirmekte ve bu tarz yaklaşımların tüketicinin sömürülmesini göz ardı ettiğini belirtmektedir (Fuchs, 2014). Tüm bunlar kişisel verilerin ifşası çerçevesinde ele alındığında, Crary’nin değindiği gibi yalnızca güçlü küresel elitin yararına bir güvenlik ve refah imkânın garantilendiği anlaşılmaktadır. Üstelik yalnızca gözetim ve kontrol dâhilinde kişisel verilerin ifşası değil, bununla birlikte hedeflenmiş reklam kullanımı da Facebook’un gizlilik politikası ile garanti altına alınmıştır. Kendi kendine kullanıcı verilerini istediği gibi düzenleyen Facebook, hem kitlesel hem de bireysel düzeyde gözetim faaliyetini sürdürmektedir. Bu bağlamda tüketicilerin davranışlarını ve kişisel verilerini depolamakta, karşılaştırmakta, değerlendirmekte ve satmaktadır (Fuchs, 2014). Böylece reklam içerikleri “kişiye özel” hale gelecektir. Facebook profillerinin ve Facebook aktivitelerinin barındırdığı kişisel verilerin depolanmasının yanında bir de kullanıcıların diğer kullanıcı profillerine göz atmasıyla gözetim, gündelik hayat düzeyinde durmaksızın devam etmektedir (Yumuşak, 2015). Mahremiyetin bu denli riske atılmasına zemin hazırlayan motivasyonlar, üretüketici emeğinin devamlılığını sağlayan unsurlardan farksızdır. Örneğin, kişinin sosyalleşme amacı ile dahil olduğu Facebook’ta benzer görüşlere sahip kullanıcıların meydana getirdiği ağların oluşumu, gözetimi hem hızlandırır hem de bu gözetimin meşrulaşmasını sağlar. Zira kitlelerin paylaşım ağlarındaki varlığı, kişiyi her şeyin yolunda olduğuna ikna edebilecek bir etkiye sahiptir (Dahlgren, 2014).
Dijital cihazların 7/24 kullanılabilir olması ile bireylerin görsel faaliyetleri hatta bütün yaşantısı, iktisadi çıkarların en büyük hedefi haline gelmiştir. Birey, ekranların bitmek bilmeyen hızı ve hareketliliği içerisine gömüldüğü vakit dijital deneyimler elde ederken nasıl bedeller ödediğini bilmelidir. Başkalarını gözetlemek ve kendine ait olanın tamamını veya bir kısmını teşhir etmek bireyi bir özgürlük alanından, kişisel bilgilerinin kendisinden koparılıp hapsedildiği bir kontrol hücresine taşıyabilmektedir. Üstelik bu kontrolün soluğu, kişinin telefonu, tableti veya dizüstü bilgisayarı yanında olduğu her an onun ensesindedir. Bugün insan, bitmek tükenmek bilmeyen ve asla tam anlamıyla tatmin edemeyeceği ihtiyaçlarına en fazla vakit geçirdiği dijital ortamda bir karşılık aramaktadır. Hayal kuramaz olmuştur çünkü hayalleri ekranda gördüğü sembol ve görüntülerden ibarettir, belleği etkisiz kılınmaktadır çünkü enformasyona erişim koşulları geçmişini ve bugününü birbirinden farksız hale getirmiştir. Dahası tüm bunlar aracılığıyla gündelik düzeyde en mahrem faaliyetlerine varana kadar gözetim altında olmaya alış(tırıl)mıştır.
Sonuç
Crary’e göre kapitalizm, insan zamanını alıkoymanın bütün yollarını denemektedir hem de 7/24. Bu amacına erişmek içinse bütün toplumsal ve doğal kaynakları kullanmaktan çekinmez. Sermayenin katlanarak büyümesini sağlamak adına erişime açık hale getirilmeye çalışılan uyku ise bu sisteme hala karşı koyabilen bir kaynaktır. Bir direniş biçimidir.
Yazar tüm bunlar çerçevesinde dijital iletişim ve enformasyon ağlarının toplumsal rolüne odaklanmıştır. Böylelikle günümüzde bu ağların daimi işleyişinin hem kullanıcı emeğinin sömürüsüne hem de bu emeğin her an sıkı bir gözetimine katkıda bulunduğuna dair uyarıda bulunmuştur. Hal böyleyken, bireyler kendileri ve toplum üzerinde gerçekleştirilen bu uygulamaları sorgulamaktan oldukça uzaklaşmıştır. Kişi, bunun baştan beri böyle olduğuna kendisini inandıracak bir zamansızlık içine gömülmüştür; gündelik hayatın bir parçası olan iletişim ağları ve cihazlar tarafından. Jonathan Crary, bu aygıtlar aracılığıyla içine girilen mekânın bir sanal pazar olduğunu vurgularken, buradaki çeşitli deneyimlerin yarattığı geçiciliğe karşı tepkilidir. Hatta bütün bu koşulların söz konusu ağlara ve aygıtlara olan bir bağımlılıkla sonuçlanacağını dahi savunmuştur. İşte tam da bu noktada uyku olgusu yeniden kendini gösterecektir; ağların sabit sürekliliğinden bir kurtuluş ve disiplin buyruklarından uzak kalması gereken ancak işgal altında kalmış gündelik hayatın yenilmez kalıntılarından biri olarak. Bu suretle özne ve tebaanın yeniden yaratılmasına karşı koyacak olan şey, toplum vasıtasıyla varlığı sürdürülecek olan uykunun kendisidir.
KAYNAKÇA:
Dahlgren, P. (2014). Participation and alternative democracy: social media and their contingencies, (Eds.) P.Serra, et.al. Political Participation and Web 2.0, Lisbon: Livros Labcom Books. 61-85.
Fisher, E. (2014). Sosyal Paylaşım Sitelerinde İzleyici Emeği. Medya, Meta ve Sermaye Birikimi: M@rx Geri Döndü. (Der.) Mosco, V. ve Fuchs, C. Ankara: Nota Bene. 119-150.
Fuchs, C. (2014). Social Media. A Critical Introduction.London: Sage.
Jonathan, C. (2015). 7/24 Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu. (Çev.) Çatlı, N. İstanbul:Metis.
Jenkins, H. (2006). Convergence Culture: Where Old and New Media Collide. New York and London: New York University Press.
Küçüksaraç, B. (2014). Prosumer Kadınlar ve Kendin Yap Bloglarında Üretim ve Tüketim Pratikleri. Yeni Medya Araştırmaları: Kavramlar Uygulamalar Tartışmalar. (Der.) Sayımer, İ. Konya: Literatürk. 51-98.
Mosco, V. (2006). Bilgi endüstrilerinde emeğin yöndeşmesi. İletişim kuram ve araştırma dergisi, S: 23, 63-80.
Sandoval, M. ve C. Fuchs (2015). Alternatif Medyanın Eleştirel bir Teorisine Doğru. Ayrıntı Dergi, S:11, 111-125.
Yumuşak, F. (2015). Dijital Gözetim Sunar: Ölçülebilir, Karlı ve Hızlı Hayatlar. Ayrıntı Dergi, S:11, 101-110.
SON NOT:
[1] Bkz. Abbatte, J. ( 2011). “İnternetin Popülerleşmesi”, İletişim Tarihi (Der.) David Cowley ve Paul Heyer, (Çev.) Berkay Ersöz, Ankara: Siyasal Kitabevi. 472-479.