Yazı: Ayşe Erek
İlk Siberfeminist Manifesto 1990ların başlarında VSN Matrix adını kullanan bir grup eylemci ve sanatçı tarafından yayınlanmıştı. Grup amacını teknolojik kültürü çevreleyen egemenlik ve kontrol anlatılarını çözümlemek ve siberortamdaki toplum, kimlik ve cinsiyet ilişkilerini incelemek olarak belirlemişti. Manifestolarında, elektronik sanat projelerinde yapmaya çalıştıkları şeyin kadını yabancılaştıran eril bir ortam olan teknolojinin ataerkil yapısını kırmak, teknolojinin kadın üzerindeki olumsuz etkilerini engellemek olduğunu söylüyorlardı. Bu ilk hareketlerden sonra siberfeminizm Avrupa’da büyümeye ve yayılmaya başladı. 1997’nin Eylül ayında Kassel’de yapılan uluslarası güncel sanat sergisi Documenta X’de, Birinci Siberfeminist Enternasyonal (SE) buluşması gerçekleşti. Konferansa katılan grup, siber kültürün olduğu yerde siberfeminizme de ihtiyaç duyulduğunu savunuyor ve şu soruları gündeme getiriyordu: teknoloji nasıl bir cinsiyet ayrımı yapmaktadır, teknoloji ataerkilliğin üstesinden gelebilir mi, internet cinsiyette anonimliğe kayışı mı gerçekleştirmektedir, bilgisayarların tarihini kim yazmıştır?vs. Siberfeminizm tartışmalarının öncüsü iki önemli yayın, Sadie Plant’in Zeroes and Ones kitabı ve Sandy Stone tarafından yazılan War of Desire and Technology adlı kitaptır. Plant, kitabında kadının teknoloji tarihindeki göz ardı edilmiş yerini belirlemeye çalışmakta, Stone kadınlar ve makineler arasındaki kompleks ilişkiden bahsetmektedir. Donna Haraway’in siborg teorileri, postyapısalcılık ve üçüncü dalga feminizmin bir karışımından oluşan çalışmaları, yeni teknlolojilerle kadın hareketinin ilişkilendirilmesi konusunda önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir. Haraway, The Ironic Dream of a Common Language for Women in the Integrated Circuit: Science, Technology, and Socialist Feminism in the 1980s or A Socialist Feminist Manifesto for Cyborgs adlı makalesinde, doğrudan siberuzaydan bahsetmemiş olsa da, siberuzaya uyarlanabilecek bir siborg modeli ortaya koymuştu. Sosyalizm, materyalizm ve feminizmi kapsayan ‘ironik ve politik’ bir mit yaratmayı denerken, siborgu ‘sibernetik bir organizma, makine ve organizmanın bir karışımı, sosyal gerçekliğe ait bir yaratık ve aynı zamanda da bir kurgu yaratığı’ olarak tanımladı. Böylece siborg, Haraway ile birlikte aynı anda hem gündelik yaşamın teknolojik gerçekliği, hem de postmodernist bir politik kimlik oyunu için metafor olarak kullanılmaya başlandı. Siberuzay ile somut fiziksel bir ilişki açısından Haraway’in siborgu, bir kullanıcının bilgisayar ile yüz yüze gelmesiyle ortaya çıkar ve aynı zamanda kadın hareketi için de güçlü bir paradigma oluşturur. Şöyle yazar Haraway: ‘benim siborg mitim, ihlal edilmiş sınırlar, güçlü kaynaşmalar ve ilerici insanların, ihtiyaç duydukları politikanın bir parçası olacak biçimde keşfedebilecekleri tehlikeli olasılıklar üzerinedir’. Haraway, siborg mitinin feministleri ‘kendine benzeyeni arayış’tan özgür kılacağını ve dolayısıyla bu mitin radikal bir hareketin oluşması için gerekli potansiyele sahip olduğunu yazmıştı. Canavarsı olan, insan ve insan-dışı arasındaki bir durumu yaratıyordu ve çekici yanı tam da bu ‘aradalığından’ kaynaklanmaktaydı. Ona gösterilen popüler ilgi (bilimkurgu ve cinayet romanları, korku filmleri vs.) aslında sanayi sonrası kültürün hastalık ve çirkinlik görüntülerini bastırışına tepki olarak ortaya çıkmıştı. Siborg insan değildi, ama insana ait bir şeyi bünyesinde barındıran, tanıdık bir yabancılığa sahipti. Haraway, siborgu, ‘değişken tamamlanmamış kimliklerden ve aykırı görüş açılarından korkmayan insanların bulunduğu yaşanmış sosyal ve fiziksel gerçeklikleri temsil etmek için’ kullanmayı umut etmekteydi. Siberfeminizm üzerine eleştirel yazılarıyla tanınan Rosa Bradiotti, Cyberfeminism with a Difference adlı kitabında siber kimlikler üzerine yaklaşımını ortaya koyar. Bradiotti’ye göre benliğin maddeselliğini reddetme eğilimi, beraberinde bazı tuzakları da getirir. Tuzaklardan birisi; siyasetin görselleştiği bu dönemde bedensel benliği temsilden ibaret bir yüzey olarak algılayan ve sanal bedenleşimleri bedenden bağımsız bir iyimserlikle kutlayan ‘postmodern nihilizm’dir. Göçebe özne akışa ve dönüşüme elbette açıktır, ancak, bedensel olandan kaçış Kartezyen düşüncenin temel unsurlarındandır ve bu durum tarihsel olarak ataerkil duruşa teslim olmayı da içerir. Bu noktada benliğin maddeselliğini reddetmeye karşı Gilles Deleuze’un geliştirdiği özne kavramı da Braidotti tarafından eleştirilmekteydi. Deleuze yaratıcı ve özgürleştirici öznelliklerin belirleniminde, ‘öteki’ kavramını ortaya koyarken, her azınlık durumu gibi kadınlar da bu belirlenim kapsamındadır. Tüm azınlık durumlarının, sadece kadınlar tarafından değil herkes tarafından yüklenilmelidir, ancak böylece bir yenilenme girilebilir. Deleuze’e göre feminizm özgül bir feminen cinselliği sahiplenmesi nedeniyle, hala bu kapsayıcı düşüncenin ardında, ikinci bir düşünme seviyesindedir. Braidotti’nin ise bu konuda birkaç çekincesi vardır. Ona göre Deleuze, kadın hareketinin kadınların kendi bedenlerini kontrol edebilmelerine yönelik bir konsensus ile oluştuğunu, kadınların bugüne kadar yaşadığı mücadelelerini, deneyimlerini ve söylemlerini gözardı etmektedir. Braidotti, ‘Deleuze’ün dediği gibi eğer beden üzerinden düşünmekten ve bedenin sınırlamalarından bahsediyor ve bedenin salt biyolojik bir öznelliğin ötesinde toplumsal simgeler tarafından kodlandığını düşünüyorsak; o zaman kadın ve erkeğin arasındaki asimetrik ilişkinin sürüyor oluşu cinsel farklılığın olumlanmasını, yani feminist eleştiriyi halen geçerli kılmaktadır’ yazar. Faith Wilding Where is Feminisim in Cyberfeminism başlıklı makalesinde siberfeminizm ile ilgili olarak, internet ortamının hala derinlemesine seksist ve ırkçı olan ekonomik, politik kültürel ortamlara yerleşmiş toplumsal bir çerçevede varolduğunu görmenin son derece önemli olduğunu, belli bir eleştiriyi her zaman korumak gerektiğini vurgulamıştır. Wilding, internetin ütopyaya çok elverişli bir ortam olduğunu ve İnternette bilgi alışverişinin bilginin sınırlar ötesi serbest değişimiyle hiyerarşileri kendiliğinden yok etmeyeceğini savunur. İnternet, cinsiyetsiz; bedenlere, cinsiyete, yaşa, ekonomiye, sosyal sınıfa veya ırka bakılmaksızın sömürgeleştirmeye hazır bir ortam değildir. Kadınların bilgisayar teknolojisine yaptıkları katkılara rağmen, günümüz teknolojileri ve internet tarihsel olarak savaş teknolojilerine hizmet edecek bir sistemde kökenini bulan ve şu anda eril kurumların bir parçası olan mücadele dolu bir bölgedir. İnternetin kodlarını dillerini, imgelerini ve yapılarını üreten ataerkil koşulları parçalamayı amaç edinen radikal bir hareket olarak siberfeminizmin sorduğu sorulara, teknoloji gelişip yaygınlaştıkça yenileri eklenecek.
KAYNAKLAR
Braidotti, R., (1996) Cyberfeminism with a Difference, http://www.let.uu.nl/womens_studies/rosi/cyberfem.htm
Haraway, D., (1983) The Ironic Dream of a Common Language for Women in the Integrated Circuit: Science, Technology, and Socialist Feminism in the 1980s or A Socialist Feminist Manifesto for Cyborgs http://www.egs.edu/faculty/haraway/haraway-the-ironic-dream-of-a-common-language.html
Sadie Plant makaleleri, http://www.francismckee.com/plant.htm Stone, R. (1996),The War of Desire and Technology at the Close of the Mechanical Age, The MIT Press.
Plant, S. (1997) Zeroes and Ones: Digital Women and the New Technoculture, Doubleday.
Wilding, F., (1997) Where is Feminism in Cyberfeminism, http://www.lilithgallery.com/feminist/cyberfeminism.html
İlk Yayınlandığı Kaynak: Express, Eylül 2009