Sosyal ağda “seçmenin nabzı” yoklanabilir mi?

Nisan 30, 2018
Yazan Sarphan UZUNOĞLU

“Şuraya bakarsan seçmenin tercihini görürsün” demektense “şuraya bakarsan x partisinin iletişim stratejisini kavrayabilirsin” demek mümkün

 

Erken seçim tartışmalarının ortaya çıkması ve nihayet Cumhurbaşkanı’nın tarih vermesiyle birlikte herkes aklındaki “ne olacak” sorusunu etrafındakilere sormaya başladı. Her seçimde olduğu üzere bu seçimde de Twitter başta olmak üzere birçok sosyal ağda anketler baş gösterdi.

Twitter’ın “anketler” özelliğine güvenenler için iş pek de keyifli değil. Zira çok spesifik bir soru sormadıkları sürece etkili ve detay içeren bir yanıt alamıyorlar. İşi biraz daha profesyonel yapalım diyenler için havuz problemi ortaya çıkıyor. Zira birçok anket servisi belirli sayının üzerinde ve çok sorulu anketler için çeşitli miktarlarda ücret isteyebiliyor. Bunlar da çoğu zaman “zevk için ödenecek” miktarlar değil. Zaten Türkiye’deki en büyük araştırma şirketlerinin bile metodolojileri ve örneklemleri şüpheliyken, zevk için kalkışılacak bir iş de değil bu.

Teknik ve yöntemsel birçok problemi olmasına karşın sosyal ağlarda karşılaştığımız anketlerin en önemli özelliği kendi kanaatlerimizi güçlendirme isteğimiz. Yalnız olmadığımızı hissetme arzumuz. Yani aslında Swarm’da bir mekânda toplu check-in yaparak miting yaptığımızı düşünmekle eşdeğer bir ilginçlik var burada.

Fizikî eylem ve dijital eylemin ağırlığı bir mi?

Fizikî eylemle arzunun ya da düşüncenin arasındaki ilişki uzun yıllar felsefenin konusu oldu. Peki ya “dijital eylem”? Dijital eylem, her ne kadar çok daha kamusal ve çok daha geniş kitlelere ulaşma potansiyeline sahip bir eylem tipi olarak görünse de Türkiye gibi sosyal ağ kullanımı yoğun bir ülkede dahi aslında mesele bu şekilde gerçekleşmiyor. Bu hem Twitter ve Facebook’ta oluşturduğumuz yankı odalarına dayalı iletişimsizlik sisteminin yarattığı derin problemlerle ilgili, hem de ifade konusunda yeterince özgür hissetmediğimiz için asıl kanaatlerimizi açıklamaktan kaçınmamızla ilgili.

Eylemlerin dijital ve fiziksel olarak ikiye ayrılıp ayrılmaması konusu üzerine uzun uzun düşünmeye değer bir konu. Cinsellikten arkadaşlığa birçok sosyal davranışın dijital formlarda gerçekleşme biçimleriyle fiziksel evrende gerçekleşme biçimleri arasında büyük farklılıklar var. Peki bu farklılıklar evreninde, fiziksel eylem de dijital eylem de kognitif bir sürecin sonunda gerçekleşse de seçmen davranışının yerini nereye koyacağız? Kişilerin dijital alandaki eylem ve hareketleri gerçekten oy verme davranışları konusunda bize bir şey söyleyebilir mi?

Kolombiya’dan Türkiye’ye: Nasıl bir sosyal ağ araştırması?

University of Notre Dame’daki araştırmacılara göre sosyal ağlar kesinlikle seçmen davranışlarını ölçme konusunda önemli birer ölçüt arz ediyor. Kolombiya’daki referandum öncesindeki son üç haftada atılan tweet’lere göre bir sonuca gitmeye çalışan araştırma evet ve hayır diyen kitlelerin farklı değerler olarak tanımladıkları barış ve adalet üzerinden kutuplaşarak hareket ettiklerini doğruluyor. Araştırmacılar çeşitli anahtar sözcüklerin kullanımı ile seçimde verilen oyun rengi arasında bir ilişki olduğunu belirtiyorlar. Ancak bu elbette şu anda kamusal tartışmanın görece daha az sakıncalı olduğu bir ortamda gerçekleşiyor. Yani bizim de aynı yöntemi kullanarak hızla araştırma yapmamızın önünde türlü engeller var.

Sosyal ağı dinlemek özellikle niceliksel veri odaklı çalışanlar için oldukça keyifli. Bahsettiğimiz araştırmadakine benzer metrikler kullanarak partilerin sosyal ağlardaki popülerlikleri üzerine yorum ve çalışmalar oluşturmak mümkün. Ancak burada astroturfer olarak tanımlanan kampanyacı hesapların ve bot olarak tanımlanan hesapların yaratacağı etkiyi de her daim akılda tutmakta fayda var.  Bugün Twitter’da sıklıkla rastladığımız anlamsız trending topic’lerin arkasında bot olarak bildiğimiz hesapların olduğu bir gerçek. Elbette bu tür hesapların gerçekten bot olup olmayacağını anlamak için kullanılabilecek araçlar da mevcut. Ancak büyük ölçekli araştırmalar yapan araçların birçoğunun bu tür teknolojilerle desteklenmediği de bir gerçek.

Nereye bakmalı?

Peki, her yanın bot’lar ve kampanyacı hesaplarla (astroturfer) dolu olduğu bir ortamda nereye bakmalıyız? Açıkçası Türkiye’de siyasal tartışmanın en derli toplu yaşandığı sosyal ağ Ekşi Sözlük. Şahsen, kurulduğu günden bu yana benim en sık takip ettiğim ağ da Ekşi Sözlük. Ancak burada altı çizilmesi gereken bir detay var. Twitter, Facebook ve hatta Linkedin’e kadar varan kampanyacılık, Ekşi Sözlük’te de devam ediyor. Her ne kadar farklı partilerin destekçileri birbirlerine anlamsızca troll deseler de (fikrini beğenmediğimiz herkesi troll ilan etmek hem bilgisizlikten hem de kibirden kaynaklanıyor) çetin bir mücadele yaşanıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Saadet Partisi, İyi Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi gibi partilerin ana ekseninde olduğu bir tartışma oldukça hararetli şekilde devam ediyor.

Buraya bakarak bir analiz yapmak, özellikle de Ekşi Sözlük’ten veri çekecek yazılım veya kodların geliştirilmemiş olması nedeniyle oldukça güç. Basit söylem analizleri yaparak ilerlediğinizde de ironinin duvarına toslama ihtimaliniz yüksek. Yani otomatikleşmiş bir söylem analizi yapmak neredeyse imkânsız. Buradan sadece belirli partilerin, özellikle seçimlere girip girmeyeceği seçimlerin ana konusu hâline gelmiş yeni bir parti olan İyi Parti’nin kampanyacı hesaplarının veya gönüllü destekçilerinin geçmiş yıllarda Ekşi Sözlük’te seçimler öncesi farklı parti ve siyasetçilerin destekçilerine verilen türde bir destek verdiği, bir şekilde tartışmayı domine etme eğiliminde olduğu görülebilir.

Yani aslında “şuraya bakarsanız seçmenin tercihini görürsünüz” gibi iddialı bir söylem yerine, “şuraya bakarsanız x partisinin iletişim stratejisini kavramanız daha kolay” gibi bir sav ortaya koymak bana kalırsa daha mantıklı. Elbette seçimler yaklaştıkça niceliksel olarak daha derli toplu bir veri elimize geçecek. Biz de bu veriyi rahatlıkla kullanmaya başlayacağız. Yine de iletişim ya da siyaset alanında çalışanlar için büyük veri döneminin bu kaotik karakteri sorun olmaya devam edecek ve insanlar sonuç itibariyle geleneksel araştırma şirketlerinin son seçimlerde genellikle elde patlayan anketlerinde alacaklar soluğu.

Bu nedenle bu seçimlerde “seçmenin nabzını” dinlemek için kesin sonuç garanti etmese de sosyalağları dinlemekte fayda var; ama aslen “politikacıların beklenti ve ihtiyaçlarını” anlamak için onların hangi sosyal ağı hangi slogan ve taktiklerle yönettiğini çalışmak bana çok daha mantıklı geliyor.

Kaynak:http://platform24.org/yazarlar/2992/sosyal-agda-secmenin-nabzi-yoklanabilir-mi

Gazetecilik 2.0 – İnternet Gazeteciliğinde Hipermetinsellik

Nisan 17, 2018

Kitabın Yazarı: Bilge NARİN, Gece Kitaplığı, Ankara, 2017, 375 sayfa.

Değerlendirme: Şerife ÖZTÜRK, Ankara Üniversitesi SBE Gazetecilik A.B.D

 İnternet, 1990’lı yıllarda insanların hayatına girmeye başladığında kuşkusuz hiç kimse, bugünleri tahmin edemezdi. İnternete, yıllar geçtikçe ve teknoloji ilerledikçe birtakım özellikler ve uygulamalar eklemlenmiş; bunlar geliştikçe alanlar dönüşüme uğramıştır. 2000’li yıllarda toplumsal yaşamda büyük bir öneme sahip olmaya başlayan ve barındırdığı özellikler ile insanların vazgeçilmezi haline gelen Web 2.0 temelli uygulamalar, her alanın olduğu gibi, gazetecilik alanının da temel yapı taşı olmuştur. Tabi bunda Web 2.0’ın sahip olduğu özellikler de başroldedir.

Gazetecilik alanına Web 2.0’ın girmesiyle internet gazetelerini geleneksel gazetelerden ayıran üç temel özellik belirgin hale gelmeye başlamıştır: Etkileşim, multimedya biçimselliği ve hipermetinsellik. Kitap, hipermetnin gazetecilik alanında kullanımının ve uygulamasının araştırılarak bulguların detaylı bir şekilde ortaya konduğu, yeni medya ve gazetecilik alanında akademik çalışma yürütenler ve alana ilgi duyan herkesin yararlanabileceği en iyi kaynaklardan biridir.

Yazarın ilk kitabı, “Gazetecilik 2.0 – İnternet Gazeteciliğinde Hipermetinsellik”, doktora tez çalışmasının bir ürünüdür. Robot gazetecilik, gazeteciler için programlama dili ve veri görselleştirme üzerine çalışmalar yapan Narin, kitabında, dijital ortamlarla birlikte haberin dönüşümünü hipermetinsellik açısından ele almaktadır.

Haberin arka planının veya başka olaylarla bağlantısının metin üzerinde linkler aracılığıyla sağlandığı hipermetinsellik özelliği, haberin bütünselliğini sağlaması, okuyucunun haberden kopmaması açısından oldukça önemlidir.  Hipermetinsellik sadece haberde değil yazılı diğer metinlerde de dipnotlar, atıflar aracılığıyla farklı kaynaklarla bağlantı kurarak gerçekleştirilmektedir.

Kitapta, ifadelerin açık olması, akıcılığı sağlayan en önemli unsurlardan. Dört bölümden oluşan kitapta en fazla bölüm doktora tezi olması itibariyle ampirik araştırmaya ayrılmıştır. Narin, kitabının başlangıcında, hipermetinselliğin internet gazeteciliği pratiklerinde yarattığı dönüşümü disiplinlerararası bakış açısıyla çoklu yöntem kullanarak sorguladığını ifade etmektedir.

Çalışmanın ampirik bölümünde Narin, hem Türkiye’de yayıncılık faaliyetini sürdüren çeşitli internet haber sitelerinin hipermetni kullanım şeklini karşılaştırmakta hem de sektörde çalışanlarla yaptığı görüşmeler ile hipermetinselliğin gazetecilerin çalışma koşullarında haber metninde ve kullanıcılar üzerinde yarattığı dönüşümü tartışırken, gazetecilik alanındaki dönüşümün içerikten çok biçimsel anlamda olduğunu vurgulamaktadır.

Hipermetni, postyapısalcıların yıllar evvel dayandırdıkları yapıbozum (Bakhtin ve Derrida) ve yeniden inşa kavramlarına dayandırarak kuramsal bağlamda açıklayan Narin, hipermetinsellik için farklı bir tanım yapmaktadır: “Hipermetinsellik, özne ve nesnenin sabit olmadığını göstermenin teknolojik bir yoludur.” Bu tanım, dijital ortamlardan önce belki de yeterince anlatılmayan metinlerarasılığa dikkat çekmede ince bir çizgidir.

Kitabın “İnternet Gazeteciliği” başlığını taşıyan birinci bölümü, gazetecilik alanında hipermetinselliğin kullanıldığı internet gazeteciliğine ayrıntılı biçimde değinmektedir. İnternetin çeşitli özelliklerini anlatarak başlayan bu bölüm, “yakınsama (convergence)” kavramının iletişim teknolojilerindeki öneminin altını çizmektedir.

Kitapta, gazetecilik mesleğinde iş pratiklerinin dönüşüme uğradığı ve bu dönüşümde haber üretim süreçlerinden başlayarak haberin her aşamasında yeni medya uygulamaları ve araçlarının etkili olduğuna vurgu yapılırken, alanda “hızlı olma” baskısının da gazeteciliğin niteliği açısından tehdit oluşturduğu ifade edilmektedir. Bu şekilde teknolojinin hem olanakları hem de birtakım zorlukları ve ele alınarak, teknolojik deterministik yaklaşımdan ve teknolojik kötümserlikten uzaklaşılmış ve dengeli bir tavır sergilenmiştir.

İnternet gazeteciliğinin temel özellikleri ile dünyada ve Türkiye’deki gelişimine yer verilen bölümde, konuyla ilgili birtakım sayısal veriler de yer bulmaktadır. Bu sayısal veriler sayesinde, internetin başlangıcından bu zamana kadarki gelişimi gözler önüne serilmektedir. Teknolojideki gelişim ve teknolojinin toplumsal yaşamdaki yeri, en iyi sayısal verilerle anlatılmaktadır ve kitabın yazarı Narin de, kitabında bu yönteme sıkça başvurarak okuyucunun ilgisini canlı tutmaktadır.

Gazetecilik 2.0 kavramı, kitapta vurgulanan diğer bir kavram. Kitaba adını veren kavramlardan olan ve Web 2.0 temelli uygulamaların gazetecilik alanındaki kullanımı olarak nitelenen Gazetecilik 2.0’ın, içeriklerinin kullanıcı tarafından üretilmesi, gazetecilik alanına yeni bir boyut kazandırmaktadır. Narin kitabında bu konuyu detaylandırarak, Web 1.0 ve Web 2.0 ortamlarını da karşılaştırmalı olarak sunmaktadır.

Kitabın ikinci bölümü “İnternet Gazeteciliğinde Hipermetin” başlıklı. İnternet ortamlarının detaylı olarak anlatıldığı birinci bölümün ardından artık konu, sınırlandırılmaktadır. Bölüm, Nelson, Manovic, Barnet, Miller vb. isimlerin hipermetin tanımlarıyla ve hipermetnin tarihçesi ile başlamaktadır. Bu tanımlarda üzerinde durulan ortak nokta, metinlerin yapısı ve birbirleriyle bağlantılarıdır.

Kitapta, “dijital metin” veya “ağ metin”  olarak tanımlanan hipermetnin, okuyucu ve yazar arasındaki keskin sınırları ortadan kaldırdığı, bu özelliği ile de Barthes’ın “ideal metni”nin bir örneği olduğu ifade edilmektedir.  Metin ve hipermetnin karşılaştırıldığı bölümde, hiperlinklerin izleyicinin dikkat algılarını düzenleyen elektronik yapılar olduğu üzerinde durulmuştur. Hipermetinle ilgili olumlu yaklaşımlar yanında eleştirilen noktalara da değinen Narin, hipermetin türlerini detaylı olarak ele almaktadır.

Narin’in kitabında çoğunlukla yeni kavramlarla karşılaşıyoruz. İşte bir örnek daha: Hiperhabercilik. Hipermetinlerin kullanıldığı internet gazeteciliği için tanımlanan bu kavram, aynı zamanda hiperlinklerin haber organizasyonları içindeki rolünü açıklamada da yardımcıdır.  Hiperlinklerin gazetecilere ve haber metinlerine sağladığı avantajları sıralayan Narin, hiperlinklerin gazetecilikte farklı şekillerde sunulabileceğini dile getirmektedir. Hipermetnin gazetecilikte yarattığı dönüşüme değinilen bölümün sonunda, bu dönüşümün etkileşim, güvenilirlik, şeffaflık ve çeşitlilik olduğu ifade edilmektedir.

“İnternet Haberlerinde Hipermetin Yapılarına Yönelik İçerik Çözümlemesi” başlığını taşıyan kitabın üçüncü bölümü, adından da anlaşılacağı üzere nicel analize ayrılmıştır. Bölümün başında, internet temelli nicel araştırmalara ilişkin tartışmalar sunan Narin, hepimizin Web içeriklerinin analizinde karşılaştığı birtakım güçlükler bulunduğunu belirterek, bunları beş başlıkta kategorilendirmiştir (bkz. s. 137). Bu güçlüklerin verilerin büyüklüğünden, verilerle nasıl çalışılacağının ve verilerin nasıl sınıflandırılacağının bilinmemesinden kaynaklandığı alanda çalışan akademisyenler tarafından da dile getirilmektedir.

Kitabın bu bölümünde, içerik analizi için örneklem seçimi ve bu seçimde dikkat edilecek hususlar örneklerle sunulmaktadır. Örneklem seçiminin ardından bu örneklemi oluşturan haberlerin gerçekleştiği yer, konuları ve hipermetin biçimleri, haberdeki etiketlerin tema olarak dağılımı, etiketin yönlendirdiği kişi ve kurumlar tablolar şeklinde açıklanmaktadır.

İnternet gazetelerinin link kullanımına ilişkin karşılaştırmalı analizlerin de yer aldığı kitabın bu bölümünde, Türkiye’de faaliyet gösteren farklı internet haber sitelerinde multimedya ve hipermetin ögelerinin haber metinlerine nüfuz ettiği ancak yaygın olarak kullanılmadığı sonucuna varılmaktadır.

Kitabın son bölümü olan, “İnternet Gazetelerinde Habercilik Pratikleri”, araştırmanın nitel yönteme dayanan bölümünü içermektedir. Doktora tezi olması nedeniyle araştırmanın en can alıcı kısımlarından birini teşkil eden bu bölümde, 15 sorudan oluşan derinlemesine görüşmenin analiz sonuçları yer almaktadır. Narin kitabının son bölümünde, internet gazetelerindeki hipermetin politikası, hipermetin kullanımındaki teknik ve anlamsal ölçütler, hipermetnin arşivleme politikasıyla bağlantısı, hipermetin oluşturmada editörün rolü ve teknik ekiple ilişkisi gibi sorulara cevap aramaktadır. Sorularına cevap ararken internet gazeteciliğinde çeşitli aşamalardaki dönüşümü de ele alan Narin, gazeteciliğin geleceğine dair öngörülerini de sıralamaktadır.

Narin kitabını, hipermetinselliğin geleneksel yazma biçimlerini dönüştürdüğünü, ancak bu dönüşümün gazetecilik sektörüne tam anlamıyla yansımamakla beraber, alan içerisinde yeni dinamiklerin oluşmasına neden olduğunu ifade ederek sonlandırmaktadır.

Yeni medya uygulamalarının pek çok özelliği içinden hipermetinselliği araştırma konusu olarak seçen Narin, hem hipermetinsellik hem de hipermetinselliğin haber metinlerinde kullanımı ve internet gazeteciliği konularında da alana yeni bir kitap kazandırmıştır. Kitabın son iki bölümü özellikle internet temelli araştırmalar yapanlar için yöntem konusunda ufuk açıcıdır.

Dünyada Web 3.0 kullanımına geçildiği günümüzde, internet gazeteciliğinin hipermetinsellik özelliğini ve kullanımını detaylı bir şekilde ele alan kitap, Narin’in ileriki dönemlerde yayınlanacak olan diğer eserlerinin içeriği hakkında da ipuçlarını vermektedir. Narin’in çalışmasını yoğunlaştırdığı “Robot Gazetecilik” konusundaki araştırmalarının yayına dönüşmesini merakla beklemekle birlikte, alana sağladığı ve sağlayacağı katkılarının gelecek dönemler için daha da önemli hale geleceği ortadadır.

 

 


Veri Distopyası: Buz dağının görünen parçası Cambridge Analytica

Nisan 14, 2018

Yazar: Derya Güçdemir, Hacettepe Ünv. SBE. Y.Lisans Programı

“Reklamcılık zorlayıcı değildir; insanlar bundan daha akıllı”[1]

“Obama’nın 2008 kampanyası herkesin çok iyi bildiği üzere veri güdümlüydü, özellikle insanların önemsediği konular hakkında onlarla konuşarak 2012 yılında mikro hedeflemeye öncülük etti[2]

-Cambridge Analytica

Büyük verinin ve algoritmaların toplumun kültürel ve sosyal örgüsünü değiştirdiği bir dönemde, politik liderler de seçim kampanyalarını nasıl yürüteceklerini değiştiriyor. Donald Trump’ın başkanlığa seçilmesinde bireylerin izni olmadan 50 milyondan fazla Facebook kullanıcısının verisini politik kampanya için ihlal etmek, Brexit’in resmi kampanyası olan Vote Leave kampanyasını yürüten dijital ajans Aggregate IQ ile bağlantılı olmak ve Facebook’da sahte haberlerin yayılmasını sağlamak ile suçlanan Cambridge Analytica bugün karşılaştığımız ve ileride karşılaşacağımız veri temelli manipülasyonlardan sadece birisi.

Cambridge Analytica’nın bireylerin Facebook verisini nasıl toplayıp analiz ettiği, kişilerin psikografik profillerini çıkartarak hangi partiye oy verme eğiliminde olduklarını nasıl tahmin ettiği ve seçmenlerin davranışlarını nasıl değiştirdiklerine yönelik soruları cevaplamadan önce daha temel sorularla başlayalım. Neden her şey veri odaklı olmaya başladı? Veri temelli bir dünyada yaşamak ne demek? Verinin değerinin olması ne anlama geliyor ya da verinin değeri nereden geliyor? Gündelik yaşamda deneyimlediğimiz veri odaklı değişimlerin aslında toplumdaki her bireyi etkilediğini ve ilgilendirdiğini söyleyebiliriz, çünkü şu an içinde bulunduğumuz dijital dünyada herkes veri sahibidir.

Verileşmiş toplumda yaşamak

O halde, belki de öncelikli olarak sorulması gereken soru, nasıl bir toplumda yaşıyoruz ve nasıl bir topluma doğru gidiyoruz? İçinde bulunduğumuz toplum bilgi toplumu veya dijital toplum gibi birçok şekilde adlandırılıyor. Burada işaret edilen nokta ekonominin yapısının ve temel girdisinin bilgi olması ve ekonomik süreçlerin bilgi odaklı olarak işlemesidir. Dijital bir devrimin tam da başında olduğumuz ve aslında bugün bilginin işlenmesiyle karşılaştığımız sonuçların ileride edineceğiniz tecrübelerin sadece başlangıcını oluşturduğu düşünülmektedir. Yani bu daha sadece bir başlangıç.

“Veri hava kadar değerli! Veri yeni petrol! Veri yeni enerji kaynağı…” gibi verinin ekonomik değerine dikkat çeken cümlelerle sıkça karşılaşır olduk. Peki, veri neden bu kadar önemli, veriyi değerli kılan unsur nedir ve verinin ekonomik değeri nereden geliyor? Tarihsel olarak bakarsak, toplumlar için önemli kaynağın önceden toprak olduğunu, sanayi toplumlarında ise ham maddenin, enerjinin ve petrolün kaynak olarak kullanıldığını ve bunlar için ülkelerin savaştığını görüyoruz. Bugün ise, bu temel dinamiği bireylerin dijitalleşen hayatlarının her alanında ürettikleri veri oluşturmaktadır. Bilginin sanayiye eklemlenmesi ile reklamcılıktan üretime kadar her alanda bir verimlilik artışı söz konusu, çünkü bu sayede çok daha az enerji, kaynak ve zaman israf edilmekte. Peki, bu tam olarak ne anlama geliyor?

Bir örnekle ilerleyelim. Hemen hemen herkesin bir sosyal medya hesabı var. Bu platformlara kaydolurken, aldığımız hizmet karşılığında ücret ödemiyoruz. Birçok kullanıcı bunun üzerinde pek durmasa da, önemli bir sorunsala işaret ediyor; kapitalist bir sistemde, bu nasıl mümkün olabilir? En temel ihtiyaçlar bile ücretliyken, birçok teknik insanı çalıştıran sosyal medya platformları ve hizmetleri nasıl ücretsiz olabilir? Ya da farklı bir açıdan bakalım. Facebook, Instagram’ı 1 milyar dolara satın aldı (The Guardian, 2012). Hizmetlerini kullanmak için tüketicilerin para ödemediği bir platform, nasıl 1 milyar dolar değere sahip olabilir? Cevap aslında çok basit; sosyalleşme, iletişim kurma ve paylaşma hazzını yaşarken aslında kendi verilerimizle ödüyoruz. Bu durumda, veriler metalaştığı için bireyler tüketici değil, satılan ürünün kendisi olmakta. Sadece sosyal medya ile sınırlı düşünmemiz lazım. Vücudumuzun ve eylemlerimizin dijitalleştiği her alanda veri üretiyoruz. Uyurken bile kaç saat uyuduğumuzu, kaç kere uyandığımızı, ne kadar süre REM uykusunda kaldığımızı, nabzımızı, vücut sıcaklığımızı ölçen uygulama ve dijital araçlar ile veri üretmeye devam ediyoruz. Tüm bu veriler toplanarak, üçüncü şahıslarla paylaşılarak, veri madenciliği ile anlamlandırılarak ve satılarak ekonominin bir parçası haline geliyor.

Enformasyon toplumunda her ne zaman dijital bir cihaz ya da uygulama kullanırsak, arkamızda dijital izler bırakıyoruz. Bu izler bizim kim olduğumuza dair hikâyeler anlatıyor. Örneğin, konumunuz, arama geçmişiniz, kullandığınız cihaz, tarayıcınız, beğenileriz, yorumlarınız ve daha birçok detay. Bu durum gerek ticari firmalara, gerek devletlere, gerek platformların kendilerine ve gerek politikacılara çok büyük bir avantaj sağlamaktadır. Daha önce hedef kitlesini cinsiyet, yaş, eğitim, din gibi demografik bilgilere göre belirleyen ve hedefleyen şirketler, veri analizi sayesinde artık hedef kitlesinin tam olarak bilme, adımlarını tahmin etme ve davranışlarını değiştirme gücüne sahip ve hiçbir iktidar böyle bir güce hayır diyemez.

Cambridge Analytica krizi

Algoritmik yazılımların kültüre ve topluma etkisini genellikle başarısızlığa uğradığında, şirketlerin çıkar için neler yaptığını ve denediğini ise içlerinden bir muhbir çıktığında görüyoruz. Cambridge Analytica’nın hikâyesi ise şu şekilde. Eski araştırma direktörü Chris Wylie, birçok ülkede demokratik sürece zarar vermiş olan bir şirketi geliştirmek için önemli bir rol oynadığını ve bunun kendisine ağır geldiğini söyleyerek muhbir olarak ortaya çıkıyor (Channel 4 News, 2018).

2013 yılında Cambridge Üniversitesi psikometri merkezinde, kullanıcıların Facebook beğenilerinin kendileri hakkında ne kadar bilgi ortaya çıkarabildiği araştırılıyordu. Chris Wylie, ordu için psikolojik operasyonlar konusunda uzmanlaşmış bir şirket olan Strategic Communications Laboratories – SCL’de çalışıyordu. Chris Wylie’ye göre, Facebook sadece insanların aklındakileri okumak için değil aynı zamanda fikirlerini değiştirmek için de zengin bir kaynaktı. Bu düşüncesi SCL müşterilerinden Steve Bannon’ın dikkatini çekti. Steve Bannon, online dergi Breibart’ın müdürüydü ve sonrasında da Donald Trump’ın kampanya yöneticisi olacaktı. Steve Bannon’ın talep ettiği şey ise Amerika’nın kültürünü değiştirebilmek, kültürü okuyabilmek ve kendi kültür tahayyülü için bir çeşit silah yaratabilmekti. Akademisyenlerin, Facebook verileri üzerinden insanların kişiliklerinin profilini çıkarttıkları yöntemi Amerikan seçmeni üzerinde kitlesel ölçekte yapmalarını talep etti. Bu işi gerçekleştirmek için gerekli olan finansal desteği milyarder Robert Mercer ve kızı Rebecca Mercer’den temin ettiler ve Chris Wylie aracılığıyla Aleksandr Kogan’a ulaştılar. Cambridge Üniversitesi’nde akademisyen olan Aleksandr Kogan’ın araştırma amacıyla Facebook’tan kullanıcı verisi toplamaya izni vardı. Böylece Cambridge Analytica, SCL Group şirketinin yan kuruluşu olarak 2013 yılında kuruldu (a.g.e).

Manipülasyonda yeni bir teknik: Psikografi

Peki, hedeflenmiş reklamlar aracılığıyla Trump ve Brexit kampanyalarının seçmenlerini psikolojik olarak manipüle eden teknik neydi? Cambridge Analytica’nın görevden alınan CEO’sı Alexander Nix, yöntemlerinin davranış bilimi, veri analizi ve adreslenebilir reklam teknolojisi olmak üzere üç ana bileşenden oluştuğunu belirtiyor (Nix, 2016). Birçok şirket kullanıcılarını demografik ve coğrafik özelliklere göre ayırırken, Cambridge Analytica psikografik özellikleri de değerlendiriyor. Psikografi insanların kişiliklerini anlamak için kullanıyor, çünkü bir kişinin nasıl oy vereceğini belirleyen şey kişinin davranışı, kişinin davranışını belirleyen şey ise kişiliktir. Bunu başarmak için, OCEAN ismini verdikleri beş faktör içeren bir kişilik modeli geliştirdiler. Openness (açıklık), conscientiousness (titizlik, sorumluluk duyma), extroversion (dışa dönüklük), agreeableness (uyumluluk) ve neuroticism (nevrotiklik). Kişinin yeni deneyimlere ne kadar açık olduğu, kişinin hayatında düzen, alışkanlıklar ve planlamayı seçip seçmediği, kişinin ne kadar sosyal olduğu, kişinin toplumu ve başkalarının ihtiyaçlarını kendisinden önce koyup koymadığı ve kişinin ne kadar çok endişelenme eğiliminde olduğunu ölçen bu model ile hedefledikleri bireyin kişiliğini bilerek, mesajlarını o kişiye göre nüans etme ve böylece hedef kitlesinde daha etkili bir şekilde duygu, anı ve imge uyandırma imkanına sahip oldular (a.g.e.). Bu sayede, hedef kitlede hangi mesajın işe yarayacağını tahmin etmeye gerek kalmadan, kişisel veri noktalarını toplayarak hangi kitlede hangi mesajın işe yarayacağını bilebilir hale geldiler. Kitlesel iletişimin aksine, reklamcılık her bir bireye göre bireyselleştirildi. Reklamların bireyselleşmesiyle, sadece tüketilen ürünler değil, seçim zamanında insanların en çok önemsediği konular da hedeflenmiş politik reklamlar olarak kişiselleştirildi.

Binlerce Facebook kullanıcısı kendi rızasıyla para karşılığında Kogan’ın geliştirdiği uygulamayı indirip bir kişilik anketi doldurdu ve böylece Dr. Kogan kullanıcıların Facebook verilerini toplayarak Cambridge Analytica ile paylaştı. Fakat uygulama sadece anketi doldurmaya rıza gösteren 270.000 kullanıcının verisini değil, ankete katılan kullanıcıların arkadaşlarından gizlilik ayarlarında düzenleme yapmamış olanların verilerini de toplayacak şekilde tasarlandı. Böylece, sadece kişilerin ankete verdikleri cevapları değil, anketi dolduran kişilerin Facebook bilgilerini (beğeniler, durum güncellemeleri ve bazı durumlarda özel mesajlar) ve arkadaşlarının bilgilerini de topladılar (The Guardian, 2018). Bu şekilde 50 milyondan fazla Facebook kullanıcısının bilgilerini elde ettiler (a.g.e).

Şirket Facebook verilerini kullanarak hedef seçmen grupları belirledi ve bireylerin fikirlerini etkilemek için hedeflenmiş mesajlar tasarladı (a.g.e). Mikro hedefleme ile insanların hangi mesajlara karşı duyarlı olduklarını, bu mesajı nerede tüketeceklerini ve bir konu hakkında insanların nasıl düşündüğünü değiştirmek için duyarlı oldukları konu ile kişilere ne kadar temas etmeleri gerektiğini biliyorlardı (a.g.e). Topladıkları veri ile Amerika’daki ya da belirli bir bölgedeki her seçmenin psikolojik profilini çıkarttılar. Hedefleme sadece kişilerin hangi mesajlara karşı duyarlı olduğu yönünde değil, bu mesajların çerçevesinin, içeriğinin, konusunun ve mesajının tonunun ne olması gerektiğine de yönelikti (The Guardian, 2018). Daha sonra şirketin hedefleme ekibi bu mesajları internete koydu. Bunun için gerektiğinde web siteleri ve bloglar oluşturuldu, sosyal medyada kişilere hedeflenmiş politik mesajlar gösterildi (a.g.e). Chris Wylie bu durumu kamusal bir meydanda fikrini söyledikten sonra, insanların sana gelmesiyle oluşan ortak deneyimdense, her bir insanın kulağına tek tek konuşmak olarak betimlemekte (a.g.e). Hatta bir seçmenin kulağına söylenen gerçekle, diğer bir seçmenin kulağına söylenen gerçek aynı olmayabilir, çünkü duyarlı oldukları mesajlar farklı. Böylece ortak olarak deneyimlenen olaylar kalmadığında, toplum parçalanmaya ve bireyler kulaklarına fısıldanan gerçekliklerde yaşamaya ve sonuç olarak davranışlarını buna göre şekillendirmeye başlıyor. Toplumun algısı ve yapısı bozulduğunda, kültürün yapısı da bozulmaya başlıyor. Çünkü toplumun değerlerini ve yaşayış biçimini oluşturan şeyin kültür olduğu düşünülürse, kültürü oluşturan birim ise insandır. Bu şekilde insanların davranışlarını değiştirecek bir yöntem bulunduğunda ise, tam olarak Steve Bannon’ın talep ettiği “Amerika’nın kültürünü değiştirme” isteği gerçekleşmiş oluyor.

Etik ihlaller karşısında Cambridge Analytica, Facebook ve Dr.Kogan

Tüm bu suçlamalar karşısında, kurumların eylemlerine yönelik yükümlülük aldıkları söylenemez. Cambridge Analytica kendisine yöneltilen tüm iddiaları reddediyor ve Donald Trump’ın başkanlık kampanyasında verdiklerin hizmetin bir parçası olarak Facebook verilerini kullanmadıklarını ve hatta bu müşterileri için kişiye yönelik hedeflenmiş reklamları kullanmadıklarını söylüyor (Osborne & Parkinson, 2018). Bu ifadeyi kendi sitelerinde, veriden edindikleri bilgiye temellendirilen hedeflenmiş reklamların test edildiğini ve ana savaş alanı olan eyaletlerde en ikna edilebilir seçmenlerde uygulandığı yazarak kendi ifadelerini çürütüyorlar (Cambridge Analytica, 2018). Kullandıkları verilerin, Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi (RNC) seçmen dosyalarından, sürekli olarak yaptıkları nabız yoklamalardan (yüz yüze, telefon konuşması ve çevrimiçi olarak yaptıkları anketler), kampanya verilerinden, erken ve gıyabında oy kullanma sonuçlarından ve ticaret komisyoncularından edindikleri tüketici verilerinden[3] geldiğini belirtiyorlar (Cambridge Analytica, 2018). Fakat Alexander Nix “The Power of Big Data and Psychographics” isimli konuşmasında seçimlerde kalan iki adaydan birisinin, OCEAN modelini ve tekniklerini kullandığını ve seçime kadar olan yedi haftayı nasıl etkileyeceğini görmenin ilginç olacağını söyleyerek yine kendi ifadesini çürütmüş durumda (Nix, 2016). Ayrıca, Cambridge Analytica yetkilileri Facebook verilerini aldıklarını ve kullandıklarını inkâr ettikten sonra, veriyi aldıklarını ama Facebook’un kurallarını Dr. Kogan’ın ihlal ettiğini ve iki yıl önce sorunu öğrenir öğrenmez verileri sildiklerini açıkladı (Granville, 2018). Dr. Kogan’dan eylemlerinin Facebook’un protokollerine uyumlu olduğuna yönelik teminat aldıklarını söyleyerek kendilerine yapılan suçlamaları reddediyorlar (Channel 4 News, 2018). Görünen o ki, Cambridge Analytica kendi tezini kendisi çürütmeye alışmış. “Reklamcılık zorlayıcı değildir; insanlar bundan daha akıllı” diye insanların mikro hedefleme ile manipüle edilmesini hedef kitlesinin zekâsına indirgediği tweet’ine karşılık olarak resmi Twitter sayfasının kapağını “veri temelli davranış değişikliği”[4] yapması oldukça ironik. Ya da normal mi karşılamalıyız? Kendilerini savunurken, mikro hedeflemeyi siyaset tarihinde ilk kez kendilerinin kullanmadığını ifade etmek için Obama’nın 2008 kampanyasını hedef göstermeleri oldukça ilginç. İnsanlarla birebir konuşarak kendi partisine oy vermeleri için ikna etmeye çalışmak ile insanların kendi verilerinin kendilerine karşı manipülasyon aracı olarak kullanıldığını bilmemesi arasındaki farkı gözetemiyor olmaları da diğer ilginç bir nokta. Bireyi seçmen olarak hedeflemek ile bireyi kişiliği üzerinden hedeflemek arasında büyük bir fark var[5].

Dr. Kogan’ın ise kullanıcıların profil verilerini toplamak için Facebook’tan lisansı vardı, fakat sadece akademik araştırma amaçlı olarak kullanabilirdi. Facebook’tan topladığı verileri Cambridge Analytica ile ticari amaçlı olarak paylaştığında Facebook’un kurallarını ve şartlarını ihlal etmiş oldu (Graham-Harrison & Osborne, 2018). Fakat Kogan, yaptığı her şeyin yasal olduğunu ve bu süreçte Facebook ile yakından çalıştığını ve uygulaması için kendisine izin verdiklerini söylüyor (a.g.e.).

Facebook ise bunun bir hacklenme olmadığını, sistemlerin içine sızılmadığını, hiçbir şifrenin ya da hassas veri parçasının çalınmadığı, fakat bunun şirket kurallarının ihlali olduğunu söylüyor (Rosenberg, Confessore, & Cadwalladr, 2018). 50 milyondan fazla kullanıcının verilerinin akademik amaçların dışında ticari amaçlarla kullanılmasından ve Facebook’un protokollerinin ihlal edilmesinden Cambridge Analytica’yı, Dr. Kogan’ı ve Chris Wylie’yi sorumlu tutuyor ve bu yüzden Facebook servislerine erişimlerini engelledi.

İnsanlar ise bu kadar kişinin verisi Facebook’tan çekilirken, Facebook’un neden bir şey yapmadığını sorguluyorlar. Mark Zuckerberg kendi Facebook profilinde yaptığı açıklamada, Kogan’ın uygulamasıyla topladığı verileri Cambridge Analytica ile paylaştığını öğrendiğinde, hem Kogan’ın hem de Cambridge Analytica’nın uygunsuz bir şekilde toplamış olduğu tüm verileri sildiğine dair resmi sertifika talep ettiğini ve bunun üzerine onların da bu sertifikaları Facebook’a temin ettiklerini yazıyor[6]. Fakat geçen haftalarda Cambridge Analytica’nın bu verileri söylediği şekilde tamamen silmediği ortaya çıktı. Bu durum Facebook kullanıcılarına iki şeyi düşündürüyor. Eğer insanların verisini kişilerin kendi onayları olmadan farklı amaçlarla kullanmak ve paylaşmak Facebook’un kurallarına aykırıysa, bu olay 2015 yılında gerçekleştiğinde neden bu durumdan etkilenen kullanıcılarını haberdar etmedi ve verilerin söylendiği şekilde silinmediğini öğrenene kadar -yani iki yıl boyunca- kamusal hiçbir açıklama yapmadan sessiz kaldı? İkinci soru ise Chris Wylie’nin iddia ettiği şekilde, Facebook, verilerin silinmesi talep ettikten sonra neden verilerin gerçekten silinip silinmediğini kontrol etmedi? Bir diğer nokta ise, Facebook’un sadece veri ihlalinden etkilenen bireyleri değil, aynı zamanda düzenleyicileri de bilgilendirmek gibi yasal bir zorunluluğu varken, bunu yapmayarak şeffaf ve açık olmak konusunda başarısız olmuş olması (Graham-Harrison & Osborne, 2018). Zuckerberg, yaşanan veri ihlali karşısında birkaç önlem alacaklarını belirtti; büyük miktarda veriye erişim sağlayan tüm uygulamaları araştırmak, şüpheli aktiviteleri olan herhangi bir uygulamayı denetimden geçirmek, denetimden geçmeyi reddeden geliştiricileri banlamak, eğer kişiyi tanımlayan verinin kötüye kullanıldığı fark edilirse bu uygulamadan etkilenen kişileri haberdar ermek (Kogan’ın uygulaması ile verileri kötüye kullanılan kişiler de dahil), geliştiricilerin veriye erişimini kısıtlamak, uygulamayı kullanırken kişilerin verdiği verileri azaltmak (isim, profil fotoğrafı ve e-mail adresi ile sınırlı tutmak), geliştiricilerin sadece onay almasını değil, kişilerin gönderilerine ve diğer kişisel verilerine erişmek için bir kontrat imzalamasını sağlamak gibi birçok önlem alacaklarını belirtti. Bu veri ihlalinin, Facebook ile verilerini paylaşan ve verilerini korumak konusunda Facebook’a güvenen insanlar arasındaki güvenin de ihlal edildiği anlamına geldiğini ve bunu düzeltecekleri söyledi[7].

Şirketler bu durumdan nasıl etkilendi?

Facebook ve Cambridge Analytica’nın itibarının zedelendiğini ve insanların güvenini kaybettiğini söyleyebiliriz. Hatta veri ihlali sonrası insanların Facebook’u ne kadar önemli gördüğünü ve güven duyduğunu anlamak için, Facebook bazı kullanıcılarına “Facebook’un dünya için iyidir” ifadesine ne kadar katıldıklarını oylamalarını istedi.

Screenshot from 2018-04-08 16-40-46 (1)

Bu durum, dünya genelinde aylık olarak 2,2 milyar aktif kullanıcısı bulunan bir platformun (The Statistics Portal, 2018), itibarının ne kadar zedelendiğini, yaşanan veri ihlali sonrası kullanıcıların ne düşündüğünü, bunun karşısında ne kadar önlem almaları, ne kadar zaman ayırmaları, ne kadar para harcamaları ve ne kadar yasal eylemde bulunmaları gerektiğini anlamalarının bir yolu olarak yorumlanabilir.

Veri ihlali sonucunda ya da Facebook’un adlandırdığı şekilde güven ihlali sonucunda, Facebook sadece insanların güvenini kaybetmedi, aynı zamanda skandalın ortaya çıktığı günden itibaren 80 milyar dolar piyasa değeri de kaybetti (Monica, 2018).

Nix ve Wylie İngiltere’de milletvekillerinin karşısına çıktılar ve Zuckerberg ABD Kongresi’nde ifade verdi. Nix açıklamasında Kogan’ın yaptığı araştırmayı verimsiz olarak tanımlarken (Channel 4 News, 2018), Facebook verilerini tutmadığını ve Facebook verileri üzerinde çalışmadıklarını söyledi (Guardian News, 2018). Zuckerberg  kongredeki ifadesinde, geliştirdikleri araçların zarar verme amaçlı olarak kullanılmasını engellemek için yeterince çaba göstermediklerini ve bunu sahte haberler, seçimlere dış müdahale, nefret söylemi, geliştiriciler ve veri gizliliği için de geçerli olduğunu belirterek olanlar karşısında sorumlu olduğunu ve yaşananların büyük bir hata olduğunu söyledi (Fox News, 2018). Ayrıca kongre öncesi hazırladığı ifadede önceliğinin her zaman için insanları birleştirme, topluluk kurma ve dünyayı bir araya getirme sosyal misyonu olduğunu ve kendisi Facebook’u işlettiği sürece reklamcıların veya geliştiricilerin asla önceliği olmayacağını vurguladı (Zuckerberg, 2018).

Veri ihlalinin bir sonucu olarak da insanlar #deletefacebook (Facebook’u sil) kampanyası başlattı. Bireylerin platforma duydukları güvenin kaybolduğunu ya da bireylerin kendi verilerinin sahipliğini talep ettiğini göstermek adına iyi bir eylem olarak değerlendirebiliriz, fakat internetin iş modeli göz önüne alındığında karılaştığımız sorunu çözmekten uzak liberal bir hareket olarak kalıyor. Safiya Noble’ın da bahsettiği üzere Facebook hesaplarını silmek, hayatlarımızın dijitalleşen her alanına yayılmış olan verileşmeye (datafication) bir çözüm olmayacak, belki sadece kısa bir süreliğine tatmin edebilir (Mahdawi, 2018). Bu hareketin, verinin nasıl toplandığı, satıldığı, ekonominin parçası haline geldiği ve metalaştığı gibi sorunlara bir çözüm olabilmesi mümkün gözükmüyor, çünkü bugün Facebook ve Cambridge Analytica arasında gerçekleşen ihlal aslında sadece Facebook ya da Cambridge Analytica ile sınırlı değil. Kişilerin verisini toplayan, satan, metalaştıran, ihlal eden ve üçüncü şahıslarla paylaşan tek platform Facebook değil. Birçok sosyal medya platformu ve şirket gerek ticari, gerek politik amaçlar için kullanıcılarını izliyor ve profillerini çıkartıyor. Ayrıca, bireyler Facebook’u silse bile Facebook’un logosunun olduğu web sitelerinde –Facebook kullanıcısı olmasalar dahi- izlenmeye devam edilecekler. Ayrıca, Facebook’un satın aldığı Instagram ve WhatsApp gibi birçok kişi tarafından kullanılan diğer uygulamaları da silecek miyiz?

Cambridge Analytica ve Facebook krizinin önemi

Tüm bu yaşananlar mahremiyet, veri sahipliği ve içine hapsedildiğimiz gerçekliği sorgulamak açısından önemli. Mahremiyetinizi kaybettiğiniz de ne olur? Facebook size verisi Cambridge Analytica tarafından kullanılmış olan kişilerden birisi olduğunuzu söylese ne hissedersiniz? Senatör Durbin Zuckerberg’e “dün kaldığınız otelin ismini bizimle paylaşabilir misiniz” ve “eğer bu hafta birileriyle mesajlaştıysanız, mesajlaştığınız kişilerin isimlerini bizimle paylaşabilir misiniz” sorularını sordu. Zuckerberg’in “hayır” demesi üzerine, “sanırım hepsi bundan ibaret, gizlilik hakkınız, gizlilik hakkınızın sınırları, dünyanın dört bir yanından insanları bir araya getirmek adı altında ne kadar bilgiyi dışarı verdiğiniz ile alakalı” dedi (PBS NewsHour, 2018).

Burada çok ince bir dengeden bahsedebiliriz; kullanıcıların mahremiyet ve verilerinin gizliliğine yönelik tutumu. İnsanlar, şirketlerin kendileriyle ilgili gerçekleri dozajında bildiğini hissettiğinde sorun görmezken, Cambridge Analytica örneğinde olduğu gibi kendileriyle ilgili her şeyi bildiğini ve manipüle edildiğini hissettiğinde korkabiliyor ve mahremiyet hakkını talep edebiliyor. Yani kullandığınız otobüs firması, en sık gittiğiniz iki şehir arasında size yönelik indirim verdiğinde, verilerin ticari olarak kullanılması normal karşılanırken –muhtemelen ortada kazan-kazan durumu olduğu için-, akıllı telefonunuzun yanında yaptığınız bir konuşmada geçen ürüne yönelik sosyal medya hesabınızda reklam gördüğünüzde, bu durum dehşet verici veya korkutucu olabiliyor. Fakat insanların verileri hakkında nasıl hissettiğinin bir önemi olmaksızın, nasıl kullanıldığı hakkında her zaman şüpheci yaklaşmaya ihtiyaçları olduğunu düşünebiliriz. Yine aynı şekilde, kullanıcıların sosyal medya, uygulamalar ve akıllı cihazlar aracılığıyla hayatlarının neredeyse her anını kamusal olarak paylaşmaya bu kadar gönüllü olduğu bir zamanda, bir şirketin kişilerin paylaşmaya gönüllü olduğu verilerle neler yapabileceğini gösterdiğinde insanların mahremiyet ve gizlilik hakkını tartışması da düşündürücü. Bu hak arayışı insanların verisinin nasıl kullanıldığına veya nasıl manipüle edildiğine dair belirsizlikten doğan korkudan mı kaynaklanıyor, yoksa gerçekten yapılan veri ihlaline karşı haklarını arama isteğinden mi kaynaklanıyor ayırt etmesi güç.

Bugün yaşananlar verinin sahipliği üzerinden de önemli, çünkü “benim verimin nasıl bir önemi olabilir”, “sosyal medyadaki beğenilerimin ya da paylaştığım fotoğrafların veya internette yaptığımın aramaların nasıl bir önemi olabilir” şeklinde sorulara cevap verdiğini görüyoruz. ”Benim gibi” derken kastedilen sıradan bir insanın verilerinin öneminin ne olup olmadığını verinin sahipliği üzerinden okuyabiliriz. Belki kişinin sosyal medyadaki tek bir beğenisi, arama motorunda yaptığı tek bir arama ya da çevrimiçi yaptığı tek bir yemek siparişi kişi hakkında çok fazla şey anlatmayabilir. Fakat o gün içinde yemek sipariş veren diğer herkesin verileriyle birlikte okunduğunda, “yağmurlu günlerde pizza siparişi artıyor” çıkarımı yapılabilir ve kişiye yönelik olarak pazarlanabilir. Cambridge Analytica örneğinde olduğu gibi kişinin beğenileri, mesajları, profil bilgileri ve arkadaşlarının bilgileri birlikte analiz edildiğinde, insan davranışını etkileyecek şekilde bireyler manipüle edilebilir. O halde, bireyin kendi verisini önemli görmüyor olmasının bir anlamı yok, çünkü kişinin kendi verisine atfettiği değerden bağımsız olarak verinin kendisinin ekonomik bir değeri var. Bu yüzden belki de Cem Yılmaz minvalinde “CIA’in de işi gücü yok bizi izliyor” esprilerinden sıkılmamız ve bilginin güç olduğunu ve bilgiye sahip olan şirketlerin veya kişilerin ise bu güçten yararlanmak istediğini anlamamız ve verilerimizin nasıl kullanıldığı konusunda hak talep etmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde eyleyen aktörlere dönüşebiliriz.

Bu gelişmeleri bireylerin kendi gerçekliklerine hapsedilmeleri üzerinden okumak da önemli. Mesajın hangi alıcıya ulaştığından ya da ne kadar etkili olduğundan emin olamadığımız kitlesel iletişimin aksine, mikro hedefleme ile hedef kitledeki insanlarla tek tek konuşabilmek ve vermek istenilen mesajı iletebilmek mümkün hale geldi. Fakat bunu kişiselleşmiş politik reklamlar ve mesajlar açısından düşündüğümüzde çok önemli bir sonucun ortaya çıktığını görebiliriz. Bireylerin korkularını, ihtiyaçlarını ve duyarlılık gösterdiği konuları baz alarak davranışlarını manipüle etmek için oluşturulan mesajlar ve hikâyeler, her bir birey için farklı gerçeklikler yaratıyor. Yani bir kişinin gördüğü gerçekliği bir diğer kişi görmüyor. Herkes kendi gerçekliğinin ve bilgi diyeti balonunun içine hapsedilmiş durumda. Bunun demokratik süreç adına yapıldığı göz önüne alındığında, kültürün yapısının bozulduğunu ve toplumun ortak deneyimlediği ve ortak algıladığı olayların ortadan kalktığını ve kamusal yapının parçalandığını görebiliriz.

Bir diğer önemli çıkarım ise, Cambridge Analytica örneği gerçekleşene kadar çevrimiçi yayılan sahte haberlerin, manipülasyonun ya da mikro hedeflemenin, ne yapacağı kararsız yüzer-gezer seçmenler ve eleştirel medya okuryazarlığını geliştirmemiş kişiler için etkili olabileceğini düşünüyorduk. Fakat Cambridge Analytica bunun düşündüğümüz şekilde olmadığını, okuryazar ya da eleştirel olan bireylerin de manipüle edilebileceğini gösterdi. Çünkü sizin hakkınızda toplanan dijital izler, sizin kim olduğunuz hakkında biricik hikâyeler anlatıyor. Bu hikâyeler isminiz, soy isminiz, cinsiyetiniz, e-mail adresiniz ve yaşınız ile sınırlı değil. Korkularınız, davranışlarınız, tercihleriniz, seçimleriniz ve zevkleriniz de bu anlatının bir parçası olduğunda, ikna edilemez olduğu düşünülen bireylerin bile hedeflenebilir olduğunu gördük, çünkü herkesin dinleyeceği bir anlatı, herkesin önem vereceği bir konu ve herkesin yüzleşmekten çekindiği korkuları mevcut. Bu verileri üzerinde çalışması için bir algoritmaya verdiğinizde ve algoritma zaman içinde verilerden öğrendiğinde, sizi arkadaşlarınızdan, eşinizden ve hatta kendinizden daha iyi tanıyacak kadar bilebilir. Dr. Michal Kosinski’nin çalışmasında ortaya koyduğu üzere, bireyin kişiliğini tahmin etmek için bir algoritmaya verilen 11 beğeninin iş arkadaşlarından, 100 beğeninin yakın arkadaşlarından ve aile bireylerinden, 250 beğeninin ise eşinden daha iyi tahminde bulunduğu göstermektedir (Kosinski, 2017).

Sonuç: İnternetin buzdağı modeli, distopya ve optimizm

Bu anlamda, Cambridge Analytica örneğinin buz dağının görünen bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun için üç sebep var. Birincisi, artık herkesin mikro hedeflemenin ve manipülasyonun bir parçası olabileceğini gerçek bir örnek ile görmüş olmak ileride neler yapılabileceğinin bir göstergesi niteliğinde. İkincisi, Facebook ve Cambridge Analytica bunu yapan tek şirket değil. Bir buzdağı hayal edelim ve buzdağının görünen ucuna Facebook ve Cambridge Analytica’yı koyalım. Bugün gördüğümüz bundan ibaret. Fakat buzdağının altında bu şekilde çalışmaya devam eden birçok şirket var. Her gün veri ihlaliyle karşılaşmasak da[8], her gün bireylerin verilerinin toplandığına, satıldığına, işlendiğine, metalaştığına ve sömürüldüğüne tanıklık ediyoruz. Çünkü internetin iş modeli bireylerin verileri üzerinden kar etmeyi hedefliyor. Üçüncüsü ise geleceğe yönelik. Her gün hayatımızın bir alanı daha dijitalleşiyor ve arkamızda bıraktığımız dijital izlerin sayısı ve alanı artıyor. Sadece çevrimdışı hayatın çevrimiçi olması değil, dijitalleşen bedenin ve eylemlerin bilgisini toplayan cihazların birbiriyle konuşması –sensörlerin birbiriyle iletişim kurması- da söz konusu. İleride daha fazla verimlilik bizleri bekliyor. Bu yüzden, eğer bugün doğru kararları, yasal uygulamaları alamazsak, sektörel bir bakış açısı yerine insanı bir bakış açısı kazanmazsak ya da doğru soruları soramazsak, Cambridge Analytica örneğinin bize gösterdiği üzere, hayatlarımızın en mahrem alanına kadar uzanan ve iliklerimize kadar sömürülebileceğimiz bir dijital devrimden geçeceğiz[9]. Bunu öngörmek yanlış olmayacaktır.

Bu durumda, veri distopyasından bahsedebilir miyiz? Her şey daha distopik mi olacak? O halde mahremiyeti sağlamak, verinin sahipliğini ve gizlilik hakkını talep etmek için yapmalı? Yoksa mahremiyet ve gizlilik dediğimiz şeyler paylaşma ekonomisinde çoktan kaybettiğimiz bir savaş mı? Bugün sahip olduğumuz teknolojileri ve arkasından gelecek olan gelişmeleri korkarak reddetmek doğru olmayacaktır. Fakat değinilmesi gereken ilginç bir nokta, insan ırkı her ne kadar teknolojik gelişmelerle ilerlese de, sanatını her zaman sömürü ve kar üzerinden ifade ettiği için insani bakış açısını bir türlü kazanamayarak evrimini tamamlayamıyor gibi.

Peki, veri analizi ve psikografik profilleme gibi gelişmiş yöntemler kar ve sömürü amaçlı kullanılabiliyorsa, toplumdaki sorunları iyileştirmek ve toplumu geliştirmek için nasıl kullanılabilir? Algoritmaların kapasitelerinden nasıl faydalanabiliriz? Dr. Michal Kosinski’nin belirttiği üzere, algoritmaların faydası bizlerin psikolojik özelliklerini anlayabilmesi ve gelecekti davranışlarımızı tahmin edebilmesidir. Bu sayede, insanları çalışacakları işlerle eşleştirme, hangi kariyerde ilerleyeceği konusunda tavsiyede bulunma, bir ekipte çalışacak olan insanları birbirleriyle eşleştirme gibi istihdam ile ilgili konularda; insanların depresyona ya da farklı bir hastalığa yakalanıp yakalanmayacaklarını tahmin etme, insanları manipüle etmeden hedeflenmiş reklamlar ile sağlıklı beslenmeye veya sigara tüketimini azaltmaya teşvik etme gibi sağlık sistemi ile ilgili konularda; kişilerin güçlü oldukları konuları tespit ederek eğitimin kişiselleştirilmesi gibi eğitim ile ilgili konularda algoritmalar fayda sağlayabilir (Kosinski, 2017). Ayrıca siyaset, politik iletişim ve demokrasi için de fayda sağlayabilir. İnsanlara sloganlarla konuşmak yerine, önem verdikleri ve ilgi duydukları konular hakkında birebir konuşmak kişilerin siyasi katılımını da artırabilir. Bu durum, bugün olduğu gibi manipülasyonu da beraberinde getirilebilir, fakat eğer vatandaşlar kendilerine gönderilen kişiselleştirilmiş politik mesajları birbiriyle paylaşırlarsa, siyasetçilerin yalan söylemesinin ya da sahte haberlerin yayılmasının da önüne geçilebilir (a.g.e.). Bunun için kişilerin aldıkları mesajların kendi gerçekliğine yönelik olduğunu algılaması ve toplum ile paylaşması gerekli olacaktır. Kişiselleşmiş politik mesajlar ile siyasetçiler için pazarlama bütçesi de azabilir, böylece siyasi rekabeti sürdürmek için gerekli bütçeye sahip olmayan ve azınlığı temsil eden partilerin de mesajlarını iletmesi mümkün olabilir. Politik iletişimin kişiselleşmesiyle, azınlık olan grupların düşünceleri veya ilgilendikleri sorunlar da daha görünür olacaktır, böylece insanların sorunları siyasetçilerin sorunları haline gelmeye başlayabilir (a.g.e.).

Sonuç olarak, bugün yaşanılan veri ihlalinin önemi belki de sonrasında getireceği etik tartışmalar, çözümler ve eylemlerdir. Sosyal ağların ve internetteki aktörlerin eylemlerinde daha sorumlu ve yükümlü olmasının önünü açacağını söyleyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını, yaşanılan ihlalin sadece bir durum olarak kalıp kalmayacağı, sonrasında aktörleri yasal eylemlere ve yaptırımlara zorlayıp zorlamayacağı belirleyecektir. Fakat bugün yaşadıklarımızın, etik bir tartışmayı başlatabilmesi, kullanıcıları yaşamlarını sergiledikleri platformların nasıl çalıştığı hakkında şüpheci yaklaşmaya itebilmesi ve içinde yaşadığımız gözetime ve kapitale perçinlenmiş toplumu güvenli, yaşanabilir bir yer haline getirmek için neler yapılabileceğini düşündürebilmesi açısından önemli bir fırsat olabilir.

Referanslar

Cambridge Analytica. (2018, Nisan 12). Donald J.Trump for President. CA Political: https://ca-political.com/casestudies adresinden alınmıştır

Cambridge Analytica. (2018, Nisan 12). The data we used on the 2016 US presidential campaign. CA Political: https://ca-political.com/news/data-we-used-2016-us-presidential-campaign adresinden alınmıştır

Channel 4 News. (2018, Mart 18). Cambridge Analytica boss under fire from MPs. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=u5aQgS2Uh1M adresinden alınmıştır

Channel 4 News. (2018, Mart 2018). Cambridge Analytica: Whistleblower reveals data grab of 50 million Facebook profiles. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=zb6-xz-geH4 adresinden alınmıştır

Fox News. (2018, Nisan 10). Mark Zuckerberg admits to ‘big mistake’ at Senate hearing. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=nEwuo-F7eso adresinden alınmıştır

Graham-Harrison, E., & Osborne, H. (2018, Mart 17). Revealed: 50 million Facebook profiles harvested for Cambridge Analytica in major data breach. The Guardian: https://www.theguardian.com/news/2018/mar/17/cambridge-analytica-facebook-influence-us-election adresinden alınmıştır

Graham-Harrison, E., Cadwalladr, C., & Osborne, H. (2018, Mart 19). Cambridge Analytica boasts of dirty tricks to swing elections. The Guardian: https://www.theguardian.com/uk-news/2018/mar/19/cambridge-analytica-execs-boast-dirty-tricks-honey-traps-elections adresinden alınmıştır

Granville, K. (2018, Mart 19). Facebook and Cambridge Analytica: What You Need to Know as Fallout Widens. The New York Times: https://www.nytimes.com/2018/03/19/technology/facebook-cambridge-analytica-explained.html adresinden alınmıştır

Guardian News. (2018, Mart 19). Cambridge Analytica chief denies working with Facebook data. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=pvai-hAb1gc adresinden alınmıştır

Kosinski, M. (2017, Eylül 14). Dr. Michal Kosinski on Facebook, Big Data, and Psychographic Profiling. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=XKNFjVM2SfY adresinden alınmıştır

Kosinski, M. (2017, Mart 24). Keynote “The End of Privacy”, Dr. Michal Kosinski. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=NesTWiKfpD0&feature=youtu.be adresinden alınmıştır

Mahdawi, A. (2018, Mart 20). Facebook: is it time we all deleted our accounts? The Guardian: https://www.theguardian.com/technology/2018/mar/20/facebook-is-it-time-we-all-deleted-our-accounts adresinden alınmıştır

Monica, P. R. (2018, Mart 27). Facebook has lost $80 billion in market value since its data scandal. CNN Money: http://money.cnn.com/2018/03/27/news/companies/facebook-stock-zuckerberg/index.html adresinden alınmıştır

Nix, A. (2016, Eylül 27). Cambridge Analytica – The Power of Big Data and Psychographics. YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=n8Dd5aVXLCc&app=desktop adresinden alınmıştır

Osborne, H., & Parkinson, H. J. (2018, Mart 22). Cambridge Analytica scandal: the biggest revelations so far. The Guardian: https://www.theguardian.com/uk-news/2018/mar/22/cambridge-analytica-scandal-the-biggest-revelations-so-far adresinden alınmıştır

PBS NewsHour. (2018, Nisan 10). Sen. Durbin to Zuckerberg: Would you share the name of the hotel you stayed in last night? YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=rTIKWURvbQ4 adresinden alınmıştır

Rosenberg, M., Confessore, N., & Cadwalladr, C. (2018, Mart 17). How Trump Consultants Exploited the Facebook Data of Millions. The New York Times: https://www.nytimes.com/2018/03/17/us/politics/cambridge-analytica-trump-campaign.html adresinden alınmıştır

The Guardian. (2012, Nisan 9). Facebook buys Instagram for $1bn: full statement by Mark Zuckerberg. The Guardian: https://www.theguardian.com/technology/2012/apr/09/facebook-buys-instagram-mark-zuckerberg adresinden alınmıştır

The Guardian. (2018, Mart 17). Cambridge Analytica whistleblower: ‘We spent $1m harvesting millions of Facebook profiles’. YouTube: https://youtu.be/FXdYSQ6nu-M adresinden alınmıştır

The Guardian. (2018, Mart 20). What is the Cambridge Analytica scandal? YouTube: https://youtu.be/Q91nvbJSmS4 adresinden alınmıştır

The Statistics Portal. (2018, Nisan 12). Number of monthly active Facebook users worldwide as of 4th quarter 2017 (in millions). Statista: https://www.statista.com/statistics/264810/number-of-monthly-active-facebook-users-worldwide/ adresinden alınmıştır

Zuckerberg, M. (2018, Nisan 11). Hearing Before the United States House of Representatives Committee on Energy and Commerce. Document Cloud: https://www.documentcloud.org/documents/4434114-HHRG-115-IF00-Wstate-ZuckerbergM-20180411.html?embed=true&responsive=false&sidebar=false adresinden alınmıştır

Sonnotlar

[1] “Advertising is not coercive; people are smarter than that” https://twitter.com/CamAnalytica/status/975081781702492160

[2] “Obama’s 2008 campaign was famously data-driven, pioneered microtargeting in 2012, talking to people specifically based on the issues they care about” https://twitter.com/CamAnalytica/status/975081782625226752

[3] https://twitter.com/CamAnalytica/status/979411559448502273

[4] https://twitter.com/camanalytica

[5] Tüm bunlara ek olarak, Cambridge Analytica eski CEO’su Alexander Nix’in seçim kampanyalarını etkilemek için bal tuzakları, sahte haber kampanyaları ve eski casuslarla operasyonlar yapabileceklerini söylediği video açığa çıktığından beri itibarlarının iyice zedelendiğini söyleyebiliriz (Graham-Harrison, Cadwalladr, & Osborne, 2018)

[6] https://www.facebook.com/zuck/posts/10104712037900071

[7] https://www.facebook.com/zuck/posts/10104712037900071

[8] Her gün veri ihlaliyle karşılaşmıyor olmamızın sebebi, verilerin sömürülmemesinden değil, sömürünün kullanım politikaları uyarınca yasal bir şekilde yapılmasından ve bireylerin bu platformları ya da hizmetleri kullanmadan önce bu şartları kabul etmesinden kaynaklanıyor.

[9] Bu devrim, gücü yani bilgiyi ve bilgiyi işleme gücünü elinde bulunduran kişileri etkileyemeyecektir, tıpkı senatörün sorusu karşısında Zuckerberg’in nerede kaldığı ya da kiminle mesajlaştığı bilgisini kamusal olarak paylaşmayı istemediğini söylemesi örneğinde olduğu gibi. Kendi verisi üzerinde gizlilik hakkına sahip olmayan bireyler sömürünün bir parçası haline gelirken, Zuckerberg gibi kendi bilgisini paylaşmama hakkını kendisinde bulan veri sahipleri bu sömürüden etkilenmeyecektir.

 


Türkiye’de İnternet’in 25 yılında İfade Özgürlüğü…

Nisan 12, 2018

Av.Faruk Çayır/Ankara Barosu ve Alternatif Bilişim Derneği

Bu gün internetin 25. Yılında yaşamımıza getirdiği yenilikler ve internetin günlük hayatımızda yapmış olduğu katkılardan bahsediyoruz. Ancak Türkiye’de son 10 yıl içerisinde ciddi bir internet sansürü, engellemeler ve yasaklar ile karşı karşıyadır.

images

Türkiye’ de 2008 yılında video paylaşım siteleri Youtube’ a erişim yaklaşık 2 sene engellendi, yine bir diğer video paylaşım sitesi Daily Motion’ da uzun bir dönem mahkeme kararıyla kapalı kaldı.

Yine çeşitli gerekçelerle kapatılan siteler arasında Mysapce, İmgur, WordPress, blogger gibi internet siteleri de yer aldı. Ancak daha çok günlük hayatımızın bir parçası haline dönüşen twitter’ ın birden fazla kez erişimin engellenmesiyle internet sansürlerinden etkilenir olduk.

Türkiye’de her geçen gün erişim engelleri ve sansürün sıklaşmasıyla birlikte, throttling (yani internetin boğazını sıkmak) uygulamalarıyla internet hızı yavaşlatılarak herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın internet sitesine erişim engellenebiliyor.

Yaklaşık 2 yıldır internet ansiklopedisi Wikipedia’ ya erişim engelli durumda.

Bunun yanında trajikomik bir şekilde Youtube’ un engellenmiş olduğu dönemde “ben de VPN ile erişiyorum, demek ki siz de girebilirsiniz” güzellemesi yapılan ve yaşanan tüm bu erişim engellememeleri ve sansüre karşı daha çok kullanılmaya başlayan sanal özel ağ-VPN servislerine erişim de yine BTK tarafından engellenmiş durumda.

Engelliweb’ in açıklamış olduğu istatistiklere göre 2008 yılında 835, 2011 yılı 6506, 2013 yılı 15418, 2014 yılında T.İ.B. tarafından 17.000 internet sitesine erişim engellendi ve toplamda 60.000 e yakın internet sitesine erişim engellendi.

2015 yılında hazırlanan Avrupa konseyi raporuna göre 110.000 web sitesine ve yaklaşık 17.000 bağlantı adresine Türkiye’ de erişim engellendi.

Hali hazırda Türkiye ne kadar web sitesi ve bağlantı adresine erişim engeli kararı verilmiş olduğunu bilmiyoruz. Çünkü Türkiye’ de hangi internet sitesine, hangi mahkeme kararına dayanılarak erişim engeli kararı verildiğinin istatistiğini derleyen Engelliweb isimli internet sitesi dahi yaklaşık 2 yıldır engellenmiş durumda!

Geçen haftalarda bir ülkenin konsolosluğu Türkiye’de telefon ve internet kullanımının güvenli olmadığı gerekçesi ile telefon ve bilgisayarlarına VPN kurmaları yönünde tavsiyelerde bulundu. Bu durum dahi Türkiye de internet kullanımının geldiği son noktayı özetlemektedir.

2013 yılında 5651 sayılı yasada yapılan değişiklikle ifade özgürlüğünün önünde engel teşkil eden ve büyük tartışmalara rağmen eklenen 8-A maddesi ile BTK’ ya geniş yetkiler tanındı. Başbakanlık veya ilgili Bakanlıkların talebi üzerine Başkan tarafından mahkeme kararı olmaksızın içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı verilebilmektedir. Yine bu maddenin 3. bendine göre “verilen erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilir. Ancak, teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilir.

680 sayılı OHAL Kanun Hükmünde kararnamesinin 27. Maddesine göre 2559 sayılı Kanunun ek 6 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Polis, sanal ortamda işlenen suçlarda, yetkili Cumhuriyet başsavcılığının tespiti amacıyla, internet abonelerine ait kimlik bilgilerine ulaşmaya, sanal ortamda araştırma yapmaya yetkilidir. Erişim sağlayıcıları, yer sağlayıcıları ve içerik sağlayıcıları talep edilen bu bilgileri kolluğun bu suçlarla mücadele için oluşturduğu birimine bildirir.”  Bu değişiklik ile sosyal medyada bir jurnalcilik ve korku havası oluşturulmuş durumda. Yapılan her paylaşımın takip edileceği ve şikayet edilebileceği korkusu ifade özgürlüğünü tamamen ortadan kaldırmıştır. OHAL KHK’sı ile yapılan bu düzenleme ile ifade özgülüğü ve internet özgürlüğünün engellenmesine yasal bir serbesti getirilmiştir. Bunun sonucu olarak 2 yıldır muazzam bir şekilde baskı ortamı yaratılarak sosyal medya paylaşımları nedeniyle net olmamakla beraber 38.000 kişi gözaltına alınıp hakkında dava açılmıştır.

Ayrıca son günlerde yaşanan Facebook’ un kullanıcı verilerini kötüye kullanması skandalı, Türkiye’ de sosyal medya platformlarının tek boyutlu kullanıldığı göz önüne alındığında kullanıcıların algoritmik manipülasyonlara ve kişisel verilerinin kötüye kullanılmasına daha fazla açık olduğunu göstermektedir.  Toplumumuzda sosyal medya kullanıcıları arasında eşitsizlik artmakta, popülizm uğruna iktidar yanlısı ve askeri söylemlerle toplumsal kutuplaşma artılmakta, yalan haberler ile bu kutuplaşma perçinlenmektedir.

Tüm bunlar da yetmezmiş gibi torba yasa ile RTÜK kanununda değişiklik yapılarak İnternette yayın yapmak isteyen medya hizmet sağlayıcılara üst kuruldan yayın lisansı, bu yayınları internet ortamından iletmek isteyen platform işletmecileri yayın iletim yetkisi almak zorunluluğu getirildi. Üst Kuruldan alınan geçici yayın hakkı ve/veya yayın lisansı bulunmayan ya da bu hak ve/veya lisansı iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin yayın hizmetleri RTÜK tarafından tespit edilirse,  RTÜK’ün talebi üzerine sulh ceza hakimi tarafından içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesine karar verilebilecektir.

Bu düzenleme ile muhalif medya yayınlarına, internet üzerinden görüntülü günlük olay ve durum değerlendirmeleri yapan gazetecilere, periscope, hatta facebook’a,  lisans alma zorunluluğu getirilmekte, kişilere evlerinde ve iş yerlerinde adeta televizyon kanalı kurma zorunluluğu getirilmektedir.

Avrupa Komisyonu İnternet Kullanıcıları İçin İnsan Hakları Rehberi ve B.M. İnternette İnsan Hakları Ve İlkeleri Şartı açık olarak; uluslararası sözleşmelerde yer alan insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına alan tüm yükümlülükler internet kullanımı bağlamında da geçerlidir. Bu bağlamda, ifade özgürlüğü, bilgiye erişim, toplanma özgürlüğü, özel hayatın korunması ve kişisel verilerin korunması haklarının savunulmasıyla ilgili diğer tüm haklar internet ortamında da korunacaktır. İnternet bugün, düşünce ve ifade özgürlüğünün gerçekleştiği öncelikli iletişim alanı haline gelmiştir; aynı şekilde, müdahale edilmeden, sansürlenmeden bilgi edinme ve haber alma hakkının özgürce kullanılabildiği en önemli platformdur. Dahası, internet herkesi bir yayıncı haline getirmekte, bu yönüyle iletişimi demokratikleştirmekte ve kamu yararının ortaya çıktığı ayrıcalıklı iletişim ve etkileşim platformuna dönüşmektedir. İşte bu yüzden, internetin evrenselliği, bütünlüğü, açıklığı ve çok sesliliği söz konusudur.

AİHM ve Anayasa Mahkemesinin kararları dikkate alındığında “İnternet modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sahip bulunmaktadır. İnternetin sağladığı sosyal zemin kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez niteliktedir. Bu nedenle düşünceyi açıklamanın günümüzde en etkili ve yaygın yöntemlerinden biri haline gelen internet ve sosyal medya araçları konusunda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranmaları gerektiği açıktır.

Yapılan kanuni düzenlemeler, alınan kararlar ve yapılan uygulamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırıdır. Temel hak ve özgürlüklerden olan ifade özgürlüğüne ilişkin alınan engelleme kararları ölçülü olmadığı gibi, en temel hak ve özgülüklerden ifade özgürlüğünün amacına uygun şekilde kullanılamaz hale koyan ve etkisini ortadan kaldıran bir sınırlama olup temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunduğu açıktır.

makgul

Geçen yıl aralık ayında kaybettiğimiz, Türkiye’de interneti ilk kullanan ve Türkiye’de ilk web sayfasını kuran kişilerden biri olan,  internetin babası, Doç. Dr. Mustafa Akgül hocanın ”internet yaşamdır” sözünü bir kez daha hatırlatıyoruz. İnternet hak savunucuları ve tüm internet kullanıcıları açık, özgür, sansürsüz, güvenli internet için bir araya gelmeli ve ortak mücadele alanları yaratmalıdır


Video Aktivizmde Kavramlar Sorunlar Uygulamalar kitabı çıktı…

Nisan 4, 2018

 Screen Shot 2018-04-04 at 16.35.03

 

İçindekiler
Önsöz :İntikam, Zafer, Tanıklık, Boşluk, Gerçeklik Olarak Video ve Ondan Doğan Aktivizm – Aslı Telli Aydemir                                    
  1. Bölüm: Video Aktivizm: Kuram, Etik ve Hukuk
Alternatif Medya ve Video Aktivizmi – Ahmet Taylan
Video Aktivizm ve Etik: Gerçeklik, Tanıklık, Bakış – Gülsüm Depeli
Dijital Bir Hak Mücadelesi Olarak Video Aktivizm ve Video Aktivistlerin Yaşadığı Hukuki Sorunlar – Faruk Çayır
Sosyal Ağlarda Video Aktivizm – Gülüm Şener
  1. Bölüm: Video Aktivizm: Teknik ve Teyit
Video Aktivizminin Teknik Temelleri – Nihan Gider Işıkman
Görgü Tanığı Videoyu Doğrulamak: İnsan Hakları İhlalinin
Kamera Görüntüsü Nasıl Doğrulanır Witness / Çeviri: Derya Güçdemir
Etik İlkeler: İnsan Hakları Haberciliğinde ve Savunuculuğunda Görgü Tanığı Videolarını Kullanmak Witness / Çeviri: Derya Güçdemir
  1. Bölüm: Video Aktivizm: Yerel ve Küresel Pratikler
Röportaj: Tanıklıktan Öz-KayıtaVideo Eylemcinin  Konumu: Karahaber ve Seyr-i Sokak Örnekleri Dr. Şirin Fulya Erensoy
Politik İtaatsizliğin Kolektif Hafızası  Özge Çelikaslan, Alper Şen / Artıkişler Kolektifi, bak.ma
Video Aktivizminin Türkiye Serüveni / BalıkBilir – İnadına Haber – Onur Metin
Yerli Objektifin Dışında: Zapatistalar ve Otonom Video   Yapımı- Alexandra Halkin

Önsöz

İntikam, Zafer, Tanıklık, Boşluk, Gerçeklik Olarak Video ve Ondan Doğan Aktivizm[1]

Aslı Telli Aydemir[2]

Bu; yeni keşfeden bir çocuk hevesiyle kaydedilenleri izleyip, tartismalari dinleyen, yazılanları tek solukta yutan bir amatörün önsöz denemesi… Sıcak Mayıs günlerinden ikisinde, aynı zamanda hoş bir tesadüfle doğum gününe denk gelen pazarlardan birini, atölyenin tekinde geçirmeye neden bu kadar hevesli olur ki insan?

Dziga Vertov´un kameradan yansıyan dünyasını kuramsal olarak tartışmaya açan derslerden, sokaklarda hak mücadelesi sürdürenlerin gözü, kulağı olmaya doğru giden bir yolculuk bu… Görüntünün estetik ve artistik ilişkisini Spinoza’dan Ulus Baker’e uzanan çalışmalarda anlamaya çalışırken gözlerini kaybeden, anlık bombalarla sayısız parçalara ayrılan bedenleri gördük. Çeviremedik yüzümüzü sosyal medyaya, her ne kadar kendi sokağımızda yürümeye cesaret edemesek de…Ve tabii en ama en acısı, alıştırıldık bu insanlık dışı görüntülere!!

Bu yazıyı yazmam konusunda beni teşvik eden sevgili Gülüm Şener çok emek verdi bu alanda; onu bu derlemeye katkı sunanlar arasında ilk olarak anmak gerekir. Daha önce gençlerin dijital aktivizmi üzerine benim bir çalışmama sosyal hareketlerle ilgili gerçekleştirdiği alan araştırmasıyla katkıda bulunan Gülüm, bu kez sosyal ağlarda video aktivizm üzerine düşünmemizi istiyor. Toplumsal değişimi sağlayan amatör çekimler, video aktivist kimliği, ağlar üzerinde video aktivizm, direnişi sahnelemek, kolektif gayri maddi emek, viralleşme, videonun kanıt niteliği ve gerçek sonrası-post-truth– üzerinde durduğu belli başlı konular.  Kadın örgütlerinin gözetlenmesine kadar varan bir ekosistemin varlığından haberdar ediyor bizi Türkiye’de yaşanan son durum analiziyle…

Sevgili Gülüm Şener ve Faruk Çayır’la aynı zamanda Alternatif Bilişim Derneği´nde birlikte çalışıyoruz. En önemli ortak emek verdigimiz çalışmalardan biri, iki yılda bir gerçekleştirdiğimiz Ulusal Yeni Medya Kongresi (www.yenimedya.org.tr) ve “Türkiye’de İnternetin Ahvali” başlıklı yıllık raporlar… Faruk Çayır, bu derlemede “Dijital bir hak mücadelesi olarak video aktivizm ve video aktivistlerin yaşadığı hukuki sorunlar” başlıklı yazısıyla dikkat çekiyor. Derneğin aynı zamanda hukuk danışmanlığını üstlenen ve her sorunda hızır gibi yetişen sevgili Faruk Çayır, video aktivistlerin kaydedilenlerin hesabını verebilen, hak ve özgürlük mücadelesi veren, tanıklık eden, aktif kaydedici rolünü hatırlatıyor yazısında. Thomas Harding’den (2001, s.1) yola çıkarak, video aktivistin elinde bir kameranın polis şiddetini caydırıcı, güçlü bir politik araca; bir kurgu setinin siyasi gündem oluşturma aracına; bir video yansıtıcının ise kitlesel farkındalık yaratan bir mekanizmaya dönüşebileceğini vurguluyor.

Video aktivizm ve hukuk ilişkisine gelince, materyalleri dağınık ve kolektif çalışma olmasının getirdiği düzensizliğe rağmen kitlelere gerçekleri gösteren bir edim olan video aktivizm, delil ya da ispat aracı olarak önem taşıyor. Bir insanın kendi rızası olmadan çekilen ve anonim olmayan videoların kanıt olarak kullanılması ise yasak. Ancak ceza davalarında kişi hakkında olumlu bir durum oluşturuyorsa, hakimler videoların yorumlanmasına sıcak bakıyor. Türkiye’de videoları daha çok kamu kurumları kanıt olarak kullanıyor. Çoğunlukla göstericilerin yargılandığı davalarda kullanımına rastlanıyor. Aynı zamanda ceza davalarında, suç işleyen kamu görevlilerinin teşhisinde de kullanılıyor. Bu videoların özellikle kolluk kuvvetlerinin şiddet eyleminin kanıtlanmasında kullanımı da son 10 yılda kayda değer biçimde arttı. Bu bağlamda hukukçular ve yargı organları açısından önem taşıyor. Veri kaynaklarının güvenilirliğini teyit etmek (bkz. teyit.org), video aktivistler ve bu konular üzerine araştırma yapanlar, haberciler için vazgeçilmez bir pratik olmalı.

Tüm bunların yanında, Youtube’un ve diğer paylaşım platformlarının tartışmalı güvenilirliği üzerinde durmak gerekiyor. Creative Commons  lisansı ise paylaşım ve dağıtımı kolaylaştırma açısından şart. Görüntülerin toplumsal fayda sağlaması açısından muhalif olması kaçınılmazken, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu da bu görüntülerin özerkliğine işaret ediyor. Video aktivistlerin fikir ve eser sahibi olarak hakları mevcut. Telif hakları kaynaklı yaşanabilecek sorunlardan haberdar olmaları ve proaktif davranmaları gerekiyor. Tüm bunların yanında, arama ve dijital arama yapılabileceği gözönüne alınmalı. Açık verinin temel özelliklerinden haberdar olarak, bu anlayışın getirdiği normlara uyulmalı. Özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temel alınabilecek önemli kararları mevcut; anonim hale getirmekle ilgili teknik koşullar sağlanmalı.

Hukuki boyut çoğu zaman gözden kaçmakla birlikte, özellikle zor gelen bakış açısı “etik” olan diyebiliriz. Gülsüm Depeli, yazısında bize gerçeklik, tanıklık ve bakış kavramları üzerinden kayıtçı pozisyonunu korurken etik ilkelere uymak gerektiğini hatırlatıyor. Öyle ki tanıklık ve amatörlük aynı zamanda eleştirellik üretiyor.  Bu eksen, Godard’ın hem tanık ve üretici, hem seyirci, hem de aktarıcı olarak imgeyle karşılaşma halinin video aktivist için “etik eşik üretme hali” üzerindeki fikirleriyle açıklanabilir. Bu eşik yerine göre esneyebilir ve sorgulanabilir; ancak video aktivistin fenomenolojik olarak eşiğin varlığından haberdar olarak üretmesi gerekir. Bu üretim planlama, çekim, kurgu ve yayılım aşamalarının tümü için geçerlidir.

Hiç kuşkusuz, teknik içeriği konuşturan temel öğedir. Dolayısıyla Nihan Gider’in “Video Aktivizmin Teknik Temelleri” başlıklı yazısı hangi ekipmanın kullanılacağı ve hakim olan görsel-işitsel dil ve kurgu biçimi açısından önemsenmesi ve paylaşılan deneyimlerin, tıpkı bu atölyeler gibi etkinliklerle paylaşılmasıyla alanın gelişmesine katkıda bulunacaktır.

Türkiye’de hep geriden gelen taraf, alanyazının oluşması, edinilen deneyimlerin var olan ve gelecek kuşaklar için birikime dönüşmesini sağlamaktır. Bu bağlamda Onur Metin’in “Video Aktivizmin Türkiye Serüveni/Balık Bilir–İnadına Haber” başlıklı katkısının uzun vadede kalıcı etkisi olacağını umuyorum. Video aktivizmin Gezi sonrası ortaya çıkan ve zamanla sönen bir edim ve uğraş olmadığı, basite indirgenemeyeceği, Türkiye’nin güncel toplumsal tarihinde ve toplumsal hareketler paydasında bir eşik olarak nitelendirilebileceğini kabul etmek gerekir. Peki ya alana medya ve kitle iletişim araçlarının ne gibi katkısı olmaktadır? Ahmet Taylan, “Alternatif Medya ve Video Aktivizmi” başlıklı yazısında, anaakım medyanın yapısal sorunları ve onun yarattığı habercilik pratiklerine dair sorunların bizi alternatif aramaya ittiğini belirtiyor (Friedland, L.A., 1996, s. 185-212). İnternet, söylem topluluklarından ibaret değildir; toplumsal sermaye ağlarından oluşur. Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim unsurlarının hayatımıza kattığı önemli bir unsur, bu yönüdür. Bu bir kamusal alan değil, alternatif kimlik ve öznelerin hak mücadelesinin gerçekliklerinden söz etmektir. Kitlesizleştirme ve özelleştirme nedeniyle, mesajın kontrolünün üreticiye değil, alıcıya ait olması durumu (Timisi, 2003) ise yenidir ve alıcının üretimini kolaylaştırmakta ve teşvik etmektedir. Her bireyin kendi medyası olması buna işaret ediyor.

Türkiye’de video eylemcilik adıyla yeni açılan kulvara göz atan Şirin Fulya Erensoy ise “Tanıklıktan Öz Kayıta Video Eylemcinin Konumu: Karahaber ve Seyri Sokak Örnekleri” başlıklı röportajıyla 2005 yılından bugüne bir panorama sunuyor. Bu bağlamda uluslararası tanınırlığa sahip Witness adlı örgütten söz etmeden geçemeyiz. Atölyeler esnasında temsilcilerinin eğitim verdiği ve sunum yaptığı bu örgüt, özellikle sıcak savaş alanlarında hizmet veriyor ve insan hakları haberciliğinde ve savunuculuğunda görgü tanığı videolarının nasıl kullanılacağı konusunda perdeleri aralıyor. Burada dikkat edilmesi gereken can alıcı nokta, görgü tanığı olarak kabul edilen videonun nasıl doğrulanacağıyla ilgili adımları öğrenip, paylaşmadan önce gerekli teyitleri yapmak… Herhangi bir dezenformasyonla karşılaşıldığında bunun hızlıca düzeltilmesini sağlamak da ortaklaşılan ağların harekete geçirilmesindeki beceriye bağlı.

İşte yine dönüp dolaşıp “dijital okuryazarlıklar” konusuna  geri dönüyoruz. Bir an için Meksika’nın  Chiapas bölgesinde yaşayan Zapatistalar’a çevirelim kameramızı… O bölgede katılımcı gözlem pratikleriyle atölyeler düzenleyen ekipten Alexandra Halkin anlatıyor deneyimlerini. Chiapas Media Project adıyla anılana kadar geçirilen aşamaları tasavvur etmek bile güç. İnsanoğlunun doğayla mücadelesinin en çetin anında kaydedilen görüntülerin, o görüntülerin beden bulduğu kişilerce izlenmesi bile başlı başına bir şölen!.. Otonom videonun tam olarak ne anlama geldiğini, kendi özerk yaşamlarıyla ifade eden Zapatistalar’ın video aktivizmle tanışma öyküsünü kaçırmayın lütfen. Hızlı ilerleyebilmek için fikir, literatür ve kaynak üretmek gerekiyor. Umarız bu kaynak bir klavuz görevi görür ve ilham verir bu alanda emek verenlere…

Nefis bir emek-yoğun, kolektif örnekle son verelim söze: Artık İşler: Politik İtaatsizliğin Kolektif Hafızası (Artik işler kolektifi, bak.ma), önünde saygıyla egiliyoruz Arşiv, disiplin toplumuna hizmet ederken, son 10 yılda kurumsal olmayan işlerin, sosyal hareketlerin kolektif olarak görsel arşivlenmesiyle sivil bir faaliyet haline geldi. Görüntü yükleme ve sızdırmanın politik itaatsizlik örneği olarak incelenmesi; müştereklerin gündelik hayat pratiklerini yansıtan, otonom, açık kaynaklı arşivleme pratiklerini görünür kıldı. Belgeleme, bir müdahale, bir eylemdir; arşivleme ise bir kolektif projenin parçasıdır (Appadurai, 2003, s. 14-25).

Bak.ma anti arşiv manifestosundan esinleniş:

Medyanın ve sosyal medyanın duygularımızı ve aklımızı denetleyici, sansürleyici, pasifize edici mekanizmalarından sıyrılabilmek, karşı medyalarımızı ve direniş alanlarımızı genişletmek için;

Birden fazla formu, ara formları bir arada kullanmak; sanattan, sosyal bilimlerden, sinematografiden eyleme uzanan geçişken alanların işleyişini birlikte düşünmek, izlemek, paylaşmak ve tasarlamak için;

iktidarların dayattığı zamansallıktan zaman dışına sıçramak için;

Anti-Arşiv!

Ve tabii “Yaşasın İnsan Hakları Savunuculuğuna yeni boyut getiren Video-Eylem!”

Kaynakça

Appadurai, A. (2003). Archive and Aspiration. Joke Brouwer and Arjen Mulder (ed). Information is Alive icinde (ss 14-25). Rotterdam: V2_Publishing /NAI publishers.

Friedland, L.A. (1996). “Electronic Democracy and the new citizenship”. Media, Culture and Society. Vol. 18. Ss. 185-212.

Harding, T. (2001). The Video Activist Handbook. London: Pluto Press.

Timisi, N. (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Vertov, D. (1995). On Kinopravda. 1924 and The Man with the Movie Camera. 1928, in: Annette Michelson ed. Kevin O´Brien tr. Kino-Eye: The Writings of Dziga Vertov, University of California Press.

[1]  Bu kitap, Mart 2016’da Ankara’da ve Ocak 2017’de Mersin’de AB fonlarından “Sivil Düşün Programı” tarafından desteklenen ve Alternatif Bilişim Derneği tarafından  gerçekleştirilen “Ses Sensin: STK’lar İçin Video Aktivizm Atölyeleri”nin eğitmenlerinin katkılarıyla ortaya çıkmıştır.

[2] Doç. Dr., Almanya Siegen Üniversitesi, kıdemli araştırmacı.