Matti Pohjonen[1]
Özetleyen: Hasan Kayış, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi
Antropologların eski Far Side çizgi romanında olduğu gibi egzotik kabileleri tasvir eden çalışmaları gerçekleştirirken tüm modern kayıt cihazlarını saklama masumluğu görülmeye değerdi. Ancak modernitenin getirdikleri ve derin bir medyatikleşme süreci birleştiğinde ilk dönemki antropologların sakladıkları cihazlar artık saklanmak yerine daha da öne çıkarılarak insanların bu cihazlar ile etkileşimine odaklanılmaktadır. Saklanmak şöyle dursun algoritmalar ile çevrimiçi insan pratikleri insan olmanın ne olduğuna dair önemli bilgiler sunmaktadırlar.
Pohjonen, klasik antropolojinin içine daldığı geleneksel ve çevrimiçi kültürler paradoksunun ortasında, kitlelerin giderek çevrimiçi ortamlara kaymasından dolayı dijital izlerin takip edilerek gündelik faaliyetlerin gözlemlenebileceğini ileri sürer. Görüşünü geliştirmek için ise Andreas Hepp’ten bir alıntıya başvurmaktadır. Burada Hepp’in ileri sürdüğü, dijital ortamlardaki bilinçli ve bilinçsiz olarak gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetlerin izlerinin bir şekilde takip edilebileceğidir.
Ancak büyük ölçekli dijital izlerin takip edilmesi yöntemi izlenerek gerçekleştirilebilecek çalışmalar sosyal bilimlerin temel problemlerini ortadan kaldırmamıştır. Ulaşılan büyük ve istatistikî verinin araştırmacı ve araştırılan tarafından ne anlama geleceği problemi hala söz konusudur. Buna iki farklı yaklaşımdan söz edilmektedir. İlki ulaşılan büyük verinin istatistikî ve olasılıklara dayanan matematiksel biçimi. Diğeri ise kültürleri, bireysel değer sistemlerini ve deneyimleri anlamaya çalışan fenomenolojik yaklaşım. Buradan bakıldığında büyük veri ile birlikte “teorinin sonu” gibi çıkarımların öne sürüldüğü bir dönemde yapı/fail ilişkisine yönelik bunun gibi açıklamaların hala teorik olarak bir sis perdesi içerisinde olduğunu belirtebiliriz. Bu durumun aşılmasında ve aradaki gerilimin azaltılmasında etnografi gibi yöntemler bir araç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Özellikle antropolojinin günlük basit kültürel eylemleri anlamada başarısı anlamların şeffaf ve sorunsuz bir biçimde (son zamanlarda giderek bu işlevini yitirse de) temsil edilebileceği düşüncesi uyandırmıştır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, dijital etnografinin büyük ölçekli veri kümelerinin kullanımında “anlam” ve “bağlam” sağlamanın yeni bir yolu olarak kullanılmasını teşvik eden bu yeni yaklaşımlar bir diğer problemi de beraberinde getirmiştir. Diğer insanları temsil etmede daha karmaşık felsefi ve politik sorunların ortadan kaldırılması riskini taşıyan bu problem kırk yılı aşkın bir süredir antropolojik soruşturmanın merkezinde olan bir endişedir.
Tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurarak bu çalışmanın amacı, araştırmacıların etnografik yaklaşımları ölçme yöntemleri ve büyük ölçekli veri kümeleri ile birleştirdiklerinde ortaya çıkan teorik ve metodolojik sorunları incelemektir. Pohjonen bunu, antropolojinin yüz yüze iletişimdeki eski kesinliklerinin dijital gelişmeler tarafından nasıl bozulduğu ve yeni bir duruma nasıl adapte olduğunu, 2015-2016 mülteci krizi sırasında sosyal medya nefret söylemini incelemek için bilgisayımsal yaklaşımların ve büyük ölçekli veri setlerinin kullanımını denediği bir projenin özdüşünümsel analizini sağlayarak ve bu yazıda “eleştirel artırılmış etnografi” adını verdiği bazı prensiplerin izleğini takip ederek yapmayı amaçlamaktadır. Bunu antropolojik etnografinin eleştirel duyarlılığını çağdaş dijital kültürleri anlamak için yeni ölçme yöntemlerinin sağladığı yeni fırsatlarla birleştirmeye çalışan geçici bir çalışma yaklaşımı olarak düşünebiliriz.
Etnografi uzun zamandır antropolojinin tanımlayıcı yöntemi olagelmiştir. Klasik kullanımında araştırma öznesinin günlük yaşamları bağlamında doğrudan ve sürekli temas, neler olduğunu izleme, söylenenleri dinleme, soru sorma gibi pratikleri kapsayan etnografi insan deneyiminin indirgenemezliğine saygı duyar. Bununla birlikte dijital dönüşüm içerisinde insan deneyiminin bu indirgenemezliğinin giderek daha fazla çevrimiçi hale gelmesiyle antropologlar da bu insan deneyiminin dijital teknolojiyle bir şekilde veya başka bir şekilde aracılık ettiği durumlarda araştırmanın nasıl şekilleneceği problemi ile karşı karşıya kaldılar. Örneğin Hine, sanal etnografiyi yüz yüze etkileşimlerin eski kesinliklerinin dijital iletişim ile bozulduğu durumlara aktarmanın bir yolu olarak önerdi. Netnografi ve siber etnografi gibi diğer benzer yaklaşımların her biri, kendi yollarıyla, dijital çevrenin araştırılmasına ve ileriki çalışmaların algoritmalar ve büyük veri ile neler yapabileceğinin yolunu açıyordu.
Peki dijital tabanlı bir araştırma ortamına yönelik bir “antropolojik” araştırma yaklaşımı neleri içerir? Bu noktada Horst ve Miller (2012) dijital antropolojiyi diğer dijital medya araştırma türlerinden ayıran bir takım ilkeler önermektedirler. Bunlar kısaca kültürel çeşitliliğin artacağına yönelik vurgu, dijital olana yönelik yaklaşımlarda daha önceki kültürel ve çevrimdışı uygulamalara yaklaşımdaki gibi bir yaklaşım, alanda olmanın önemine yönelik vurgu, kültüre yönelik evrenselci iddialara karşı çıkan düşünce, kültürlere yönelik önceden bilinemezlik anlayışı ve son olarak dijital kültürdeki insan faaliyetlerinin çevrimdışı insan faaliyetlerinden farklılaştırılamayacağı anlayışı olarak özetlenebilir.
Yukarıda bahsedilen Digital Etnography adlı çalışmanın 2015 yılındaki düzenlenmiş edisyonunda Horst ve arkadaşları benzer şekilde bu yeni yöntemin temel ilkelerine ana hatlarıyla sadık kalmışlardır. Ancak bu edisyonda diğer dijital medya araştırma türlerinden ayırt edilebilmek adına yardımcı beş ilke ile daha eklenmiştir. Bunlar da yanıtlanan araştırma sorularına ve zorluklarına yönelik çoklu perspektifler, dijital etnografinin dijital merkezciliği önlemesi, diğer disiplinlerle işbirliği ve ele aldığı insanları yansıtma kabiliyeti olarak özetlenebilir.
Buradan da anlaşılabileceği üzere dijital etnografiyi “dijital” olanı araştıran diğer araştırma yöntemlerinden ayıran şey olarak evrensel modelleri, istatistiksel açıklamaları ve tekrarlanabilir metodolojilere öncelik veren bilgisayımsal sosyal bilimler ve pozitivist nicel araştırma gelenekleri ile tam bir tezat olarak hayal edebiliriz. Diğer taraftan dijital etnografiyi aktörün araştırılan insanların dünya görüşleriyle sürekli müzakerede bulunduğu daha açık uçlu bir refleksif uygulama olarak yorumlayabiliriz. Ancak bu radikal olarak farklı epistemolojik yönelimler göz önüne alındığında bu iki yaklaşım nasıl uzlaştırılabilir?
Antropoloji ile ilgili sofistike metodolojik ve teorik tartışmalar öncelikle bir disiplin olarak antropolojinin yeni dijital ortamda araştırmaya nasıl yönelmesi gerektiği sorusuna odaklanmıştır. Temel problemlerden birisi antropolojinin dijital ortamların getirdiği büyük veri setleri ile nasıl başa çıkacağıdır. Bu mesele önemlidir çünkü dijital medyanın getirdiği dönüşüm büyük veri ile çalışmayı zorunlu kılmıştır ve alana yönelik öneriler de bu yöndedir. Hâlihazırda alandaki antropologlar da bu yöntemi kullanmaktadır. Örneğin, Wang’ın “Why Big Data Needs Thick Data” adlı makalesinde büyük verinin nitel yöntemler ile desteklenmesi üzerinde duruyor ve “Thick Data” kavramını ortaya atıyor. “Thick Data”, insanların duygularını, hikâyelerini ve dünyalarının modellerini ortaya çıkaran nitel, etnografik araştırma yöntemlerini kullanarak ortaya çıkan verilerdir.
Fakat bu tür bir etnografi çevrimiçi forumlardaki ve bloglardaki kullanıcıları bir müşteri olarak görür ve pazarlama faaliyetleri için onlarla daha iyi bağlantı kurmak ve “müşterinin duygusal ihtiyaçlarını” anlamak gibi amaçlarla yönetilir. Bu durum sosyal antropolojinin tıpkı 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi ticari kaygıların odağında olduğunu göstermektedir. Teknoloji dünyayı değiştirdikçe bireyi dönüştürdüğü düşüncesi o zamanlar küreselleşme kavramını ortaya atmıştı. Günümüzde ise sosyal medyanın işlevini anlamada dikkatler yine etnografinin üzerinde.
Pohjonen güncel etnografik çalışmalar ile ilgili önemli bir meseleye dikkat çekmektedir. Yabancı insanları anlamak için etik ve felsefi tartışmaların bir kenara bırakılması üzerinde durur. Bundaki temel amacı ise nüanslı büyük veri hakkında insani deneyimi yakalayamama ve onlarca yıllık zengin antropolojik yansımanın göz ardı edilmesi durumundan etnografiyi kurtarmaktır. Çünkü etnografın esas görevi ve amacı bilinse de tarih boyunca bunu kötüye kullananlar olmuştur. Özellikle Batılı bakış, Avrupalıların başkalarını sömürge rejimlerinin bir parçası olarak yönetmelerini sağlayacak şekilde hayal etmeyi gerektiriyordu. Ancak yine de etnografın otoriter sesi ayrıcalıklı kılınmalı ve sosyal yaşamın böylece çok odaklı gerçekliği sunulmalıdır. Pohjonen, Fabian’dan alıntıladığı bir paragrafında bunu destekleyici bir argüman ileri sürer. Her ne kadar diğer toplumları anlamak diyalektik bir süreç olsa ve bu sürecin sonunda Batılı tahakküm biçimleri gözler önüne serilse de, bu süreçlerin göz ardı edilmesi gerekliliği etnografinin geleceği açısından daha önemlidir. Deleuze’ün de dediği gibi “diğer insanlar için konuşma onuru” on yıllardır devam eden bir sürecin ürünüdür. Bu yüzden günümüzde dijital medyayı anlamak için yeni veri odaklı etnografik yöntemlerin önemi düşünüldüğünde, bu yöntemleri gelecekte nasıl geliştireceğimiz yalnızca dijital pazarlama uzmanına bırakılamayacak kadar önemlidir. Pohjonen burada alternatif bir yaklaşımın düşünülmesi gereği üzerinde durmaktadır. Yani çağdaş kapitalizmin ihtiyaçları yerine eleştirel antropoloji geleneğine dayanan bir yaklaşım.
Veri Güdümlü Eleştirel Bir Etnografi Nasıl Olmalı?
Etnografiyi nicel veya bilgisayımsal yöntemler ile birlikte kullanmaya yönelik en iyi girişimler antropolojiden değil, dijital sosyoloji, siyaset bilimi veya internet çalışmaları gibi diğer alanlardan gelmiştir. Bu yaklaşımlar, böyle yeni bir hibrit yöntemin neye benzeyebileceğini keşfetmemiz için iyi bir başlangıç noktası sağlıyor. Veri odaklı etnografinin en iyi yaklaşımlarından birini Laaksonen ve arkadaşları (2017) “büyük veri artırılmış etnografi” olarak adlandırmaktadırlar. Bu yöntem aşağıdaki görselde şu şekilde yer almaktadır:
Bu tip artırılmış büyük veri etnografisinden araştırma sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak araştırmacılar, etnografi ve bilgisayımsal analizinin birleştirilmesinden üç şekilde faydalanabilir. İlk olarak, etnografik çalışmada verilerin bağlamsallatırılmasına önem verildiğinden, söz konusu bilgisayımsal yöntem ile elde edilen veriler tek başına yeterli olmayabilir. İkinci olarak, büyük veri kümesinin bilgisayımsal analizi bağlamsal derinliğin sağlanamayacağı çalışmalarda bir genelleme aracı olarak kullanılabilir. Üçüncü olarak ise, sahada gözlem ve bilgisayımsal analiz çalışmanın güvenilirliğinin artırılması için verilerin çapraz doğrulanmasına izin verir. Ancak tüm bunlara rağmen etnografi tanımı hala Clifford Geertz’in “kültürel anlamları yorumlamak” yaklaşımına yakın durmaktadır. Laaksonen ve arkadaşları ise bu tanımı “daha da yüksek bir açıklama ile buluşturmak” ile genişletme düşüncesindedirler. Bununla birlikte, bu tür veri odaklı etnografiye daha eleştirel bir yaklaşım Hobart’dan gelir. Hobart etnografik araştırma sürecinin tüm kurucu sınırlamaları ve refleksivite ihtiyacının daha kritik bir duyarlılığı içermesi gerektiğinin altını çizer. Peki, dijital medya araştırmaları bağlamında Batı kaynaklı teorilerin kullanılması günümüzde tartışmalı bir durumda iken, büyük ölçekli dijital izleme verilerinin herkes için aynı şeyleri ifade etmediği göz önünde bulundurulduğunda, kültürel anlamları yorumlamak için farklı referans çerçeveleri arasında nasıl uzlaşabiliriz? Pohjonen bu noktada, etik, teorik, politik, çift yorumsama, meta refleksivite tartışmalarının ve dijital izlerin sürülmesinde anlam ve bağlamların açıklanmasına odaklanmanın yerine ön plan olarak nasıl kullanılabileceği üzerine odaklanılması gerektiği üzerinde durmaktadır.
Örnek Bir Çalışma
Bahsedilen yöntemleri kullanarak yapılabilecek bir çalışmanın örneği Suriyeli mültecilere yönelik çevrimiçi nefret söylemini araştıran bir çalışma kapsamında denenmiştir. Söz konusu çalışma Pohjonen ve Voyonova’nın çalışmalarıdır. Çalışma kapsamında mültecileri destekleyen ve desteklemeyen çevrimiçi Facebook gruplarına odaklanılmıştır. Bu gruplardakilerin birbirlerine yönelik ırkçı söylemleri ve hatta çevrimiçi eylemlerin dışında çevrimdışına taşan ırkçı pratikleri incelenmiştir. Bunların dışında iki grubu kesen ortak tartışma grubu özelliği gösteren bir grup da incelemeye dâhil edilmiştir. Söz konusu grupların birbirileri ile etkileşimi aşağıdaki görselde şu şekilde gözlenmiştir:
Bu görsel kutuplaşmanın ne derecede olduğunu göstermektedir. Irkçılığa karşı farklı görüşleri benimseyen bu grupların oldukça yoğun bir paylaşım trafiği olduğu (sadece 2016’da 100.000’ye yakın yazı ve 500.000 yorum) görselde görülmektedir. Çalışma büyük ölçekli veri kümeleri için mevcut olan bilgisayımsal yöntemler ile birlikte nitel dijital etnografik yaklaşımların kullanımının denenmesine izin vermiştir.
Pohjonen araştırma çerçevesini geliştirirken ilk olarak gruplarda ana temaların ve konuların ne olduğunu saptamak üzere etnografik bir gözlem gerçekleştirmiştir. Anahtar konular belirlendikten sonra ise Facebook Graph API ile söz konusu grupların tüm yorumları ve gönderileri indirilmiştir. Veri kümesi daha sonra cinsiyet, haber kaynağının türü, yazılarda ve yorumlarda öfkeli, saldırgan ve nefret dolu konuşmaların yaygınlığı ve bunlarda bulunan konu türleri gibi kategorilere indirilerek araştırma için zenginleştirilmiştir. Ayrıca çalışmada nefret söyleminin geleneksel tanımının kullanılmasından kaçınılmıştır. Çünkü kullanılan programın ince dil nüanslarını kaçırma olanağı oldukça yüksektir. Bu yüzden daha geniş bir ifade kategorisi kullanılmıştır. Veriler elde edildikten sonra, zenginleştirilmiş veri kümesinde bulunan eğilimlere ve örüntülere ilişkin kavrayışlar çıkarmak için farklı niteliksel ve niceliksel ölçme yaklaşımları kullanılmıştır. Bu amaçla, hem nitel hem de nicel yöntemler kullanılarak üç analiz düzeyi kullanılmıştır.
İlk analiz düzeyi, ne tür yerleşik uygulamaların ve süreçlerin üç farklı tipteki grubun hassas içeriğin üretilmesini, tartışılmasını ve paylaşılmasını mümkün kıldığını incelemek için çevrimiçi etnografiden oluşuyordu. Ancak araştırmacı, gruplar arası nefret söyleminin oldukça fazla olmasından dolayı katılımcı olarak çevrimiçi gözlemde yer almamıştır. İkinci analiz düzeyinde ise bilgisayımsal metin madenciliği denenmiştir. Burada belirli sayıda anahtar terim ve konuya dayanarak yazılarda ve yorumlarda bulunan içerik keşfedilmek için NLP ve LDA gibi bilgisayımsal yöntemler denenmiştir. Sonrasında ise elde edilen veriler etnografik gözlemde elde edilen veriler ile birlikte kullanılarak bir bağlamsallaştırma denenmiştir. Üçüncü analiz düzeyinde ise, sosyal ağ analizinden elde edilen topluluğun topolojileri, Facebook topluluklarında yer alan kilit aktörleri, toplulukları ve ilişkilerini incelemek için kullanılmıştır. Bu topolojiler sonradan daha da geliştirilmiştir. Şüphesiz böyle bir karma yöntemin kullanılması üç grubun iletişim dinamikleri hakkında tüm eğilim ve dinamiklerin belirlenmesine imkân vermiştir. Araştırmacılar böyle bir yöntem izleyerek geleneksel yöntem ile belirlenemeyecek pek çok veri de elde etmiştir. Örneğin nefret söylemlerinin Cuma akşamı ve Cumartesi sabahı erken saatlerde artış gösterdiği bilgisine ulaşılmıştır.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bilgisayımsal metodlar bu çalışma özelinde herhangi bir hipotezi ya da istatistiki modeli test etmek için kullanılmamıştır. Bunun yerine dijital etnografinin keşfini artırmak için sezgisel olarak kullanılmıştır. Mesela büyük veri kümesinden nitel olarak elde edilemeyecek bir anlam söz konusu olduğunda araştırmacı çevrimiçi gözlemine geri dönerek buradan bir anlam oluşturmaya çalışmıştır. Nitekim nefret söyleminin belirli gün ve dilimlerde artışı da böyle bulunmuştur. Sonuç olarak Pohjonen asıl meselenin artan nefret söylemi olduğu değil, karşıt görüşler arasındaki anlayış ufkunun daralması ve kutuplaşma olduğunu görmüştür. Avrupa özelindeki bu sorun Facebook’taki yorumları bir şekilde ortadan kaldırmaktan daha zor görünmektedir.
Pohjonen nefret söylemi özelinde yaptığı bu deneysel çalışmanın geliştirilebileceği üzerinde durur. Özellikle bilgisayımsal yöntemlerin geleneksel yöntemler ile birlikte kullanılmasının üzerinde durur ve bu tür çalışmaların geleceğine tesir edecek iki öner ortaya atar. İlk öneri, bu yöntemsel işbirliğinin en basit ortak istatistiksel paydaya indirgemek yerine insan deneyiminin indirgenemezliğini ve perspektif çeşitliliğini ön plana çıkaracak şekilde yapılması gerektiğidir. Pohjonen böyle düşündüğünden dolayı gruplarda nefret söyleminin dilsel pratiklerini incelemek ve ideolojik olarak bu dilsel kullanımların nasıl farklılaştığını görmek istemiştir. Bunun sonucunda nefret söyleminin sadece göçmenler üzerinden yayılmadığını, aynı zamanda İslam, zenci, terörist gibi anahtar kelimelerin de kullanımının yaygın olduğunu görmüştür. Ancak tabi ki bu söylemleri tersine çevirmeye çalışan ırkçılık karşıtı grupların varlığının olduğunun da belirtilmesi gerekir. Tıpkı bu şekilde geleceğin artırılmış etnografisi de ölçülemeyen yolları vurgulamanın ya da istatistiki indirgemelerin yerine, tüm kültürün temel belirsizliklerini ve perspektiflerin çokluğunu ön planda tutarak daha eleştirel bir antropoloji anlayışı benimseyebilir.
İkinci öneri, söz konusu yöntemsel işbirliğinin, büyük ölçekli veri kümelerinin ve giderek yapay zekânın (AI) merkezi rolünün, çağdaş toplumların bilgi üretiminin merkezi düğümleri olarak ön plana çıkmasına yardımcı olacak bir şekilde yapılması gerektiğidir. Yani, “toplum” veya “kültür” gibi soyut kavramları evrenselleştirmek yerine, etnografiye daha eleştirel bir yaklaşım getirmek gerekir. Bu da bizi Derrida’nın eleştirel felsefenin hem araştırdığı tarihsel bilgi çerçevesinde hem de paradoksal olarak da bunun dışında kaçınılmaz olarak yer alması gerektiği argümanına götürür. Bunun anlamı, eleştirel bir etnografik duyarlılığın araştırdığı katılımcıların dünya görüşlerini aynı anda dikkate alabilmeleri gerektiğidir. Bu da Hobart’dan yola çıkarsak araştırılan üzerinde bir otorite kurmadan, daha karmaşık olayları anlamak için eleştirel bir uygulamaya işaret etmektedir.
Peki bu durum çağdaş dijital medya araştırmaları için neden önemli olabilir? Daha ampirik bir düzeyde tartışılan vaka çalışmasının önerdiği gibi, bu yeni eleştirel artırılmış etnografik yaklaşım, yalnızca nitel veya nicel bilgisayımsal yöntemlerin kullanılmasıyla mümkün olmayan dijital araştırmalar hakkında potansiyel olarak yeni ampirik içgörüler üretmek için kullanılabilir. Sonuç olarak bahsedilen artırılmış etnografik yaklaşım gelecekte karşılaşılabilecek dijital izlere yönelik (buna yapay zekâ da dâhil) bilgi üretmede bir yöntem olarak kullanılabilir. Nitekim ezoterik kategorileri araştırmanın eleştirel antropolojik kökenleri yeni dönemde geri geleceğe benziyor. Yapay zekâ ve geleceğin diğer deneysel teknolojilerindeki yeni gelişmelerden hangi yeni epistemolojileri keşfedebileceğimizin üzerinde durulması gerekiyor. Gerçekten de, gelecek tahminlerini ciddiye alırsak, bu geleceğin ortaya çıkan yerli metafiziğinin nasıl görüneceğini anlamak için hala yapılması gereken çok sayıda ciddi çalışma var. Belki de geleceğin dijital etnografisi (ya da bu makalede açıklanan eleştirel artırılmış etnografi) bu çaba için benzersiz bir şekilde uygundur.
* Matti Pohjonen, (2020) “Preliminary arguments for a critical data-driven ethnography in the time of ‘deep mediatization’.” Electronic Working Paper (EWP) 31’den özetlenmiştir. https://www.kommunikative-figurationen.de/fileadmin/user_upload/Arbeitspapiere/CoFi_EWP_No-31_Matti-Pohjonen.pdf
[1] Matti Pohjonen dijital antropoloji, felsefe ve veri biliminin kesişim noktasında çalışmaktadır. Halen Londra Üniversitesi SOAS’ta çalışmaktadır. https://www.soas.ac.uk/staff/staff37130.php