Yazan: Şeyda KOÇAK KURT[1]
Troçki: Sovyetler Birliği’nde uluslararası haberleşmeyi sağlayacak dev bir telefon santrali kuralım.
Stalin: Zamanımızda bundan daha büyük bir karşı devrim düşünemiyorum[2].
Farklı Yurttaştan, Aynı Net Yurttaşa
Eski Yunan’a dayanan ve belli bir azınlığa (erkek, eğitimli, zengin) ait olduğu düşünülen kamusal alan ve bu azınlığın dışında kalanların yer alabileceği özel alan üzerine bugün yapılan tartışmalar şüphesiz farklı boyutlardadır. Modernleşme düşüncesini barındıran Habermasçı anlamdaki kamusal alanın keskin sınırları ise, postmodern çağlarda geçerliliğini yitirmiştir. Özellikle yeni medya ve getirilerinden biri olan toplumsallaşma özelliği sayesinde bu mecraların yeni kamusal alan olup olamayacağı tartışmaları gündeme gelmiştir. Daha da ötesi, kamusal alan ve özel alan arasındaki ayrımın silikleştiği, yeni medya teknolojileri ile özel alanımız olan evden pc/tablet/cep telefonu hatta televizyon yoluyla dünyaya bağlanarak kamusal alana giriş yapabildiğimiz bir dönemden bahsetmekteyiz. Daha net bir ifade ile yurttaşların bir araya gelerek belli konularda tartıştığı, haberleştiği bir kamusal alandan, Michael Hauben’in kavramıyla netizenlerin (net citizen) bir araya geldiği bir “alana” dönüşmüştür. Kavramı 1990lı yılların başında kullanan Hauben, netizeni şöyle tanımlamaktadır:
“Sen bir Netizensin (bir Net Yurttaş) ve internetin sana mümkün kıldığı küresel bağlantılılık sayesinde bir dünya vatandaşısın. Herkesle hemşerisin. Fiziksel olarak tek bir ülkede yaşıyorsun fakat küresel bilgisayar ağı yoluyla dünya ile iletişim halindesin. Gerçekte/Sanal olarak dünyadaki her bir Netizenin kapı komşususun. Fiziksel bölünme yerini aynı sanal boşlukta var olmaya bıraktı”[3].
Bir tekno-iyimser olarak niteleyebileceğimiz Hauben’in 1990lı yıllardan gelen bu düşünceleri, bugün de geçerliliği korumaktadır. İnternetin özgür ve demokratik bir ortam yarattığı fikrine yaslanan bu ifadeler, dijital dünyanın olumlu özelliklerine atıf yapmaktadır. Lievrouw’un Alternative and Activist New Media eserinde (2011:2) bu özellikler şöyle sıralanmaktadır: “Web siteleri, mobil telefonlar, dijital fotoğrafçılık, video ve ses, bloglar, wikiler, dosya paylaşım sistemleri, sosyal medya ve açık kaynak yazılımları, çeşitli ilgileri olan sosyal gruplara kendi topluluklarını inşa etme ve sürdürme imkanı tanımakta, görünürlük ve ses kazandırmakta, alternatif ve marjinal görüş sunma imkanı yaratmakta, kendi DIY (do-it-yourself) bilgi kaynaklarını üretme ve paylaşma fırsatı sunmakta, ayrıca direnme ve cevap vermenin yanında baskın medya kültürü, siyaseti ve gücüne karşı durmayı sağlamaktadır”.
Lievrouw (2011:2) aynı zamanda yeni medya ekolojisi adını verdiği bu sistemin beraberinde bazı olumsuzluklar da getirdiğini söylemektedir: “Sosyal eşitsizlik ve adalet, mahremiyet ve güvenlik, politik ve ekonomik katılım, özgürlük ve kontrol, uzman-popüler bilgi karşıtlığı” olarak sıraladığı yeni medyanın olumsuz yanları demokratik bir kamusal alan oluşturduğu yönündeki analizlerin tam karşısında yer almaktadır. Yani Hauben’in eşit net yurttaş kavramının, herkesi kapsayan bir eşitliği içermediği, ayrıca beraberinde özellikle mahremiyet alanında bazı sorunların doğmasına neden olduğu tartışılan konular arasındadır.
Stromer-Gally ve Wichowski, Political Discussion Online[4] isimli makalelerinde (2011), yeni medya ortamlarının getirdiği online tartışma platformlarının yurttaşlık ve demokrasi açısından üç sebepten faydalı olduğunu söylemektedir. Birincisi, politika hakkında konuşmak için çeşitli online tartışma kanallarını kullananlar, yalnızca memnun kalmazlar aynı zamanda böyle bir katılımdan fayda sağlarlar. İkincisi, demokratik olmayan toplumlarda, online tartışma forumları direniş için alanlar yaratır. Üçüncüsü, bu tür online tartışmalar, özellikle hükümet yetkilileri ya da yasa koyucular tarafından sağlandığında, yurttaşları yasa yapma sürecine dahil eden yetkili konumuna getirerek demokrasiyi sahneye koyar.
Alternatif bir medya ortamının yaratılmasının alternatif bir kamusal alana işaret ettiğini söyleyenler de vardır. Atton (2014:14) konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Alternatif bir kamusal alana, karşı hegemonyaya ve direnişe ilişkin düşüncelerini, Gramscici organik entelektüelin bu tür medyadaki yerini, okuyucunun rolünü ve doğasını bir araya getirir; ki bunların tümünü ben de aynı sebepten ele alıyorum: Anlamsızca yapılan “yalıtılmış [toplumsal] eyleyici avı”ndan uzaklaşmak için ve radikal ve alternatif medyayı “basit karşı bilgi kurumları ve daha da önemlisi daha büyük meseleleri görmezden gelmeye neden olan sönük bir grup çaba” olarak değil, “gelişimci gücün” karmaşık “eyleyicileri” olarak değerlendirmek için”.
Yeni medya ortamlarının kamusal alan ile olan ilişkisi üzerine genel anlamda iki farklı görüş olduğu görülmektedir. Kevin Robins[5] ise, sanal bir gerçekliğin içerisine sıkıştığımızı, kültürümüzün imajlar içerisinde boğulduğunu ve yeni medyanın toplumsallaşmadan ziyade, kayıtsızlığı ve pasifliği körüklediğini söylemektedir.
Tüm bu tartışmaların ışığında, yeni medyanın toplumsallaşma adına yeni bir alana işaret ettiğini söylemek mümkündür. Bu alan ekonomik, politik, kültürel ve toplumsal yönleriyle ele alındığında, alanın hayatımızın her evresine nüfuz ettiği net bir şekilde görülmektedir. Dijital teknoloji sayesinde özel alanı kamusal alana taşıyarak, bireyselliğimizi vurgulamamızı sağlayan (Facebook, blog sayfaları, sosyal paylaşım siteleri), aynı zamanda örgütlenme olanağı da sağlayan yeni medya ortamlarının yeni bir hibrit alan oluşturduğu düşünüldüğünde, kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrımlara yönelik yapılan tartışmaların başka bir platforma taşınacağını söyleyebiliriz. Dünyadaki örneklerden Mısır, İspanya ya da Amerika’daki direniş hareketleri ve Türkiye’den Gezi hareketi düşünüldüğünde yeni medya bağlamında sosyal medyanın önemli bir yere işaret ettiği konusu tartışılmaz. Ancak, toplumsallaşma denilen meselede harekete geçme noktasında ne tür bir etki yarattığı bugün tartışılmaktadır. Tüm bu “devrim” niteliğindeki hareketlerin sosyal medya sayesinde gerçekleştiğini söylemek, yeni teknolojilere fazlaca bir rol üstlemenin yanı sıra, abartılı bir üslubu içermektedir. Nitekim Paolo Gerbaudo, Twitler ve Sokaklar isimli eserinde (2012) Mısır, İspanya ve Amerika hareketlerini incelemiş ve sosyal medyanın biraradalık duygusu yaratmada ve insanları koordine etmede önemli bir işleve sahip olduğunu ancak, devrimlerin insanların bilgisayarlarının başından kalkıp sokaklara çıktığı anda gerçekleştiğini söylemekte, aynı zamanda sosyal medyanın bu tür hareketlerde liderlik pozisyonunu ortadan kaldırmadığını belirterek yatay bir eşitliğin söz konusu olmadığını vurgulamaktadır. Gerbaudo’nun bu anlamda tekno-iyimser ya da tekno-kötümser tarafında yer almadığı, yeni medyaya belli roller atfetmekle birlikte, esas olanın harekete geçme olduğunu söylemesi nedeniyle, zannedildiği ya da bahsedildiği kadar devrimsel bir nitelik yükleme taraftarı olmadığı görülmektedir.
Ancak önemini de küçümsememek adına, Arendt’in kamusal alan ile ilgili görüşlerine yer vermek gerekebilir. Eylemin alanı olarak kamu alanını esas alan Arendt, kamusal alanın ortadan kalkmasıyla birlikte sorunların baş gösterdiğine değinmektedir (2006:96): “Bir araya gelmemizi sağlayan bir ortak dünya olarak kamu alanı tabiri caizse birbirimizin üzerine yıkılmamızı önler. Kitle toplumunu katlanılması son derece güç bir şey yapan, en azından aslen, içerdiği insan miktarı değil, aralarını kuran dünyanın, onları bir araya getirme, ayırma ve bağlantılandırma gücünü yitirmiş olmasıdır”. Arendt’in bu görüşleri günümüz dünyası için fazla keskin çizgili olabilir ancak, yeni medya teknolojilerinin Arendt’in vurgusuna katkı yaptığı söylenebilir.
Yeni medya teknolojilerinin kullanılması açısından ele alındığında ise, gençlik boyutunun ayrıca hesaba katılması bir gereklilik olarak gözükmektedir. Z kuşağı olarak adlandırılan ve 2000 sonrası doğan genç nesil, teknolojinin olağanlığı boyutunda yer aldıklarından, kullanım pratikleri ve gündelik hayat içerisindeki yeni medya alışkanları, yeni medyanın katılımcı kültür boyutu da dikkate alındığında farklı anlamlar içeriyor olabilir. Bunun için 19 yaşında bir gencin sosyal medya itiraflarına bakmak faydalı olabilir.
“Facebook Bizim İçin Öldü”
“Facebook bizim için öldü. Facebook biz ortaokula giderken havalı bir şeydi ama şimdi bir türlü masadan kalkamadığımız garip bir aile yemeği gibi. Bazen Facebook’ta olmak garip ve sinir bozucu oluyor. Öte yandan, Facebook sahibi olmamak daha da garip ve sinir bozucu olabiliyor. Garip olmasının nedeni “Herkesin Facebook’u var, senin niye yok?” sorusuyla gelen toplum baskısı. Sinir bozucu olmasının nedeniyse seni arkadaş olarak eklemek ve Facebook’ta bulmak isteyen, sınıfta tanıştığın insanlara karşı bunu cevaplamak zorunda olman[6]”.
Bir şeye sahip olup olmama arasında yer alan haz duygusu, yukarıda belirtildiği gibi söz konusu bir Facebook hesabına sahip olma olduğunda ortadan kayboluyor gibi görünmektedir. Çünkü o şeye sahip olmadığımız için kendimizi baskı altında hissedebiliyoruz. İstemeden aldığımız bir kazak ya da sevmeden yediğimiz bir yemek gibi. Ama bir farktan bahsetmekte fayda var. Haz ilk başta oluşmamış dahi olsa, sonrasında ortaya çıkabilmektedir. İstemeden yapılan eylem, içerisine dahil oldukça, bizi daha çok içine çekiyor ve zevk alıyormuşuz duygusu yaratabilmektedir. Bireysel hazzın yanında, ortaklığın verdiği haz da var üstelik ve bu hazzın gerçekliği kimi zaman tartışılmaz derecede mevcut.
Yeni medya ortamlarının gündelik yaşamlarımızın içerisine McLuhancı anlamda vücudumuzun bir parçası gibi nüfuz etmesinin duygularla olan bağlantısı konuşulan konular arasında yer almaktadır. Her anlamda –olumlu/olumsuz– kuşatılmış olduğumuz düşünülürse ve Cemal Süreya’nın kahvaltının bir öğün dışında mutluluk içerdiğini anlattığı şiirine[7] yaslanırsak, tüm bu ortamların duygularımıza da hitap ettiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu kimi zaman grupların içerisinde yer alarak bir topluluğa ait olma duygumuzu, kimi zaman izlediğimiz bir kedi videosuyla sevgi duygumuzu, Gezi olaylarıyla ilgili öfke duygumuzu, bizden olmayana karşı nefret duygumuzu, “like” isteyenlere destek olarak yardımlaşma duygumuzu harekete geçirmektedir. Postmodern tartışmaların içine sıkışarak bu duyguların “gerçekliği”nden bahsetmeyi bir kenara bırakırsak, tüm hislerin bir anlamda gerçek olduğu su götürmez bir gerçek (!). Çünkü bu duyguları yeni medya sayesinde yaşayabilmekteyiz. Geçiciliği ise elbette başka bir tartışmanın konusu olabilir.
Yeni medya ortamlarının duygular ile ilişkisi olduğu yeni araştırmaların arasında yer almaktadır. Öyle ya, bir duygu beslediğimiz biri ancak bizim için ölebilir. Sosyal medya ve duygu sosyolojisi üzerine bir yazıda[8], sosyal ağ sitelerinde yaptığımız paylaşımların amacı ve bu içerik paylaşımlarını yapmamızın nedeni olarak, kendimiz hakkında çevremizin gözünde kendi istediğimiz doğrultuda oluşmakta olan imajın dikkat çekmesi, beğenilmesi, takdir edilmesi, desteklenmesine duyulan ihtiyaç olarak belirtilmektedir. Yani, “o kanaatin” oluşmasını arzu etmemizden bahsetmektedir.
Mısır’daki devrimin ardından bir babanın kızına Facebook ismini vermesi[9], ve yine İsrailli bir çiftin kızlarına Like ismini vermesi[10] bireylerin bu sosyal ağlar ile kurduğu duygusal bağın en güzel örnekleridir. Üstelik bu ağlarda yapılan paylaşımların bir zincir şeklinde insanları etkilediği yapılan araştırmalar sonucunda bulunan bulgular arasında yer almaktadır.
Princeton Üniversitesi’nin 2014 yılında yaptığı Detecting Emotional Contagion in Massive Social Networks[11] başlıklı araştırmanın sonucuna göre olumlu mesajlar çevremize ve arkadaşlarımıza da olumlu olarak yansımaktadır. Aynı durum olumsuz mesajlar için de geçerli olmaktadır. Dolayısıyla sosyal medyada duyguların yayılım gücünün yüksek olduğu ve küresel çapta büyük etkilere yol açabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Eli Pariser’in “filter bubble (filtre baloncuğu)[12]” kavramı göz önünde bulundurulduğunda, çevremizdeki olumlu haberlerin bizi mutlu edeceğini, olumsuz olanlarınsa mutsuz edeceğini ve bunun kapsadığı alanın büyüklüğünü düşünmemiz gerekmektedir.
Duygusal bağ kurma noktasında kimlik yaratma/temsilleri/egzersizleri ya da sanal kimlikler ve bunlara bağlı olarak oluşturulan sanal cemaatler karşımıza çıkmaktadır. Binark, Yeni Medya, Gençlik ve Gündelik Yaşam isimli çalışmasında[13], gençlerin yeni medyayı bir toplumsallaşma aracı olarak kullanıp kullanmadıklarını incelemiş ve sonucunda gençlerin yeni medya kullanımlarının ve sanal uzamda geliştirdikleri benliklerinin gerçek dünyada kurulan aidiyet tasarımlarının bir uzantısı olduğunu bulmuştur.
Yeni medya ortamlarının insanları yozlaştırdığı, bireylerin kendilerine “sanal” bir dünya yaratmalarına ve mutsuz olmalarına neden olduğu algısı bu çalışmada ortadan kaldırılmaktadır. Bourdieu’nun habitus ve kültürel sermaye kavramlarının da faydalanıldığı çalışmada “Ne kadar farklı bir kimlik kurgusu üzerine yatırım yapılırsa yapılsın, belli olaylar ve durumlar karşısında sanal uzama taşınılan toplumsal ve kültürel bagaj açılmakta ve verili ve doğal kabul edilen öğelerden yararlanılmaktadır” bulgusu, varılan sonuçlardan biridir. Yani bireyler her ne kadar kendileri olmayan bir “avatar” dahi yaratsalar, bu avatarı yaratma evresinde ve sonrasında kendi kültürel bilgi ve birikimlerinden, yaşam deneyimlerinden faydalanmaktadırlar. Sonuç olarak bireyin ait olmadığı yapay bir oluşum söz konusu değildir.
Binark ve Bayraktutan-Sütçü’nün Devasa Çevrimiçi Oyunlarda Türklüğün Oynanması: Silkroad Online’da Sanal Cemaat İnşası ve Türk Klan Kimliği (2008:275-311) isimli çalışmalarında da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. “Türk oyuncular ritüeller üzerinden varolan habituslarını sanal uzamda yeniden yerleştirir, oyun dünyasını gerçek yaşamlarına benzer hale getirirler” denilen çalışmada “sanal” kimlik ve “gerçek” kimlik arasındaki karşılıklı etkileşim vurgulanmıştır. Yeni medya ortamlarında yer alan bilgilerin (ses/görüntü) Türk toplum yapısına uymadığı ve Türklük kimliğine aykırı olduğu düşüncelerine[14] karşıt olarak, milliyetçi ritüeller ile Türklüğün mitleştirilmesi bir yandan gündelik yaşama ve rutinlerine bir yandan da sanal uzama yerleşmektedir sonucuna varılmıştır. Daha net bir ifadeyle, çevrimiçi oyunlar değerleri yozlaştırmak ya da ortadan kaldırmaktan ziyade pekiştirmektedir denilebilir.
Karşıt bir görüş olarak Gönül Eda Özgül, Bir Görme Biçimi Olarak Yeni Medya: Kamusal Bir Alan İmkanın Araştırılması başlıklı makalesinde (2012:4541) şunları söylemektedir: “Kendi odasından çıkmadan farklı dünyalar içinde dolaşabilen, her türlü bilgiye hiçbir acı çekmesi ya da hiçbir tehlikeye atılması gerekmeksizin kolayca kavuşan birey acı deneyiminden görüntüler aracılığıyla mümkün olduğunca uzaklaştırılmıştır. Bunun da eylemi ortadan kaldıran unsurlardan biri olduğu söylenebilir: ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ sözü günümüz insanı için son derece uygundur”.
Dijital aktivizmin, aktivizm boyutuna geçemediğini ve aslında pasifizme dönüştürdüğünü belirten Özgül, görme biçiminin değişmediği sürece niceliğin ne kadar önemli olduğunun tartışılması gerektiğini düşünmektedir. Yeni medya ortamlarında paylaşım yapanların, bu paylaşımlarla birlik mesajı verenlerin, göreve çağıranların, sorumluluk alanların her birinin bu eylemleri hangi bilinçlilik seviyesiyle yaptığı elbette tartışmalıdır. Dolayısıyla belli bir noktada Özgül’e katılmamak elde değildir. Ancak, yeni medya bizlere odamızdan çıkmadan hareket edebilme imkanı sağladığı için – Maria Bakardjieva’nın deyişi ile “hareketsiz toplumsallaşma” – kötü bir muameleyi hak etmemektedir. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden yapılan sayısız yardımlaşma örneği mevcuttur. (“Like”layarak beğenilen fotoğrafların paraya dönüşmesi mucizesi hariç). Özellikle twitter üzerinde oluşturulan hashtagler kampanyaların büyük bir hızla büyümesine ve sonuca ulaşmasına yardımcı olmaktadır. Örneğin #EvimEvindirVan hashtagi sayesinde Van depreminde evsiz kalan pek çok kişiye yardım sağlanmış ve insanlar evlerinin kapılarını açmıştır. Bu tür durumlarda ortaya çıkan nefret söylemleri ise, yeni medya ortamlarının karanlık yüzünü simgelemektedir. Her şeyin karşıtını var ettiği bir ortam olan sosyal paylaşım siteleri “bizlik” duygusunu yaratan sevginin karşısına, yine “bizlik” duygusunu yaratan nefreti kolayca yerleştirebilmektedir.
Yine de yeni medya ortamlarının yalnızca olumsuzluklar silsilesi olarak görülmek yerine, olumlu yanları da dikkate alınmalı, olumsuz olan yanlarının ise fayda sağlayan bir yapıya dönüştürülmesi yerinde olacaktır.
Ftg.M.Binark, Kopenhagen
Sonuç Yerine
Yeni medya ortamları geleneksel kamusal alan ve özel alan ayrımı tartışmalarını farklı bir boyuta taşımıştır. Bunu “yeni alan” şeklinde ifade etmek mümkündür. Çünkü evlerimizden katıldığımız kamusal alan, özel alan ve kamusal alan tanımlarının karşılıklı olarak yer değiştirmesine neden olmuş, aralarındaki keskin ayrımın da ortadan kalkmasını sağlamıştır. Ne Antik Yunan’dan gelen ayrıcalıklı yurttaşların çıkabildikleri kamusal alan, ne de Habermasçı anlamda –ama yine ayrıcalıklı– kişilerin yer aldığı modern kamusal alandan bugün bahsetmek mümkün değildir. O nedenle bilinen tanımların ötesine gitmek gerekmektedir. Bu tanımlara bağlı kalındığı takdirde, özel alan-kamusal alan ayrımının kalmadığını söyleyenler olduğu gibi, eskisine nazaran bu ayrımın daha da kesinleştiğini söyleyenler de var olmaya devam edecektir.
Yeni medya ortamlarının toplumsallaşma ve örgütlenmeye katkı sağladığı muhakkaktır. Ancak tüm bu örgütlenmeler yeni medya üzerinden yapılıyor düşüncesi, eyleme geçilmesi/sokağa çıkılmasının tek sebebinin yeni medya olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Yeni medya harekete geçirmede yalnızca bir basamak görevi görmekle birlikte, hareket “gerçek” anlamda hareket haline geldiğinde gerçekleşmektedir.
2000 yılında yazdığı makalesinde Veysel Bozkurt, şu ifadeleri kullanmaktadır (2000:79): “Günümüzde medyada sık sık şu tarz ‘dijital konfor’ yorumlarına tanık olunmaktadır: Önümüzdeki dönemde konuşan bir buzdolabı, ev sahibi tıraş olurken günlük haberleri size veren bir ayna… Ayrıca otomasyon sayesinde, örneğin kahveniz siz kalktığınızda hazır olacak, pizza ya da lazanyanız, sofraya oturacağınız zaman tam zamanında kıvamında pişmiş olarak önünüze gelecek ve tüm ev cihazlarınız internet ağına bağlı olacak. Dolayısıyla siz evde olmasanız bile bunları uzaktan kumanda edebileceksiniz”.
15 yıl öncesinden yapılan bu tahminler belli yönleriyle doğruyu yansıtmaktadır. Konuşan bir buzdolabı olmasa bile, yeni teknoloji buzdolapları sayesinde müzik dinlenebilmekte, buzdolabı size belli planlarınızı hatırlatabilmektedir. Tıraş olurken günlük haberleri veren bir ayna olmasa da, tablet sayesinde haberlere ulaşılabilmektedir. Evde olmadığımızda makineleri uzaktan kumanda etmek de bugün kullanılan teknolojiler arasındadır.
Bozkurt, yazısının devamında şu ifadelere yer vermektedir: “Bu önümüzdeki 10 yıl içinde çizilen senaryo gerçekleşirse, artık sıradan insanların neler yediği, neler okuduğu, hangi kahveyi içtiği, neler satın aldığı, hatta biraz daha ileri gidersek sevgilileriyle neler konuştuğu, hangi sağlık sorunlarına ya da hobilere sahip olduğu gibi, özel yaşamın en ince ayrıntılarına –mevcut güvenlik duvarlarını aşabilenler– ulaşabileceklerdir”. Bozkurt’un söylediklerinin tamamı bugün gerçekleşmektedir. Üstelik güvenlik duvarlarını aşmaya gerek kalmadan. Güvenlik duvarı olan durumlarda ise, teknoloji bize yeni nimetler sunmaktadır. AOL’un Starlike uygulaması gibi[15].
Mülkiyet ilişkileri, gözetim, mahremiyet, eşitsizlik gibi başlıklar da bugün yeni medyanın olumsuz getirileri olarak konuşulmaktadır. Facebook, Twitter, Google gibi büyük kuruluşların reklam gelirleri, bunlardan hiç pay alamadığımız için kullanıcılar olarak emek sömürüsüne maruz kalmamız, bu büyük şirketlerin tüm özel bilgilerimizi depolayarak başka firmalara satması, yalnızca bizi ilgilendirdiği düşünülen şahsi bilgilerimizi istediğimiz herkesle paylaşmamız gibi noktalar, yeni medyanın düşünülmesi gereken boyutlarını oluşturmaktadır. Ancak yeni medyayı yalnızca bu boyutlarıyla ele almak, yukarıda bahsedilen tüm diğer olumlu niteliklerinin yok sayılması demektir. Bu tür bir bakış açısı ise, teknolojinin olumlu yönde kullanılmasının önündeki en büyük engeldir.
Son Notlar:
[1] Arş. Gör. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik
[2] Alıntı Veysel Bozkurt’un “Gözetim ve İnternet: Özel Yaşamın Sonu mu?” makalesinden alınmıştır. Birikim Dergisi, Ağustos 2000, Sayı: 136, ss:75-81.
[3] http://www.columbia.edu/~rh120/ch106.x01 (Erişim Tarihi:15.01.2015).
[4] Consalvo, Mia and Charless Ess, The Handbook of Internet Studies içinde, Wiley-Blackwell, 2011:181
[5]http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2010/03/100306_superguc_kevinrobins.shtml (Erişim Tarihi:14.01.2015)
[6] Andrew Watts, 19 yaşında bir gencin sosyal medya itirafları / sosyalmedya.co/19-yasinda-bir-gencin-sosyal-medya-itiraflari (Erişim Tarihi 13.01.2015)
[7] Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı
[8] http://sosyalmedya.co/sosyal-medya-ve-duygu-sosyolojisi-uzerine/ (Erişim Tarihi:14.01.2015)
[9] http://sosyalmedya.co/kizinin-adini-facebook-koydu/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)
[10] http://sosyalmedya.co/israilli-cift-kizlarina-like-ismini-verdi/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)
[11] http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0090315 (Erişim Tarihi: 15.01.2015)
[12] Filtre baloncuğu, kişilerin sosyal paylaşım sitelerinde istedikleri kişiyi takip etmeleri, istedikleri iletiyi görme, geri kalanları göz ardı etmesi gibi eylemler sonucu gerçekleşen ayna etkisidir. Bu baloncuğun içine sıkışarak kendimiz dışındaki bilgiye ulaşma yolunu kapatmış oluruz.
[13] https://yenimedya.wordpress.com/calismalar/ (Erişim Tarihi: 05.01.2015)
[14] Örnek için bkz: http://www.salihertugrul.com/index.php/sosyal-medyan/1265-kitle-psikolojisi-duygu-sosyolojisi-ve-sosyal-medya (Erişim Tarihi: 14.05.2015).
[15] http://www.playtusu.com/haber/detay/11772/facebook-ve-twitterda-sizin-icin-ajanlik-yapan-uygulama (Erişim Tarihi: 15.01.2015).
KAYNAKÇA
ARENDT, Hannah (2006), İnsanlık Durumu, Çev.Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim Yayınları
ATTON, Chris, (2014), Alternatif Medyaya Yaklaşmak: Teori ve Metodoloji, Kendi Medyanı Yarat içinde, Haz. Berrin Yanıkkaya, Barış Çoban, İstanbul: Kalkedon Yayınevi
BİNARK, Mutlu, Günseli BAYRAKTUTAN-SÜTÇÜ (2008), Devasa Çevrimiçi Oyunlarda Türklüğün Oynanması: Silkroad Online’da Sanal Cemaat İnşası ve Türk Klan Kimliği, Dijital Oyun Rehberi – Oyun Tasarımı, Türler ve Oyuncu içinde, İstanbul: Kalkedon Yayınevi.
BOZKURT, Veysel (2000), Gözetim ve İnternet: Özel Yaşamın Sonu Mu?, Birikim Dergisi, Ağustos 2000, Sayı: 136, ss:75-81.
GERBAUDO, Paolo (2012), Twitler ve Sokaklar, Sosyal Medya ve Günümüzün Eylemciliği, Türkçesi: Osman Akınhay, İstanbul: Agora Kitaplığı.
LIEVROUW, Leah, A. (2011), Alternative and Activist New Media, Cambridge:Polity Press.
ÖZGÜL, Gönül Eda (2012), Journal of Yaşar Üniversity, 26(7), ss:4526-4547.
STROMER-GALLY, Alexis Wichowski (2011), Political Discussion Online, The Handbook of Internet Studies içinde, ed. Mia Consalvo, Charles Ess, United Kingdom: Wiley Blackwell.
İnternet Kaynakları
http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0090315 (Erişim Tarihi: 15.01.2015)
http://sosyalmedya.co/19-yasinda-bir-gencin-sosyal-medya-itiraflari (Erişim Tarihi: 13.01.2015)
http://sosyalmedya.co/israilli-cift-kizlarina-like-ismini-verdi/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)
http://sosyalmedya.co/kizinin-adini-facebook-koydu/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)
http://sosyalmedya.co/sosyal-medya-ve-duygu-sosyolojisi-uzerine/ (Erişim Tarihi:14.01.2015)
https://yenimedya.wordpress.com/calismalar/ (Erişim Tarihi: 05.01.2015)
http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2010/03/100306_superguc_kevinrobins.shtml (Erişim Tarihi:14.01.2015)
http://www.columbia.edu/~rh120/ch106.x01 (Erişim Tarihi:15.01.2015).
http://www.salihertugrul.com/index.php/sosyal-medyan/1265-kitle-psikolojisi-duygu-sosyolojisi-ve-sosyal-medya (Erişim Tarihi: 14.05.2015)
http://www.playtusu.com/haber/detay/11772/facebook-ve-twitterda-sizin-icin-ajanlik-yapan-uygulama (Erişim Tarihi: 15.01.2015).