Facebook Caves to Turkish Government Censorship

Ocak 29, 2015

Author:Eva Galperin

Turkey has been a bastion of Internet censorship for so long that EFF could write a regular feature called This Week in Turkish Internet Censorship and never run out of content. Last year’s highlights included the Turkish government blocking Twitter and YouTube—bans that triggered widespread protest and were eventually lifted by order of the Constitutional Court, citing concerns over free expression. Now, less than a month into 2015, Turkish authorities are already using the threat of new bans to bully social media companies into blocking content for them.

What kind of content drives the Turkish government to make these threats? Political content. The ban on YouTube began mere hours after the posting of a top-secret government meeting on Syria allegedly depicting government officials discussing a possible false-flag operation on Turkey in an effort to drag Turkey into Syria’s war, as well as audio recordings that seemed to imply corruption among figures in President Recep Tayyip Erdogan’s close circle. The more recent threats stem from a court-issued ban on publication of news related to an incident in which two Syria-bound trucks belonging to Turkey’s National Intelligence Organization (MİT) were stopped by a prosecutor who sought to have police search the vehicles. Signed proceedings related to the search were recently leaked on Twitter, allegedly showing that arms belonging to MİT were found in the trucks. Both Facebook and Twitter took down the content for users in Turkey in response to government bullying, though neither company is legally required to comply with a court order from a country in which they have no offices.

As if that wasn’t enough, Turkish Prime Minister, Ahmet Davutoglu, returned from Paris with a promise of government action against the kind of material that Charlie Hebdo was attacked for publishing, including images of the Prophet Mohammad. The government has made good on that promise by launching a criminal investigation into Cumhuriyet, one of Turkey’s largest daily newspapers, for printing a selection of controversial cartoons published by Charlie Hedbo. And on Sunday, a Turkish court ordered Facebook to block several pages deemed insulting to the Prophet Mohammad. According to the New York Times, a Facebook employee familiar with the matter confirmed that Facebook took down the pages, though there is no official statement from Facebook at this time.

EFF is deeply concerned about Prime Minister Ahmet Davutoglu’s continued attacks on free expression, following directly in the footsteps of his censorious predecessor, Recep Tayyip Erdoğan. We are equally disappointed in Twitter and Facebook for censoring content when they are not legally obliged to do so and demonstrating to the Turkish government that their bullying tactics are effective. If American social media companies continue to do the Turkish government’s bidding every time they threaten to block their service, they become complicit in Turkey’s long history of silencing dissent under the guise of “insult” or “national security.” We will be keeping a close eye on the situation as it develops.

Source: https://www.eff.org//deeplinks/2015/01/facebook-caves-turkish-government-censorship


TBMM’deki 5651’e ilave maddeler getiren torba kanun teklifinde yeni ekler nedeniyle https’li siteleri toptan kapatabilir!

Ocak 26, 2015

Yazan: Füsun Sarp Nebil

Bu hafta, TBMM’ye yeni bir 5651’e ilaveler kanun teklifi geldiğini yazmıştık[1].  Daha kanun görüşülmeye başlanmadan 2 önemli değişiklik yapıldı. Torba kanun teklifindeki maddeler yaklaşık 1 yıldır 5651 sayılı internet kanununa sürekli eklenmeye çalışılıyor. Anayasa Mahkemesi iptal ettikçe de, yeniden ısıtılıp başka başka torba kanunlarla önümüze geliyor. Ancak bu kanunları düzenleyenler acaba, Bulgaristan’a gün geçtikçe kaptırdığımız yeni bir sektör olmadan, “paradigma değişikliği şart” diyen 10cu kalkınma planını nasıl gerçekleştirecekler?

5651’e Yeni İlaveler Getiren Torba Kanun Teklifi

TBMM’ye önce AKP Konya Milletvekili Kerim Özkul tarafından sunulan, daha sonra genişletilen ve 60’a yakın AKP milletvekili tarafından imzalanan kanun teklifi neler getiriyor özetleyelim;

1.         5651’de Katalog suçlar vardı. Sayıları 9 du. Şimdi bütün suçlar kapsanabilir hale getiriliyor. Toplamda 500-600 suç hareketinin dahil edilebilmesinden bahsediyoruz.

2.         TİB Başkanı ve Başbakan’a site kapatma hakkı veriliyor : Bu madde, hukuki bir durum için YARGI yerine YÜRÜTME’ye ve hatta İDARİ yani bir devlet memuruna karar verme yetkisi veriyor.

3.         4 saat içinde kapatma kararı veriliyor. Yani TİB Başkanı ya da Başbakan’ın verdiği kapatma kararını, erişim sağlayıcının gece/gündüz farketmeden 4 saat içinde kapatması gerekiyor; Siteye söz hakkı yok. İçeriğini savunması ya da haklı bulup kaldırması için olacak yok.

4.         Kapatma kararı için 24 saat ve 48 saat süreçleri var. Bu süreçlerin nasıl işleyeceği soru işareti

5.         Erişim ve Yer Sağlayıcılara Ağır Cezalar; uygulamaması durumunda erişim ve yer sağlayıcıya 500.000 TL’ye varan cezalar öngörülüyor. Bu cezalara “lisans iptali” de dahildir. Yani ifade özgürlüğü iyice yokolacak; Çünkü bu cezayı yememek için erişim ve yer sağlayıcılarının kendi kendine sansür uygulamaları kaçınılmaz olacaktır.

Bu Torba’ya Eklenen Yeni 2 Değişiklik

19 ocakta verilen bu torba kanunda bazı değişiklikler eklendiğini ilk başta belirtmiştik. Bu değişiklikler dahil “Torba Kanun Teklifini” buraya bakarak görebilirsiniz. Teklifteki 2 yeni değişiklik ise şu şekilde;

1.         Bir önceki haberimizde ilettiğimiz “site engelleme” yerine “URL engelleme” gelmiş. Teklifin 17ci maddesi, 5651’e bir 8A maddesi ekliyor. Bu maddenin de 3cü şıkkına bakarsanız, “URL Engelleme”den bahsediliyor.

2.         Ve de yanısıra, son cümlede herşeyi daha kötü hale getirmişler; “ihlalin önlenemediği durumda” diyerek internet sitesinin tümden kapatılabileceğini yani daha da ileriyi görerek belirtelim; “internetin fişini çekmeyi” kanun haline getiriyorlar.

8/A Maddesinin 3üncü fıkrasının son cümlesi internetin fişini çekme ve tüm Büyük internet sitelerini (Twitter, Facebook, YouTube vsvs) kapatmayı yasalaştırıyor. Çünkü burada belirtilen teknik imkansızlık ; https tabanlı URL bloklama yapamamaya işaret ediyor.

Facebook, Twitter, YouTube başta olmak üzere bütün paylaşım siteleri https tabanlı çalıştığı için buralarda yer alan ve sorunlu olduğu düşünülen içerikler, Erişim Sağlayıcılar Birliği ve ISP’ler engelleyemediği zaman (ki https engellenemiyor) tamamen kapatılacak. 2014 başından beri belirtiyoruz; Bu kanun böyle yasalaşırsa, interneti tamamen yok eder.

Bu son cümle https dışında, başka nedenlerle de kullanılabilir. Mesela bir mesaj diğer accountlara da yayılacak diye düşünülürse, yine bu “teknik imkansızlıklar” bahanesi ile site tamamen kapatılabilir. Örnek olarak FuatAvni hesabını verelim. Kapatıldığında mesela FuatAvni1 açıyor, o da kapatıldığında 2 açıyor, 3 açıyor gibi giderse, bu madde ile toptan Twitter’ın kapatılabilmesi yasal hale geliyor.

Ya Sonra?

Peki “ya sonra?” ne olacak diye soralım.

Burayı tıklayarak okuyabileceğiniz “Bulgaristan Sevinçle Soruyor; Sahi mi? Alternatif Telekom Firmaları Kapanıyor mu?” başlıklı yazımızda, “Yeni Ekonomi”nin aktörleri olan internet şirketlerinin hangi ülkelere onlu milyar $’larda yatırım yaptığını anlatmıştık. Ve.. biz bu firmaları Bulgaristan’a kaybediyoruz.

2014-2019 arasında kapsayan 10cu “5 yıllık Kalkınma Planı”na bakarsanız, hedefleri yakalamak için “tekstil, turizm” gibi sektörlerden farklı bir paradigmanın gerekli olduğunu yazdığınu göreceksiniz. Bu değişiklik “Teknoloji-Medya-Telekomünikasyon” sektörleri ile gelebilir. Ama biz bu sektörleri engellemek için çalışıyoruz.

Bunun getireceklerini, çoklu akıl olarak konuşalım, tartışalım ama ben bir kaç noktayı işaret edeyim; bu örnekten gidelim.. Bulgaristan’ın para kazanması ve güç kazanması bir yana, yatırım yapan teknoloji firmaları sayesinde gelişecek olan Bulgar teknoloji çalışanları, bölgede önemli bir siber güç haline de geleceklerdir.

Önümüzdeki dönemde siber savaşın beklendiği düşünülürse, bunun anlamı daha iyi anlaşılabilir.

Buna karşılık Türkiye şu anda, bir kaosa girmiş ve mevcut yapılarını geliştirmek bir yana, yok etmeye çalışıyor. Bunu uyarı olarak görenler olur umarım..

[1] Katalog Suçlar Yerine, İnternet Artık 500-600 Civarı Suç ve Hatta Şüphe Üzerine Kapatılabilecek

[2] 5651 Sayılı Kanuna Yeni İlaveler Getiren Torba Kanun teklifi

Kaynak: http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/tbmmdeki-5651e-ilave-maddeler-getiren-torba-kanun-teklifinde-yeni-degisiklikler-httpsli-siteleri-toptan-kapatabilir,11127


Katalog suçlar yerine, İnternet’e erişimi engellemek için 500-600 suç konusunu kullanmak “kanuni” sayılacak…

Ocak 22, 2015

Yazan: Füsun Sarp Nebil

1 yıldır AKP hükümeti tarafından İnternet Kanununa ilave edilmek istenen maddeler, ısıtılıp yeniden önümüze sürüldü. Anayasa Mahkemesi iptal ettiği ve Türkiye’de içerik düzenlemelerini temel hak ve özgürlüklerden ayıran maddeler arasında, 4 saat içinde içerik engelleme, hukuk yerine TİB Başkanı ve hatta Başbakan tarafından kapatma yapılması, TCK’daki 200 ve diğer kanunlardaki 500 kadar suç tanımının her birine atıf yapılabilecek bir engelleme yöntemi getiriliyor.

Hani Türkçemizde bir atasözü vardır; “gelen, gideni aratır” derler ya, aynen öyle bir şey söz konusu; İlk çıkartıldığı yıllarda içinde yer alan 9 katalog suçla, 5651 sayılı kanununu ne kadar eleştirmiştik. Şimdi nerdeyse bu kanunun o ilk halini mumla arayacak hale geldik. 1 yıldan beri iktidarın “ısrar ettiği” bazı maddeler tekrar-tekrar ısıtılıp, ısıtılıp önümüze getiriliyor. Bu düzenlemelerin nelere yol açacağı ise anlaşılan pek düşünülmüyor.

2 gün evvel TBMM’ye yeni bir kanun teklifi geldiğini aktarmıştık. 5651 sayılı kanuna ilaveler getiren bu yeni torba kanun teklifinde ilk gözümüze çarpan “4 saat” konusundaki ısrardı. Ama torba kanun teklifinde interneti sarsacak çok daha önemli maddeler var. Örneğin, 5651 sayılı kanunda yer alan katalog suçlar kavramı artık tarih olacak gibi gözüküyor. Çünkü TCK’nın bütün suçları ve diğer kanunlarda yer alan suçlar için de kapatma istenebilecek. Bunların sayısı da artık 500-600 kadar suç iddiası. Hatta “kamu düzeni” gibi konularda şüphe üzerine kapatma da mevcut.

TİB Başkanı Hatta Başbakan İnterneti Kapatacak

Ayrıca bu kanun [1], Anayasa Mahkemesi tarafından ekim ayında iptal edilen [3] “TİB Başkanı tarafından içeriğin engellenmesi” kararını da geri getiriyor. O da yetmiyor, Başbakan’a da aynı yetki veriliyor. Yani hukuk bu kanunla devre dışı bırakılıyor. Çünkü Anayasa Mahkemesinin başkanının emekliliği sonrasında, yeniden bir iptal ile karşılaşılaşılmayacağı düşünülüyor.

19.01.2015 Tarihinde Meclis Başkanlığına arz edilen Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifinin 8inci Maddesi ile 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanuna eklenmesi planlanan 8/A Maddesi ile;

Yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, milli güvenlik ve kamu düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması sebeplerinden bir ve bir kaçına bağlı olarak hakim veya gecikmesinde sakınca olan hallerde Başbakanlık,

Milli güvenlik ve kamu düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması ile ilgili Bakanlıkların talebi ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından içeriğin yayından çıkartılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı verilmesi isteniyor.

Yorumumuz : Bu maddeye baktığımızda, artık internet erişim engelleme kararlarının hukuki değil idari olacağı ve hatta giderek siyasi olacağı görülüyor. Yani bu kararı, olması gerektiği gibi –demokrasinin 3 erkinden birisi olan– YARGI (bir mahkeme) değil, 2ci erk yani YÜRÜTME veriyor.

Taslak ile Yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, milli güvenlik ve kamu düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi veya genel sağlığın korunması gibi konularda hiç bir kısıtlama olmaksızın erişimin engellenme yetkisi idari kurumlara ve yargı makamlarına verilmektedir. Yani bir suç işlenmesi bile gerekmiyor, ŞÜPHE yeterli oluyor.

4 Saat Yeniden Gündemde – Sitelere Savunma ya da İçerik Çıkarma Hakkı Yok

Kanun teklifinde, yukarıda belirtilen kararın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından derhal erişim sağlayıcılara ve ilgili içerik sağlayıcılara bildirilmesi; içeriğin çıkartılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereğinin derhal ve en geç kararın bildirilmesi anından itibaren 4 saat içerisinde yerine getirilmesi; söz konusu içerikler çıkarılıncaya kadar erişimin engellenmesi tedbirine devam edileceği maddesi var.

Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı veya Başkanlık tarafından verilen içeriğin çıkartılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından yirmidört saat içerisinde Sulh Ceza Hakimin onayına sunulması, hakimin kararını kırksekiz saat içerisinde açıklanması aksi halde kararın kendiliğinden kalması öngörülüyor.

Yorumumuz : Bu süreçlerin çalışmasına dair ise belirsizlik söz konusu. Ama daha önemlisi, öncelikle içeriğin asıl sahibine bilgi bile verilmiyor. İçerikçinin savunma hakkı ya da “uyar-kaldır” çerçevesinde işlem yapabilme şansı yok. Bunun yerine doğrudan erişim hizmeti aldığı noktadan engelleme yapılıyor. Bu 24 saat ve 48 saat süreçlerinin nasıl işleyeceğine dair de belirsizlik var.

İçerik ve Yer Sağlayıcılara Ağır Cezalar

Madde kapsamında suça konu olan içerikleri oluşturanlar ve yayanlar hakkında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacağı; suçların faaillerine ulaşmak için gerekli olan bilgilerin içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından hakim kararı üzerine adli mercilere verilmesi; bu bilgileri vermeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları hakkında fiiil daha ağır bir cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde üçbin günden onbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılması isteniyor.

Eklenmesi öngürülen madde ile içeriğin çıkartılması ve/veya erişimin engellenmesi karararının gereğini yerine getirmeyen erişim sağlayıcılar ile ilgili içerik ve yer sağlayacılara 50.000 TL’sından 500.000 TL’sına kadar idari para cezası verilmesi öneriliyor.

Ayrıca içeriğin çıkartılmaması ve/veya erişimin engellenmemesi kararının uygulanmaması sonucunda Devlet veya kişiler zarara uğramışsa, zararın niteliği ve derecesine göre Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın talebi üzerine Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından yetkilendirmenin iptaline karar verebilecek.

Yorumumuz : Hem içerik, hem de erişim sağlayıcılara çok ağır cezalar öngörülmesi, lisansların iptaline kadar giden şemaya bakarsak, Türkiye’de içeriğin yaratılmasında ve yayınlanmasında artık özgürlüğün kalmaması anlamına geliyor. İçerikçi kendisine öz-sansür getirecek. O getirmez ise, yayınlatacağı erişim sağlayıcı bulamayacak.

İçerik Düzenlemeleri Temel Hak ve Özgürlükler Düzleminden İyice ayrılıyor

Kendi yorumumuz dışında, konuyu hukukçulara sorduk; Kanun tasarısının, “Türkiye’nin uluslararası toplum tarafından içerik düzenlemeleri bakımından temel hak ve özgürlük düzleminden ayrılmış, internetin doğasına uygun olmayan bir düzenleme rejimi öngörmüş bir ülke olarak değerlendirilmesine neden olacağı” yorumunu aldık.

Anayasa Mahkemesinin (aşağıdaki bölümde detayı mevcut) ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin öngördüğü hukuki yol, “erişimin engellenmesi tedbiri yerine hukuka aykırı olduğu kabul edilen ilgili içeriğin yayından çıkartılmasıdır”. Bu nedenle, ülkemizin iç hukukuna aktardığı, uluslararası hukuk metinleri gereğince bir yargı kararıyla olması gerektiğine işaret eden hukukçular,“Durum böyle iken hukuka aykırılığın başkaca bir tedbirle engellenmeyeceği, anayasamızın teminat altına olduğu ölçülülük ilkesi süzgecinden geçerek uygulanmasında hukuken bir engel olmayacağı kanaati yargı kararıyla tespit edilmesi gereken ve başkalarının temel hak ve özgürlüklerini zedelemeden en son çare olarak başvurulması gereken erişimin engellenmesi tedbirinin hiç bir kısıtlama olmadan uygulanma yolunun açılması bu konuda ülkemizin tüm hukuksal kazanımlarını örselemektedir. diyorlar.

İçerikçiye Bilgi Verilmiyor – İnternet Dinamikleri Gözönüne Alınmıyor

Taslak ile içeriğin yayından çıkartılması kararının ilgililerine tebliğ edilme gereksinimi duymadan, doğrudan erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmaya geçilmesi, bunun derhal veya dört saat gibi pratikte uygulanma imkanı olmayan bir koşula bağlanması da düzenlemenin internet ortamının dinamikleri göz önünde alınmadan kaleme alındığını gösteriyor.

2009 yılında insanoğlunun tarih boyunca ürettiği bilginin tümünün günümüzde 3 gün içerisinde üretilerek dolaşıma sokulduğu bir ortamda, internet üzerinde dolaşan bilgiyi bu öngörüyle denetim altına almanın teknik imkansızlığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Ayrıca Taslak’ta bahsi geçen içeriklerin bir çoğunun çok küçük bir iş gücüyle çalışan internet siteleri, bireylerin kendisi veya küresel ölçekte yüz milyonlarca kullanıcısı olan yurtdışındaki internet platformlar veya bunun dışında farklı iş modellerine sahip internet üzerinden paylaşım yapabilen teknolojilerle paylaşılabileceği ihtimali düşünüldüğünde derhal ve dört saat kuralının teknik olarak işlevsizliği görülüyor; kaçınılması gereken erişimin engellenmesi tedbirinin içeriğin çıkartılmasından ziyade uygulamada başvurulacak yegane yöntem olacağı anlaşılıyor.

Hukukçular bu konuda; “Erişimin engellenmesini herhangi bir yasal ve yargısal sınırlama olmadan uygulamanın anayasamız ve uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınan temel hak ve özgürlüklere vereceği zararı açıklamak gereksizdir. Bu durum maalesef kamuoyunda ve uluslararası toplumda büyük bir tepki ve eleştiriyle karşılanan ülkemizde milyonlarca kullanıcısı olan sitelerin erişimin engellenmesi ile sonuçlanmış; bu durumun hukuka aykırılığı Yüksek Mahkemizin içtihatları ile net bir şekilde hukuksal açıdan bir çerçeveye kavuşturulmuştur.” diyorlar.

Taslak Türkiye’nin Bilgi Temelli Ekonomide Küresel Oyuncu Olmasını Engelleyecek

Taslak tüm bunların yanında, bilgiye erişim için bilgi toplumunun temel unsuru olan; aracı hizmet sağlayıcı konumunda olan erişim ve yer sağlayıcılar için mevcut hukuksal çerçevemizin aksine çok ağır idari ve cezai yükümlülükler getiriyor. Taslağın öngürdüğü çerçevede bir alt yapı tesis etmenin teknik imkansızlığından ve bu işleri yapan kurumlar için katlanamayacakları bir yatırım yapma mükellefiyetinden dolayı ülkemiz için çok önemli olan bu kurumların faaliyetleri de durma noktasına gelecektir.

Bunun yanında Taslak ülkemizin taraf olduğu ikili ve çoklu adli yardımlaşma anlaşmaları da dikkate alınmadan kaleme alınmış gözüküyor. Hukukçular bu konuda şöyle konuşuyor; “Yurtdışında yerleşik olan internet sitelerinden yürütülen bir adli soruştuma kapsamında ne şekilde bilgi talebinde bulunulacağı, ülkemizin taraf olduğu adli yardımlaşma anlaşmaları çerçevesinde belirleniyor. Hal böyle iken Anayasımızın amir hükmü gereğince iç hukukumuzun bir parçası olan ülkemizin taraf olduğu adli anlaşma hükümlerine aykırı bir yöntem öngören, bu sitelerin Taslak’da belirtilen çerçevede hiç bir hukuki sorumluluğu olmamalarına rağmen, Türkiye’de yerleşik olan birimlerine ve yöneticilerine karşı idari ve cezai sorumluluk yükletilmesi noktasında yorumlanma tehlikesine sahip bir hüküm getirmek ülkemize bu alanda yapılacak yatırımları engelleyeceği gibi mevcut yatırımların da ülke dışına taşınmasına sebebiyet verebilecektir. 

Yorumumuz : Ülkemiz ekonomik gelişmişliği, genç nüfusu, girişimci ruhu, eğitimli işgücü, teknik olarak bölge ülkelerinden çok daha iyi bir bilgi ve iletişim teknolojileri alt yapısına sahip olmasıyla bilgi temelli ekonomiye geçişte küresel oyuncu olma potansiyeline sahip. Ülkemizin tüm bu artılarının yanında ülkemizde yatırım yapma ortamının en temel eksikliklerinden birisi, ülkemizin bu artılarını destekleyen öngörülebilir ve uluslararası hukukla harmonize olan temel düzenlemelere sahip olmaması olarak biliniyor. Taslak bu noktada ülkemizin bu eksikliğini daha da derinleştiriyor; ülkemizin bilgi temelli ekonomide küresel bir oyuncu olması noktasında önüne çok büyük bir engel koyuyor. 

Neye Yol Açar?

Sonuç olarak, seçimler yaklaşırken, muhtemelen muhalefetin önünü kesmek için internet kanununa çok ağır değişiklikler getirilmek isteniyor. Bu değişiklikler özetle şunlara yol açabilir;

Temel hak ve özgürlükler alanında, hukuki kararlar yerine, idari kararların geçtiği görülüyor.

TİB Başkanı ve Başbakan içeriğe karar veren kişiler oluyor. Kararlar bireylere bağlı hale geliyor.

4 saat uygulanabilir bir durum değil. Bu nedenle önümüzdeki günlerde hoşa gitmeyen şeylerin otomatik engellendiğini göreceğiz.

Bunların geri açılması için süreçler tanımlı değil. 24 saat – 48 saat gibi ifadeler uygulanabilir değil.

500.000 TL’ye kadar varan cezalar ve lisans iptali tehditi ile BTK’dan Lisans almak zorunda olan “Erişim Sağlayıcılar”, baskı altına alınıyor. Bu erişim sağlayıcıların kendilerinin sansür uygulaması anlamına geliyor.

İçerik yaratanların da kendilerine sansür uygulayacakları kaçınılmaz.

Bu kararlar, yabancı firmaların ülkemize yatırım yapmasını zorlaştırır. Ama şu anda bu konuya aldırılmadığını düşünüyoruz.

Bu taslaktaki anti-demokratik yaklaşım ülkemizin yurtdışından görünümünü daha da karanlıklaştırıyor.

Bu çerçevede Taslak’ın derhal iptal edilmesini, TBMM’nin içerik düzenlemleri bakımından yatırım yapma ortamı destekleyici, Avrupa Birliği ile uyumlu ve bilgi temelli ekonomiye geçişteki engelleri kaldırıcı düzenlemeler üzerinde çalışarak sektörümüzün önünü açmasını bekliyoruz.

BİLGİ NOTU : ERİŞİMİ ENGELLEME İLE İLGİLİ ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI ÖZETLERİ 

Konunun hukuki açıdan önemini anlayabilmek için bu haberin altına Anayasa Mahkemesinin geçen yıl bu konuyla ilgili olarak yayınladığı iptal kararlarını da hatırlatalım;

1 – Anayasa Mahkemesi 2014/3986 sayılı 2/4/2014 tarihli kararı
Samsun 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 04/03/2014 tarihli, İstanbul Anadolu 5. Sulh Ceza Mahkemesinin 03/02/2014 tarihli ve İstanbul Anadolu 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 03/02/2014 tarihli kararlarına istinaden Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (“TİB”) tarafından koruma tedbiri kararı uygulamış ve twitter.com adresine ulaşım engellenmiştir. TİB’in ilgili kararında, Twitter’da kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğini ihlal gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti Mahkemeleri tarafından erişimin engellenmesi kararlarının verildiği, bunun üzerine Twitter ile kararlara konu olan içeriklerin kaldırılması için iletişime geçildiği ancak Twitter tarafından söz konusu mahkeme kararlarına duyarsız kalınması sonucu TİB’in mahkeme kararları doğrultusunda Twitter’a erişimin engellenmesi tedbirinin uygulandığı belirtilmiştir.

Bunun üzerine Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı tarafından TİB tarafından uygulanan idari işleme karşı yürütmenin durdurulması talepli olarak Ankara 15. İdare Mahkemesine dava açılmış ve mahkemece işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleştiği gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında TİB’in Ankara 15. İdare Mahkemesi tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararına uymayarak twitter.com adresini derhal erişime açmamasını hukuku aykırı bulmuştur.

Anayasa Mahkemesi kararında Anayasa’nın düşünce ve kanaatleri ve ifadenin tarzları ve biçimlerinin yanında ifadeyi açıklamaya yönelik araçları da koruma altına alındığı gerekçesiyle Anayasa’nın “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26. Maddesi’ne aykırılık taşıdığı gerekçesiyle TİB’in ilgili kararını hukuka aykırı bulmuştur. Anayasa Mahkemesi kararında ayrıca 5651 s. Kanun’da yer alan düzenlemeler dikkate alındığında TİB’in söz konusu içeriğe ilişkin olarak URL bazında değil de tüm bir siteye erişimin tamamen engellenmesini öngören kararının hukuki dayanağının bulunmadığı belirtilmiştir.

2 – Anayasa Mahkemesi 2014/4705 sayılı 29/05/2014 tarihli kararı

TİB, 27/3/2014 tarihinde youtube.com isimli internet sitesine erişimi engellemiştir. Youtube LCC, TİB’in erişimin engellenmesi işlemine karşı Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi Başkanlığı nezdinde yürütmeyi durdurma istemli iptal davası açmıştır ve bu dava sonucu yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararında youtube.com sitesine erişimin tümüyle engellenmesine yönelik müdahalenin, yeterince açık ve belirgin bir kanuni dayanağa sahip olmadığı ve bu nedenle, siteden yararlanan tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne ağır müdahale niteliğinde olan söz konusu idari işlemin, Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüklerinin ihlali niteliği taşıdığına karar vermiştir.

3 – Anayasa Mahkemesi E.2014/149 K.2014/151 no.lu kararı

Anayasa Mahkemesi’nin 1 Ocak 2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan E.2014/149 K.2014/151 no.lu kararında 5651 sayılı Kanun’un 8. Maddesine eklenen 16. Fıkrası Anayasa’ya aykırı bulunarak söz konusu fıkranın oy çokluğuyla iptaline karar verilmiştir. Aynı karar içerisinde 5651 sayılı Kanun’un 8. Maddesinin 5. Fıkrasında değiştirilen ‘dört saat’ ibaresi ise Anayasa’ya aykırı görülmeyerek, iptal talebi reddedilmiştir.

Karara konu madde hükmünde TİB’e, milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesini sağlamak üzere internet sitelerine erişimi engelleme yetkisi verilmektedir. Anayasa Mahkemesi böyle bir amacı sağlamak için TİB’e tek başına yetki verilemeyeceği, ilgili Kanun’da yargı mercilerine verilen erişimi engelleme yetkisinin sınırları bile çizilmişken TİB’in tek başına erişim engellemeye yetkili olmasının açıkça idareye aşırı yetki verilmesi olduğu, bu nedenle Anayasa’ya aykırılık oluştuğu kanaatine varmış ve 8. Maddenin 16. Fıkrasının iptaline karar vermiştir.

5651 sayılı Kanun m. 8/5’te ise erişimi engelleme kararının verilmesi için öngörülen ve daha önce 24 saat olan süre, en geç 4 saate indirilmiş ve bu şekilde karara konu davada iptali istenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararında erişim engeline karar verilmesi için öngörülen sürenin kanun koyucunun takdiriyle belirlenebileceğini belirtmiş ve bu sürenin azaltılmasını hukuka aykırı içeriklerden mağdur olan kişilerin lehine görmüştür. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi bu hükümde hukuka aykırılık görmeyerek söz konusu hükmün iptalini reddetmiştir.

[1] Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifi

Kaynak: http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/katalog-suclar-yerine-internet-artik-500-600-civari-suc-ve-hatta-suphe-uzerine-kapatilabilecek,11106


Global Civil Society launches the Internet Social Forum – With a call to occupy the Internet

Ocak 22, 2015

PRESS RELEASE. Geneva, Switzerland, 22st January, 2015.
A group of civil society organisations from around the world has announced the Internet Social Forum,
to bring together and articulate bottom-up perspectives on the ‘Internet we want’. Taking inspiration
from the World Social Forum, and its clarion call, ‘Another World is possible’, the group seeks to draw
urgent attention to the increasing centralization of the Internet for extraction of monopoly rents and for
socio-political control, asserting that ‘Another Internet is possible’!
The Internet Social Forum will inter alia offer an alternative to the recently-launched World Economic
Forum’s ‘Net Mundial Initiative’ on global Internet governance. While the World Economic Forum
(WEF) and the ‘Net Mundial Initiative’ convene global elites, the Internet Social Forum will be a
participatory and bottom-up space for all those who believe that the global Internet must evolve in the
public interest; a direct parallel to the launch of the World Social Forum in 2001 as a counter initiative
to the WEF.
The Internet Social Forum will reach out to grassroots groups and social movements across the world,
catalysing a groundswell that challenges the entrenched elite interests that currently control how the
Internet is managed. The Internet Social Forum’s preparatory process will kick off during the World
Social Forum to take place in Tunis, March 24th to 28th, 2015. The Internet Social Forum itself is
planned to be held either late 2015 or early 2016.
“While the world’s biggest companies have every right to debate the future of the Internet, we are
concerned that their perspectives should not drown out those of ordinary people who have no access to
the privileged terrain WEF occupies – in the end it is this wider public interest that must be paramount
in governing the Internet. We are organising the Internet Social Forum to make sure their voices can’t
be ignored in the corridors of power,” said Norbert Bollow, Co-Coordinator of the Just Net Coalition,
which is one of the groups involved in the initiative.
The Internet Social Forum, and its preparatory process, is intended as a space to vision and build the
‘Internet we want’. It will be underpinned by values of democracy, human rights and social justice. It
will stand for participatory policy making and promote community media. It will seek an Internet that
is truly decentralized in its architecture and based on people’s full rights to data, information,
knowledge and other ‘commons’ that the Internet has enabled the world community to generate and
share.
Somewhat similar to Web inventor Tim Berners-Lee’s call for a ‘Magna Carta for the Internet’, the
Internet Social Forum proposes to develop a People’s Internet Manifesto, through a bottom-up process
involving all concerned social groups and movements, in different areas, from techies and ICT-fordevelopment actors to media reform groups, democracy movements and social justice activists.
This year will also see the 10 year high-level review of the World Summit on the Information Society
(WSIS), to be held in New York in December. As a full-scale review of a major UN summit, this will
be a critical global political event. Since the WSIS, held in 2003 and 2005, the Internet, and what it
means socially, has undergone a paradigm shift. The WSIS witnessed active engagement of civil
society and technical groups as well as of business. However, currently, there seems to be an deliberate
attempt to sideline this UN-led initiative on governance issues of the information society and Internet
in favour of private, big-business-dominated initiatives like the WEF’s Net Mundial Initiative. The
Internet Social Forum, while remaining primarily a people’s forum, will also seek to channel global
civil society’s engagement towards the WSIS +10 review.
The following organisations form the initial group that is proposing the Internet Social Forum, and
many more are expected to join in the immediate future. This is an open call to progressive groups
from all over the world to join this initiative, and participate in developing a People’s Internet
Manifesto.
Just Net Coalition, Global
P2P Foundation, Global
Transnational Institute, Global
Forum on Communication for Integration of our America, Regional (Latin America)
Arab NGO Network for Development, Regional
Agencia Latinoamericana de Información, Regional
Alternative Informatics Association, Turkey
Knowledge Commons, India
Open-Root/EUROLINC, France
SLFC.in, India
CODE-IP Trust, Kenya
GodlyGlobal.org, Switzerland
Centre for Community Informatics Research, Development and Training, Canada
IT for Change, India
Association for Proper Internet Governance, Switzerland
Computer Professionals Union, Philippines
Free Press, USA
Advocates of Science and Technology for the People, Philippines
Other News, Italy
Free Software Movement of India
Global_Geneva, Switzerland
Solidarius (Solidarity Economy Network), Italy
All India Peoples Science Network, India
Institute for Local Self-Reliance – Community Broadband Networks, USA
Please contact us at secretariat@InternetSocialForum.net for further information or clarification.
Or the following regional contacts:
Europe Norbert Bollow Email: NorbertB@InternetSocialForum.net
Asia Rishab Bailey Email: RishabB@InternetSocialForum.net
Africa Alex Gakaru Email: AlexG@InternetSocialForum.net
North America Micheal Gurstein Email: MichealG@InternetSocialForum.net
South America Sally Burch Email: SallyB@InternetSocialForum.net


Devlet Kişisel Verilerinizi Nasıl Toplar Kanunu….Bilişim Hukukçusu Serhat Koç’un değerlendirmesi…

Ocak 22, 2015

Meclis’te tartışmaya açılan Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı’nı değerlendiren bilişim hukukçusu Serhat Koç taslağın kişisel verilerin korunmasından ziyade devletin vatandaşlarını kanuna uygun biçimde fişlemesini amaçladığını söylüyor.

Uzun süredir taslak halindeki kanun Aralık 2014’te Başbakan Ahmet Davutoğlu‘nun yapılan değişikliklerle yeniden Meclis’te tartışılmaya başlanmıştı.

Koç: MİT, Jandarma ve Emniyete fişleme izni veriliyor

Tasarının Avrupa Birliği mevzuatıyla örtüşmediğini vurgulayan avukat Koç “Tasarı asla bir kişisel verileri koruma kanunu değil, aksine devlet kişisel verilerinizi nasıl toplar ve işler ve siz de hiç bir şey diyemezsiniz kanunu” diyor.

“Özellikle istihbarat temelli devlet organları açısından AB mevzuatınca asla uygun olamayacak çok ciddi istisnalar getiriliyor.

“Başta MİT olmak üzere, jandarma, emniyet gibi güvenlik ve istihbarat temelli devlet birimlerinin vatandaşların tüm kişisel verilerini izleme, depolama ve işlemesi adeta bu kanunla yasal hale getiriliyor.

“Yasa esasen kişisel verileri korumayı amaçlarken eklenen istisna maddeleri sayesinde sanki devlet birimlerinin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilerek devlet vatandaşını nasıl kanuni bir şekilde fişleyebilir kanununa dönüştürülmüş.

“Dolayısıyla taslağın bu haliyle AB normlarına, sözleşmelerine ve mevzuatına uygun kabul edilmesi asla mümkün bulunmamaktadır.”

Uluslararası Standartlar

* Kişisel verileri dürüst ve hukuka uygun bir şekilde toplama ve işleme (Dürüst toplama ilkesi) ,

* Kişisel verilerin toplanmasının, verinin toplanma amaç(lar)ının gerçekleştirilmesi için gerekli olduğu miktarla sınırlı tutulması ilkesi( asgarilik ilkesi),

* Kişisel veriler önceden belirlenmiş ve hukuka uygun amaçlarla toplama, işleme ve bu amaçlarla bağdaşmayan şekillerde işlememe ( amaçla bağlılık ilkesi),

* Belirlenen amaçlar dışında bir amaç için kişisel verilerin kullanımın sadece veri sahibinin rızasının veya yasal bir yetkinin varlığı durumunda mümkün olması (kullanımın sınırlandırılması ilkesi),

* Kişisel verilerin doğru, tam ve işleme amaçları ile ilgili olması,

* Kişisel verilerin istenmeyen ya da yetkili olmayan ifşalardan, yok edilmekten veya değiştirilmekten korumak için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması (koruma/güvenlik ilkesi),

* Veri öznelerinin, diğerleri tarafından elde tutulan verileri hakkında bilgilendirilmesi, verilere erişim sağlanması ve yanlış veya yanıltıcı olması durumunda düzeltme olanağına sahip olunması ( bireysel katılım ilkesi),

* Kişisel verileri işlemekle sorumlu olan kişilerin, yukarıda sayılan hususlara uyma yönünde sorumlu tutulmasıdır (sorumluluk ilkesi)

HDP’li Ertuğrul Kürkçü’nün şerhi

Taslak hakkında geçtiğimiz günlerde HDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü şerhini kamuoyuyla paylaşmıştı. Kürkçü şerhinde tasarının Anayasa’nın “Özel Hayatın Gizliliği” başlıklı 20. Maddesini ihlal ettiğini vurgulamıştı. Şerh metninde şu gerekçeler yer almıştı:

“Tasarı kişisel verileri güvenceye almaya yönelik hükümlerine getirdiği sonsuz genişlikteki istisnalar ile güvenlik ve istihbarat kurumlarının yanı sıra ‘sır tutma yükümlülüğü bulunan’ kamu görevlilerini de bireyler karşısında mutlak yetkiyle donatmakta; onları Kanun Tasarısının getirir göründüğü her türlü sorumluluktan ve yasanın ihlali halinde doğacak yaptırımlardan bağışık kılmakta, böylece kişisel verilerin bireylerin rızası ve bilgisi olmaksızın aleyhlerine kullanılmasını güvence altına alarak amacının tam tersi bir sonuca varmakta ve Anayasa’nın 20. Maddesi’nin ihlaline yol açmaktadır.”

Kürkçü, tasarının dayandırıldığı Avrupa Birliği mevzuatına ve bu mevzuatın kilit belgesi olan “Otomatik Olarak İşlenen Kişisel Veriler Bakımından Bireylerin Korunması Hakkında Sözleşme”nin ruhuyla da taban tabana zıt bir anlayışı olduğunu vurgulamıştı.

Sorunlu maddeler nelerdir?

Kürkçü ayrıca 41 maddelik tasarının şu maddelerine karşı çıkıyor:

* 3. Madde: Kişinin tüm biyografisinin, kişiye ait tüm özel bilgilerin bir veri bankasında yer alması öngörülüyor. Yani kişi hakları, özel hayatın gizliliği kuralları ihlal ediliyor. Örneğin kişinin kredi borcu vs. gibi bilgiler de bu veri tabanında yer alabilecek.

* 5. Madde: Yasa tasarısına göre, vatandaşların kişisel verileri, ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemeyecek. Ancak, “izin şartına” çok geniş istisnalar getiriliyor.

* 6. ve 24. Maddeler: Yasa tasarısında yer alan “sır saklama yükümlüğü altında bulunan kişiler” ibaresi ile, başta MİT olmak üzere, jandarma, emniyet yani tüm istihbarat birimlerinin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tüm kişisel verilerini izleme, depolama ve işlemesi yasal hale getiriliyor.

* 8. Madde: Yasa tasarısının bir başka önemli maddesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kişisel verilerinin, “üçüncü ülkelerle de paylaşılmasını” yasal hale getiriyor.

* 12. Madde: Yasa tasarısı, vatandaşlara kendisiyle ilgili kişisel verilerin işlenip işlenmediğini öğrenme hakkı tanımaktadır ancak yanıt alması, Kurul kararına bağlanıyor. Ayrıca tasarıda, kesinlikle yanıt alınabileceğine dair bir ibare bulunmuyor.

* 18, 19 ve 20 Maddeler: Verilerin aktarılacağı yabancı ülkede “yeterli koruma olup olmadığına” Bakanlar Kurulu’nun seçeceği kurul karar veriyor. Oysa kurulun hükümetten bağımsız olması gerekliliği hem Avrupa Birliği müktesebatı açısından hem de kurulun güvenilirliği açısından çok önemli. Ancak yasa tasarısını hazırlayanlar bu durumu bir tür “risk” olarak görüp bu kurulu Bakanlar Kurulu’nun seçimine bırakıyor.

* Geçici madde 1: Yeni yasa tasarısı ile tasarının yayımı tarihinden önce işlenmiş olan kişisel verilerin “2 yıl içinde bu yasanın hükümlerine uygun hale getirilmesi” öngörülüyor, yasa hükümlerine aykırı olduğu tespit edilen kişisel verilerin ise “derhal silinmesi” hükme bağlanıyor.

Kişisel Veri Nedir?

Kanun Tasarısına konu olan korumaya tabi tutulacak kişisel bilgiler; belirli bir kişiye ilişkin olan veya belirli bir kişiye ilişkin olduğu belirlenebilen bütün bilgilerdir. Bütün bilgiler deyimi, kişinin özel, toplumsal ve resmi yaşamına, ailesine, öğrenimine, işine, görevine, gelirine, borçlarına, mallarına, eserlerine, görüşlerine, düşüncelerine, inançlarına vb. ilişkin bilgileri içermektedir.

Kişisel veri, genel anlamıyla veri öznesinin, yani ilgili ve tanımlanabilir gerçek kişinin tanımlanması için kullanılabilecek her türlü bilgidir. Nitekim kişiliğin sosyal, fiziksel, duygusal ve hatta ekonomik boyutuna dair bilgiler kişisel verilerimizi ifade etmektedir.

Kimliği veya kişinin kim olduğunu belirleyebilen bilgi veya enformasyon kişisel veridir. Kişisel veriler denilirken aslında kişisel olması demek bilgi veya enformasyonun ilgili kişi hakkında olduğunu belirlemektedir.

Bu bilgilerden kişinin etnik kökeni, dini, inancı, sağlığı, cinsel yaşamı, siyasal görüşleri özel nitelikleri dolayısıyla duyarlı bilgiler sayılır ve daha katı koruma önlemlerine tabi tutulur.

Kaynak: http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/161740-devlet-kisisel-verilerinizi-nasil-toplar-kanunu


YENİ MEDYA, YENİ ALAN…

Ocak 21, 2015

Yazan: Şeyda KOÇAK KURT[1]

Troçki: Sovyetler Birliği’nde uluslararası haberleşmeyi sağlayacak dev bir telefon santrali kuralım.

Stalin: Zamanımızda bundan daha büyük bir karşı devrim düşünemiyorum[2].

Farklı Yurttaştan, Aynı Net Yurttaşa

Eski Yunan’a dayanan ve belli bir azınlığa (erkek, eğitimli, zengin) ait olduğu düşünülen kamusal alan ve bu azınlığın dışında kalanların yer alabileceği özel alan üzerine bugün yapılan tartışmalar şüphesiz farklı boyutlardadır. Modernleşme düşüncesini barındıran Habermasçı anlamdaki kamusal alanın keskin sınırları ise, postmodern çağlarda geçerliliğini yitirmiştir. Özellikle yeni medya ve getirilerinden biri olan toplumsallaşma özelliği sayesinde bu mecraların yeni kamusal alan olup olamayacağı tartışmaları gündeme gelmiştir. Daha da ötesi, kamusal alan ve özel alan arasındaki ayrımın silikleştiği, yeni medya teknolojileri ile özel alanımız olan evden pc/tablet/cep telefonu hatta televizyon yoluyla dünyaya bağlanarak kamusal alana giriş yapabildiğimiz bir dönemden bahsetmekteyiz. Daha net bir ifade ile yurttaşların bir araya gelerek belli konularda tartıştığı, haberleştiği bir kamusal alandan, Michael Hauben’in kavramıyla netizenlerin (net citizen) bir araya geldiği bir “alana” dönüşmüştür. Kavramı 1990lı yılların başında kullanan Hauben, netizeni şöyle tanımlamaktadır:

“Sen bir Netizensin (bir Net Yurttaş) ve internetin sana mümkün kıldığı küresel bağlantılılık sayesinde bir dünya vatandaşısın. Herkesle hemşerisin. Fiziksel olarak tek bir ülkede yaşıyorsun fakat küresel bilgisayar ağı yoluyla dünya ile iletişim halindesin. Gerçekte/Sanal olarak dünyadaki her bir Netizenin kapı komşususun. Fiziksel bölünme yerini aynı sanal boşlukta var olmaya bıraktı”[3].

Bir tekno-iyimser olarak niteleyebileceğimiz Hauben’in 1990lı yıllardan gelen bu düşünceleri, bugün de geçerliliği korumaktadır. İnternetin özgür ve demokratik bir ortam yarattığı fikrine yaslanan bu ifadeler, dijital dünyanın olumlu özelliklerine atıf yapmaktadır. Lievrouw’un Alternative and Activist New Media eserinde (2011:2) bu özellikler şöyle sıralanmaktadır: “Web siteleri, mobil telefonlar, dijital fotoğrafçılık, video ve ses, bloglar, wikiler, dosya paylaşım sistemleri, sosyal medya ve açık kaynak yazılımları, çeşitli ilgileri olan sosyal gruplara kendi topluluklarını inşa etme ve sürdürme imkanı tanımakta, görünürlük ve ses kazandırmakta, alternatif ve marjinal görüş sunma imkanı yaratmakta, kendi DIY (do-it-yourself) bilgi kaynaklarını üretme ve paylaşma fırsatı sunmakta, ayrıca direnme ve cevap vermenin yanında baskın medya kültürü, siyaseti ve gücüne karşı durmayı sağlamaktadır”.

Lievrouw (2011:2) aynı zamanda yeni medya ekolojisi adını verdiği bu sistemin beraberinde bazı olumsuzluklar da getirdiğini söylemektedir: “Sosyal eşitsizlik ve adalet, mahremiyet ve güvenlik, politik ve ekonomik katılım, özgürlük ve kontrol, uzman-popüler bilgi karşıtlığı” olarak sıraladığı yeni medyanın olumsuz yanları demokratik bir kamusal alan oluşturduğu yönündeki analizlerin tam karşısında yer almaktadır. Yani Hauben’in eşit net yurttaş kavramının, herkesi kapsayan bir eşitliği içermediği, ayrıca beraberinde özellikle mahremiyet alanında bazı sorunların doğmasına neden olduğu tartışılan konular arasındadır.

Stromer-Gally ve Wichowski, Political Discussion Online[4] isimli makalelerinde (2011), yeni medya ortamlarının getirdiği online tartışma platformlarının yurttaşlık ve demokrasi açısından üç sebepten faydalı olduğunu söylemektedir. Birincisi, politika hakkında konuşmak için çeşitli online tartışma kanallarını kullananlar, yalnızca memnun kalmazlar aynı zamanda böyle bir katılımdan fayda sağlarlar. İkincisi, demokratik olmayan toplumlarda, online tartışma forumları direniş için alanlar yaratır. Üçüncüsü, bu tür online tartışmalar, özellikle hükümet yetkilileri ya da yasa koyucular tarafından sağlandığında, yurttaşları yasa yapma sürecine dahil eden yetkili konumuna getirerek demokrasiyi sahneye koyar.

Alternatif bir medya ortamının yaratılmasının alternatif bir kamusal alana işaret ettiğini söyleyenler de vardır. Atton (2014:14) konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Alternatif bir kamusal alana, karşı hegemonyaya ve direnişe ilişkin düşüncelerini, Gramscici organik entelektüelin bu tür medyadaki yerini, okuyucunun rolünü ve doğasını bir araya getirir; ki bunların tümünü ben de aynı sebepten ele alıyorum: Anlamsızca yapılan “yalıtılmış [toplumsal] eyleyici avı”ndan uzaklaşmak için ve radikal ve alternatif medyayı “basit karşı bilgi kurumları ve daha da önemlisi daha büyük meseleleri görmezden gelmeye neden olan sönük bir grup çaba” olarak değil, “gelişimci gücün” karmaşık “eyleyicileri” olarak değerlendirmek için”.

Yeni medya ortamlarının kamusal alan ile olan ilişkisi üzerine genel anlamda iki farklı görüş olduğu görülmektedir. Kevin Robins[5] ise, sanal bir gerçekliğin içerisine sıkıştığımızı, kültürümüzün imajlar içerisinde boğulduğunu ve yeni medyanın toplumsallaşmadan ziyade, kayıtsızlığı ve pasifliği körüklediğini söylemektedir.

Tüm bu tartışmaların ışığında, yeni medyanın toplumsallaşma adına yeni bir alana işaret ettiğini söylemek mümkündür. Bu alan ekonomik, politik, kültürel ve toplumsal yönleriyle ele alındığında, alanın hayatımızın her evresine nüfuz ettiği net bir şekilde görülmektedir. Dijital teknoloji sayesinde özel alanı kamusal alana taşıyarak, bireyselliğimizi vurgulamamızı sağlayan (Facebook, blog sayfaları, sosyal paylaşım siteleri), aynı zamanda örgütlenme olanağı da sağlayan yeni medya ortamlarının yeni bir hibrit alan oluşturduğu düşünüldüğünde, kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrımlara yönelik yapılan tartışmaların başka bir platforma taşınacağını söyleyebiliriz. Dünyadaki örneklerden Mısır, İspanya ya da Amerika’daki direniş hareketleri ve Türkiye’den Gezi hareketi düşünüldüğünde yeni medya bağlamında sosyal medyanın önemli bir yere işaret ettiği konusu tartışılmaz. Ancak, toplumsallaşma denilen meselede harekete geçme noktasında ne tür bir etki yarattığı bugün tartışılmaktadır. Tüm bu “devrim” niteliğindeki hareketlerin sosyal medya sayesinde gerçekleştiğini söylemek, yeni teknolojilere fazlaca bir rol üstlemenin yanı sıra, abartılı bir üslubu içermektedir. Nitekim Paolo Gerbaudo, Twitler ve Sokaklar isimli eserinde (2012)  Mısır, İspanya ve Amerika hareketlerini incelemiş ve sosyal medyanın biraradalık duygusu yaratmada ve insanları koordine etmede önemli bir işleve sahip olduğunu ancak, devrimlerin insanların bilgisayarlarının başından kalkıp sokaklara çıktığı anda gerçekleştiğini söylemekte, aynı zamanda sosyal medyanın bu tür hareketlerde liderlik pozisyonunu ortadan kaldırmadığını belirterek yatay bir eşitliğin söz konusu olmadığını vurgulamaktadır. Gerbaudo’nun bu anlamda tekno-iyimser ya da tekno-kötümser tarafında yer almadığı, yeni medyaya belli roller atfetmekle birlikte, esas olanın harekete geçme olduğunu söylemesi nedeniyle, zannedildiği ya da bahsedildiği kadar devrimsel bir nitelik yükleme taraftarı olmadığı görülmektedir.

Ancak önemini de küçümsememek adına, Arendt’in kamusal alan ile ilgili görüşlerine yer vermek gerekebilir. Eylemin alanı olarak kamu alanını esas alan Arendt, kamusal alanın ortadan kalkmasıyla birlikte sorunların baş gösterdiğine değinmektedir (2006:96): “Bir araya gelmemizi sağlayan bir ortak dünya olarak kamu alanı tabiri caizse birbirimizin üzerine yıkılmamızı önler. Kitle toplumunu katlanılması son derece güç bir şey yapan, en azından aslen, içerdiği insan miktarı değil, aralarını kuran dünyanın, onları bir araya getirme, ayırma ve bağlantılandırma gücünü yitirmiş olmasıdır”. Arendt’in bu görüşleri günümüz dünyası için fazla keskin çizgili olabilir ancak, yeni medya teknolojilerinin Arendt’in vurgusuna katkı yaptığı söylenebilir.

Yeni medya teknolojilerinin kullanılması açısından ele alındığında ise, gençlik boyutunun ayrıca hesaba katılması bir gereklilik olarak gözükmektedir. Z kuşağı olarak adlandırılan ve 2000 sonrası doğan genç nesil, teknolojinin olağanlığı boyutunda yer aldıklarından, kullanım pratikleri ve gündelik hayat içerisindeki yeni medya alışkanları, yeni medyanın katılımcı kültür boyutu da dikkate alındığında farklı anlamlar içeriyor olabilir. Bunun için 19 yaşında bir gencin sosyal medya itiraflarına bakmak faydalı olabilir.

“Facebook Bizim İçin Öldü”

“Facebook bizim için öldü. Facebook biz ortaokula giderken havalı bir şeydi ama şimdi bir türlü masadan kalkamadığımız garip bir aile yemeği gibi. Bazen Facebook’ta olmak garip ve sinir bozucu oluyor. Öte yandan, Facebook sahibi olmamak daha da garip ve sinir bozucu olabiliyor. Garip olmasının nedeni “Herkesin Facebook’u var, senin niye yok?” sorusuyla gelen toplum baskısı. Sinir bozucu olmasının nedeniyse seni arkadaş olarak eklemek ve Facebook’ta bulmak isteyen, sınıfta tanıştığın insanlara karşı bunu cevaplamak zorunda olman[6]”.

Bir şeye sahip olup olmama arasında yer alan haz duygusu, yukarıda belirtildiği gibi söz konusu bir Facebook hesabına sahip olma olduğunda ortadan kayboluyor gibi görünmektedir. Çünkü o şeye sahip olmadığımız için kendimizi baskı altında hissedebiliyoruz. İstemeden aldığımız bir kazak ya da sevmeden yediğimiz bir yemek gibi. Ama bir farktan bahsetmekte fayda var. Haz ilk başta oluşmamış dahi olsa, sonrasında ortaya çıkabilmektedir. İstemeden yapılan eylem, içerisine dahil oldukça, bizi daha çok içine çekiyor ve zevk alıyormuşuz duygusu yaratabilmektedir. Bireysel hazzın yanında, ortaklığın verdiği haz da var üstelik ve bu hazzın gerçekliği kimi zaman tartışılmaz derecede mevcut.

Yeni medya ortamlarının gündelik yaşamlarımızın içerisine McLuhancı anlamda vücudumuzun bir parçası gibi nüfuz etmesinin duygularla olan bağlantısı konuşulan konular arasında yer almaktadır. Her anlamda –olumlu/olumsuz– kuşatılmış olduğumuz düşünülürse ve Cemal Süreya’nın kahvaltının bir öğün dışında mutluluk içerdiğini anlattığı şiirine[7] yaslanırsak, tüm bu ortamların duygularımıza da hitap ettiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu kimi zaman grupların içerisinde yer alarak bir topluluğa ait olma duygumuzu, kimi zaman izlediğimiz bir kedi videosuyla sevgi duygumuzu, Gezi olaylarıyla ilgili öfke duygumuzu, bizden olmayana karşı nefret duygumuzu, “like” isteyenlere destek olarak yardımlaşma duygumuzu harekete geçirmektedir. Postmodern tartışmaların içine sıkışarak bu duyguların “gerçekliği”nden bahsetmeyi bir kenara bırakırsak, tüm hislerin bir anlamda gerçek olduğu su götürmez bir gerçek (!). Çünkü bu duyguları yeni medya sayesinde yaşayabilmekteyiz. Geçiciliği ise elbette başka bir tartışmanın konusu olabilir.

Yeni medya ortamlarının duygular ile ilişkisi olduğu yeni araştırmaların arasında yer almaktadır. Öyle ya, bir duygu beslediğimiz biri ancak bizim için ölebilir. Sosyal medya ve duygu sosyolojisi üzerine bir yazıda[8], sosyal ağ sitelerinde yaptığımız paylaşımların amacı ve bu içerik paylaşımlarını yapmamızın nedeni olarak, kendimiz hakkında çevremizin gözünde kendi istediğimiz doğrultuda oluşmakta olan imajın dikkat çekmesi, beğenilmesi, takdir edilmesi, desteklenmesine duyulan ihtiyaç olarak belirtilmektedir. Yani, “o kanaatin” oluşmasını arzu etmemizden bahsetmektedir.

Mısır’daki devrimin ardından bir babanın kızına Facebook ismini vermesi[9], ve yine İsrailli bir çiftin kızlarına Like ismini vermesi[10] bireylerin bu sosyal ağlar ile kurduğu duygusal bağın en güzel örnekleridir. Üstelik bu ağlarda yapılan paylaşımların bir zincir şeklinde insanları etkilediği yapılan araştırmalar sonucunda bulunan bulgular arasında yer almaktadır.

Princeton Üniversitesi’nin 2014 yılında yaptığı Detecting Emotional Contagion in Massive Social Networks[11] başlıklı araştırmanın sonucuna göre olumlu mesajlar çevremize ve arkadaşlarımıza da olumlu olarak yansımaktadır. Aynı durum olumsuz mesajlar için de geçerli olmaktadır. Dolayısıyla sosyal medyada duyguların yayılım gücünün yüksek olduğu ve küresel çapta büyük etkilere yol açabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Eli Pariser’in “filter bubble (filtre baloncuğu)[12]” kavramı göz önünde bulundurulduğunda, çevremizdeki olumlu haberlerin bizi mutlu edeceğini, olumsuz olanlarınsa mutsuz edeceğini ve bunun kapsadığı alanın büyüklüğünü düşünmemiz gerekmektedir.

Duygusal bağ kurma noktasında kimlik yaratma/temsilleri/egzersizleri ya da sanal kimlikler ve bunlara bağlı olarak oluşturulan sanal cemaatler karşımıza çıkmaktadır. Binark, Yeni Medya, Gençlik ve Gündelik Yaşam isimli çalışmasında[13], gençlerin yeni medyayı bir toplumsallaşma aracı olarak kullanıp kullanmadıklarını incelemiş ve sonucunda gençlerin yeni medya kullanımlarının ve sanal uzamda geliştirdikleri benliklerinin gerçek dünyada kurulan aidiyet tasarımlarının bir uzantısı olduğunu bulmuştur.

Yeni medya ortamlarının insanları yozlaştırdığı, bireylerin kendilerine “sanal” bir dünya yaratmalarına ve mutsuz olmalarına neden olduğu algısı bu çalışmada ortadan kaldırılmaktadır. Bourdieu’nun habitus ve kültürel sermaye kavramlarının da faydalanıldığı çalışmada “Ne kadar farklı bir kimlik kurgusu üzerine yatırım yapılırsa yapılsın, belli olaylar ve durumlar karşısında sanal uzama taşınılan toplumsal ve kültürel bagaj açılmakta ve verili ve doğal kabul edilen öğelerden yararlanılmaktadır” bulgusu, varılan sonuçlardan biridir. Yani bireyler her ne kadar kendileri olmayan bir “avatar” dahi yaratsalar, bu avatarı yaratma evresinde ve sonrasında kendi kültürel bilgi ve birikimlerinden, yaşam deneyimlerinden faydalanmaktadırlar. Sonuç olarak bireyin ait olmadığı yapay bir oluşum söz konusu değildir.

Binark ve Bayraktutan-Sütçü’nün Devasa Çevrimiçi Oyunlarda Türklüğün Oynanması: Silkroad Online’da Sanal Cemaat İnşası ve Türk Klan Kimliği (2008:275-311) isimli çalışmalarında da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. “Türk oyuncular ritüeller üzerinden varolan habituslarını sanal uzamda yeniden yerleştirir, oyun dünyasını gerçek yaşamlarına benzer hale getirirler” denilen çalışmada “sanal” kimlik ve “gerçek” kimlik arasındaki karşılıklı etkileşim vurgulanmıştır. Yeni medya ortamlarında yer alan bilgilerin (ses/görüntü) Türk toplum yapısına uymadığı ve Türklük kimliğine aykırı olduğu düşüncelerine[14] karşıt olarak, milliyetçi ritüeller ile Türklüğün mitleştirilmesi bir yandan gündelik yaşama ve rutinlerine bir yandan da sanal uzama yerleşmektedir sonucuna varılmıştır. Daha net bir ifadeyle, çevrimiçi oyunlar değerleri yozlaştırmak ya da ortadan kaldırmaktan ziyade pekiştirmektedir denilebilir.

Karşıt bir görüş olarak Gönül Eda Özgül, Bir Görme Biçimi Olarak Yeni Medya: Kamusal Bir Alan İmkanın Araştırılması başlıklı makalesinde (2012:4541) şunları söylemektedir: “Kendi odasından çıkmadan farklı dünyalar içinde dolaşabilen, her türlü bilgiye hiçbir acı çekmesi ya da hiçbir tehlikeye atılması gerekmeksizin kolayca kavuşan birey acı deneyiminden görüntüler aracılığıyla mümkün olduğunca uzaklaştırılmıştır. Bunun da eylemi ortadan kaldıran unsurlardan biri olduğu söylenebilir: ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ sözü günümüz insanı için son derece uygundur”.

Dijital aktivizmin, aktivizm boyutuna geçemediğini ve aslında pasifizme dönüştürdüğünü belirten Özgül, görme biçiminin değişmediği sürece niceliğin ne kadar önemli olduğunun tartışılması gerektiğini düşünmektedir. Yeni medya ortamlarında paylaşım yapanların, bu paylaşımlarla birlik mesajı verenlerin, göreve çağıranların, sorumluluk alanların her birinin bu eylemleri hangi bilinçlilik seviyesiyle yaptığı elbette tartışmalıdır. Dolayısıyla belli bir noktada Özgül’e katılmamak elde değildir. Ancak, yeni medya bizlere odamızdan çıkmadan hareket edebilme imkanı sağladığı için – Maria Bakardjieva’nın deyişi ile “hareketsiz toplumsallaşma” – kötü bir muameleyi hak etmemektedir. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden yapılan sayısız yardımlaşma örneği mevcuttur. (“Like”layarak beğenilen fotoğrafların paraya dönüşmesi mucizesi hariç). Özellikle twitter üzerinde oluşturulan hashtagler kampanyaların büyük bir hızla büyümesine ve sonuca ulaşmasına yardımcı olmaktadır. Örneğin #EvimEvindirVan hashtagi sayesinde Van depreminde evsiz kalan pek çok kişiye yardım sağlanmış ve insanlar evlerinin kapılarını açmıştır. Bu tür durumlarda ortaya çıkan nefret söylemleri ise, yeni medya ortamlarının karanlık yüzünü simgelemektedir. Her şeyin karşıtını var ettiği bir ortam olan sosyal paylaşım siteleri “bizlik” duygusunu yaratan sevginin karşısına, yine “bizlik” duygusunu yaratan nefreti kolayca yerleştirebilmektedir.

Yine de yeni medya ortamlarının yalnızca olumsuzluklar silsilesi olarak görülmek yerine, olumlu yanları da dikkate alınmalı, olumsuz olan yanlarının ise fayda sağlayan bir yapıya dönüştürülmesi yerinde olacaktır.

Ftg.M.Binark, Kopenhagen

Ftg.M.Binark, Kopenhagen

Sonuç Yerine

Yeni medya ortamları geleneksel kamusal alan ve özel alan ayrımı tartışmalarını farklı bir boyuta taşımıştır. Bunu “yeni alan” şeklinde ifade etmek mümkündür. Çünkü evlerimizden katıldığımız kamusal alan, özel alan ve kamusal alan tanımlarının karşılıklı olarak yer değiştirmesine neden olmuş, aralarındaki keskin ayrımın da ortadan kalkmasını sağlamıştır. Ne Antik Yunan’dan gelen ayrıcalıklı yurttaşların çıkabildikleri kamusal alan, ne de Habermasçı anlamda –ama yine ayrıcalıklı– kişilerin yer aldığı modern kamusal alandan bugün bahsetmek mümkün değildir. O nedenle bilinen tanımların ötesine gitmek gerekmektedir. Bu tanımlara bağlı kalındığı takdirde, özel alan-kamusal alan ayrımının kalmadığını söyleyenler olduğu gibi, eskisine nazaran bu ayrımın daha da kesinleştiğini söyleyenler de var olmaya devam edecektir.

Yeni medya ortamlarının toplumsallaşma ve örgütlenmeye katkı sağladığı muhakkaktır. Ancak tüm bu örgütlenmeler yeni medya üzerinden yapılıyor düşüncesi, eyleme geçilmesi/sokağa çıkılmasının tek sebebinin yeni medya olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Yeni medya harekete geçirmede yalnızca bir basamak görevi görmekle birlikte, hareket “gerçek” anlamda hareket haline geldiğinde gerçekleşmektedir.

2000 yılında yazdığı makalesinde Veysel Bozkurt, şu ifadeleri kullanmaktadır (2000:79): “Günümüzde medyada sık sık şu tarz ‘dijital konfor’ yorumlarına tanık olunmaktadır: Önümüzdeki dönemde konuşan bir buzdolabı, ev sahibi tıraş olurken günlük haberleri size veren bir ayna… Ayrıca otomasyon sayesinde, örneğin kahveniz siz kalktığınızda hazır olacak, pizza ya da lazanyanız, sofraya oturacağınız zaman tam zamanında kıvamında pişmiş olarak önünüze gelecek ve tüm ev cihazlarınız internet ağına bağlı olacak. Dolayısıyla siz evde olmasanız bile bunları uzaktan kumanda edebileceksiniz”.

15 yıl öncesinden yapılan bu tahminler belli yönleriyle doğruyu yansıtmaktadır. Konuşan bir buzdolabı olmasa bile, yeni teknoloji buzdolapları sayesinde müzik dinlenebilmekte, buzdolabı size belli planlarınızı hatırlatabilmektedir. Tıraş olurken günlük haberleri veren bir ayna olmasa da, tablet sayesinde haberlere ulaşılabilmektedir. Evde olmadığımızda makineleri uzaktan kumanda etmek de bugün kullanılan teknolojiler arasındadır.

Bozkurt, yazısının devamında şu ifadelere yer vermektedir: “Bu önümüzdeki 10 yıl içinde çizilen senaryo gerçekleşirse, artık sıradan insanların neler yediği, neler okuduğu, hangi kahveyi içtiği, neler satın aldığı, hatta biraz daha ileri gidersek sevgilileriyle neler konuştuğu, hangi sağlık sorunlarına ya da hobilere sahip olduğu gibi, özel yaşamın en ince ayrıntılarına –mevcut güvenlik duvarlarını aşabilenler– ulaşabileceklerdir”. Bozkurt’un söylediklerinin tamamı bugün gerçekleşmektedir. Üstelik güvenlik duvarlarını aşmaya gerek kalmadan. Güvenlik duvarı olan durumlarda ise, teknoloji bize yeni nimetler sunmaktadır. AOL’un Starlike uygulaması gibi[15].

Mülkiyet ilişkileri, gözetim, mahremiyet, eşitsizlik gibi başlıklar da bugün yeni medyanın olumsuz getirileri olarak konuşulmaktadır. Facebook,  Twitter, Google gibi büyük kuruluşların reklam gelirleri, bunlardan hiç pay alamadığımız için kullanıcılar olarak emek sömürüsüne maruz kalmamız, bu büyük şirketlerin tüm özel bilgilerimizi depolayarak başka firmalara satması, yalnızca bizi ilgilendirdiği düşünülen şahsi bilgilerimizi istediğimiz herkesle paylaşmamız gibi noktalar, yeni medyanın düşünülmesi gereken boyutlarını oluşturmaktadır. Ancak yeni medyayı yalnızca bu boyutlarıyla ele almak, yukarıda bahsedilen tüm diğer olumlu niteliklerinin yok sayılması demektir. Bu tür bir bakış açısı ise, teknolojinin olumlu yönde kullanılmasının önündeki en büyük engeldir.

Son Notlar:

[1] Arş. Gör. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik

[2] Alıntı Veysel Bozkurt’un “Gözetim ve İnternet: Özel Yaşamın Sonu mu?” makalesinden alınmıştır. Birikim Dergisi, Ağustos 2000, Sayı: 136, ss:75-81.

[3] http://www.columbia.edu/~rh120/ch106.x01 (Erişim Tarihi:15.01.2015).

[4] Consalvo, Mia and Charless Ess, The Handbook of Internet Studies içinde, Wiley-Blackwell, 2011:181

[5]http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2010/03/100306_superguc_kevinrobins.shtml (Erişim Tarihi:14.01.2015)

[6] Andrew Watts, 19 yaşında bir gencin sosyal medya itirafları /  sosyalmedya.co/19-yasinda-bir-gencin-sosyal-medya-itiraflari (Erişim Tarihi 13.01.2015)

[7] Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem

Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

[8] http://sosyalmedya.co/sosyal-medya-ve-duygu-sosyolojisi-uzerine/ (Erişim Tarihi:14.01.2015)

[9] http://sosyalmedya.co/kizinin-adini-facebook-koydu/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)

[10] http://sosyalmedya.co/israilli-cift-kizlarina-like-ismini-verdi/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)

[11] http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0090315 (Erişim Tarihi: 15.01.2015)

[12] Filtre baloncuğu, kişilerin sosyal paylaşım sitelerinde istedikleri kişiyi takip etmeleri, istedikleri iletiyi görme, geri kalanları göz ardı etmesi gibi eylemler sonucu gerçekleşen ayna etkisidir. Bu baloncuğun içine sıkışarak kendimiz dışındaki bilgiye ulaşma yolunu kapatmış oluruz.

[13] https://yenimedya.wordpress.com/calismalar/ (Erişim Tarihi: 05.01.2015)

[14] Örnek için bkz: http://www.salihertugrul.com/index.php/sosyal-medyan/1265-kitle-psikolojisi-duygu-sosyolojisi-ve-sosyal-medya (Erişim Tarihi: 14.05.2015).

[15] http://www.playtusu.com/haber/detay/11772/facebook-ve-twitterda-sizin-icin-ajanlik-yapan-uygulama (Erişim Tarihi: 15.01.2015).

KAYNAKÇA

ARENDT, Hannah (2006), İnsanlık Durumu, Çev.Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim Yayınları

ATTON, Chris, (2014), Alternatif Medyaya Yaklaşmak: Teori ve Metodoloji, Kendi Medyanı Yarat içinde, Haz. Berrin Yanıkkaya, Barış Çoban, İstanbul: Kalkedon Yayınevi

BİNARK, Mutlu, Günseli BAYRAKTUTAN-SÜTÇÜ (2008), Devasa Çevrimiçi Oyunlarda Türklüğün Oynanması: Silkroad Online’da Sanal Cemaat İnşası ve Türk Klan Kimliği, Dijital Oyun Rehberi – Oyun Tasarımı, Türler ve Oyuncu içinde, İstanbul: Kalkedon Yayınevi.

BOZKURT, Veysel (2000), Gözetim ve İnternet: Özel Yaşamın Sonu Mu?, Birikim Dergisi, Ağustos 2000, Sayı: 136, ss:75-81.

GERBAUDO, Paolo (2012), Twitler ve Sokaklar, Sosyal Medya ve Günümüzün Eylemciliği, Türkçesi: Osman Akınhay, İstanbul: Agora Kitaplığı.

LIEVROUW, Leah, A. (2011), Alternative and Activist New Media, Cambridge:Polity Press.

ÖZGÜL, Gönül Eda (2012), Journal of Yaşar Üniversity, 26(7), ss:4526-4547.

STROMER-GALLY, Alexis Wichowski (2011), Political Discussion Online, The Handbook of Internet Studies içinde, ed. Mia Consalvo, Charles Ess, United Kingdom: Wiley Blackwell.

İnternet Kaynakları

http://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0090315 (Erişim Tarihi: 15.01.2015)

http://sosyalmedya.co/19-yasinda-bir-gencin-sosyal-medya-itiraflari (Erişim Tarihi: 13.01.2015)

http://sosyalmedya.co/israilli-cift-kizlarina-like-ismini-verdi/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)

http://sosyalmedya.co/kizinin-adini-facebook-koydu/ (Erişim Tarihi: 15.01.2015)

http://sosyalmedya.co/sosyal-medya-ve-duygu-sosyolojisi-uzerine/ (Erişim Tarihi:14.01.2015)

https://yenimedya.wordpress.com/calismalar/ (Erişim Tarihi: 05.01.2015)

http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2010/03/100306_superguc_kevinrobins.shtml (Erişim Tarihi:14.01.2015)

http://www.columbia.edu/~rh120/ch106.x01 (Erişim Tarihi:15.01.2015).

http://www.salihertugrul.com/index.php/sosyal-medyan/1265-kitle-psikolojisi-duygu-sosyolojisi-ve-sosyal-medya (Erişim Tarihi: 14.05.2015)

http://www.playtusu.com/haber/detay/11772/facebook-ve-twitterda-sizin-icin-ajanlik-yapan-uygulama (Erişim Tarihi: 15.01.2015).


2015’e Girerken, 5 Adımda – Türkiye’de Hükümetin Vatandaşlarını Takip İsteği Yükseliyor…

Ocak 5, 2015
Yazan: Füsun Sarp Nebil
BTK aylardır işletmecilerle tartıştığı, tüm trafiğin kendilerine eksiksiz ve sürekli teslimi konusuyla alakalı olarak 30 aralıkta Resmi Gazete’de yayınlanan 2 yönetmelik değişiliği yayınladı[13][14]. Bu yönetmeliklere bakıldığında, BTK işletmecilere, “ya trafiğini “dinleme yapabilmem için bana vereceksin, ya da lisansını iptal ederim” diyor. Yani devlet vatandaşlarının her hareketini takip etmeye karar vermiş bir kere.
İnternet teknolojilerinin gelişmesi ve telefon görüşmelerinin de, donanım yerine yazılımlar ile yönetilmeye başlanması sonrasında, hayatımıza büyük kolaylıklar geldi ama bu aynı zamanda bazı riskler içeriyor. Bu risklerin kötü niyetli insanlar ya da mafya türü organizasyonlar için kullanılması bir yana, asıl risk galiba artık hükümetlerden geliyor. Devletler artık, sadece suçlular için değil, olmayanlar için de, hem yabancı ülke vatandaşları, hem de kendi ülke vatandaşları hakkında hiç olmadığı kadar çok veriyi topluyor ve hatta ileriye yönelik olarak depoluyor. Bunları kullanıyorlar mı, ya da kötü niyetli olarak –mesela siyaseten sevmediklerini elimine etmek için– kullanabilirler mi? En önemli soru bu !!!

Bugünlerde BTK’nın yaptığı 2 yeni değişiklikle gündemdeki yerini sağlamlaştıran bu sorunun bir bacağında da “TİB’de Ne oluyor?” sorusu yer alıyor. Bu konuyu başka bir yazımızda ele alacağız.

Bugünkü konumuzla ilgili olarak, yayınladığımız diğer bir turk-internet.com haberinde, güvenlik uzmanı Mikko Hyponnen’in, global anlamda hükümetlerin vatandaşlarını takibine dair düşüncelerini okuyabilirsiniz[1]. Biz bu yazıda eksik olan “Türkiye’de neler olduğu” konusunu anlatacağız, 2015’e girerken ve TBMM’ye “Kişisel Verilerin Korunması Kanun Taslağı” gönderilmişken, acaba ülkemizde neler oldu ve oluyor? Bunları turk-internet.com okuyucuları için özetleyelim;

  1. Gezi Parkı Öncesi Türkiye’de Durum : TİB’in Kuruluşu

    Türk devletinin vatandaşlarının haberleşmesini kayıt etme olayı 2005’de kurulan TİB ile başladı. Bugün 15-16 petabayt düzeyinde olduğu bilgisi çeşitli haberler içinde görülen bu kayıtların CDR denilen bilgileri depoladığı belirtiliyor.

    CDR, İngilizce “Call Detail Record” kelimelerinin başharfleri ve basitçe telefon şirketlerinin faturalamada kullandıkları bilgiler anlamına geliyor. Yani arayan ve aranan telefon numaraları, konuşmanın başlangıç zamanı ve süresi olarak tanımlanır. Ama teknolojinin ilerlemesi ile, “telefon görüşmesi gerçekleşti mi?” gibi farklı bilgiler de alınabiliyor.

    Bu bilgilerin kolluk ve istihbarat güçleri için anlamı; şüpheli kişilerin kimi aradığı ya da kim tarafından arandığı, nerede oldukları, belli saatlerde neler yaptıkları gibi bilgilerdir. Tabi bunun da mahkeme kararı ile alınması gereken bilgiler olduğunu hatırlatalım.

    Suç şüphesi olmadan bu verilerin kaydedilmesi “kişisel verilerin ihlal edilmesi” anlamına geliyor. Bu konuda batı dünyasında da tartışmalar sürüyor. Telekom firmalarının ellerinde bir süre kalan bu veriler için istihbarat firmalarının kayıt yapması önemli bir soru işareti.

    CDR kayıtları içeriği kastetmiyor. TİB’in de, içeriği 2013’e kadar kayıt etmediği düşünülüyor. Çünkü Gezi Parkı olayından hemen sonra, 2013 temmuzunda BTK bu tür bir kayıt için karar alıyor ve telekom operatörlerine bildiriyor. Gerçi konuya yakın uzmanlar, bu kararın sadece alternatif telekomculara yönelik olduğunu, bu tarihten önce Turkcell, Türk Telekom, gibi büyük operatörlerin içerik kayıtlarının alınmaya başlamış olunabileceğine dair şüpheleri olduğunu belirtiyorlar.

  2. 18 Temmuz 2013’deki BTK Kararı

    Gezi Parkı’ndan sonra oluşan kargaşa ortamında, hükümet içeriği takip etmesi gerektiğini daha kuvvetli düşünmeye başlıyor. Bu kararın detayını burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.

    Kısaca belirtelim, karar, telekom operatörlerinin hepsine, “bütün trafiğinizi Ankara’ya getirecek ve cihazları da siz temin edeceksiniz” diyor. Bundan öncesinde, bütün telekom operatörleri –trafikleri ile orantılı büyüklükte– ile TİB arasında bir bağlantı bulunuyordu. Bu bağlantılardan, mahkeme kararı olan şüphelilerin telefonları dinleniyor ve kaydediliyordu (not : hukuki açıdan dinleme süreci bitiminde bu kayıtların silinmesi gerekli).

    Ama 18 temmuz kararı, şüpheli olsun, olmasın herkesin kayıtlarını talep ediyordu. Bu ise ilk paragrafta belirttiğimiz “siyasi açıdan uygun görülmeyenlerin elimine edilmesi” riskini taşıyor.

    Karar gizli alınmış bir karardı. Firmalara baskı yapıldı ama firmalar hem gerekli yatırımın ağırlığı, hem de içeriği vermenin –özellikle yabancı firmalar açısından– bazı müşterileri nezdinde doğuracağı yasal sıkıntıları anlatarak, müzakereler yapmaya başladılar.

  3. 17- 25 Aralık Operasyonları Uzantısında İnternet Maddeleri ve Torba Kanunlar

    Tam o dönemde –eylül-ekim 2013’de–, bir internet kanunu hazırlanmaya başlanmış olduğunu anlıyoruz. Bu taslak 14 aralık 2013 tarihinde AKP ŞanlıUrfa Milletvekili Zeynep A.Uslu imzasıyla TBMM’ye gönderildi[3]. Bu kanunun içeriğinde “İnternet Erişim Sağlayıcılar Birliği” adı altında bir yapılanma söz konusuydu.

    Eerişim Sağlayıcılar Birliği (ESB), bir yandan “sivil kuruluş”muş gibi kurgulanmıştı. Ama devlet eliyle kuruluyordu. Kuralları da devlet koyuyordu. Aslında 18 temmuz kararının bir başka şekliydi.

    Ancak ortaya 17 aralık ve arkasından 25 aralıkta yapılan yolsuzluk operasyonları çıktı. Bu operasyonların paralelinde de, Twitter ve YouTube üzerinden bir takım ses kayıtları servis edildi. Bu ses kayıtları ve operasyonlar, hükümeti internet üzerindeki kontrolün artması için acele ettirdi. Yeni bir kanun taslağı yerine, halen komisyonlarda bulunan ve içinde de istenen bazı maddeler olan bir torba kanun tercih edildi[5].

    Üstelik bu kanun görüşülürken, ilk kanunda düşünülmeyen konular 2ci bir torba kanun içinde TBMM’ye gönderildi. Bu kanun içinde TİB’in kadrolarının güçlendirilmesi ve yetkilerinin arttırılması, TİB başkan ve yetkilililerinin “vatandaşları takip ederken, işlemeleri muhtemel suçlara karşı” korunmaları yer alıyordu[6].

    Her 2 torba kanun ve içindeki 5651’i genişleten maddeler, toplumun bütün protestolarına karşı TBMM’den geçti ve o dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den de onay aldı[7]. Bu kanunla ilgili olarak CHP (sadece onların başvuru hakkı vardı), Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yaptı ama bugüne kadar çıkan bir karar göremedik[8].

  4. Mayıs 2013’de ESB Kuruldu

    Arkasından da ESB kuruldu. Üstelik, Telkoder başkanlığında daha büyük bir grup tarafından imzalanan Tüzüğe rağmen, BTK kendi hazırladığı tüzük ve kendi verdiği firma listesi ile ESB’yi kurdu[9][10][11].

    ESB bugün, günde 30-50 arası URL bloklama talimatı gönderiyor. Ankara’da bir ofiste çalışıyor. Ne yapıyor derseniz, büyük bir soru işareti. Çünkü dışarıya kapalı bir sistemle çalışıyorlar[12].

    ESB’nin telekom-internet firmaları ile ilişkiyi rahatlatan, bu arada da yurtdışına karşı sivil görünümlü bir teşkilat olması hedeflenmişti. Yapılan protestolar ile AB gibi yurtdışı organizasyonların bunun bir sivil örgüt olmadığı ortaya çıkınca, bugün fonksiyonları geri planda kalmış gibi gözüküyor. Bir nevi postacılık yapıyorlar.

  5. 30 Aralık 2014’de Resmi Gazetede Yayınlanan BTK Yönetmelikleri

    Bu gelişmelerin arkasından BTK aylardır işletmecilerle tartıştığı, tüm trafiğin kendilerine eksiksiz ve sürekli teslimi konusuyla alakalı olarak 30 aralıkta Resmi Gazete’de yayınlanan 2 yönetmelik değişiliği yayınladı[13][14].

    Yani her durumda, devlet tüm vatandaşların kayıtlarını eline almak, merkezileştirmek, istediği zaman kullanmak istiyor. Bunu 18 temmuz kararı ile yapamadılar, ESB ile yapamadılar. Şimdi “lisans iptali” tehditi ile yapmaya çalışıyorlar.

    Çünkü bu yönetmeliklere bakıldığında, BTK işletmecilere, “ya trafiğini, dinleme yapabilmem için bana vereceksin, ya da lisansını iptal ederim” diyor. Yani devlet vatandaşlarının her hareketini takip etmeye çok kararlı.

    Bu doğru mu? Bunun cevabını Mikko Hyponnen’in dipnot 1’deki notlarından okuyun. Bakalım başkaları neler düşünüyor?

    Ama biz şunu belirtelim; bugün hepimizin seyrettiği bir meydan savaşı var. Bu meydan savaşı bittiğinde, ortada mücadele edilmesi gereken yeni düşman artık % 52 olacak. Yukarıda yazdığımız aşamaların henüz tam bir etkisini görmedik ama meydan savaşı sonrasında kullanılacak olan yöntemler yukarıda yazıyor.

Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Biz yine de, vatandaşlar olarak bu konuda dikkat edilmesi gereken hususları özetleyelim;

  • TİB’de 2005’den bu yana CDR kayıtları neden durmaktadır? Bunların silinmesi gerekir.
  • Şüpheli olmayan kişilerin yani tüm vatandaşların telefon görüşmeleri neden kayıt edilmek istenmektedir? Bu konuda hukuki mücadele gerekir?
  • Kişisel Verilerin Korunması Kanunu bu dinlemeleri nasıl kapsayacaktır? İstisna denilen şey bütün bir ulusu kapsar mı?
  • Kişilerin internet’teki hareketleri neden takip edilmektedir. Bunun kişisel veriler kapsamında sakıncaları yok mudur?

Bu yazıyı sonuna kadar okuyan siz okuyucumuza Erdoğan ve FuatAvni’yi Bırak… Bugün Yeni Bir Söz Söylemek Gerek…… başlıklı yazıyı da okumanızı öneriyoruz.

[1] İnternet’in Hayatımıza Getirdiği Sorun; Hükümetlerin Denetimi Altında Yaşamak

[2] Wikipedia CDR Records

[3] 5651 Sayılı Kanunu Genişleten Yeni İnternet Kanun Teklifi Ne Getiriyor?

[4] TBMM – İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi

[5] Torba Kanun İçine Konulan Yeni İnternet Kanun Teklifi Alt Komisyondan Jet Hızıyla Geçti

[6] TBMM’de 2ci Bir Torba Kanun Teklifinde 5651’e Yeni İlaveler Yapılıyor, TİB Büyütülüyor

[7] Beklendiği Gibi Abdullah Gül İnternet Yasasını Onayladı

[8] Anayasa Mahkemesi CHP’nin İnternet Kanunu Başvurusunu İncelemeye Başladı

[9] Erişim Sağlayıcılar Birliği Kuruldu mu? Kurulmadı mı?

[10] BTK Tepeden İnme Tüzük için Bastırırken, İnternet Erişim Sağlayıcılar Kendi Tüzüklerini İstiyor

[11] Aksünger : Erişim Sağlayıcılar Birliği Nasıl Kuruldu, Kimler Yer Aldı, Tüzüğü Nasıl Hazırlandı, Neleri İçeriyor?

[12] İnternet Erişim Sağlayıcılar Birliği Konusunda Son Durum

[13] ELEKTRONİK HABERLEŞME SEKTÖRÜNE İLİŞKİN YETKİLENDİRME YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

[14] BİLGİ TEKNOLOJİLERİ VE İLETİŞİM KURUMU İDARİ YAPTIRIMLAR YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

Kaynak: http://turk-internet.com//portal/yazigoster.php?yaziid=48737 Erişim tarihi: 5.1.2015

2014 Dramatic Growth of Open Access: 30 indicators of growth beyond the ordinary

Ocak 3, 2015

There has been a remarkably constant growth rate of scholarly journals since the 1600’s (De Solla Price, 1963, p. 17). Mabe (2003) calculates the average annual scholarly journal growth rate at 3.46% per year from the 1600’s to the present day, with an increase to 4.35% from 1946 to 1976 and subsequent fall to 3.26% after 1976.

This issue of the Dramatic Growth of Open Access highlights 30 indicators of open access growth that are beyond this background growth of scholarly works – in many cases far beyond, with a range of percentage growth from 5 – 89%. In some cases, high percentage growth reflects early start-ups (low starting figures), but in other cases there are very high growth rates on resources that were very, very large to begin with (these are the highlighted numbers below). Note that some numbers are rounded for ease of understanding; if precise numbers are required, please download the full dataset from the DGOA dataverse.A special congratulations is in order to arXiv for recently surpassing the milestone of over 1 million documents. Note that these 30 indicators likely underestimate the growth of open access beyond the ordinary by a large factor, as this series focuses on just a few indicators of macro level growth of open access. To continue the momentum in 2015 open access advocates are encouraged to remember the vision of open access as unprecedented public good and not get caught up in the minutiae of implementation. Although the focus of this series is the numbers, a special mention to an exceptional open access policy recently announced by India’s departments of Biotechnology and Science and Technology which represents a new model OA policy for the whole world.

Open access indicators with percentage growth above the 3.5% background growth of scholarly works in 2014

  • 89% growth – over 38,000 more journals that are free-to-read: the libraries collaborating on the Electronic Journals Library service added 38,865 journals that are free-to-read in 2014 for a total of 82,363 journals that can be read free of charge. This figure encompasses not only the fully open access, peer-reviewed journals included in DOAJ, but also the many journals that are free to read after an embargo period or that are of interest in an academic context without necessarily being peer reviewed.
  • the Directory of Open Access Books was hopping in 2014, adding:
    •  863 books for a total of 2,482 (53% growth)
    • 25 publishers for a total of 79 (46% growth).
  • the Internet Archive added:
    • 1.7 million texts (29% growth) for a total of 7.3 million texts
    • 107,000 movies (23% growth) for a total of 1.7 million movies
    • 400,000 audio recordings (22% growth) for a total of over 2.2 million concerts
    • 61 billion webpages (16% growth) for a total of 435 billion webpages
    • 12,000 concerts (10% growth) for a total of over 100,000 concerts
  • Highwire Press added:
    •  24 completely free sites for a total of 113 completely free sites, a 27% percentage increase
    • close to 160,000 free articles (7% growth) for a total of close to 2.4 million
    • 13 sites with free back issues (5% growth) for a total of 280 sites
  • the Bielefeld Academic Search Engine (BASE) service added:
    • 12 million documents (21% growth) for a total of 68 million documents
    • 500 content providers (18% growth) for a total of over 3,000 content providers
  • PubMedCentral added
    • 483 journals (20% growth) that deposit selected articles for a total of  2,897 journals
    • 214 journals (18% growth) with immediate free access for a total of 1,402 journals
    • 180 journals (18% growth) with all articles open access for a total of 1,201 journals
    • 51 journals (18% growth) with some articles open access for a total of 338 journals
    • 224 full participation journals (16% growth) (all articles added to PMC) for a total of 1,618 journals
    • 250 actively participating journals (15% growth) for a total of 1,904 journals
    • 400,000 items (14% growth) for a total of 3.3 million items
    • 26 journals that deposit NIH-funded articles (10% growth) for a total of 299 journals
  • DOAJ added:
    •  240,000 articles searchable at article level (15% growth) for a total of 1.8 million articles
    • 12 countries (10% growth) for a total of 136 countries
    • close to 400 journals (7% growth) searchable at article level for a total of over 6 thousand journals
  • RePEC added 50,000 downloadable items (14% growth) for a total of 1.5 million items
  • Social Sciences Research Network (SSRN) added:
    • 55,000 fulltext papers (13% growth) for a total of 483,000 papers
    • close to 60 thousand abstracts (11% growth) for a total of close to 600 thousand abstracts
    • 27 thousand authors (11% growth) for a total of close to 270 thousand author
  • arXiv added close to 100,000 documents (11% growth) for a total of over a million documents
  • OpenDOAR added 175 repositories (7% growth) for a total of 2,729

For full data, see the Dramatic Growth of Open Access Dataverse: http://dataverse.scholarsportal.info/dvn/dv/dgoa

A call to remember the vision of open access in 2015

As open access moves further and further from idea to reality, it’s all too easy to get caught up in the minutiae of implementation: the procedures of developing open access archives, journals, books and other works and the development of the technology and services to make it happen, and to make the works attractive to use. In the process of developing OA initiatives, it may well be useful to develop and implement a variety of standards, new metrics and technical procedures. But in the process let’s not confuse the means with the ends – let’s keep our rationality rational (Morrison, 2012) and focused on the goals that we really want to achieve.

To further grow the momentum in 2015, let’s remember the great vision of open access, as expressed in the first paragraph of the 2002 Budapest Open Access Initiative:

An old tradition and a new technology have converged to make possible an unprecedented public good. The old tradition is the willingness of scientists and scholars to publish the fruits of their research in scholarly journals without payment, for the sake of inquiry and knowledge. The new technology is the internet. The public good they make possible is the world-wide electronic distribution of the peer-reviewed journal literature and completely free and unrestricted access to it by all scientists, scholars, teachers, students, and other curious minds. Removing access barriers to this literature will accelerate research, enrich education, share the learning of the rich with the poor and the poor with the rich, make this literature as useful as it can be, and lay the foundation for uniting humanity in a common intellectual conversation and quest for knowledge.

Special acknowledgement of a new leading-edge open access policy

The recently announced new open access policy of two of India’s science departments represents the best of funding agency open access policy to date and includes important advances. There is a focus on green or open access archives and a call to develop the institutional repository system to implement the policy. This will ensure that the results of research funded by India remains open access and remains available to Indians – there is no substitute in OA policy for ensuring local control. The maximum embargoes are six months in the sciences and one year in the humanities and social sciences. The major advance is inclusion of the San Francisco Declaration on Research Assessment instructing evaluators not to consider impact factor or other metrics in assessing the work of researchers, but rather focus on the quality of the work per se. This is an absolutely critical step in addressing the systemic dysfunction in the scholarly communication system I have described elsewhere (Morrison, 2012), facilitating a shift to rational rationality, a system that is free to prioritize the advancement of scholarly knowledge, the knowledge commons, rather than the imperfect measures people have devised as heuristic devices.

References

Mabe, M. (2003). The growth and number of journals. Serials, 16(2), 191-197. Retrieved August 27, 2011 from http://uksg.metapress.com.proxy.lib.sfu.ca/app/home/contribution.asp?referrer=parent&backto=issue,16,24;journal,26,72;linkingpublicationresults,1:107730,1
Morrison, H. (2012). Freedom for scholarship in the internet age.  Doctoral dissertation, Simon Fraser University, Department of Communication. The second chapter discusses the theme of irrational rationality, drawing from the work begun by Weber. This is also called instrumental rationality, and in brief is our tendency to develop tools, techniques and measures to help us achieve our goals, only to become slaves to the measures.
Price, D. J. d. S. (1963). Little science, big science. New York: Columbia University Press.

This post is part of the Dramatic Growth of Open Access series.

Source: http://poeticeconomics.blogspot.co.uk/2014/12/2014-dramatic-growth-of-open-access-30.html


Dijital gözetimin boyutları ve Ai Wei’nin sanatı….

Ocak 3, 2015

Hans de Zwart’ın “Ai Weiwei is Living in Our Future: Living under permanent surveillance and what that means for our freedom” adlı blog yazısı günümüzde dahil olduğumuz panspektirik gözetim hakkında oldukça bilgi verici…https://medium.com/@hansdezwart/ai-weiwei-is-living-in-our-future-474e5dd15e4f


Protests, Blackouts, and a Bill of Rights for the Internet: Advox in 2014

Ocak 3, 2015

In 2014, the Global Voices Advox team covered more stories than ever before. From Egypt to Ethiopia to Tajikistan to Turkey, our authors wrote what they saw on the ground, on the Internet, in court and behind bars. Here are some highlights from this incredible year of advocacy for free expression around the world:

JANUARY  Egypt’s Activists Feel Heat of Anti-Protest Law

Image by Hugh D'Andrade, used with permission.

The government passed the Protest Law in November 2013 claiming it was necessary to control the chaos created mostly by Muslim Brotherhood sympathizers in clashes with security forces that often turned violent. Since it has been put in effect however, the law has been used to crack down on all kinds of opposition, including peaceful protesters, and individuals and groups that have been closely associated with the January 25 revolution and its aftermath.

– Rasha Abdulla, American University, Cairo

Alaa is in prison not because he committed a crime, not because he said too much, but because his very existence poses a threat to the state. Those who are bold, those who do not relent, will always threaten the terrified and ultimately weak state which must, to survive, squash its opponents like flies. But Alaa will not allow himself to be crushed like that, I know.

– Jillian C. York, Electronic Frontier Foundation, Berlin

FEBRUARY  Protests Rage and the Internet Goes Dark in Venezuela

In the midst of a newsprint crisis that has caused nine newspapers to close…and while national television channels are submitted to strict content regulations, hardened even more in recent weeks by President Nicolas Maduro and his so-called “war on sensationalism”, digital media has proved vital in covering news that has is no longer covered by traditional media. Today, as opposition leaders summon rallies around the country, people are expected to turn to social media to learn about the development of the demonstrations, which likely will not be reported on any public or mainstream news platforms.

– Marianne Diaz, lawyer and free speech advocate, Caracas

Three dead as Caracas rally calls for release of students

In Táchira we were without Internet, water, light, food, gasoline, [public] transport, commerce. But we do have balls, which is what Venezuela needs right now.

MARCH  Advocates Hail Brazil’s “Bill of Rights for the Internet”

A screen shows the vote tally as activists cheer for the bill from the upper level of the Chamber. Photo shared by Carolina Rossini via Twitter.

The approval of Marco Civil, a bill of rights to protect users, is important not only for the country, but also for the world….In a context where the interests of telecom operators, copyright industry, IT companies and sometimes even the Brazilian state are essentially in opposition with the protection of user’s rights, having a text — developed in an open, transparent and participative way — that protects of the right to access, to privacy protection, to freedom of expression, and net neutrality, among others, is a very, very positive step.

– Joana Varon, Institute for Technology and Society, Rio de Janeiro

APRIL  Bloggers Arrested, Charged With Terrorism in Ethiopia

Six members of the Zone9 blogging collective – four of them Global Voices contributors — were arrested and imprisoned on April 25, 2014 along with three journalist colleagues. Months later, all nine detainees were charged under the country’s penal code and the Terrorism Proclamation of 2009.

Zone9 members together in Addis Ababa, 2012. Photo used with permission.

In August, we received testimony from Befeqadu Hailu, one of the jailed Global Voices members, who wrote from inside the prison. Here is an excerpt from his testimony:

The idea of setting a foot in the compound of the ill-famed Maekelawi detention center gives a cold shiver to anyone who knows its history. But my sheer optimism and trust that the brutal and inhumane treatment of people was a distant memory saved me from trembling as I was escorted into the compound. The same was true of my friends, I suppose.

What is more, we had nothing to be scared of, because we are neither undercover agents nor members of armed forces. We are just writers. But as soon as I arrived at Maekelawi, detainees informed me that I had been placed in one of the notorious sections of the detention center, known as “Siberia”. In less than a week, I felt like I was living in the middle of an account from the 2013 Human Rights Watch report entitled “They Want a Confession”.

– Befeqadu Hailu, Global Voices translator and Zone9 blogger, Addis Ababa / translation by Endalk Chala, blogger and PhD student, University of Oregon 

MAY  The Coup and the Information War in Thailand

Anti-coup activists and protesters occupy the square outside of Bangkok Art and Cultural Center in central Bangkok. Photo by Lillian Suwanrumpha, Copyright @Demotix (5/23/2014)

Is the military takeover of the media warranted? The coup in 2006, while the military imposed certain restrictions on media freedom, it did not result in this level of information lockdown. Many of the commercial TV channels in Thailand were hardly political: they mostly showed soap operas, game shows and music videos. Perhaps the near ban on media is meant to function as a sweeping act of fear-mongering. Or perhaps the military believes it will help suppress the voices of its opposition.

– Aim Sinpeng, University of British Columbia

JUNE  Iraq Telecom Ministry to ISPs: Kill the Internet in Five Provinces

Several Iraqi activists who asked not to be quoted by name attributed the blocking to PM Maliki’s failure to get a majority of Parliamentarians to announce a state of emergency in Iraq. If this is true, then orders from the Maliki government and the Ministry of Telecommunication to ISPs to shut down the Internet stand in violation of Iraqi law. Companies have the right to decline the Ministry’s request, but activists do not expect this to happen. As one person put it, “keeping their business is their priority — not their users’ rights.”

– Mohamad Najem, Social Media Exchange, Beirut

JULY  Presumed Innocent? Not in Tajikistan.

In June, Global Voices’ former Central Asia editor Alex Sodiqov was arrested in Tajikistan while doing research for his PhD dissertation at the University of Toronto. His colleagues, students, and fellow GVers spoke out on his behalf throughout the summer.

freealex20

About six weeks ago in Khorog police detained my good friend, the young academic Alexander Sodiqov. Disregarding the principle of the presumption of innocence and the laws of our own country, the State Committee for National Security (GKNB) issued a statement to the press the following day, in which Alexander was accused of “espionage” on behalf of “a foreign state.”

Alexander Sodiqov, who our law enforcement agencies have rushed to write into the ranks of state criminals, is a young academic working on his Ph.D. in Canada. To find this out and read his biography in full it is sufficient to type his name into Google or Yandex.[…]

As one of his students, I can say that he was one of the most knowledgeable and professional teachers at the university.

– Anonymous Tajik blogger

AUGUST  Bahrain Hacked Human Rights Activists with FinFisher Spyware

Leaked list of targets under Bahrain FinFisher program. Published by Bahrain Watch.

The political influence on the judiciary System in Bahrain doesn’t provide any space to protect activists from surveillance. But this is an opportunity to move in legal action in UK courts. Now Al Wefaq is in a better position to call HM Revenue & Customs, UK’s tax authority, to investigate in the illegal export of a hacking software for non-free regimes with a dark record of serious human rights violations. How come such a software is licensed to a regime which is considered to be the 3rd worst and 5th most declining regime in Freedom House report?

– Matar Matar, Al-Wefaq human rights group, Bahrain

SEPTEMBER  “We Don’t Need No Governance”: IGF in Turkey

In theory, IGF 2014 offered these people the opportunity to speak out about critical problems in the country hosting the forum, as well as the chance to meet and exchange ideas with other activists, journalists, academics and coders from countries all over the world. In practice, however, the voices of these activists were drowned out by the voice of the state, with government representatives alone given a platform to talk about the situation in Turkey. The UN, for its part, promotes a discussion that is general in character, shying away from ”naming and shaming” individual countries. This year, it afforded Turkish officials the perfect opportunity to show just how “perfect” everything in the country is.

– Ahmet A. Sabancı, blogger and digital rights expert, Istanbul

OCTOBER: The Invisible Violence of Cyber War in Hong Kong’s Umbrella Revolution

Protesters in Hong Kong stand together after police begin to tear gas the gathering on September 28. Photo by P H Yang. Copyright Demotix

These attacks have thus far gone largely unreported by mainstream media, despite the fact that nearly all the major pro-democracy citizen media have been knocked offline over the past ten days.

[…]

While the government and the pro-establishment camp can employ public resources and even the police to fend off invasions, citizen media have no choice but to resist large-scale attacks on their own. The reason for their survival in this increasingly harsh environment is the awareness that online independent platforms are an essential element of a free society and the tireless, round-the-clock work of their technical teams. Without support from citizens who care about free speech and democracy, citizen independent sites will not be able to sustain this level of technical assault in the longer term.

– Oiwan Lam, Global Voices China Editor and inmediahk Editor 

NOVEMBER  After 25 Years, Have Hungarians Finally Realized They Live in a Democracy?

Demonstrators in Budapest, October 2014. Photo by Marietta Le.

As an NGO worker I often worry that citizens are worn out by us constantly sounding the alarm over the grave of Hungarian democracy. But the Internet traffic tax, “netadó” in Hungarian, changed people’s stance towards what the government has been doing for many years. For the first time, it wasn’t only lunatic activists who protested. Young and old were on the streets of Budapest, with memes drawn by hand. People belted out chants about servers, Twitter and Facebook. They wore Guy Fawkes masks, despite this being forbidden by law. Finally, it looked like a whole new generation understood that they have to stand up for their rights. It no longer seemed like a question anymore — people finally could see that all the measures taken by the government were aimed at a certain goal: state capture.

Still, many think the Internet tax proposal was just “disinformation” — false information spread in order to distract the public from important events. This is a concept we remember from the times before 1989. It’s spooky to think that the Berlin Wall fell just 25 years ago. We have entered a period of Hungary’s history when the government is aiming to limit citizens’ rights to the same extent as then, and now almost explicitly and exclusively to their own benefit.

– Marietta Le, Global Voices Hungarian Editor and staff member of Atlatszo.hu

December  The Russian Internet is Not Free

Donbas rebel and Vladimir Putin. Images mixed by Kevin Rothrock.

Throughout 2014, our RuNet Echo team covered the Kremlin’s ever-expanding assault on digital rights and the open Internet in Russia, from the Internet blacklist, to the blogger and media worker persecution, to new filtering and surveillance requirements for ISPs. And what’s more, editors Kevin Rothrock and Tetyana Lokot brought us comic relief on an almost-daily basis with their now-viral series of irreverent remixed images like the one above.

Happy 2015 from Advox and all of us at Global Voices!