İnternet haber siteleri için Basın Kanunu ile “Resmi İlan Almak” ne anlama gelmektedir?

Nisan 28, 2014

Yazan: Fikret İLKİZ

Basın Kanunda ve 212 sayılı Basın iş Kanununda değişiklik yapılmak için yeni bir tasarı gündemde. Bakanlar Kurulu Tasarıyı 12 Mart 2014 tarihinde TBMM Başkanlığına gönderdi.

Bir küçük not, bu tasarı yeni değildir. 2 Temmuz 2012 kabul tarihli ve 6352 sayılı Kanunun çıkarılmasından çok önce yapılan çalışmalar sırasında gündeme getirilmiştir. Bir olasılık, o yıllarda acil “demokratikleşme” için başka kanunlar yapma telaşıyla gündeme alınamadı. Dolayısıyla öncesi 2012 yılına kadar uzar. Adalet Bakanlığının çalışmalarına bakıldığında dosyalar içinde kalmış olan bu taslak/tasarının benzer içerikte ve aynı zihniyeti taşıdığı görülecektir.

Tasarıda iki amaç var. İlki internet haber sitelerinde çalışan gazetecilerin 212 sayılı Basın İş Kanunu kapsamına alınması ve resmi ilan, reklam ve ihale ilanlarının internet gazetelerinde yayınlanmasına imkân sağlayarak basılı gazeteler gibi internet gazetelerinin de ilan bedeli almasını sağlamak. Devletten alınacak yani para işi.   

Tasarının genel gerekçesine göre internet ulusal sınırları aşmış ve dünyada olup bitenlerin tümü artık herkese bir tuşa basımlık kadar yakındır. Bir “tık” süresi zaman kadar yakınımıza gelen ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal ne varsa öğrenebildiğimiz için İnternet dünyayı küçük bir kasabaya çevirmiştir. Tasarının genel gerekçesini okuduğunuzda sanırsınız ki bu Tasarıyı hazırlayan Hükümet İnternet’in nimetlerinden yararlanma konusunda çok açık fikirli, özgürlükçü ve hatta gazeteciler arasında “eşitlikçi” bir yaklaşım içindedir. Yanılırsınız.

Tasarının gerekçesinde yazılı olduğu gibi amaç çok basittir. İnternet haber siteleri “gazetelerin sunmuş olduğu kâğıt üzerindeki haberleri sanal ortamda okuyucuların hizmetine sunmakta, buna mukabil basılı gazetelere ve gazetecilere tanınmış olan haklardan istifade edememektedirler”

O halde kanunlarda değişiklik yapalım. İnternet haber sitelerinde çalışan gazetecilerin ve bu sitelerin sahipleri (galiba bazı site sahipleri gazeteci) basılı ve yazılı gazetelere tanınan haklar gibi haklar istiyorlar. Bu haklar nelerdir diye sorarsanız aslında bir arpa boyu kadar gazetecilere kanunla tanınmış olan haklardır.

Tasarının özü bundan ibarettir. Dolayısıyla tasarının “basın kanunu”  ya da “basın özgürlüğü” gibi bir derdi de yoktur. Basın kartı alabilmek veya basın kartı verebilmek ve resmi ilan/ihale ilanlarını yayınlamak suretiyle devletten ilan parası para almak.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2006/33909, K. 2007/11104 ve 17.04.2007 tarihli kararına göre;  Gazetenin yayınlanması bir başka anlatımla basılıp çoğaltılması gerekirse de, günümüzde teknoloji ve iletişimin geldiği nokta itibarıyla, gazetenin nesne olarak basımı ve dağıtımı bir zorunluluk değildir. Gazetenin elektronik ortamda, umuma açık olarak yayınlanması ve okuyucunun yararlanmasına sunulması da mümkündür.” görüşünden hareketle İnternet ortamında gazetecilik yapan kişinin zaten gazeteci olduğuna ve 212 sayılı Basın iş Kanunundan yararlanmasına karar vermiştir. Daha sonra Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 31.03.2009 tarihli bir başka kararında (2008 /30660 Esas, 2009/8953 Karar) aynı görüşüne korumuş ve 2007 yılında verdiği kararına yaptığı atıfla “gazetecilik” işi için belli bir ilkesel yaklaşımı benimsemiştir. Karara göre, Fikir ve sanat işinde çalışma ölçütü, gazetecilik mesleğinin yerine getirilmesine dair ve doğrudan doğruya ilgili alanlarda çalışmayı ifade eder.”  Radyo ve televizyonların “haber biriminde” çalışma kavramı ise “özel radyo ve televizyonların haberle ilgili birimlerinde çalışanlar yönünden fikir ve sanat işi yapma koşulu söz konusu değildir. Ancak haberle ilgili birimde çalışma kavramı, haberin oluşumuna doğrudan katkı sağlama olarak değerlendirilmelidir.” Yani Yargıtay “haberin oluşumuna doğrudan katkısı olanları” gazeteci saymaktadır.

Basın Kartları ile ilgili Yönetmelikte olduğu gibi “Gazeteci, 5953 sayılı Kanun kapsamında fikir ve sanat işlerinde ücret karşılığı çalışanları” ifade eder. O halde internet haber sitelerinde çalışanların basın kartı alabilmeleri gerekir, eğer sorun buysa…

Yargıtay’ın “gazetecilik” anlamında görüşü gerçekçidir. Yapılan işin niteliği nedir? Eğer gazetecilik ise çalışanın yararlanacağı ve tabi olduğu kanun 212 sayılı Basın İş Kanunudur.  

Kısaca 212 sayılı Basın İş Kanunu olarak bilinen 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlar ile Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanunun uygulanma şartları ve gazeteci tanımı Kanunun 1. Maddesinde düzenlenmiştir. Kanunun 1. maddesine göre “Türkiye’de yayınlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fotoğraf ajanslarında her türlü fikir ve san’at işlerinde çalışan ve İş Kanunundaki, “işçi” tarifi şümulü haricinde kalan kimselerle bunların işverenleri hakkında uygulanır. Bu kanun şümulüne giren fikir ve san’at işlerinde ücret karşılığı çalışanlara gazeteci denir” (4.1.1961 tarih ve 212 sayılı Kanunun 1. maddesi ile değişik.)

Gazeteci olmak veya gazetecilik mesleğini sürdürmek için “basın kartı” sahibi olmaya lüzum yoktur. Gazetecinin basın kartı bulunmaması nedeniyle Basın İş Yasasından yararlanamaz diye bir kural da yoktur. Bir kişinin gazeteci olup olmadığı kişinin sarı basın kartı taşıyıp taşımadığına göre belirlenmez. Gazeteci sayılmak için basın kartına sahip olmak, gazeteci sayılmak için ne yeterlidir ne de gereklidir. Basın kartı sahibi olmak gazeteci kimliğinin mutlak bir şartı olmadığı gibi, basın kartına sahip olup gazeteci olmayan “bazı kimseler” de vardır. Basın Kartları ile ilgili Yönetmelik gereği gazeteci olmayanlara basın kartı verileceği hakkındaki düzenlemeye göre cebinde bulunan basın kartları ile ne yaparlar bilinmez ama bazı kişilerin basın kartı sahibi olmaları “yasal mevzuata”  uygundur. Bu durumda Basın Kartı sahibi olmak demek gazeteci sıfatını ispat için gerekli de değildir. Basın İş Kanunu’nun 1. maddesinin 2. fıkrasında gazeteci tanımı yapılırken “basın kartı” sahibi olma koşulu aranmamıştır. Bu durumda basın kartı gazetecilik mesleğinin ispatı için elzem bir kanıt olmadığı gibi sadece kişinin tanıtımına yarayan kimlik belgesi olabilir. Gazetecinin yaptığı için gazetecilik olduğunu ispatı için yani gazeteci sıfatı bakımından dolaylı ispata gerek yoktur.

Gazeteci basın yayın kuruluşlarında fikir ve sanat işinde ücretli çalışandır. Hatta Kanun gereği zorunlu olan basın iş kanunu hükümlerine uygun yazılı sözleşmeye bile ihtiyaç yoktur ve asıl olan kişinin yaptığı işin gazetecilik olup olmadığının belirlenmesidir.

Basın Kartı taşımadığı için gazeteci değildir gibi bir yaklaşım hukuki ve gerçekçi olmadığı gibi, İnternet ortamında yayınlanan gazetelerde çalışanlar gazetecidir ve 212 sayılı Kanun kapsamında mütalaa edilmeleri hukuka fevkalade uygundur.

Buna rağmen Basın İş Kanunun 1. maddesinde tanımlanan gazeteci tanımında değişiklik yapmakta yarar vardır. Bu yönüyle belki kanuni tanım arayanlar rahat eder ve bahaneleri kalmaz. Ayrıca kanunda sayılmadıkları için internet ortamında gazetecilik yapanları gazeteci saymayanlar bu kanun değişikliği karşısında belki gazetecilerle 212 sayılı Kanuna uygun yazılı iş sözleşmeleri bile yaparlar(?)…

Öte yandan İnternet ortamında yayınlarla ve internet haber siteleriyle ilgili olarak 5651 sayılı Kanun değişikliklerinden sonra ifade özgürlüğüne müdahalenin alabildiğine sansüre dönüştürüldüğü ve bunun “kanuna” göre yapılacağı bir ortamda Basın Kanununda değişiklik yapılması birçok karışıklığı beraberinde getirecektir.

Tasarının yaklaşımı karşısında; internet ortamında erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmaması durumunda basın kartlarının iptali veya hak olarak nitelendirdikleri resmi ilan hakkının kaybedilmesi, yayın karşılığında Devletin ödediği ilan paralarından yararlanmak veya mahrum kalmamak gibi beklentilere terk edilmeyecek kadar ciddi bir meslek olan “gazetecilik” için bir kere daha düşünmek gerekir.

Aksi takdirde Tasarı kanunlaşırsa İnternet bir kere de Basın Kanunu ile sınırlandırılmış olacaktır. Bu sınırlandırmanın bedeli açıkça ifade özgürlüğünden öden vermektir. bir diğer bedeli ise beklenen resmi ilan ve reklam paralarından çok daha ağır olan ödenemez boyutlarda para cezaları ile basın özgürlüğünün ihlali ve gazetecilerin mağduriyetleri olur.  (Fİ/HK)


James Gleick’ın Enformasyon kitabının değerlendirmesi

Nisan 26, 2014

İngilizcesi: Alok Jha (The Guardian Bilim Muhabiri) 22 Kasım 2012
Türkçesi: Işık Barış Fidaner

Gleick kendisine anıtsal bir görev veriyor -insanlık tarihi boyunca enformasyonun öyküsünü anlatmak- ve yerine getiriyor.

Sumerian tablet with cuneiform script

Çivi yazısı en az bilisayarlar ve akıllı telefonlar kadar türümüzün enformasyona hakimiyet öyküsünün bir parçasıdır. Fotoğraf: Araldo De Luca/Corbis

“Enformasyon çağı”ndayız, hepimiz biliyoruz. Laptoplar ve akıllı telefonlar bizlerin arasında, hava dalgaları, kablolar ve optik fiberler aracılığıyla sayılamaz miktarlarda enformasyon uçurmakta. Banka işlemleri, hava durumu raporları, haberler, aşk öyküleri ve ayrılıklar etrafımızdaki makinelerin yaygın enformasyon işleme yeteneği üzerinden iletilmekte.

Ama neden bu çağa enformasyon çağı demeliyiz, bunun yerine mesela 1450’de Johannes Gutenberg’in matbaayı icat ederek yayıncılık devrimini başlatmasından sonraki yıllara enformasyon çağı demek varken? Veya iki bin yıl önce ilk kağıt parçalarının üretilerek öykülerin ve yönetici kayıtların paylaşımın kolaylaştırıldığı zamanlara?

Peki ya yazının bilinen ilk kayıtları olan çivi yazılarının işlendiği Sümer kil tabletler? Veya türümüzün tarih öncesinde bir zaman dilin icat edilmesine? Her aşamada insanlar bir şeyleri iletmek istediler. Her aşamada enformasyon vardı ve enformasyon toplumumuzun evriminde itici bir güç oldu.

Duayen bilim yazarı, muazzam başarı kazanan Kaos’un yanısıra Richard Feynman ve Isaac Newton biyografilerinin yazarı James Gleick, insanlığın iletişimi daha hızlı, daha verimli ve daha erişilebilir kılma denemelerinin merceği altında enformasyonun tarihini değerlendiriyor.

Gleick’ın kendine ne kadar kapsamlı ve anıtsal bir görev verdiğini fark etmek için bu kitabın birkaç sayfasını -Afrika’daki davul öyküleri ile başlıyor- okumanız yeterli. “Enformasyon” olarak bildiğimiz şey şimdi ne kadar aşina bir kavram da olsa, çok çok uzun bir zamanda gelişti. Gleick’ın öyküsünde bozkırlar, avcı-toplayıcılar, kadim uygarlıklar, alfabeler, bilimin başlangıç zamanı (herhangi bir şeyin nasıl tanımlanacağını, nasıl ölçüleceğini daha kimse bilmediği zamanlar), matematiksel kodlar, veriler, elektronik ve kuantum fiziği var.

Okuru yitirmeden bu kadar engin bir alanı tarayabilmek için iyi bir özgüven lazım. Gleick bunu yerine getirmiş.

Kitap insan toplumunda bir öğenin gelişim çizelgesini çıkarma niyetiyle dosdoğru bir tarih olarak yazılmamış. Bunun yerine, her bölüm iletişime dair belki farkında bile olmadığınız varsayımlarınızı sarsan anekdotlarla zamanda geriye ve ileriye doğru sıçramakta. Örneğin alfabenin kendisinin çoğu insan için yeni bir fikir olduğu şartlarda “alfabetik”in ne anlama geldiğini nasıl açıklardınız? İlk sözlükleri yazanların bunu yapması gerekmişti.

Modern mesajlaşmalardan şikayet edenler 19. yüzyıldaki ilk elektrik telgraflar üzerine olan bölümü ilginç bulabilirler. Mesaj göndermek pahalı olduğu için insanların buldukları kodlar ve kısaltmalar muhtemelen dili bozdukları için bugünkü cep telefonu kısaltmaları kadar şikayet konusu olmuşlardır.

Enformasyon fikrinin ortaya çıktığı yerler sonradan düşününce bariz gelse de, kendi zamanlarında anlayışta büyük sıçramalar gerektirmiş olmalı. DNA’nın yapısını keşfedenlerden Francis Crick, içeride saklanan “enformasyon”un proteinlerin inşasındaki rolünü anlatırken enformasyonla ilgili “kod”, “transkripsiyon” ve “kütüphaneler” gibi sözcükler üretmişti.

Gleick metnini bugün hepimizin aşina olduğu teknolojik enformasyon çağını önceden haber veren belirtilerle süslüyor: 19. yüzyılda “network” sözcüğünün çıkışı mesela; makineler olmadan önce “kompüter”lerin insan olmaları…

Enformasyon’u sindirmek o kadar kolay değil -matematiksel enformasyon üzerine olan kısımların özünü anlayabilmek birkaç kere okumam gerekti ki Claude Shannon’un 1948’deki çığır açan çalışması için gerekli bir girizgah- ama sonuçta bugün paylaştığımız enformasyon, bilgisayar bitleri biçiminde, karmaşık matematiğin, fiziğin ve elektroniğin bir mucizesi.

İnsanlar, düşüncelerini yapılandırıp paylaşmalarını sağlayan ilk sözlü dili geliştirmelerinden beri uzun bir yol geldiler. Artık bu şeyleri yazıyoruz, yayınlıyoruz, kablolar boyunca iletiyoruz ve bilgisayar anahtarları ile şifreliyoruz. Bu yol boyunca aslına uygunluk ve kesinlik gelişti, ama dilin, yazının, modern programlamanın, network altyapısı ve bilgisayarlaşan dünyamızı oluşturan cihazların üretildiği süreçler dosdoğru olmadılar.

Bu yüzden insanın enformasyona hakimiyetinin ardındaki hikaye olabildiğince detaylı olarak güneşi görmeyi hak ediyor. En kayda değer olan da belki bunun ne kadar hızlı bir şekilde gerçekleştiğidir.

***

Kitabın ingilizcesi: http://gen.lib.rus.ec/search.php?req=James+Gleick+information&open=0&view=simple&column=def
Kitabın türkçesi: http://www.idefix.com/kitap/enformasyon-james-gleick/tanim.asp?sid=EQVHITRJ4207Q86GOG7I


Yeni Medya Dersliği başlıyor…

Nisan 16, 2014

Yeni Medya Dersliği başlıyor...


EU Kids Online and Net Children Go Mobile presentation to the ICT Coalition, Brussels 15/4/14

Nisan 15, 2014

New findings comparing or surveys of 9-16 year olds in 2010 and 2013 in five European countries show:

  • More use of mobile devices to go online
  • A slight increase in the percentage who encountered one or more online risks
  • Tablet and smart phone users more likely to encounter one or more online risks
  • Rise in cyberbullying, especially for girls, though offline bullying is still greater
  • Slight rise in exposure to pornography, though rates of sexting are unchanged
  • A rise in meetings with strangers offline (but not online)
  • A rise in exposure to negative user-generated content (but not data misuse)
  • A rise in the percentage who self-report exposure to harmful experiences online, especially among girls and teens
  • Qualitative research reveals kids’ struggles to manage their online environments
  • Smartphone users have more safety skills but overall, skills have declined
  • Smartphone users need new skills, especially among young girls

New book: Towards a Better Internet for Children: Policy pillars, players and paradoxes.

Infographic:EU Kids Online dissemination facts.


Anayasa Mahkemesi’nin BTK’nın 51.Maddedeki Yetkisini İptal Kararı Neler Getiriyor?

Nisan 13, 2014
Yazan: Fusun Sarp Nebil
Anayasa Mahkemesini tebrik ediyoruz. Tarihi bir iptal kararı verdi. Çünkü bu karar yasa koyucuya “Kişisel Verilerin Korunması Kanununu çıkar” mesajı veriyor. Bu kanun 10 yıldır TBMM’de ama fişleme – telefon dinleme – internet hareketlerini izleme gibi uygulamaları sonuca erdireceği için çıkarılamıyor. İptal kararı, Referandum ile 2010 yılında Anayasa’ya eklenen Kişisel Verilerin Korunması hakkındaki 20ci madde ile daha eski olan 5809 sayılı kanunda BTK’ya verilen yetki arasındaki çelişkiye işaret eden Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun (İDDK) başvurusu üzerine alındı.
Anayasa Mahkemesi 9 nisanda verdiği kararla, Bilgi Teknolojileri Kurumunun (BTK) elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi veren 2008 tarihli 5809 sayılı kanun hükmünü iptal etti.
Başvuru sektörde şaşkınlık yarattı ama aslında çok yerinde bir karar olarak alkışlamak gerekiyor. İptal kararı, Anayasa Mahkemesine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) tarafından 2013 yılında yapılan itiraz başvurusu üzerine alındı. Bu başvuruda 5809 sayılı EHK’nun “kişisel verilerin korunması ve gizliliğin korunması” başlıklı 51.maddesinin[2] Anayasa’ya aykırı olduğu belirtilmişti.

Ankara Barosu Genel Sekreteri Gökhan Candoğan, Danıştay İDDK tarafından yapılan başvurunun nedenini, 2010 yılında yapılan Referandum ile Anayasa’ya eklenen Kişisel Verilerin Korunması konusundaki 20ci madde[1] ile ondan daha önce 2008 yılında yürürlülüğe giren 5809 sayılı Elektronik ve Haberleşme Kanununda yer alan ve BTK’ya yetki veren madde arasında çelişki meydana gelmesi şeklinde belirtiyor ve iptal kararını olumlu olarak şu sözlerle değerlendiriyor :

“Anayasa’ya Referandum ile eklenen “Kişisel Verilerin Korunması” ile ilgili 20ci maddesinde kişisel verilerle ilgili olarak “kanunla düzenlenir” diyor. Referandum ile eklenen bu madde 2010 yılında konmuştu. 5809 ise daha eskiydi. Henüz gerekçeli karar açıklanmadı ama sanırım Anayasa Mahkemesi bu 20ye atıf yaparak, kanunla yapılması gereken bir sürecin kanun altı ile düzenlenmesini iptal etti.

Candoğan’ın belirttiği düzenlemeyi 09.04.2014 tarihinde karara bağlayan anayasa mahkemesi, 51.madde hükmünü Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti. Karar Resmi Gazete’de yayımlandıktan 6 ay sonra yürürlüğe girecek. Bu ertelemenin sebebi ise, TBMM’ye bu konuda yeni bir yasal düzenleme yapabilmesi için süre vermek olarak belirtiliyor.

Anayasa Mahkemesinde karar şu şekilde verildi ; 

“2013/122 Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 5.11.2008 günlü, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 51. maddesinin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemi” Esas – İPTALİNE, – İptal hükmünün, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, – İptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle bu maddeye yönelik yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,

Genel Sekreter Candoğan konuyla ilgili yorumuna şöyle devam ediyor :

Bu iptal kararı çok önemli bir konudur. Anayasa Mahkemesi demek istiyor ki; “Samimiyseniz önce “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nu çıkarın”. Bu kanun 10 yıldır hep konuşuluyor, TBMM’ye de geliyor ve çıkarılmıyor. Anayasa Mahkemesi bu iptal kararı ile yasa koyucuya mesaj veriyor ve “Sen önce vakit geçirmeksizin kanunu çıkar” demek istiyor” 

Bu kanun çıkarılırsa, temel kişisel veriler demokratik bir çerçeve içine alınmış ve korunmuş olacak. Anayasa Mahkemesinin kararı da, aslında hükümetin son süreçte belirttiği “özel hayat” iddiasının samimiyet testi olacaktır.

Candoğan BTK yetkisinin iptalini de şöyle yorumluyor;

(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir. 

hükmüne dayalı olarak, kişisel verilerin korunması ancak kanun ile olur, BTK’ya düzenleme yetkisi verilemez, denilerek verilmiş bir karar olmalı. son dönemde sektörü oldukça yakından ilgilendiren pek çok hukuki işlem oldu, bu da bunlardan birisi. iptal kararının yayımlanmasından sonra, verilen sürede kanuni düzenleme olmaz ise, BTK’nın şu an yürürlükte olan yönetmeliği de hükümsüz hale gelir. bu açından da önemli.

Özel Hayat İnternet’i Sansürlemekle Değil, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ile Korunur.

Biz de Twitter ya da YouTube gibi kanalların engellenmesini ve internete sansüre varan uygulamaların getirilmesini “özel hayat” bahanesi arkasına koyanların Anayasa Mahkemesinin bu çok önemli kararına uyup, bir an önce Kişisel Verilerin Korunması kanununu çıkarmalarını ve bu ayıbı ortadan kaldırmalarını istiyoruz.

Kişisel Veriler Kanunu, Fişleme – Telefonların Rahat Dinlenmesi – İnternet Hareketlerin İzlenmesini Sağlaması için Çıkarılmıyor !

Türkiye 28 ocak 1981 tarihinde, Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 108 sayılı “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına İlişkin Sözleşme”yi diğer Konsey üyeleriyle birlikte imzalamıştı. Aradan geçen 33 yılda diğer ülkelerin tamamı Kişisel Verilerin Korunması kanununu çıkarırken, Türkiye önce askerlerin, sonra diğer hükümetlerin, başta “fişleme” olmak üzere pek çok uygunsuz süreçler nedeniyle bu kanunu çıkarmadı.

Son 10 yılda ise TBMM’de bir kanun taslağı var ve taslak gidip, geliyor ama bir şey olmuyor. 

Çünkü ironik bir şekilde “özel hayatı koruyacağız” diye ortaya atılan ama aslında “özel hayatların takibi” anlamına gelen yeni internet kanunu, mahkeme kararı bulunmayan telefon dinlemeler, internet hareketlerini takipler eğer bu kanun çıkarsa bir suç haline gelecek ve yapılamayacak. Yani insanlar fişlenemeyecek, insanların telefonlarının hukuksuz dinlenmesi, kişisel verilerin ortaya dökülmesi gibi konularda ağır cezalar öngörülecek.

[1] Anayasa’nın 20ci Maddesi

[2] 5809 Sayılı Kanun

Kaynak: http://www.turk-internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=46548

When privacy reform gets as dirty as environmental reform, we’re all in trouble

Nisan 13, 2014

By Simon Davies

Last summer I received a cross-party request from the European Parliament to conduct a wide-ranging independent assessment of the proposed EU data protection regulation. Nearly a year on, I’ve decided I can’t provide that assessment – and as many people have asked about its progress, here are the reasons why. I apologise in advance for what might be a depressing read.

Yes, refinement was needed, but instead, the reference points have shifted away from the individual and toward the data processors.

For those who are unfamiliar with the regulation, the European Commission has proposed reforms (pdf) to the old data protection framework of 1995 to bring safeguards up to date and to put the citizen more to the centre of those protections. Indeed the sub title of the document specifies “the protection of individuals”. It’s worthwhile keeping that phrase in mind as you read on.

The assessment had been my idea. I’d talked it around colleagues at the EP, and people generally felt such a study would be a useful resource to determine where all stakeholders were positioned on the proposals. We all knew by last July that the road ahead would be bumpy and complex.

The rapporteurs for the data protection directive and the data protection regulation – in consultation with shadow rapporteurs –  then jointly authorised me to proceed, which I did – initially with optimism and gusto. After all, it was an honour to have been asked to support a bold and forward-looking legal initiative that would protect privacy rights for more than half a billion people over at least the coming two decades.

Over the summer I spoke with thousands of people from all walks of life. I talked in pubs, European Commission meetings, universities, airports, lofty conferences and in shopping centres to random strangers. I engaged on social media and traveled to many countries inside and outside the EU to gain a broader perspective. Many people had come to believe that the regulation was a device to preserve revenue rather than protect rights.

By October I sensed that the issue was becoming impossibly complex. Many of the most vocal global corporations had taken a hard-line position (pdf) through the American Chamber of Commerce in Brussels, and they weren’t budging from that position. The small and medium company sector didn’t trust the proposals because they believed (pdf) the burden of compliance would fall unfairly on them. Many charities and non-government organisations believed – erroneously – that the reforms would stop them using direct marketing to raise money. Meanwhile, people in their droves out on the street had no idea what data protection was or what it meant.

I’m not saying the draft regulation is perfect. It isn’t. But it contains important reforms and safeguards that would have given scope to improve privacy protection across Europe. Yes, refinement was needed, but instead, the frame of reference has shifted away from the individual and toward the data processors.

In the process many of the key mechanisms have been pushed out of the framework. As I mentioned in an earlier article, to give just one example, the original outline of the regulation set out penalties of up to five percent of a company’s global revenue for egregious and repeated misuse of personal information. Following extensive industry lobbying this was whittled down to two percent. The Industry, research and Energy Committee of the European Parliament then voted to lower the ceiling even further to one percent. At this rate the envisioned weaponry to scare invasive corporations will be downgraded to a water pistol. The very organisations that have precipitated the privacy crisis have been allowed to write their own Get out of Jail Free card.

The situation was an utter disgrace. The advertising industry even gave an award to an Irish Minister for destroying some of the rights in the regulation

I was supposed to present my findings to the joint meeting of the European and national parliaments on 9th October. In a speech that was pure optimism I told the delegates “everyone agrees on the basic framework of rights”. Then – skipping the messy details – I advised that my report would be delivered at some point in the future.

Truth be told, everyone I spoke to did indeed agree with the concept of rights. However they differed starkly on the definition of rights. Many people had come to believe that the regulation was a device to preserve revenue rather than protect rights. There was a perception – however ill-founded it was – fuelled by some governments and corporate interests, that the reforms would destroy innovation and hamper economic growth.

I wasn’t aware at the time that there was a vast stitch-up to kill the reforms. The assassination was comprehensive and meticulously conceived, with the business-friendly Irish and British governments acting as Godfather.

Sure enough, when the Irish Presidency of the EU Council commenced its six-month term at the beginning of this year the grinder started turning. In January an unprecedented barrage of lobbying across the economic spectrum rolled into play with the intention of generating so many amendments that the regulation would be hopelessly compromised. In February the World Economic Forum released a report calling for a “rethink” on privacy. In March the Council started drafting a report (pdf) that would devastate huge chunks of the reforms in the regulation. By April the UK government was telling the rest of the world – including India and South East Asia –  that it should take a pragmatic view of data protection legislation. That is, drop it.

I wasn’t aware at the time that there was a vast stitch-up to kill the reforms. The assassination was comprehensive and meticulously planned, with the business-friendly Irish and British governments acting as Godfather.

 

There are many good players who want to do the right thing by people’s privacy. The problem is that the sheer ferocity and scale of the assault dwarfed the voices who want to protect the future.

It has become common knowledge now that large numbers of MEP’s were cutting and pasting amendments drafted by lobbyists with the intention of protecting the private sector. However in the background governments were working with the British and Irish to ensure that the regulation didn’t compromise public sector interests, while the US was successfully lobbying to gut the reforms. Even some MEP’s who I had assumed would be unequivocally on the side of reform – rightfully attempting to balance the onslaught – turned 180 degrees and argued for what appeared to be specious pragmatism. Sarah Ludford – historically a defender of rights – is one such person.

The situation was an utter disgrace. The advertising industry even gave an award to an Irish Minister for destroying some of the rights in the regulation while the UK managed to force a provision that would make the direct marketing industry a “legitimate” processing operation in its own right, putting it on the same level of lawful processing as fraud prevention.

Things got to the point where even the most senior data protection officials in Europe stopped trying to influence events and had told me “let the chips fall as they may”. It seemed to me, traveling across Europe and speaking with data protection regulators, that they increasingly had given up on the regulation. They too had been bombarded and were disillusioned.

If you want to know who the real enemy of privacy is, don’t just look to the American agencies. The real enemy is right here in the European Parliament in the guise of MEPs who have knowingly sold our rights away to maintain powerful relationships

But let’s take a step back for a moment from this travesty. Out on the streets – while most may not know what data protection is – people certainly know what it is supposed to protect. People value their privacy and they will be vocal about attempts to destroy it.

I had said as much to the joint parliamentary meeting, observing “the one element that has been left out of all these efforts is the public”. However, as the months rolled on, the only message being sent to the public was that data protection is an anachronism stitched together with self interest and impracticality.

I did send a note last week to the rapporteur for the regulation saying, in effect, “oh well, I’ll send you the report anyway”, but then the impact of the NSA and PRISM spying scandal became crystal clear, and the entire scenario has yet again shifted. People are angry – and they demand to know what will be done to protect their privacy.

Of course everyone is now in “shock and disbelief” mode, proclaiming they never knew the spying was happening. What utter rubbish. Corporations like Apple and Facebook knew all along that they were little more than a cheap storage facility for government – just as much so as the communications providers have become. And the MEPs who did their bidding knew all along that Europe had partnered with the US to make mass surveillance a fact of life. Such conversations have been common currency at the European Parliament for at least thirteen years ever since the EP’s ECHELON inquiry. Revelations in 2006 about the deal between the US and SWIFT to covertly ship financial transactions to American security agencies definitely made the reality clear to MEP’s.

However, instead of supporting real protections that would safeguard people against such intrusion, those same MEP’s cheerfully torpedoed initiatives such as the Right to be Forgotten that would have provided some armoury for people to protect themselves. They did the bidding of the US by removing protections against NSA spying. They destroyed the consent provisions that would have applied a brake on intrusion.

These developments spell bad news for the rest of the world. Regions such as Asia, South America and India that are striving to implement much-needed privacy law are receiving a signal that data protection doesn’t matter and has even been abandoned by its own birthplace. Of course such a perception suits corporate entities that are positioned to avoid providing strong protections for customers.

I wasn’t aware at the time that there was a vast stitch-up to kill the reforms. I cannot bring myself to present a temperate report with measured wording that pretends this is all just normal business. It isn’t normal business, and it should never be normal business in any civilized society. How does one talk in measured tones about such endemic hypocrisy and deception?

If you want to know who the real enemy of privacy is, don’t just look to the American agencies. The real enemy is right here in the European Parliament in the guise of MEPs who have knowingly sold our rights away to maintain powerful relationships. I’d like to say they were merely hoodwinked into supporting the vandalism, but many are smart people who knew exactly what they were doing.

Are the reforms dead and buried? Not necessarily. At least some common sense will win through. A renewed effort to respectfully consider the position of organisations such as European Digital Rights (EDRi) would go some way to bringing the reforms into the arena of rights protection. And certainly with the current heightened public awareness it’s likely that the pendulum may swing into balance, though I’m not holding my breath. The damage may be largely irreversible.

Is there a way forward? I believe so. First, governments should yield to common decency and scrap the illegitimate and poisoned Irish Council draft and hand the task to the Lithuanian Presidency that commences next month. Second, the Irish and British governments should be infinitely more transparent about their cooperation with intrusive interests that fuelled the deception.

Source: http://www.privacysurgeon.org/blog/incision/why-i-cant-give-the-european-parliament-the-data-protection-analysis-it-wanted/


Alternatif Bilişim Derneği ve Redaksiyon Yeni Medya Dersliği Mayıs ayında başlıyor….

Nisan 11, 2014

Yeni medya ortamları günümüzde toplumsal hareketler ve anaakım medyada sözlerini duyuramayanlar için oldukça önemli kamusal alanlar. Ancak yurttaşların ve aktivistlerin enformasyon paylaşımı, yayımı ve örgütlenmesi için önemli olan bu ortamlar aynı zamanda ticari ve itihbarat amaçlı yeni denetim ve disiplin mekanları, diğer bir deyişle süperpanoptikonlar. Bu nedenle Yeni Medya Dersliği kapsamında yeni medya ortamlarının toplumsal hareketler için olanaklarını ve engellerini kuramsal ve kavramsal olarak serimleyerek, dijital gözetim olgusunu detaylı olarak ele alarak; dijital gözetimde korunma tekniklerini de KemGözlereŞiş projesi üzerinden örneklendireceğiz. Yurttaşların dijital gözetim konusunda birkaç temel noktada bilinçlenmesi ve güçlenmesi direniş için zorunluluk. Öncelikle kendi kişisel verilerimizin ve mahremiyetimizin ne kadar kıymetli olduğunun farkına varmalıyız. KemGözlereŞiş Atölyesi bu nedenle tasarlandı. Bu atölyede güvenli e-posta ve sosyal medya kullanımı, Facebook, Gtalk gibi anlık mesajlaşma sistemlerini güvenli hale getirme, kişisel verilerimizin nasıl korunacağı, sansürün nasıl aşılacağı uygulamalı olarak gösterilecektir. Bu nedenle bu Atölyeye katılanların yanlarında akıllı telefon, tablet ve netbook ile gelmeleri gerekmektedir. Bu atölye iki gün olarak planlanmıştır.  Son olarak da konunun hukuki boyutu ele alınarak, aktivistlere dijital delil konusu ve nelere dikkat etmeleri gerektiği örnekler üzerinden açıklanacaktır.
 
Dersliğin izlencesi:
3 Mayıs 2014 14:00- 17.00 İnternet ve Aktivizm: Olanaklar ve Engeller / Dr. Gamze Göker-Alternatif Bilişim Derneği
10 Mayıs 2014 14:00-17:00 Yeni Medyayla Birlikte Dönüşen Haber, Habercilik, Haberciler /Gökhan Bulut-A.Ü. İLEF Öğr.Gör.
17 Mayıs 2014 14:00-17:00 Dijital Gözetim ve Derin Paket Analizi / Doç.Dr. Melih Kırlıdoğ- Marmara Ünv. Öğr. Üyesi ve Alternatif Bilişim Derneği
24-25 Mayıs 2014 10:00-17:00 KemGözlere Şiş: Dijital Gözetime Karşı Ne Yapmalı Uygulamalı Atölye /Ali Rıza Keleş ve  Orkut Murat Yılmaz Alternatif Bilişim Derneği
31 Mayıs 2014 14:00-17:00 Dijital deliller ve aktivistler hukuki olarak nelere dikkat etmeli? /Yelda Gizem Ünal –Ankara Barosu ve Alternatif Bilişim Derneği
 
Yer: Taksav/Atatürk Bulvarı No:121 Kızılay Ankara
iletişim- redaksiyondergi@gmail.com

 


Önemli Bir Karar: Avrupa Trafik Bilgileri Toplamaya Kişisel Mahremiyet Nedeniyle ‘Hayır’ Dedi…

Nisan 9, 2014
Yazan: Çağdaş Aru
Avrupa Adalet Divanı, oldukça önemli bir karara [1] imza atarak AB’deki internet servis sağlayıcıların tüm kullanıcı verilerini 2 yıl boyunca saklamaları zorunluluğunu ortadan kaldırdı. Böylece AB genelinde uygulanan Veri Koruma Direktifi boşa çıkmış oldu. Avrupa Adalet Divanı, bu kararı alırken kişilerin mahremiyet haklarını göz önüne aldığını belirtirken, İSS’lerin ellerindeki verilerin kullanıcı bilgisi olmadan polis ve kolluk kuvvetleri tarafından sürekli takip için kullanılabileceği ve bunun temel hakları engellediğini açıklıyor.
 

Avrupa Adalet Divanı, oldukça önemli bir karara [1] imza atarak AB’deki internet servis sağlayıcıların tüm kullanıcı verilerini 2 yıl boyunca saklamaları zorunluluğunu ortadan kaldırdı. Böylece AB genelinde uygulanan Veri Koruma Direktifi boşa çıkmış oldu. Avrupa Adalet Divanı, bu kararı alırken kişilerin mahremiyet haklarını göz önüne aldığını belirtirken, İSS’lerin ellerindeki verilerin kullanıcı bilgisi olmadan polis ve kolluk kuvvetleri tarafından sürekli takip için kullanılabileceği ve bunun temel hakları engellediğini açıklıyor.
Malum 5651 sayılı internet kanununa yılın hemen başında getirilen ek maddelerden birisi trafik bilgilerinin saklanması ile ilgili. Bu maddeleri savunan AKP milletvekillerinin ve bürokratların en önemli tezi ise, trafik bilgilerinin Avrupa’da da saklandığı şeklindeydi. Ama bu tez ortadan kalkmış gözüküyor.

AB Adalet Divanı Başsavcısı Pedro Cruz Villalon, 7 yıl önce hazırlanan AB Veri Korunumu Direktifi’nin [2] 2000 yılında hazırlanan AB Temel Haklar Bildirgesi [3] ile çeliştiğini açıkladığında bu direktifin iptal edilebileceği konuşulmuştu. Şimdi AB Adalet Divanı da Villalon ile benzer bir görüş açıkladı ve böylece AB Veri Korunumu Direktifi boşa çıkmış oldu.Adalet Divanı yaptığı açıklamada, İSS’lerin ellerindeki verinin suçla savaş ve kamu güvenliği açısından polis ve kolluk kuvvetlerine önemli katkılar sağladığını ancak ilgili direktifin orantılılık ilkesini göz ardı ettiğine dikkat çekiyor. AB Adalet Divanı ayrıca bu direktifin kötüye kullanımı ve istismarı engelleyecek tedbirleri de almadığının altını çiziyor.

AB Adalet Divanı’nın hakkında görüş açıkladığı davalar, İrlanda Yüksek Mahkemesi ve Avusturya Anayasa Mahkemesi’nde görülen 2 farklı dava. Bu davalardan birinde İrlanda’da sivil özgürlükleri savunan bir STK, hem ülkedeki veri korunumu kanunlarının hem de AB Veri Korunumu Direktifi’nin hükümete aşırı bir güç vererek AB Temel Haklar Bildirgesi’ni çiğnediğini ileri sürmüş ve İrlanda İletişim Bakanlığı ve Adalet Bakanlıkları aleyhine bir başvuru yapmıştı. Diğer davada ise Kärntner Landesregierung, Michael Seitlinger ve 10’arca kişi benzer iddialarla Avusturya Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuşlardı.

Bu kararın açıklanmasının ardından, AB Veri Korunumu Direktifi resmi olarak boşa çıkmış durumda ve 28 üyeli AB genelinde internet servis sağlayıcıların ellerindeki verileri tutma zorunluluğu ortadan kalktı. Ancak bu konuda hemen yeni bir çalışma yapılacağı ve arada geçen dönemde de ulusal yasaların yürürlüğe devam edecekleri söylenmekte.

[1]- The Court of Justice declares the Data Retention Directive to be invalid

[2]- EU Data Retention Directive

[3]- Charter of Fundamental Rights of the European Union

 
Kaynak: http://www.turk-internet.com/portal/yazigoster.php?yaziid=46477

LaborComm2014 3-4 Mayıs 2014’de Ankara Üniversitesi, Cebeci Kampüsü, Ahmet Taner Kışlalı Sanat Evi‘nde düzenlenecek…

Nisan 8, 2014

LaborComm – Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı


EU welcomes end of Twitter ban, but worries persist

Nisan 8, 2014

By Menekse Tokyay for SES Türkiye in Istanbul 

European Union officials supported the Constitutional Court’s decision to reverse the government’s ban on Twitter, even as web freedom advocates criticised on-going censorship of YouTube and other websites.

Turkey’s Telecommunications Directorate (TIB) unblocked Twitter on April 2nd following a Constitutional Court ruling the day before. The site was blocked on March 20th following Prime Minister Recep Tayyip Erdogan’s pledge to “eradicate” the site.

The court ruling said the ban violated the right to free speech as guaranteed by Article 26 of Turkey’s constitution, calling the ban “illegal, arbitrary and seriously restricting the right to obtain information.” Andrew Duff, Liberal Democrat member of the European Parliament, welcomed the court’s decision and TIB’s unblocking of the site.

“It is completely in line with EU standards of freedom of expression,” he told SES Türkiye. “Even if Tayyip Erdogan does not listen to the EU anymore, he must pay heed to his constitutional judges. Turkey must resolve its own problems with democracy and free speech.”

During a televised interview on April 2nd, Justice Minister Bekir Bozdag said the government and TIB defended the honour of the country by blocking access to Twitter.

“We wouldn’t have closed Twitter if it abided by court rulings. If Twitter doesn’t respect the court rulings as well as sovereign rights of Turkey, in that case Turkey will remind it of the court rulings and the law by taking such a step,” Bozdag said.

Erdogan also criticised the court’s ruling.

“We have to abide by the decision, however I’m not obliged to respect it. I don’t respect this ruling. This is not law, let me tell you,” he said during a press conference at Istanbul’s Ataturk Airport before his official visit to Azerbaijan on April 4th.

Many Twitter users were able to circumvent the ban by using virtual private networks and other online applications.

The government blocked access to YouTube on March 27th, hours after an audio recording was posted of an alleged high-level government meeting on Syria. The recording allegedly features the foreign minister, intelligence chief and top military and foreign ministry officials discussing ways to create a pretext for military action in Syria.

In a written statement, Turkey’s foreign ministry said the recording was a “shameful attack” on national security, adding that parts of the recording had been manipulated.

An Ankara court on April 4th ruled that the YouTube ban was too broad and violated human rights, ordering it to be lifted as soon as possible. As of Monday (April 7th) the site remained blocked.

The YouTube ban drew criticism from EU authorities, who said such restrictions violate free speech and undermine Turkey’s membership bid.

According to the media reports, a scheduled meeting of the Turkey-EU Association Committee was postponed by the EU side in order to prevent further tension over internet bans and what some see as rising authoritarianism in Turkey.

Helene Flautre, co-chair of the EU-Turkey Joint Parliamentary Committee, said the Constitutional Court’s decision shows the Turkish judiciary retains independence despite regressive reforms in recent months.

“The EU must stand firmly on the side of those who defend the rule of law and a fair and transparent justice. The decision of the Constitutional Court confirms other rulings, and it is of the utmost importance that the government complies with this decision,” Flautre told SES Türkiye.

“All European institutions have made clear on several occasions that freedom of expression and freedom of sharing information is one of the key points of the Copenhagen criteria. This freedom also extends to the internet: Turkey needs a new ambitious law, developed in consultation with all stakeholders, on the internet freedom and data protection,” she added.

Flautre also said blocking entire sites commonly used by the public is an unacceptable practice.

“Mechanisms for pre-accession provide consultations and sharing of best practices, and the EU is ready to co-operate fully with Turkey on these issues,” she added.

Access to more than 40,000 websites is still blocked in Turkey, according to EngelliWeb, a site that monitors internet censorship.

According to the Pew Research Global Attitudes Project, 79 percent of internet users in Turkey use social networking sites, while 42 percent of social networking users share political views on the platforms.

Hannes Swoboda, chair of the Group of the Progressive Alliance of Socialists and Democrats in the European Parliament, said the opening of new accession chapters between Turkey and the EU would underscore the EU’s standards of fundamental rights for candidate countries.

“I am glad that the judiciary does not support the political game of curtailing freedom of speech through banning Twitter and YouTube, and even Google IPs. I am indeed very worried in how far Mr. Erdogan is willing to respect fundamental rights of all citizens,” Swoboda told SES Türkiye.

“But to discuss these topics frankly we have to — as I have called for in the past — open the critical chapters in the accession negotiations. Only when discussing chapters 23 and 24 [judiciary and fundamental rights; and justice, freedom and security] will we be able to really see whether or not Turkey and the EU can find common ground on these crucial topics,” he added.

Istanbul-based blogger Ahmet Sabanci said the Twitter blockage controversy showed freedom of speech is a fragile concept in Turkey.

“The blockage over Twitter following a few showpiece complaints provides only a small reference about what we could witness in the future,” Sabanci told SES Türkiye.

“The censorship over the internet and the state monitoring in social media has reached a very dangerous point. The recently signed internet law aims at further restricting our freedoms and increases the monitoring of the governmental agencies, like TIB, over internet communication.”

Sabanci said he expects other websites to remain banned despite the Constitutional Court’s decision.

“In order to avoid the same bans again in the future, we need a new internet law that prioritises freedom of speech, rights of people to get information and to stay anonymous in using their accounts, as well as maintains the independent nature of the internet,” Sabanci said.

Yelda Gizem Unal, an Ankara-based lawyer specialising in internet freedom, said that although the Twitter ban is over, the blockage on YouTube, based on political justifications, is still on-going and undermines people’s trust on rule of law in Turkey.

“The interdiction of access for a whole video sharing site just because of one video posting is against the Constitution and the European Convention of Human Rights. It means that by unplugging the whole website, Turkey ignores the freedom of speech of all citizens,” Unal told SES Türkiye.

According to Unal, obstructing access to social media sites on the basis of arbitrary decisions reflects creeping state supervision of the internet.

“If state authorities want to bring some sanctions against illegal postings on internet, there is a need for a specialised court that has to give its decision based on legal facts and targeting only the relevant accounts, not the whole system,” she added.

Source: http://turkey.setimes.com/en_GB/articles/ses/articles/reportage/2014/04/08/reportage-01