Nisan 30, 2011


BTK’ya göre “temiz” olmayanlar ne yapacak?

Nisan 29, 2011

Tuğrul Çomu

Türkiye’de İnternet’e erişim özgürlüklerini konuşurken, tartışırken ve sorgularken, 27 Nisan 2011 tarihinde BTK’ya (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) bağlı TİB’in (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) gönderdiği bir e-postayla yer sağlayıcılara, yer sağladıkları (yayınını yaptıkları) alan adları arasında bulunmaması gereken kelimeleri bir liste halinde sundu. Bu noktada, gönderilen e-postanın hükümlerinin uygulanmaması halinde uygulanacak cezai yaptırımların altının çizilerek yer sağlayıcıların açıkça tehdit edildiğini de belirtelim. Alan adında geçen kelimelere göre yayın yapan İnternet sitelerinin yayınına son verilmesi ne demek? En basit haliyle, Türkiye birkaç on yıl öncesine gitmeye çalışıyor demek; kelime bazlı sansür demek.

BTK tarafından gönderilen listeye baktığımızda, içlerinde cinsel anlamlar taşıyan kelimeler bulunmakta. Ancak tek grup bunlar değil. Cinsel hiçbir anlam taşımayan kelimeler de bu listelerde “yayınlarına son verilmesi gereken alan adları” arasında. BTK’nın 22 Şubat 2011 tarihinde 2011/DK-10/91 no’lu kararı ile onaylanarak 22 Ağustos 2011’de yürürlüğe girecek “İnternet’in Güvenli Kullanımına İlişkin Usül ve Esaslar” yönetmeliğinin İnternetteki içeriklere erişimi filtreleme amacında olduğunu biliyoruz (bu nedenle söz konusu yönetmelik, IPS İletişim Vakfı tarafından iptal istemiyle Danıştay’a götürüldü). Yani BTK, bir süredir yurttaşların hangi içeriklere erişebileceğine karar vermesi gerektiğine inanıyor, bu yolda sürat ile çalışıyor. Belli ki yurttaşların neye erişecekleri kararını vermekten aciz olduğu yönünde bir düşüncesi var. Diğer taraftan, BTK artık Türkiye’de kimlerin İnternet üzerinden yayın yapabileceğine, yani seslerini duyurabileceğine de karar vermesi gerektiğine inanıyor. Bu düzenlemeyle yayınlarına son verilmesi gereken İnternet sitelerinin neler olduğuyla ilgili çeşitli platformlarda espriler yapılmaya başlandı bile. Ya esprilerin dışında kalanlar? Örneğin, geyler, lezbiyenler, biseksüeller artık bu isimlerle İnternet üzerinden seslerini duyuramayacaklar. “Başka isimler kullanarak yapsınlar” denebilir. Bu durumun bir hak ihlali olmasının üstünde durmadan, bu düşünceyi kabul edelim ve “başka isimlerle yayın yapsınlar” diyelim. BTK’nın gönderdiği e-posta, içeriklerin de değerlendirilmesi ve içerikte listelerde bulunan kelimeler geçiyorsa ayrıca karar verilmesi gerektiğini tebliğ ediyor. Yani sadece alan adından bu kelimelerin temizlenmesi ile sorun çözülmüyor. Yoksa, “xxx” gibi kelimeler oluşturulup kullanılabilir tabii ki, ancak hatırlatalım BTK “xxx”i de yasaklıyor. Bir süre sonra oluşturulacak “xyz”yi yasaklamaya teşebbüs etmeyeceğinin garantisi yok.

Pekiyi, bu alan adı hizmetine son verilmesinin gerekçesi ne? Sanırım müstehcenlik. Türkiye’de müstehcenlik yasak değil. Erotik veya pornografik içerikli yayınlar satılabiliyor. Ancak İnternet’te olmamalı. Türkiye’de devlet eliyle genelev işletilmekte. Ama İnternet’te “kerhane” olmasın. “Gay”, “gey”, “biseksüel”, “lezbiyen” kelimeleri TDK sözlüğünde yer alabilir. Bu olguların varlığından da haberdarız. Üstelik devlet bireylerin kimle sevişeceğine de (“sevişme” sözcüğü de bu listede bulunuyor) karışmıyor olabilir ama İnternet’te olmasın. İnternet, BTK’nın “temiz” olarak nitelendirdiği bir platform olsun; bütün “pis”liklerden arınsın.

İyi ama, Türkiye’de yurttaşların “temiz” olmama hürriyeti de var. Yoksa yok mu? En azından “temiz” olmadığımızı sanal uzamda söyleme hürriyetimiz artık yok. Düşünceyi yayma özgürlüğü olmadan düşünce özgürlüğünün herhangi bir anlam taşımadığını Türkiye’deki kamu kurumları da, uluslararası kurum ve kuruluşlar da biliyor; biz de biliyoruz.

Erişim engelinin gerekçesi, çocukların korunması olabilir belki. Bu durum başlı başına çok sorunlu olsa da bu yazının konusu değil. Pekiyi, öyleyse bu yayın engelinin gerekçesi ne olabilir?…

Yazının konusunu oluşturan haber için tıklayınız.

TİB tarafından gönderilen e-posta içeriği ve kelime listesi için tıklayınız.

NOT: 28 Nisan 2011’de BTK, gönderdiği listenin sadece bilgilendirme amaçlı olduğunu iddia etti (bkz). Ancak e-posta içeriği okunduğunda, bilgilendirme amacının çok ötesinde açıkça talimat içerdiği görülmektedir.


Özgür e-kitap “Cesur Yeni Medya”

Nisan 26, 2011

Alternatif Bilişim Derneği ilk elektronik kitabını yayımladı. “Cesur Yeni Medya” elektronik kitabı WikiLeaks ve 2011 Arap İsyanlarını tartıştırıyor.

Alternatif Bilişim Derneği 2010 yılının sonunda gündeme damgasını vuran ve hala gündemdeki yerini koruyan WikiLeaks ve Arap İsyanlarını Cesur Yeni Medya kitabında tartıştırıyor. 2010 yılı sonunda WikiLeaks’in Cablegate sızıntıları Yeni Medyayı, bilgi ve iktidar kavramlarını tartıştırdı. Aynı dönemde Tunus’tan başlayan bugün Suriye’de etkisini sürdüren Arap İsyanları baskı ve sansürü aşmanın bir aracı olarak twitter, facebook gibi sosyal ağları kullandı. Alternatif Bilişim Derneği 29 Ocak 2011’de düzenlediği panelde bu konulara odaklandı. Panel ve sonrasında yapılan tartışmalar elektronik kitapta toplandı. Kitap zengin tartışmalar ve çevirilerin yanı sıra özgür bir ekitap olmasıyla da dikkat çekiyor . Dernek kitabın kodlarını da paylaştı. Kitap ticari olmayan özgür kullanıma ve türetime açıldı. Kitaba ve kaynak kodlarına ücretsiz olarak, http://ekitap.alternatifbilisim.org/cesur-yeni-medya.html adresinden erişilebilir.

WikiLeaks ve Arap İsyanları

Alternatif Bilişim tarafından derlenen elektronik kitap “Cesur Yeni Medya”, üç bölümden oluşuyor. İlden Dirini’nin giriş ve değerlendirme yazısının devamında başlayan birinci bölüm, Tunus’ta başlayıp Mısır’a ve diğer birçok Arap ülkesine sıçrayan ve Libya’daki gelişmelerle süregiden Arap isyanlarında yeni medyanın oynadığı rolü tartışıyor. Konuyu farklı açılardan ele alan İsmail Hakkı Polat, Ayşe Kaymak, Barış Engin, Koray Löker ve Işık Barış Fidaner’in yazılarını içeren bölümdeki tartışmalar, Alternatif Bilişim’in iki ay önce Elektrik Mühendisleri Odası’nda düzenlediği Wikileaks konulu toplantıda ortaya atılan konuların genişletilmesi ile oluştu. İkinci bölüm, Wikileaks’i gazetecilik ve yeni medya bağlamında inceliyor. Özgür Uçkan, Mete Çubukçu, Noyan Ayan, Başar Başaran ve Gülseren Adaklı’nın yazılarının yer aldığı bu bölüm, Wikileaks ve sızıntı gazeteciliğinin toplumsal bilgi ve iktidar değişimi açısından sağladığı olanaklar, siyasal konumlanışı gibi tartışmaları içeriyor. Üçüncü bölümde, Wikileaks’i oluşum halindeki ve sonuçlarına götürülen bir fikir olarak anlamaya çalışıyoruz. Julian Assange’dan çevirdiğimiz üç yazının ardından Işık Barış Fidaner, Burçe Çelik ve Andreas Müllerleile’nin yazıları Wikileaks’in fikirsel temelleri, imkanları ve sonuçlarını ele alıyor.


Neye ve Kime Karşı ‘Filtre’?

Nisan 26, 2011

Mutlu Binark

Neye karşı ‘beyaz filtre’? Neye ve kimlere karşı ‘siyah filtre’ ? İnternet ortamını ve kullanıcının erişim olanaklarını kısıtlayacak usul ve esaslara neden karşı durmalıyız?

‘Beyaz ve siyah filtre meselesi nedir’i açıklamadan önce, bir yönetmeliği usulünce açıklamak gerek.

5809 sayılı Kanunun 4’üncü 6’ncı ve 50’inci maddeleri ile 28.07.2010 tarihli ve 27655 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Sektöründe Tüketici Hakları Yönetmeliği’nin 10’uncu maddesi hükümleri kapsamında, BİLGİ TEKNOLOJİLERİ VE İLETİŞİM KURULU’nca  hazırlanan “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar Taslağı” 22 Şubat 2011 tarihinde 2011/DK-10/91 no’lu karar ile onaylanarak, “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar”ın 22 Ağustos 2011’de yürürlüğe girmesine karar verildi.

“İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” ne getiriyor? Kısaca Türkiye’deki tüm internet kullanıcıları  bir şekilde sınıflandırılıyor,  aile paketi, çocuk paketi, yurtiçi paketi veya standart paket aboneliğinden birini seçmek zorunda bırakılıyor. Bu paket uygulamalarında da BTK eliyle kullanıcılara, farklılaşan oran ve düzeylerde ve internetteki zararlı içerikten korunma adı altında, internet ortamına erişiminde kısıt getiriliyor.  Bu noktada, bu usul ve esasların arkasındaki zihin örüntüsünün kendi yurttaşını birey olarak görmediğini, onun adına eylemeye muktedir olarak sadece kendini ve kendinin mutlak otoritesini ve bu mutlak otoritenin doğruluğunu gördüğünü belirtmek gerekir. Bu anlamda burada herşeyi bilen muktedir özne BTK ve muteber vatandaşlar da İnternet erişim özgürlükleri ile İnternet ortamında seçme haklarının “onların iyilikleri adına” ellerinden alınmasına rıza gösterenlerden oluşmakta. Devlet eliyle, filtreleme uygulamasının topyekünleştirilmesine ve zorunlu kılınmasına yol açacak bu uygulamanın benzer örnekleri ancak Çin Halk Cumhuriyeti, Küba, İran, Tayland gibi yurttaşlarının siberuzama erişimini sınırlandıran ve engelleyen ülkelerden verilebilir.

BTK KİMİ TEMSİL EDİYOR?
BM desteğiyle Freedom House tarafından Nisan 2011 de yayınlanan İnternette Özgürlük Raporu’na göre, Türkiye’nin “kötü puan’ını 42′den 45′e yükselterek” internete erişim özgürlükleri konusunda giderek daha kısıtlayıcı bir siyasal ve yasal söylem ile uygulamalara sahip olduğunu belirtelim. Dolayısıyla, yukarıda kısaca özü açıklanan bu usul ve esas uygulamasının Türkiye’de internet sansürünü doğal ve sorgulanamaz, bunun sonucunda sansürü görünmez kılacağı hiç şüphesizdir.

Üstelik bu filtre uygulaması söz konusu usul ve esasların 14 ve 15. maddeleri ile BTK’ya verilmiştir. BTK, hangi yurttaş adına hangi siteye, toplumsal paylaşım grubuna, tartışma grubuna veya bloga “siyah” etiketini takacaktır? Bu etiketleme hangi siyasal-kültürel ve ekonomik çıkar grubunun “erk”ine hizmet edecek, çevrimiçinde hangi bireylerin, grupların siyasal-kültürel ve ekonomik temsiliyetleri erişilmez, görünmez kılınacaktır?

Aslında çevrimiçinde “siyah etiketi” takarak bazı olguları ayrıştırmak, dışlamak, çevrimdışında bireyleri etnik kökenleri, dini inanış ve mezhep aidiyetleri, cinsel kimlikleri, siyasal görüşleri ile ötekileştirmenin, kendi varlığına tehdit kaynağı olarak görmenin bir uzantısıdır. Dolayısıyla, aslında çocukları pornografi, müstehcenlik, kumar gibi zararlı içeriklerden korumak adı altında toplumun çoğunluğuna, özellikle de ebeveynlere “sağduyu” işlemi ile atılan kanca ile, toplumdaki çeşitli ve farklı var olma pratikleri iki kutuba indirgenmekte, toplumda varolan renkler ya siyah ya da beyaz olarak tanımlanmakta, gri mekanlara olanak tanınmamaktadır. Adorno ve Horkheimer’in Aydınlanmanın Diyalektiği’nde, “Egemen artık benim gibi düşünmelisin ya da ölmelisin demez. Tersine şöyle der: Benim gibi düşünmemekte serbestsin: yaşamın, malın, mülkün sana ait. Ama bugünden itibaren sen aramızda bir yabancısın”.

Bu internet filtresi uygulamasıyla, birey korumacı ve kollamacı bu muhafazakar ideoloji tarafından pasifize edilmekte, zihni “tek doğru, tek renk, tek söylem” çağrısına uymaya, sağduyuya davet edilmektedir. Bu nedenle, Ağustos 2011’den itibaren İnternet ortamına erişimde aklını kullanmaya muktedir bireyin akıl ve irade özgürlüğünü elinden alan bu usul ve esaslara karşı durmak, yürürlüğe girmesine itiraz etmek gereklidir.

Not: IPS İletişim Vakfı-Bianet, 13 Nisan 2011 tarihinde  “yürütmenin durdurulması” talebiyle, söz konusu usul ve esaslara karşı Danıştay’a iptal davası açtı.  Vakıf, Danıştay’a yaptığı başvuruda BTK’nın aldığı yeni kararın yasal dayanaktan yoksun olduğunu ve Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle tanınan temel hak ve özgürlükleri ölçüsüz şekilde kısıtladığını belirtti. Vakıf adına başvuruda bulunan avukat Ayşe Altıparmak, BTK’nın keyfi bir şekilde yasaklı siteler listesi hazırlayabileceğini, çocukları zararlı içerikten korumak için ebeveynlerin yerine devlet eliyle karar verilmesinin doğru bir uygulama olmadığını belirterek, “Gerek Avrupa Birliği gerekse Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Komisyonu çocuklar gibi zarar görmesi mümkün grupları korumak için yasal önlemler almaktansa özdenetim yollarına gidilmesini teşvik etmektedir. Bu nedenle, üye ülkeler ev ve okul bilgisayarları ile İnternet kafelerde filtre programlarının kullanılmasını teşvik etmeli ama devlet düzeyinde filtreleme girişimlerinden her ihtimalde kaçınmalıdır.” açıklamasında bulunmuştur.

Kaynak: yenimedyaduzeni.com (Erişim: 26.04.2011, 02:57)


LaborComm 2011

Nisan 26, 2011

6-7 Mayıs 2011 tarihlerinde Ankara’da düzenlenecek olan LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı ile ilgili ayrıntılı bilgiye http://laborcomm.org adresinden ulaşılabilir.

Konferans programı için tıklayınız.


INTERNETİN SESSİZ DEVRİMCİSİ:Suelette DREYFUS…

Nisan 25, 2011
İnternet gazetecisi Suelette Dreyfus’un sanal âlemde bir fotoğrafı bile yok. Siz de dünyayı sarsan belgelerin yayınlandığı WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ın bir anlamda akıl hocası olsanız, büyük bir olasılıkla ya internet ortamındaki bütün fotoğraflarınızı yok etmeyi başarırdınız ya da fotoğrafa gerek duymazdınız. Dreyfus’un sadece Türkçe’de değil, başka dillerde de hakkında çok az ‘tanıtıcı’ bilgi bulunmasından, kitapları ve yaptığı film dışında göz önünde olmayı sevmediği anlaşılıyor ama WikiLeaks belgelerinden bu yana herkes adını duydu. Bugün herkes ismini en az bir kez duysa da hakkında araştırmaya kalkan biri, ilk bakışta, 1997’de Julian Assange ile birlikte yazdıkları ‘hacker dünyası’nın en önemli eseri olan Underground (Yeraltı) kitabı ve bununla ilgili birkaç cümle dışında pek bir şeye rastlayamaz. Her ne kadar Dreyfus adı, dünyayı sarsan WikiLeaks belgeleri ortaya çıkınca birçokları tarafından duyulsa da, isme biraz yakından bakınca, hacker dünyasında öteden beri bir isim olduğu anlaşılıyor.  
Suelette Dreyfus basınla pek konuşmasa da ‘internet ve devrimci politika’ konularında oldukça kafa yoran biri. Sadece kafa yoran mı? Dreyfus’un, 1990’lı yıllarda çalıştığı University of Melbourne’da yazmaya başladığı doktora tezi kapsamındaki araştırmalarından oluşan, Assange ile yazdıkları ‘Underground’ sadece bir araştırma kitabı mı? Elbette her iki soruya da hayır cevabı vermek gerekiyor. Dreyfus’un, üniversitede hackerler üzerine araştırma yaparken Avusturya hacker grupları içinde biliminsanı olma özellikleri dışında da saygın bir yeri olduğu anlaşılıyor. Assange’ın ‘Mendax’ kod adıyla yer aldığı grupta Dreyfus’un da olduğunu yazan da var. Hatta o yıllarda üniversite ağından ikilinin polis ve mahkemelere karşı ‘sabotaj’ çağrısı yaptığı ve bundan Assange’ın para cezası aldığı da dile getirilmiş. 
 
Her neyse, şimdi doktora yaptıktan sonra Dr. Suelette Dreyfus’un başka neler yaptığına biraz bakalım. 2001’de ‘The Quiet Revolution’ (Sessiz Devrim) adıyla, insan hakları temelli organizasyonların internetteki hareketliliklerini analiz eden ikinci kitabı yayınladı. 2003’te ise hackerlerle ilgili bir dokümanter film yaptı. 2009’da WikiLeaks Danışma Kurulu Üyesi olduğu basında çıktı. Halen University of Melbourne’de araştırmacı olarak çalışan Suelette Dreyfus ile Süddeutsche Zeitung gazetesinden Niklas Hofmann bir görüşme gerçekleştirdi. Gazetenin internet sitesinde 31 Mart 2011’de yayınlanan görüşmesinin çevirisi şöyle:

VENDETTA’NIN V’Sİ

>>>Kitabınızda hacker ortamını, Avusturya’daki hacker dünyasının doğuşunu yazmaya çalışıyorsunuz. Burada söyledikleriniz WikiLeaks için de geçerli mi?
Kesinlikle. Wikileaks’te en ilginç olan şey, bu Avusturya yeraltı dünyasının ilk dönemi için de aynen geçerli, “her otorite haklı değildir ve bunlara karşı isyan etmek zorunluluktur” kuralıdır. Bunun embriyon versiyonunu Underground kitabında tanımladım. Bunun açıkça çok daha gelişmiş olan versiyonunu WikiLeaks ve Anonymous’ta görüyoruz. Gençlerin internette siyasallaşması gerçek bir dalga. Bu aynı zamanda Underground’tan bu yana birleştirici konu. Bugün amorf, tanımlanması çok zor, oldukça çevik, son derecede mobil ve çok kolayca her yere uyarlanabilir bir gençlik kültürüyle karşı karşıyayız. Ama daha önceki ‘yeraltı kültürü’ne de uyan bir şey bu.  
(Röportajda Dreyfus’a Anonymous’un ne olduğu ve bu grupla ilgisi konusunda herhangi bir soru sorulmamış. Ama dünya çapında birlikte hareket eden bir kolektif olan Anonymous ile ilişkisi hakkında soru sorulsaydı ilginç olurdu. Önceleri sadece internet üzerinden hareket eden kolektif daha sonra, internet dışında da birlikte eylemler yapmaya başladı. Kendilerini şu sloganlarla tanımlıyorlar: “Biz anonimiz/  Şeytanın hizmetindeyiz/ Affetmeyiz/Unutmayız/ Bizi bekleyin!” Grup üyeleri eylemlerinde, İngiliz direniş kahramanı Guy Fawkes’in maskesinden esinlenerek yapılan çizgi filmden, tiyatro ve sinemaya kadar birçok alandan tanıdığımız ‘Vendetta’nın maskesini kullanıyor. Bu maske aslında son zamanlarda yüzünü göstermek istemeyen birçok kişi ve hareketin simgesi olarak da kullanılıyor. S.İ.)
 
‘SİYASAL MESAJI OLAN SOLUCAN’
 
>>>Önceki ‘hacker’lar ne kadar siyasallaşmıştı? Kitapta her şey daha çok bir oyun gibi görülüyor. Sadece girmiş olmak için bütün bilgisayar ağlarını deniyorlar…
Röportaj yaptığım bazı hacker’larda önceden siyasalaşmış olmanın izlerini gördüm. Örneğin dünya çapında siyasal motifli ilk bilgisayar virüsü olan ya da ilk ‘siyasal mesajı olan solucan’ olarak adlandırabileceğimiz ‘The WANK Worm’ bunlardan biri. Bu önemli bir dönüm noktasıdır. Bu solucan virüsü yazan ya da yazanların nükleer enerjiyi destekleyen otoriteleri reddettikleri oldukça açıktı. Bu kesimlerde dalga geçiyorlardı, onları hicvediyorlardı .
Evet, oyun gibiydi, çünkü bu solucan her şeyden önce yetkililere bir oyun oynuyordu! ABD Enerji Bakanlığı’nın ve NASA’nın bilgisayar ağlarına girip, orada çok büyük miktarda bilgileri yok edecekmiş gibi yapıyordu, oysa bunu yapmıyorlar sadece korkusunu hissettiriyorlardı. Bilgiler orada yerlerinde dururken bazıları belki kalp krizi geçiriyor belki de daha sert ve kötü şeyler oluyordu. Aynı siyasallaşmayı hacker grubu International Subversives’te görmek de mümkündü. (Assange’ın grubu)

>>>Kitabınızda, Julian Assange’ın teknolojiyi değişimin aracı olarak gördüğünü yazmışsınız. Ta o zamanlar böyle mi görüyordu?
Çok genç yaşlarından itibaren böyle görüyordu. Kesinlikle teknolojinin neyi, hangi yöne götürebileceğini görüyordu. Bu elbette o yıllarda WikiLeaks gibi bir vizyon sahibi olduğu anlamına gelmez. Ama kesinlikle teknolojik bir vizyona sahipti. Evet, çok sayıda insana uygun fiyatla başka kaynaklara göre daha kaliteli bilgi akışı sağlaması ve insanların yeteneklerini geliştirmesi teknolojinin iyi yanı tabii.
Julian, çok keskin teknik bir akla sahip ve onun için verimlilik her zaman çok önemliydi. Bir ara, taşınma kartonlarını nasıl paketlediğini gözlemlemiştim. Çoğu insan eşyalarını öylesine kartona atar. Julian, paketlediği kutuda en ufak bir boşluk kalmışsa, o kutuyu tekrar açar ve yeniden hiçbir boşluk kalmayacak bir biçimde paketlerdi.
 
‘DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK BİLGİYLE MÜMKÜN’
 
>>>Teknik bir akıl gibi algılanıyor ama bana biraz şaşırtıcı geliyor. Çünkü Julian Assange hakkında yazılan başka şeylerde vurgulanan bu değil başka şeyler. Örneğin Daniel Domscheit-Berg tarafından yazılan kitaptan ve New-Yorker’daki   Raffi Khatchadourian tarafından yazılan portreden, bir valiz aldığı ve içine her şeyi doldurduğu anlaşılıyor.
 
Bu başka bir şey. Teknik bir akla sahip olmasının farkı şu: Eğer bir bulmaca çözülmek zorundaysa ve çözmeye önem veriyorsa, bunu toplumsal bir değer için mi yapıyor ya da aklını keskinleştirmek için mi deniyor, buna karar veriyor. Ondan sonra da buna odaklanıyor. Buradaki taşınma kartonları, bu durumda bulmaca görevindeydi. Ama teknik anlayışı burada verimlilik ve etkinlikle de ilgili ve elbette bilgilerin ölçülebilirliği ile de ilgisi var. Dünyada pozitif bir değişim sağlanmak isteniyorsa, bunun, şu veya bu biçimde hesaplanabilir olması gerektiğini Julian görüyor.
Bir şeyi biraz büyük ölçekli ve aynı zamanda finanse edilebilir olarak yapmanın tek yolu, bilgiye ulaşma üzerinden mümkün. Bence, WikiLeaks’ı kurarken aklındaki nokta buydu. Bir ‘Internet-Start-up’ ile insan milyar dolar kazanabilir ve dünyanın en yoksul ülkelerindeki insanlara bu parayı gönderebilir. Bu işlevsel olabilir. Ama bu gerçekten uzun vadeli bir toplumsal bir değişime neden olabilir mi? Orta vadede birçok acıyı dindirebilir. Ama teknik olarak vidalar her zaman optimal çözümlerin bulunması için döndürülmüyor. Julian’ın aklı bu anlamda teknik ki, olay optimizasyonla ilgili. Optimizasyon sadece taşınma kartonunun içindeki boşluğu iyi kullanmayla mı ilgili yoksa toplumsal dönüşümü ve değişimi daha da iyileştirmeyle mi ilgili.
 
‘RASTGELE HACKLEMEK AKILSIZLIK’
 
>>>Ne kadar politikleşmişti Assange o zamanlar?
Onu tanıdığımdan beri ‘hak ve adalet’ sorunuyla ilgiliydi. Bir hacker’ın kafasına göre hack’lemesinin de akılsızlık olduğunu düşünüyordu. Hayatta daha önemli şeyler olmalıydı.
 
>>>>Kitapta, bazı hacker’larla ilgili sayfalarca aşırı derecede detaylara giriyorsunuz, mahkeme kayıtlarındaki tutanaklardan bütün pasajları alıntılıyorsunuz. Bu denli kesinlik içinde olmak sizin mi yoksa Assange’ın mı fikriydi? 
Her ikimizin. Kelimenin tam anlamıyla on binlerce sayfa doküman inceledik, telefon konuşmalarını, dinleme kayıtlarını, ifade tutanaklarını, tanık ifadelerini okuduk. Okura belli zenginlikte detay vermelisiniz ki, anlatılanların gerçek olduğuna güvensin. Bunları da orijinal belgelerden edinebilir. Bunların bir kısmı da dipnotta verilemezdi çünkü böyle yapılırsa, okur kanıtlara gerçekten akıcı bir biçimde ulaşamaz.    
 
>>>Sanki bugün Julian Assange’ın yaydığı ‘Scientific Journalism’ (Bilimsel Gazetecilik) anlayışının ilk belirtileri gibi…    
Bu doğru. Bu anlayışın çekirdeğini, okura kendisinin okuduktan sonra doğrulayacağı ya da onaylayacağı filtresiz bilgiyi sunmak oluşturuyor. Kitap yazılırken her halükarda bu çok önemliydi.

>>>İnsan, Assange’ın WikiLeaks’la birlikte hacker kökenlerinden vazgeçtiği izlenimi edinebilir. Bazen kamuoyundaki görüntüsünün aksine ele geçirilen bütün büyük ‘WikiLeaks kriptoları’ hack’lemeyle elde edilmemiş. Hack yeteneği ile neler yapılabileceğinin görülmüş olması lazım…   
Sadece teknik yetenekle ilgili bir şey değil. Hack, sözcüğün eski, en baştaki anlamıyla hiçbir şeyin illegal olmadığı anlamına gelir. Birisinin zor bir sorunun içindeyken, akıllı bir teknik çözüm bulup bunu hayata geçirmesine denir. Hack ve hacker sözcüğünün temeli budur. Julian bu anlamda hacker sözcüğünün en eski anlamını aldı ve WikiLeaks’a uyguladı. ‘Whistleblowing’ (önemli bilgilere köstebeklik) gibi başka türlü çözülmesi mümkün olmayacak çok ağır bir problem karşısında akıllı teknik çözüm. Çok önceden beri ‘Whistleblower’ bilgilerini ele geçirip, adalet için çalışanların hizmetine sunacak biçimde açıklamak gibi bir amaç taşıyordu.
 
>>>Avusturya polisinin FBI ile işbirliği yaparak hacker’ların peşine düştüğü dönemi yazdığınız yer, sanki hırsız-polis kovalamacası gibi görülüyor. Öte yandan bu dönemi hacker’lar için çok travmatik buluyorsunuz. Ama polisin tutum ve davranışının hacker’ların korkuları kadar dramatik olmadığı anlaşılıyor. Acaba burada kendi kendine oluşturulmuş bir paranoya mı var? 
Evet, her şeyden önce bu bilinmeyene duyulan korkudan kaynaklanıyor. Yeraltında birileri operasyon olduğunu öğreniyor ve ardından gerçeğinden çok daha kötü korku hikâyeleri ortalığı kaplıyor. Birkaç tane gerçekten sert polislik durum vardı. Ama gerçeklikte, birçok durumda, uzaktan göründüğü gibi berbat değildi durum. Sabahın üçüne kadar hack yaptığınız bir gece, sabaha karşı bitkin bir haldeyken, karanlıkta, arka taraflardan bir yerden duyulan herhangi bir gürültü, belki de anne babanız işe gitmek için kalkmıştır… Bu zamanda duyulan hikâyeler daha kolay korku getirir.
 
‘HACKERLERIN ÇOĞU YOKSUL ÇOCUKLARIYDI’
 
>>>Çoğu hacker, Julian Assange dahil çok hafif cezalar aldı. Birçoğu para cezasıyla kurtuldu, bir kısmı bunu bile almadı. Bunlar bir hacker’ı çok etkileyecek şeyler değil. En travmatik olan neydi?  
Bir hacker için gerçekten son derecede travmatik olan şey, bilgisayarına polisin el koymasıdır. Önceleri bilgisayarlar bugünkülerden biraz farklıydı. Hemen ondan vazgeçip başkasını satın almak mümkün değildi. Birçoğu zaten zengin ailelerin çocukları değildi. Bilgisayarları alınanlar, ellerinin ayaklarının kesildiğini hissediyordu. Bilgisayar gerçekten kişiliklerinin bir çekirdeği gibiydi. Makineler, online topluğu ile ilişki kurmalarını sağlıyordu ve bu toplulukta kendi kişiliklerini buluyorlardı. Yani bilgisayarın gidişi topluluğun ve kimliğin kaybıydı. Bilginin yitirilmesiydi. Birçoğu çok akıllı, bilgi bağımlısı kişilerdi. Ve artık online girişleri olmadığı için güncel bilgilere ulaşamıyorlardı. Sanki bilgi açlığı ve hırsı içinde olan birine bütün kütüphaneleri yasaklamak gibi bir şeydi. Bunun dışında, kendileri gibi ilgileri olan arkadaş çevresinden de bilgisayarları alındığı için koparılmış oluyorlardı. Yani birinin ağzını başkalarıyla konuşmaması için bantla kapatmak gibi bir şey. Kendi formunu bulması için yaratıcı bir biçimde kullandığı tek araç elinden alınmış oluyordu. Bu kişiler için bu olay, çeşitli açılardan mahkemede görülen davalarından, ifadelerde, soruşturmalarda ya da hapiste yaşanabileceklerden daha ağır bir ceza idi.  
 
‘YAPTIKLARI SUÇ DEĞİL, KİMSEYE ZARAR VERMİYOR’
 
>>>Ama yasak bir şey yaptıklarının farkındaydılar ve gözaltına alınmayı bekliyorlardı. Ancak, yakalandıklarındaki beklentileri kendilerine adli suçlu gibi değil de, sanki ‘savaş esiri’ gibi muamele edilmesi biçimindeydi.
Çok azının yaptıklarının gerçekten suç olarak algılanması mümkün olduğu için böyle düşünüyor olabilirler. Suç içinde değerlendirilebilecek eylemlerin çoğu, kaldı ki yapılanların önemli bir kısmı böyle değerlendirilemez, kimseye zarar vermeyen suçlardı. Dolandırıcılık ya da kredi kartı hırsızlığı yapmıyorlardı. Bunlar hackerlar arasındaki elitlerdi. Okumalarına izin verilmeyen, elde etmemeleri gereken şeyleri okuyorlardı sadece. Okudukları şeylerden kendi yakın çevreleri için sadece kopya alıyorlardı. Bundan dolayı, kendilerine sanki suçluymuş gibi davranılmasına şaşırdılar. 
Bugünkü yaşadıklarımızı borçlu olduğumuz ve bunların ön habercisi gibi duran bir unsur daha var. Üniversitelerin ve benzeri ağların üzerinde etkili olmaya kendilerini muktedir hissediyorlardı ve bütün bu bilgi kaynaklarının herkesin özgür kullanımına açık olmasını savunuyorlardı: Bunları kullanmamıza izin verin, yoksa gidiyoruz ve ihtiyacımız olanları alıyoruz. Çünkü biz genç kuşağız ve bunu yapmaya hakkımız var.

>>>Şimdi hemen, bu ‘oyun unsur’unu sanki bir gençlik isyanı gibi tanımladınız.  Bunun neresi gerçekten politik?
Hacker, bazı şeylerde çok sık tökezler. Bana şöyle bir şey anlatmışlardı: Bir software şirketinin sistemine girmişler ve orada rakip şirketin tescilli kodlarını bulmuşlar. Rakip şirketin bunu onlara vermediğinden de hemen hemen emindiler. Bunu elbette eğlenceli buldular ama olayda etik olmayan yanı da gördüler. Elbette dışarıya ispiyon etmediler. Olayın nasıl döndüğünü gördüler.
Kim hacker ise ve bu çevrelerde dolaşıyorsa, bizim her gün gördüğümüz ama anlamadığımız, hem öndeki yüzeysel yüzü hem de görünen cephenin arkasında ne döndüğünü görmeye başlar. Gerçekten iktidar yapılanması görülür, bu yapılanmada asıl iktidar gücü kimde bunu görür, bu kişinin gücünü nasıl kullandığını, nasıl elde ettiğini ve nasıl elde tuttuğunu anlar. Ve bütün bunlar her zaman etik bir anlayış içinde gerçekleşmiyor, değil mi?
 
‘DEVRİMİ BİLGİ YAPAR’
 
>>>Yani WikiLeaks kriptolarının yaptıklarının aynısı mı? Bizim algıladıklarımızın tam tersinin döndüğü bir dünyaya farklı bir bakışı açısını göstermek mi?
Çeşitli düzlemler var. Arap ilkbaharını örnek olarak ele alalım. Eminim ki, Tunus, Cezayir ve Libya’da yaşayan insanlar ülkelerinde birçok yolsuzluk olduğunu biliyordu. Ama bunları kanıtlayacak ya da boyutlarının bu denli büyük olduğunu gösterecek bilgiler ellerinde yoktu. Birden bire kriptolar bu insanlara filtrelenmemiş gerçekleri, yolsuzluğun boyutlarını ve işkence gibi diğer kirli işleri sundu. Bu, bana bir dönüm noktası olarak görünüyor.
Her ne kadar Hillary Clinton, oralardaki huzursuzlukları Twitter ve Facebook’un başlattığını söylese de Mısır devrimcileri bunun tam tersini söylüyor. Mısırlı protestocular neyin, nasıl yapılacağına, rejimin nasıl değişeceğine dair çok güzel, küçük bir el kitabı hazırladı. Kitabın birinci sayfasında ne söyleniyor biliyor musunuz? Bu son sayfada tekrarlanıyor: Facebook kullanma, Twitter kullanma! ABD Dışişleri Bakanı’nın Facebook ve Twitter’ın halk devrimine neden olduğunu söylemesini şaşkınlıkla karşılıyorum. Hayır, devrime gerçekler neden oldu, filtrelenmemiş gerçekler. Ve bunlar, kriptolardan geldi.
Kaynak: http://www.birgun.net/actuels_index.php?news_code=1303639247&year=2011&month=04&day=24 Erişim tarihi: 25 Nisan 2011

STALLMAN DIJITAL İÇERİLMENİN/DAHİL EDİLME AVANTAJ VE DEZAVANTAJLARINI TARTIŞIYOR

Nisan 24, 2011

Özgür yazılım hareketinin ve GNU projesinin kurucusu Richard Stallman Standford İnternet ve Toplum Konuşmaları Merkezinde, toplumdaki dijital içerilme/dahil edilmenin faydaları ve tehditleri konusunda bir konuşma yaptı.

Stallman, dijital içerilmeyi/dahil edilmeyi, bir toplumda herkesin bilgi ve iletişim teknolojisine erişebildiği kapsayıcı bir bilgi toplumu oluşturulması olarak tanımladı. Konuşmasında, “İnternet kullanımının iyi olduğunu varsayan dijital içerme adına bir sürü çaba gördük, ancak ben aynı fikirde değilim.” “İnternet pratik avantajlar sağladığında iyidir, ancak diğer özgürlüklerimizi götürdüğünde ise kötüdür. Özgürlüğümüze yönelik bu tür tehditler İnternet aracılığıyla gözetim, sansür, gizli veri formatları ve ücretsiz bir hizmet olarak yazılım sağlama olarak sıralanır.” “Özgür bir toplumda, bireylerin toplum içindeki anonimlikleri garanti edilmez ama bilgi çok kolay dağıldığından çabuk elde edilir. Buna karşılık elektronik gözetleme, özlü ve kullanışlı bilgi veri tabanları üretir.” “Kişisel cep telefonlarının, elektronik ücret ödemeleri ve hatta belirli türde metro biletlerinin yaygın kullanımı aracılığıyla gözetleme dijital teknolojide zaten yaygın hale gelmiştir. Tümü olmasada bu teknolojilerin çoğu şu anda olduğu gibi anonimliği koruyarak aynı pratik avantajları sağlar. Bununla birlikte onların uygulayıcıları insanları gözetlemeyi tercih eder.” “Gözetlemenin tehlikeli kişilerin yakalanmasında yardımcı olduğunu söylerler ama gerçekten, devlet gözetimi daha tehlikelidir.” demiştir. Stallman’a gore, İngiltere’de araba hırsızlığı polise barışçı bir protesto gösterisini bile sabote etme olanağı sağlamıştır. Stallmann, “Gösteriler hükümete karşı olduğunda tüm dünyada polisin insane haklarına saygılı olmadığını biliyoruz. Polisin muhalifler üzerinde daha fazla güç kullanması konusunda endişeli olmalıyız.” “İnternet sansürün yıkılması için sembol olarak görülse de, şimdi internet hükümetler tarafından sansür aracı olarak kullanılmakta, erişim filtrelenmekte, internet alan adları yargılama olmadan keyfi olarak kapatılmaktadır.”

Özgürlüğü tehditeden bir diğer veri alma/içerilme (data inclusion) biçimi de gizli ya da patentli veri formatları aracılığıyla yapılandır. Dijital çağdan önce, bilgi kitap gibi aşikar formatlarda yayınlanırdı.

Şimdi ses ve videonun büyük kısmı Hulu video paylaşım sitesinde kullanıldığı gibi gizli bir biçimde dağıtılır. Stallman patentli ve gizli veri biçimlerini bir alandaki diğer katılımcıların/dağıtıcıların gelişimini kısıtlamasından dolayı eleştirmektedir. Aynı şekilde, kullanıcıların kontrol edemediği özel yazılımları da eleştirmektedir.

Stallman, “Bu bir haksızlık, bir programın kontrolü kullanıcılarının değil bu program kontrol etme gücü olanların elindedir.” demektedir.

Bunun karşısındaki seçenek olan ücretsiz yazılım, kullanıcılara programları çalıştırmada, bu programlar üzerinde çalışmada ve kaynak kodları değiştirmede, porgramın tam kopyalarını ve değiştirilmiş sürümünü kendi toplumuna dağıtmada özgürlük sağlar.

Kodu çözerek, ücretsiz yazılım kullanıcıları korur ve kod kullanmayan kullanıcıları kötü niyetli kodlardan korur, kapalı yazılım ise böyle bir güvence oluşturmaz.

Özel kod gibi, yazılım da bir yabancının eline bilgi vererek özgürlüğü tehdit eder. Hizmet olarak yazılım, Google Docs gibi, kullanıcıların bilgi işlem için kendi verilerini oluşturmasına olanak sağlar. Ama şimdi Google’un programlayan ve kontrol eden kendi bilgisayar kullanıcıları vardır.” demekte ve “Bu verilerin Big Brother’a gitmeyeceğinden nasıl emin olabilirsiniz?” diye sormaktadır.

Stallman’ın dijital içerilmeyle ilgili eleştirilerine rağmen, yayınlanmış çalışmaların ticari olmayan kopyalarının dağıtımına olanak sağlamasını dijital içerilmenin en önemli faydası olarak görür ve “Paylaşım toplumun bağlarını oluşturur.” der Stallman.

Elektrik mühendisliğinde doktora öğrencisi olan Jonathan Ellithorpe Stallman’ın paylaşma konusundaki görüşüne katılmamaktadır.

Ellithorpe, “Bence patent yasası çok faydalı. Bu yasa fikirlerin geliştirilmesine imkan sağlar, İnsanların paylaşmadan once yüksek düzeyde fikirler geliştirmesine olanak sağlar. “Oysa telif hakkı yasalarının zayıf olduğu ülkelerde, insanlar her zaman kopyalarlar bu durum  hizmet gelişimi ve ürünün yüksek seviyeye ulaşmasını zorlaştırır.” demektedir.

Stallman’ın bu konuşması, Standford İnternet ve Toplum Konuşmaları Merkezinde yapılan konuşmanın bir bölümüdür.


Yeni Medyada Nefret Söylemi İzleme Günü: 28 Nisan 2011

Nisan 22, 2011

Yeni Medyada Nefret Söylemi

İzleme Günü: 28 Nisan 2011

Alternatif Bilişim Derneği, 28 Nisan 2011’de İnternet’te üretilen ve dolaşıma sokulan nefret söyleminin ortaya konabilmesi amacıyla bir izleme günü etkinliği düzenliyor.

İsteyen herkes, http://izlemegunu.alternatifbilisim.org adresindeki formu doldurarak etkinliğe katılabilir.

Etkinlik kapsamında yapılması gereken raporlama çalışmasıyla ilgili bilgiler de http://izlemegunu.alternatifbilisim.org adresinde bulunabilir.

Yeni Medyada Nefret Söylemi İzleme Günü etkinliğiyle ilgili tüm sorularınız için izlemegunu@alternatifbilisim.org e-posta adresi üzerinden derneğin ilgili birimiyle iletişim kurabilirsiniz.



Nefret Söylemine Karşı Ne Yapmalı?

Nisan 21, 2011

Mutlu Binark

Söylem, dilsel pratikler aracılığı ile toplumsal yaşamın belli değer yargıları etrafında örgütlenmesini, düzene sokulmasını sağlar; işte bu nedenle olayların, olguların, kişilerin, toplulukların  temsil pratikleri ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle yeni medya ortamlarında üretilen, dolaşıma sokulan söylemler ve bu söylemlerin içindeki temsil pratiklerinde ve yapısal ögelerinde nelerin yer aldığı önemli.

Nefret söylemi, bir bireyi veya topluluğu, ırkı, etnik grup aidiyeti, cinsel kimliği, din ve mezhep aidiyeti, siyasal söylemi, fiziksel özelliği veya engeli nedeniyle “ayırt edici, “ötekileştirici” ve “dışlayıcı” duygular duymak ve bu duyguları sistematize bir şekilde dilsel pratiklerle ifade etmek şeklinde tanımlanabilir. Nefret duyguyla bir kişinin canına, malına, mülküne kastedilmesi ise “nefret suçu” olarak tanımlanmaktadır.

Hiç kuşkusuz, nefret söylemi nefret suçuna giden yolu besliyor. Nefret dilsel pratiklerde; kaba, alaycı, küçümseyen, hakaret eden, öfkeli, saldırgan ve küfürlü sözcüklerin kullanılması, yazı biçimde büyük harflerin  ve  “!, …” gibi noktalama işaretlerinin seçilmesi ile hedef gösteren görsel malzemelerin kullanması şeklinde somutlaşır. Böylece  toplumda barış dilinin ve diyalogun olanakları ortadan kaldırılmakta, ayrımcılık ve dışlama doğal kılınmaktadır.

Dolayısı ile nefret söylemi ideolojik bir söylemdir. Güç ve iktidarı içinde barındırır.

Nefret söylemin türlerini ise, siyasal nefret söylemi (etnik, milliyetçi, ırkçı, ayrımcı yada siyasi kimliklere karşı nefret); yabancılara göçmenlere yönelik nefret söylemi; cinsel kimliğe yönelik nefret söylemi (eşcinsellere, transeksüellere ve biseksüellere karşı nefret); kadınlara yönelik nefret söylemi; din ve mezhep aidiyetine yönelik nefret söylemi; ırk ve etnik kimlik temelli nefret söylemi ve belli hastalıklara ve fiziksel özelliklere yönelik nefret söylemi ayırt etmek olanaklı. Ancak nefret söyleminin bu farklı boyutları üst üste binerek birlikte işlenmekte.

Yeni medya ortamlarından internet nefret söyleminin hızla dolaşıma girdiği ve yayıldığı alanlardan biri. Nefret siteleri, elektronik nefret postaları, forumlar, haber siteleri ve okur yorumları, tarayıcı oyunları ve dijital oyunlar, IRC’ler ve toplumsal paylaşım ağları ile video paylaşım ağları gibi sosyal medya uygulamaları aracılığıyla nefret söylemi yeni medya ortamlarında yayılıyor, dolaşıma giriyor.

Özellikle yeni medya ortamının özellikleri bu tür saldırgan ve ayrımcı  içeriklerin yayılmasını kolaylaştırıyor. Yeni medya ortamının bireylere, farklı toplumsal hareketlere sağladığı olanaklar da yine bu özelliklerden besleniyor. Ancak, bireyler ve topluluklar bu olanakları gündelik yaşamındaki aidiyetlerinin, konumlanışlarının bir uzantısı olarak nefret söylemini yaymak için rahatlıkla kullanabiliyor. Özellikle etkileşimsellik, kullanıcı türevli içerik yaratımı, hipermetinsellik özellikleri yeni medya ortamlarında nefret söyleminin yayılıp, türemesine katkıda bulunuyor.

BM’NİN DE GÜNDEMİNDE

Birleşmiş Milletler de 2001 yılında ilk kez Durban Bildirgesi’nde internet ortamının ırkçı ve saldırgan içeriğin yayılmasında kullanıldığına dikkat çekti. Bu konuda BM’in olsun AGİT’in (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) uyarıları giderek artmıştır. AGİT 2009 yılından itibaren, her türlü nefret söyleminin yayılmasında İnternet’in rolüne dikkat çekmiş, “İnternette nefret söylemi hızla yayılmakta ve yıkıcı bir etki göstermektedir” saptamasında bulunmuştur. Özellikle az gelişmiş, yoksul ve toplumsal dışlama gibi bir takım davranışlara maruz kalan insanların ayrımcılık, ırkçılık ve hoşgörüsüzlüğe daha fazla kapılmakta olduklarının AGİT çalışmalarında altını çizmiştir. Yine Simon Wiesenthal Merkezi de sosyal medya ortamlarında nefret söyleminin yayılması durumunu her sene düzenli olarak takip etmektedir. Merkez, 2010 yılı raporunda İnternet üzerindeki nefret içerikli web sitesi sayısının 10.000 i aştığını belirtmiştir. EU KIDS ONLINE projesinden Leslie Haddon da E-Safety adlı konferansda Avrupa’da her üç çocuktan birinin İnternet ortamında nefret söylemine maruz kaldığına dikkat çekmiştir (2009).

Türkiye’de de yeni medya ortamlarının ve olanaklarının giderek daha yoğun kullanıldığını söylemek olanaklıdır. Bu bağlamda, gündelik yaşamdaki kültürün İnternet ortamına aktarıldığını ve yeniden üretildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu dünyada ne kadar farklı kimliklere ve söylemsel pratiklere açıksak, diyaloga girebiliyorsak ve barış dili kurabiliyorsak siber uzamda da o kadarı olanaklıdır. Bu nedenle, Türkiye’de İnternet ortamında giderek artan nefret söylemini dikkatle izlemek ve buna karşı mücadele etmenin stratejilerini geliştirmek gerekmektedir.  İnternet ortamı kamu otoritelerinin geliştirdikleri tekno-politik söylem ne yazık ki nefret söylemine karşı hiçbir şekilde mücadele stratejisini içermemekte, çocukların ve ailelerin müstehcenlik ve zararlı madde alışkanlıkları ile kumardan korunması gibi muhafazakar değer yargılarından beslenen korumacı-kollamacı bir filtreleme ve erişim engeli gibi teknik ve yasal çözümler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Türkiye’de kamusal otoritelerin bu sığ bakış açısı aslında gündelik yaşamdaki linç kültürünün, savaş dilinin ve ayrımcı pratiklerin ortadan kaldırılması yönünde politik ve toplumsal çözüm üretiminin yetersizliği ile doğrudan ilişkilidir. Bu dünyada “tek doğru, tek din-mezhep, heteroseksizm ve kutsal aile ile aşkın lider” anlayışını üreten neo-liberal ittifak siber uzamda “çoğul” bir temsilin gerçekleşmesini ne kadar önemsemektedir ki? Dolayısı ile, İnternet ortamında giderek artan nefret söylemine karşı mücadele sivil toplum örgütlerine düşmektedir. AGİT de STÖ’lerinin İnternet’te ırkçılık, dini ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusunda çeşitli eğitim içerikleri geliştirmelerini önermektedir. ECRI de “Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu: Türkiye Raporu”nda (Yayın tarihi 8 Şubat 2011) de Türkiye’de bilgisayar ağları yolu ile işlenen ırkçılık ve yabancı düşmanlığının arttığını kaydetmiştir (2011:14) ve İnternet basını için etik ilkelerin geliştirilmesini önermiştir.

“Bu noktada biz neler yapabiliriz?” diye soracak olursak,

  • Kullanıcı sözleşmelerinde nefret söylemine karşı müdahil olma talebinin geliştirilmesi
  • Yeni medya editörlerine yönelik nefret söylemine karşı farkındalık geliştirecek eğitimin verilmesi
  • Yeni medya ortamında nefret söylemi izleme ve raporlama mekanizmalarının geliştirilmesi
  • Yeni medya ortamlarını kullananlara bu konuda farkındalık kazandıran eğitimlerin verilmesi ve bu izlek içerisinde Eleştirel Yeni Medya Okur Yazarlığının  geliştirilmesi
  • Nefret söylemi içeren içeriklerin, grupların “şikayet et” mekanizması ile kaldırılmasını sağlamak
  • Pozitif Örneklerin Yaratılması ve Teşviki
  • Nitelikli İçerik Üretiminin Teşviki
  • 1543 sayılı Siber Uzamda Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Üzerine Tavsiye kararında (2001) “ırkçılığın bir kanaat olmadığını, suç olduğunu” izleyerek, oluşturulan Avrupa Siber Suç Sözleşmesi Ek Protokolü’nün imzalanması için kamuoyu baskısının oluşturulması
  • Çevrim içi habercilik için etik ilkeler geliştirilmeli
  • Nefret söyleminin nedenleri ve koşulları anlaşılmalı. Yeni medya ortamında dolaşıma sokulan nefret söyleminin gerçek yaşamdaki kökleri/kökenleri/kaynakları ve nedenleri siyasal, kültürel ve toplumsal politikalar temelinde araştırılmalı.

Türkiye’de 2009 yılından bu yana Alternatif Bilişim çatısı altında toplanan bir grup akademisyen ve yeni medya profesyoneli bu konuda çalışmalar yürütmektedir. Yeni Medya Nefret Söylemi adlı kitap çalışması (2010) bu çalışmaların somut bir çıktısıdır. Ancak, 15-17 Nisan 2011 yılında Sosyal Değişim Derneği’nin düzenlediği I. Uluslar arası Nefret Suçları Konferansı kapsamında gerçekleştirilen “Yeni Medyada Nefret Söylemine Karşı Birlikte Mücadele Edelim” Atölyesi ile Türkiye’de yeni medya ortamında nefret söyleminin ilk kez bu kadar kapsamlı ve sistematik bir şekilde  izlenmesi ve raporlanması gerçekleşecektir.

Alternatif Bilişim Derneği’nin 28 Nisan 2011 Yeni Medyada Nefret Söylemi İzleme Günü Çağrısı Neden Önemli?
Alternatif  Bilişim Derneği, İnternet ortamında nefret belli ilkeler ve standart çerçevesinde gözlemlenmesi ve listelenmesi için bir izleme günü çağrısında bulunmuştur. 28 Nisan 2011. İzleme günü için oluşturulan ilke ve standartlar, http://www.izlemegunu.alternatifbilisim.org adresinde yer almaktadır. Önemli olan bu izleme etkinliğine katılımın artmasıdır. Bu izleme ve ardından Türkiye’de yeni medyanın hangi mecralarında ne tür nefret söyleminin var olduğunu ve kimlere yönelik olarak ne tür dilsel pratiklerle yönlendirildiğini raporlamak, mücadele için anlamlı ve gerekli ön adımlardan biri olacaktır. Siber uzamdaki durumun nicel ve nitel olarak somutlanmasının ardından, bu konuyu görmezden gelen kamusal aktörlere karşı nefret suçu ve söylemi ile mücadele eden STÖ’lerin haklı talepleri daha da güçlenecektir. Rakel Dink’in de dediği gibi, “masum bir bebeği katile dönüştüren zihniyet” bu dünyada örülmekte, işlemektedir; siber uzam da onun ideolojik mücadele araçlarından birisidir. İşte bu nedenle, siber uzamda yayılan, popüler kültür gibi algılan ve öyle alımlanmaya başlayan nefret söylemine karşı birlikte mücadele etmek gereklidir.

Kaynak: http://www.yenimedyaduzeni.com/nefret-soylemine-karsi-ne-yapmali/ (Erişim: 20.04.2011, 22:00)



İnternet sansüründe çok başarılıyız!

Nisan 19, 2011

Noyan Ayan

BM desteğiyle hazırlanan İnternette Özgürlük raporuna göre Türkiye, ‘kötü puan’ını 42’den 45’e yükselterek özgürlüklerde pek çok ülkenin gerisine düştü.

Birleşmiş Milletler Demokrasi Fonu, 37 ülkenin internet özgürlüğünü araştırdığı raporu açıkladı. Türkiye raporda sansürcü ülkeler arasında sayıldı.

Freedom House düşünce kuruluşunun Birleşmiş Milletler için hazırladığı ‘İnternette Özgürlük’ raporunda Türkiye, 45 ‘kötü puan’la 17. olarak Kenya, Nijerya ve Malezya’nın gerisinde kaldı.

Çalışmaya göre, Estonya internetin en özgür olduğu ülkeler arasında ilk sırada yer alıyor. Estonya’yı ABD, Almanya, Avustralya ve İngiltere takip ediyor. Türkiye, “kısmen özgürler” listesinde Malezya, Hindistan ve Ürdün gibi ülkelerden sonra 16. sırada yer alıyor. Listenin sonunda internet erişimi birçok siteye koyduğ sansürle bilinen İran yer alıyor.

Bazı ülkelerin kısaca internet geçmişlerinin de değinildiği raporda, Türkiye başlığında ilginç veriler bulunuyor. İnternet özgürlüğüni kısıtlayıcı uygulamalarda 2009 yılında 42 kötü puan alan Türkiye, 2011’de 45 puan alarak “dikkate değer gerileme” gösterdi.

Raporda 2001’den bu yana hükümetin, bazı siyasi içerikler de dahil olmak üzere, internet erişimine sınır getirecek önemli yasal adımlar attığı yer alıyor. Rapor, 2008 yılından 2010 Temmuz ayına kadar 5 bin civarında internet sitesinin sansürlenmesinin, ilk kez yürüyüş eylemine yol açtığı belirtiliyor.

37 ülkeden 23’ünde, bir blogger ya da internet kullanıcısının yazdığı içerikten dolayı tutuklandığı da raporda belirtiliyor. 2009-2010 arasında sosyal veya siyasi konular nedeniyle sansür uygulayan ülkeler Bahreyn, Beyaz Rusya, Çin, Birmanya, Küba, Etiyopya, İran, Kazakistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Güney Kore, Tayland, Tunus, Türkiye, Vietnam olarak sıralanıyor.

‘SİBER MAHALLE BASKISI’ MI?
Türkiye’de halen sansürlü web syesi sayısı 10 bini, sayfası sayısıysa 60 bini geçmiş durumda. YouTube, Blogspot, Vimeo gibi dev siteler de sansürden nasibini almış siteler arasında.

Bu alandaki son gelişmelerden biri de yakında uygulamaya sokulacak olan  ‘filtre’ düzenlemesi. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) şubat sonunda onayladığı “İnternetin Güvenli Kullanımına Dair Usul ve Esaslar Taslağı”, eskiden sadece internet kafelerin kullanması zorunlu tutulan filtreleme programlarının tüm internet kullanıcılarına yaygınlaştırılmasını öngörüyor.

Ancak bu filtre programındaki yasaklı site listelerini kimin hangi kriterlerle belirleyeceği bilinmezken, servis sağlayıcıların abonelerine bunu otomatik olarak (default) kullandırması, istemeyen kullanıcının da ancak ‘başvurarak’ bu filtreyi devre dış bırakabilmesi öngörülüyor.

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25204314/ (Erişim: 19.04.2011, 13:01)