Wuhan Korona Virüs ve Kişisel Verilerin Güvenliği

Ocak 30, 2020

Metin / Meng Ran (Media) Editor Chen Jing proofread Wang Xin

Türkçe özetleyen: Gökçe Özsu

Wuhan’a geri dönenlerin kişisel bilgileri sızdırıldı, “salgına karşı” mücadele fobiye dönmemeli. Salgının engellenmesi konusunda iç tartışmalar yerine hastalığa odaklanılmalı.

Bu fare yılı sıra dışı olmaya mahkum ve yeni korona virüsüyle ilgili haberler hala ekranlardan çarpıcı bir şekilde geçiyor.

Ağdaşlara [netizens] göre, Wuhan’a çeşitli yerlerden geri dönenlerin isimleri, ev adresleri, telefon numaraları, kimlik numaraları, dönüş yolculukları ve hatta üniversite giriş sınavı sonuçlarının içinde bulunduğu kişisel bilgileri sızdırıldı. Çok sayıda kişi telefonla ya da WeChat üzerinden taciz edildiğini bildirdi.

Yeni Çin yılının ilk günlerini yaşıyoruz. Bugünler, pek çok kişinin Bahar Bayramı dolayısıyla ailelerini ve sevdiklerini ziyaret etmeleri için en çok seyahat ettikleri zamanlar. Ancak, bu kişiler, kendilerinin ve sevdiklerinin sağlığı için “kapıları kapatma” konusunda ilk adımı atmış durumda. Evet, hiç kimse bu ortak savaşın dışında değil. Ancak bu savaşta açıklığa kavuşturulması gereken şey “yeni korona virüsün” tek ve ortak düşmanımız olduğudur. Virüsün vurduğu kişiler bizlerin yoldaşları. Wuhan’da, hatta Hubei [Wuhan, Hubei eyaletinin başkentidir] halkı asıl muharebe sahasındaki askerlerdir.

Kimisi “virüsü dışarı taşımamak” için Wuhan’da kalmayı tercih etti; kimisi de salgın hastalık baş göstermeden memleketlerine zaten dönmüştü ve bu kişiler aynı zamanda kendilerini karantina altına alma konusunda ilk adımı atmıştı.

▲ Wuhan’da bir üniversite öğrencisinin Weibo iletisi

Çoğu [Wuhanlı] bu olağan dışı sürecin genel durumundan hareket ederek, tıbbi tetkikler konusunda gerektiği gibi iş birliği yaptı ve kişisel bilgilerini doğru bir şekilde bildirdi. İlgili birimlerin bu bilgileri toplamasının amacı potansiyel risk noktalarını doğru bir şekilde kavramaktır; Wuhan’a geri dönenlerin kişisel gizliliğini ve bilgi güvenliğini korumak, bilgi toplayanların sorumluluğudur.

Şimdilik, bu bilgilerin düzgün bir şekilde saklanıp saklanmadığı şüphelidir.

İnternet’te yayılan kişisel bilgiler önce şöyle bir mesaj veriyor: “Bu kişilere dikkat et”. Wuhan’dan dönen bir üniversite öğrencisi ise samimi bir şekilde Weibo’da “Biz sadece excel dosyalarındaki o soğuk, çirkin isimler değiliz… Bizler de toplumun içini ısıtan insanlarız ve sadece biraz saygı istiyoruz” diyor.

Bundan da önemlisi, kişisel bilgilerinin rastgele ifşa edilmesi ve dağıtılması ilgili yasal düzenlemelerin de doğrudan ihlalidir. Bir salgın karşısında, enfeksiyon kaynağının yayılmasını engellemek için her türlü yolu denemek gerekir, ancak bu durum hiçbir şekilde hukuku çiğnemek için bir bahane olamaz. Aksine, hukuka ve düzenlemelere uyma ihtiyacı ne kadar acil bir durumsa, bireylerin bilgi ve gizlilik de dahil olmak üzere haklarının korunması da o kadar yerinde olur. Yalnızca hukukun ilkelerine uymak salgın durumunu öncelik olmaktan çıkmasına yardımcı olur.

▲ Bulaşıcı Hastalıkların Önlenmesi ve Tedavisi Kanunu.

Sorun, yalnızca kişisel bilgilerin sızdırılması değildir. Bazı ağdaşlar, kimlik kartları Wuhan’da kaldığı için otel rezervasyonu yaptıramadıklarını bildirdiler. Wuhan’a çalışma için geri dönmek isteyenler de ebeveynlerinin engeliyle. Şu anda ağdaşların mesajlarının tamamen nesnel olup olmadığını doğrulayamıyoruz ancak Hubei’nin zihin dünyasına dair böyle mesajlar paylaşılıyor.

Wuhan ve hatta Hubei halkının bu şekilde etiketlenmesi ve şeytanlaştırılması, ilk önce dış dünyaya karşı ittifak edilmesi gereken bu “salgına karşı savaş”ı içsel bir tüketime dönüştürdü. Hubei Eyaleti’nin nüfusu yaklaşık 60 milyon.  Ben de bir zamanlar Wuhan’da üniversite öğrencisiydim ve [buradakilerin] birçoğu görevlerine bağlı, zor zamanlara karşı deneyimi olmayan sıradan insanlar. Şimdiyse yollar trafiğe kapalı ve bu insanlar ciddi bir salgın tehlikesiyle karşı karşıya. Zaten böylesine büyük bir baskı söz konusuyken Wuhan halkı artık bir başka “psikolojik izolasyona” maruz kalmamalıdır.

Tabii ki, diğer şehirler ölümlerin önüne geçmek için ciddi önlemler almalıdır. Bununla birlikte, bu tür “sıkı önlemler” Wuhan halkını nobran bir şekilde etiketlememeli ya da halkın bireysel hakları pahasına olmamalıdır.

Bu durum hükümetlerin -salgın durumuyla alakalı olsun ya da olmasın- kişisel bilgileri talep etmelerinde, kişisel bilgilerin korunması konusundaki güvenliği arttırmalarını ve kasti bilgi ifşasını sert bir şekilde suçlamalarını da içeren “zorunlu” kurallara uymasını da gerektirir.

Bir taraftan da “korunma ve kontrol”ü sağlarken Wuhan’daki turistlerin ve Wuhan’a tatil sonrası geri dönenlerin temel haklarını garantiye alan hizmetlere destek olmamız gerekir. Bu durumu Guangdong gibi yerlerde görüyoruz. Wuhanlı arkadaşlarımıza otellerde ücretsiz konaklama sağlandı. Bu gibi uygulamalar yalnızca salgının kontrol altına alınmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda insanların kalplerini de ısıtır.

Bu salgında “yeni koronavirüs” bizim tek ve ortak düşmanımızdır. Kendinizi, silah arkadaşlarınızı koruyun ve virüsü yenmek adına tüm kuvvetleri birleştirmek için salgın karşıtı güçleri bir araya getirin – şu anda iç çekişmeler virüsün “yardımcısıdır”. Atmosfer ne kadar gerginse, o kadar çok sebep vardır; işler ne kadar anormal olursa, hukuka ve haklara saygı duymak o kadar fazla gereklidir. İşin özünde, ölüme karşı önlem alınması gereken Wuhan halkı değil, salgındır.

Kaynak: Beijing News official micro

 


Twitter’da #WuhanCoronavirus Etiketi ve Çinlilere Yönelik Nefret Söylemi

Ocak 25, 2020

Yazan: Mutlu Binark, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi

1

1997 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nefret söylemiyle ilgili aldığı Tavsiye Kararı’nda nefret söylemi şu şekilde tanımlanmaktadır: ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-Semitizm ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi.” Nefret söyleminin bir virüs salgını dolayısı ile bir ulusa yönelik nasıl işlediğine ve yaygınlaştırıldığına son günlerde Twitter ortamında rastlıyoruz. Türkiye’de sosyal medya ortamları yurttaşların çeşitli şekillerde kullanıcı türevli içerikler üreterek katılmalarına yönelik olanakların artması ile her konuda kanaatlerin pervasızca beyan edildiği alanlara dönüştüler. Böylece yeni medya ekosisteminde katılımcı kültürün demokratik birikimimizi geliştirmek yerine, banal milliyetçiliğin öfke dilinin, duygu sömürüsü yapan içerik ve görsel imgelerin, önyargıların, basmakalıp yargıların yaygınlaşmasına tanık oluyoruz. Bildiğimiz üzere, nefret söyleminin ortaya çıkmasında, “biz” olarak kurulan aidiyetten farklı olana yönelik üretilen veya kurgulanan olumsuz etiketlemeler, stereotipler, önyargılar ve ayrımcı dil pratikleri rol oynar.

Çin’in Hubei Eyaleti’nin başkenti Wuhan’da başlayarak, coğrafyaları ulaşım ağları ile aşan, koronovirüs türevi, günümüzde toplumların karşı karşıya kaldığı küresel ölçekteki risklerden birisi sadece. Küresel iklim değişikliği, iletilen hava kirliliği gibi salgın hastalıklar da ulaşım hublarıyla, dünyanın kıyısında köşesinde kalmış yerel noktalara  değin yayılabilmekte. Bu yazıya konu olan olay ise, bu salgının kendisini değil, sosyal medyada Türkiyeli İnternet kullanıcıların salgın hastalık üzerinden ürettikleri ırkçı ve yabancı düşmanı nefret söylemi. Yakın zamanlarda Çin Halk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında “Kuşak Yol Girişimi”(Belt and Road Inititiave) (一带一路) nedeniyle gelişen diplomatik, ekonomik ilişkilerin kültürler arası iletişim zeminine de yansıması beklenebilirdi. Oysa, her iki ülke arasında halkları birbiriyle samimi anlamda tanımaya yönlendirmenin önünde etnik halkların varlığı sorunu yer almak, her iki ulus-devlette bu “tabu” konu nedeniyle, diplomatik ilişkilerinde temkinli ama pragmatik söylemi benimsemektedir. Ancak, ÇHC Xinjiang Uygur Otonom Bölgesi (新疆维吾尔自治区) olarak adlandırdığı, çoğu Türkiyeli’nin “Doğu Türkistan” olarak tanımlaya geldiği bölgede özellikle Batılı medya kuruluşlarında yakın zamanlarda gündeme  getirdiği devlet yeniden eğitim kampları/tecrit kamplarının varlığı nedeniyle[1], Türkiye’de hükümetin ve ilgili kamusal aktörlerin gündeminde olmasa dahi, kamuoyunda bu olguya yönelik bir duyarlılık, diğer bir deyişle duygusal farkındalık söz konusudur. İşte tam bu zamanda, Wuhan kentinde ortaya çıkıp, önce Çin’in farklı kentlerine daha sonrada dünyanın farklı coğrafyalarına yayılan virüs meselesi Çinlilere yönelik ırkçı ve yabancı düşmanlığını üreten nefret söylemini meşrulaştırma ve yaymada devre girmekte.

23 Ocak’ta Wuhan başta olmak üzere 10 kentin karantinaya alınmasını #WuhanCoronavirus etiketi altında tartışan Türkiye’den sosyal medya kullanıcılarına bakıldığında, Çin parti-devletinin etnik ve dinsel azınlık yönetimi politikası ile Çinli ulusun kendisi arasında ayrım gözetmeden, küresel ölçekte yaşanan epidemik bir sorun üzerinden bir ulus ile ilgili beddua okumaya yönelik söylem geliştirdiğini görmekteyiz. Kullanıcıların paylaştıkları görsel işitsel imgeler, Çinlilerin yeme-içme alışkanlıklarını olumsuz bir şekilde etiketlerken, onları “bize” göre “barbar” olarak kurmakta, yeme-içme alışkanlıklarını arzu nesnesi olmaktan çıkarmakta, Çinlileri gayri insani kılmakta, “iğrençleştirmektedir”. Üstelik, bu alışkanlıkları ile virüs arasında parça bütün ilişkisi kurularak, olayın/durumun kendisi, Çin devletinin Sincan Uygur Otonom Bölgesindeki uygulamalar nedeniyle Çinlilerin başına gelen “ilahi bir ceza” olarak doğallaştırılmaktadır. Burada rasyonel aklın yerine, duygu dilini, öfke saçan söylemi görmekteyiz. Hatta bu duygu dili gayri ahlaki… Çünkü Çinlilerin bu hastalık nedeniyle yok olmasını dileyerek beddua okumaya gidecek kadar öfkeli bir söylem. Üstelikte, Çinlilere yönelik nefret söylemi, hemen başka bir nefret nesnesine de eklemlenmekte: Suriyeliler.  Hatta mevcut siyasal iktidara muhalefet partileri ve medya kuruluşlarına da bu söylem de referansal bağ kurulmaktadır. Böylece, yabancı düşmanlığı katlanmakta, söylemin meşruluk arayan gücü/iddiası pekiştirilmektedir.

Epidemik hastalığın büyüklüğü ve yol açtığı can kayıplarından dolayı, o ulusun başına gelenlere yönelik üzüntü  ve kaygı duymak yerine, kamusal erkin yurttaş gözetim ve denetim politikasını halkın kendisine genelleştirerek nefrete dönüştüren bu söylem, hiç kuşkusuz her iki ülkenin kamu erkinin “Kuşak ve Yol” Girişimine temellenerek yukarıdan belirlenimci bir şekilde kurmaya çalıştıkları kültürel diplomasi yoluyla ortadan kaldırılamaz. İlişkilerin örtük ve ard yapısında, Çinlilere ilişkin verili kabul edilen ve sorgulanmayan basmakalıp yargıların ve etiketlemelerin sosyal medya ortamlarında herhangi bir sorun olduğu zaman hortlaması işte bu nedenledir.

Wuhan’dan başlayarak genişleyen epidemik kriz,  Türkiye’de nefret söylemi sorunun ne kadar derinlere köklendiğini bir kere daha gösterdi…Şu analoji de yerinde olacak: nefret söyleminin kendisi de korona virüsü gibi, tutunduğu zihni  son kertede sönümlendirmekte…

Bu yazının sonunda, Türkiye’deki sosyal medya ekosisteminde iki günlük bu gözlemin sonunda, şu öneride bulunma gereği duyuyorum: kullanıcının nefret söylemi üreterek ve paylaşarak, bu coğrafya/lar/da barışı ve karşılıklı kavramayı, böylece yaşamımızın her anlamda zenginleşmesini tesis edemeyeceğinin farkına varması gereği…

 

[1] https://www.bbc.com/news/world-asia-china-50511063 vb.

Ayrıca bakınız:

https://yenimedya.wordpress.com/2012/01/20/sosyal-medyanin-nefret-soylemi-icin-kullanilmasi-ifade-ozgurlugu-degildir/