SANAL DÜNYADA YENİ ÜRETİM BİÇİMLERİ VE KULLANICI EMEĞİ

Kasım 30, 2009

Çarpı değer, çarpı sömürü

Görüşme-Yazı: Koray Löker

İnternet hayatımızda giderek daha fazla yer kaplıyor. Ve bu ağda bıraktığımız her iz, başkası için bir değer haline dönüşüyor, birilerinin hanesine kâr yazılıyor. İnternetle ilişki yeni tip bir emekçi konumu yaratırken, örgütlenmenin biçimi de sanal sahada değişime uğruyor. “Hem Oyun Alanı Hem Fabrika Olarak İnternet” adlı konferansta Kullanıcı Emeği üzerine bir sunum yapan sanatçı ve akademisyen Burak Arıkan yeni tartışmalara ışık tutuyor…[1]

“Hem Oyun Alanı Hem Fabrika Olarak İnternet” konferansının alt başlıklarından biri olan gayrımaddî emek, en kapsayıcı kavram herhalde…

Burak Arıkan: Evet, ama konferanstaki eğilim, konunun web’le sınırlı olmadığı yönünde. İnternet hayatın içinde daha çok gömülüyor. Pazar sabahı yataktan bilgisayara giriyoruz, 3G cebimizde, her iki kişiden biri Facebook’ta, haritalarda işaretleniyoruz, sokaklarda takipteyiz, her an fotoğraf ve video çekip yükleyebiliyoruz, işte, evde, ofiste, sokakta, gece gündüz ağlı ve bağlı bir hayat yaşıyoruz. Kredi kartını kullandığımız bankalar nereden ne zaman ne aldığımızın kaydını tutuyor, “tüketici davranışı budur” diye paketleyip pazarlama şirketlerine satabiliyor… Gayrımaddî emek, Marx’tan beri tartışılan bir kavram. Tartışmaya bugün eklenen, sosyal ilişkilerin sayısal olarak kaydedilebilir olması ve bu durumun doğurduğu sonuçlar. Daha önce, yolda yürürken, alışveriş yaparken, arkadaşlarımızla konuşurken de bir etkileşim oluyordu. Şimdi bunlar aynı zamanda kaydedilebiliyor, tekrar tekrar kullanılabilir bilgiler haline geliyor.

Bu kayıtlar küresel ekonomide sermaye birikimine dönüştürülme potansiyeli fark edildiğinden beri önem kazandı. Sadece tekrar kullanım değil, kullanımın katma ya da artı-değeri ön plana çıkıyor demek mümkün mü?

Evet, mesela Facebook’ta seni arkadaş olarak eklemiş olmam bir değer yaratıyor. Fotoğraf yüklemem, etiketlemem, arkadaşıma göndermem, gruplara, etkinliklere katılmam, kısacası sosyal hayatımı dijital yöntemlerle toparlamam sonucunda oluşan tercihlerimle dijital bir iz bırakıyorum, bu da bilgi, reklam gibi yöntemlerle paraya dönüştürülüyor. Bir şirket için tüketicinin davranışlarını tahmin etmek altın değerinde.

Facebook ve türevi siteler, nam-ı diğer web 2.0, aslında bu değeri somutlaştıran, organize eden bir altyapıdan ibaret değil mi? Yani Facebook bir araç sunuyor, bu aracı kullanarak bilgi kaydetmeye başlayan kullanıcılar o kayıtlarla artı-değeri yaratıyor…

Buna artı-değer değil, “çarpı-değer” diyorum. Facebook’a dört yıl içinde 1.5 milyar dolar paha biçildi. Tarihte hiçbir şirket bu kadar hızlı büyümemiştir. Bunun adı hiper-kapitalizm; artı-değerle değil, çarpı-değerle işliyor.

Bu etkileşim, gayrımaddî emeğe dair yeni dönem tartışmalarının da temeli gibi görünüyor. Lazzarato, Fordist üretimin tüketim ve sermayenin yeniden üretim döngüsü arasındaki ilişkiyi tanımladığını, post-Fordist anlayışın bunun içine iletişim kavramını da dahil ettiğini söylüyordu. Emekçinin kullanıcı olarak tanımlanmasının anlamı ne?

Kullanıcı emeği, bir şey kullanırken üretim yapmak anlamına geliyor. Üretimle tüketim arasında eskisi kadar net sınırlar yok artık. Kullanıcı Emeği İşaretleme Dili (ULML: “User Labor Markup Language”) bir servisi kullanırken olan biteni işaretleyen, verilen emeği toparlayan bir veri yapısı öneriyor. Örneğin “120 fotoğraf yüklemek”, “15 etiket yapıştırmak”, “17 arkadaş eklemek”, “24 kişi davet etmek”… Bugün hemen her servisin sosyal ağlı olmasını, iletişimin yarattığı ve değiştirdiği güç ilişkilerini de göz önüne aldığımızda, bu yapı üç bölümden oluşuyor: “Eylemler” – bir kullanıcı olarak kendi yaptıklarım, “tepkiler” – arkadaşlarımın benim yaptıklarıma tepkileri, “ağ”  – sosyal ağımın potansiyeli… ULML ne yaptığının değil, ne kadar yaptığının hesabını tutuyor, emeği ölçmek için bir çerçeve, bir standart sağlıyor. Veri standartlaştırması, hiper-kapitalizmin en temel aracı. Biz de standartlaştırmayı, gayrımaddî emeği görünür kılmak için kullanmayı öneriyoruz. Bu tartışmada iki önemli nokta var: Birincisi, politikmiş gibi olma sorunu. Web’de arkadaşına göndererek, yıldız vererek, imleyerek, yorum yazarak, sanal kampanyaya imza atarak sanki politik bir eyleme katılmış gibi hissetme durumu, ufak tatminler. Sonucunda, gerçek mücadele ve örgütlenmeye enerji ve istek kalmaması… İkincisi, daha zor bir konu, emekle oyun arasındaki fark. Arkadaşlarımızla bir kafede otururken o ortamdaki sosyal alışverişlerin kafe sahibine ne kazandırdığını düşünmeyiz. Böyle bir şeyin sürekli farkında olmak keyfimizi kaçırır. Oyunla emek arasında bilinçli ayrım yapamıyoruz. İnsan doğasındaki bu kırılgan durum, maalesef sömürülmeye müsait.

Kafede otururken yaptıklarımızla web 2.0 gibi durumlarda bizatihi sermayeyi oluşturuyor olmamız arasında bir fark yok mu?

Ortaya çıkan değerin çarpılarak, geometrik olarak artması gibi bir fark var. Sosyal ilişkilerin ortaya çıkardığı enerjiyi ağırlayan (“host” eden) ve bu enerjiden fazlasıyla faydalananlar, kafe işletmecileri veya Facebook’un ortakları… Kullanıcı yarattığı değerden yeteri kadar pay alamıyor. İnsan doğası gereği, emekle oyun arasındaki geçişmenin farkına varmadığı için hakkını araması da mümkün olmuyor. Bu sorun belki pazar/kamu ayrımıyla çözülebilir, yani nasıl sosyal devlet vatandaşa belli güvenceler veriyor, belli hakları herkes için temel kabul ediyorsa, sanal dünyaya ilişkin benzer bir düzenleme kullanıcı emeğini sömürülmekten kurtarabilir. Fakat emek-oyun ayrışması, pek farkına varılmayan bir şey; kolay kolay temelden, halktan tepki gelişmesi mümkün değil. Bu projeyle uğraşıyor olmama rağmen, ben de en azgın sosyal web kullanıcılarındanım, çoğu zaman umursamıyorum emeğim sömürülmüş mü, sömürülmemiş mi…

Peki bir çeşit “kullanıcı örgütü” tartışması var mı? Mesela, kurucu yazarı olduğun Düğümküme bloğunda Last.fm’in ticarî kaygıları karşısında bir sendikal örgütlenme tartışması yürütüldü. Üretim ilişkileri ve kavramların temel anlamları bu kadar değişirken, sendikadan anlayacağımız şey de aynı olmayacak herhalde…

Kullanıcı sendikası tartışılıyor, ama bu bildiğimiz sendika olur mu, bilemiyorum. Hibrid bir örgütlenme üzerine konuşuyoruz. Sanal ortamların sağladığı hızı ve kontrol edilemezliği fiziksel ortamın kanlı canlı yoğunluğuyla götürmek istiyoruz. Diğer yandan, uğraşılan konuların karmaşasını düzenli olarak görünür kılmak gerekiyor. Örgütlenme ile karmaşayı ifade etme arasında bir geri besleme yapmak, içinde bulunduğumuz ahval ve şeraitin karmaşıklığını anlamak, problemleri işaretlemek durumundayız. Bu alanda bilgi görselleştirme tekniği ile karmaşayı anlamlandırmak ve sorunları elle tutulur hale getirmek mümkün olabiliyor. Medya teorisyeni Brian Holmes’un son kitabında yazdığı gibi, çok-disiplinli-araştırma (“extra-disciplinary investigation”) yapmalı, bir problemi farklı açılardan gösterebilmeli, dahası disiplinsiz-soruşturmaya (“non-disciplinary interrogation”) girişmeliyiz.

Bu da bizi talepleri, kaygıları kendi içinde ortaklaşan yeni bir emekçi sınıf tanımına götürüyor. Yani bir sanal emekçi topluluğu var, ama bu bildiğimiz emekçi sınıfla bağıntısız bir yapı. Ve fiziksel emek mücadelesiyle doğrudan ilişki kurmaya kendisini zorunlu hissetmeyecek galiba…

İnternet yaygınlaştıkça fiziksel emekçi / sanal emekçi ayrımı ortadan kalkıyor. Ancak tabii ki şu anda bildiğimiz bir sendika üyesi emekçi online hayata dair bir sorunsallaştırma yapıyor değil.

Ama o sanal dünyayı var eden araçların üretiminde tipik üretim ilişkileri devam ediyor. Yani bilgisayarlar Tayvan’da, Çin’de üretilirken, Avrupa ya da Hindistan’a geçince, ağa bağlanıp emek sunmaya başlayınca başka bir üretim ilişkisi varoluyor. Bu iki üretim ilişkisi aynı ekonomiyi besliyor, ama örgütlenme biçimleri birbirinden izole ve ayrı emek dünyaları halinde varlıklarını sürdürüyorlar…

Çin’in bir fabrikasında çip takan adamla aynı şehirde World of Warcraft oyununda bölüm atlayıp üyelik satan çocuk birbiriyle iletişim halinde değil muhtemelen. Ama ikisi de benzer yerlerden sömürülüyor. Fiziksel emeğin problemleri belli ve zaten mücadele sürüyor. Ancak dijital ortamlarla gelen yeni konuların öncelikle sorunsallaştırılması gerekiyor. Bu konferans da bu yönde bir adım. Bu adımı hibrid örgütlenmelerin artışı takip edecek. Türkiye’de Hrant Dink suikasti sonrası gerçekleşen toplanma böyle bir hibrid örgütlenme örneğiydi. SMS, e-posta grupları üzerinden bir anda çok hızlı bir toplanma oldu. Akşama dev bir kalabalık vardı. Bu olayda sorunsallaşma zaten vardı, hibrid örgütlenme kendiliğinden çalıştı.

Hibrid olmayan, yani sokaklara inmeyen, ama politikmiş gibi olmaktan kurtulup politik olabilen, dönüştürme gücüne sahip tamamıyla sanal bir örgütlenme örneği var mı?

Olsa görürdük sanırım.  İnsanlar bloglarına bir şey koyarak, imza atarak bir politik tatmin yaşıyor, ama esas mücadele ve örgütlenmeye enerji aktaramıyorlar. Kritik çoğunluk için YouTube henüz “girilemeyen” bir web sitesi, halbuki Türkiye devleti “kitlesel ifade özgürlüğü engellemesi” yapıyor. Devlet yöneticileri bize çocuk gibi davranma geleneğini sürdürüyor.

Web 2.0 siteleri kapatıldığında insanlar yalnızca bir tüketimden değil, ürettikleri şeyle aralarındaki ilişkiden de men ediliyorlar…

Evet. Şu anda internet yasakları, sigara yasağı gibi algılanıyor. “Arzuladığım bir şeye erişim engellendi” diye bakılıyor. Halbuki yüzbinlerce yazar-çizerin kitabının yasaklanmasına eşdeğer bir engelleme bu.

Ve emeğin dolaşım özgürlüğü de kısıtlanmış oluyor. Youtube, Facebook ya da last.fm’e içerik sağlayarak, emek harcayarak varolmayı seçemiyorum, buna devlet karar veriyor. Ulaşrma Bakanı, “elâlemin sitesine girmesek ne olacak, kendimizinkini yapalım” diyerek bu durumu milliyetçi bir kulvara da çekmeye çalıştı.

Evet, internet cahili yöneticiler hâkim şu anda, internet üzerine uzmanlaşmış bir ihtisas mahkemesi da yok. Bizler küresel çerçevede gayrımaddî emeği tartışırken, yerelde internet yasaklarıyla uğraşmanın yarattığı dayanılmaz hafiflik, mecburî naiflik, bağlamsız kalma söz konusu. Bununla mücadele etmek için iki gelişmenin bir arada olması gerekiyor: Birincisi, internet yasaklarının bir “kitlesel ifade özgürlüğü engellemesi” olduğunu gösterecek çalışmalar; ikincisi, hibrid örgütlenmeler, online toplanmaları fiziksel hale de getirmek.

YouTube gibi, üretilen içerik türünün önceki yapıları dönüştürdüğü örnekler başka kavramları da tartışmaya açıyor. Sinema, video gibi her tür hareketli görüntünün mecrasına yönelik bu değişim, içeriği de yeniden şekillendirilmeye muhtaç hale getiriyor. Bir romanın yazarı ve okuyucusu arasındaki farkın çok ötesinde, çok daha geçişken sınırlarla tartışıyoruz kültür alanını. Kültür dünyası bu değişimden nasıl etkileniyor?

Bu karmaşık dünya, klasik sanatsal anlatım ve temsiliyet tekniklerini etkisiz kılabiliyor. Okumanın izleyicilere, ziyaretçilere bırakıldığı işler pasif kalabiliyor. Hepimiz zaten bir bilgi-algı türbülansı içindeyiz, bir hikâyeden diğerine, bir sergiden öbürüne, uzaktan kumandayla kanal atlar gibi dolaşıyoruz. Hal böyleyken sanat sadece okuma değil, okuma ve yazma eylemlerinin beraber yürüdüğü bir deneyime dönüşebilir. İzleyici dediğimiz kimseler de, açık bir diyalogla katılımcılara dönüşebilir. Sanatçı sanat ürünü olarak araç yaratabilir, araçlar insanlara kendi hikâyelerini kurma imkânı sağlayabilir. Dahası, sanatçı sınırlı bir alan yaratıp bu alan içine davet edebilir katılımcıları, burada artık sanatçıyla katılımcı arasında ayrım kalmaz, herkes sanatçı olur. Daha aktif bir deneyim, fikir dönüşümü, öğrenme, inançlarımızda gerçek yaralanmalar yaşanabilir.

 Facebook’a dört yıl içinde 1.5 milyar dolar paha biçildi.

Tarihte hiçbir flirket bu kadar hızlı büyümemiştir. Bunun adı hiper-kapitalizm; artı-değerle değil, çarpı-değerle işliyor.

(1)  Teknolojik imkânlarla oluşturduğu sanatsal çalışmalarını ve akademik faaliyetlerini New York ve İstanbul’da  sürdüren Burak Arıkan, Düğümküme adlı internet sitesinin de yazarlarından.

Express (Kasım 2009) dergisine bu yazı-röportajı paylaştığı için teşekkür ederiz.


Youtube vd. sitelere erişim yasakları iç hukuk yolları tükendiği için AHİM’e iletildi…

Kasım 30, 2009

İnternet Teknolojileri Derneği, Youtube internet sitesinin erişiminin engellenmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açtı.

Türkiye’de erişimi engellenen web sitesi sayısı hızla artarken, yasağa karşı iç hukuk yollarının tükenmesi yüzünden konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. İnternet Teknolojileri Derneği (INETD) Başkanı Mustafa Akgül, erişim yasaklarının sembolü durumundaki Youtube internet sitesine erişimin 5 Mayıs 2008’de engellendiğini hatırlattı ve konuyu AİHM’ye götürdüklerini açıkladı. INETD olarak, zarar gören üyeler ve tüm ülke adına, Youtube yasağının hukuka ve kamu yararına aykırı olduğunu gerekçesiyle ilgili mahkemeye itiraz ettiklerini ifade eden Akgül, Mahkeme’nin, ”İtirazın kararın ilk haftasında yapılması gerektiği” gerekçesiyle itirazı reddettiğini belirtti. Akgül, ”Bir üst mahkeme ise gerekçelerimizle yaptığımız itirazı hiçbir gerekçe ve görüş belirtmeden reddetti. Ülkemizde itiraz edebileceğimiz başka makam kalmadığı için geçen hafta AİHM’ne başvurmak zorunda kaldık” dedi. Youtube yasağının, Anayasa’ya, hukukun evrensel ilkelerine ve Avrupa İnsan Haklarına Sözleşmesi’nin çeşitli maddelerine aykırı olduğunu belirten Akgül, ”Türkiye’nin adeta internetle savaştığını” öne sürdü. Akgül, şunları kaydetti: ”AİHM’e başvurumuzun ana noktası, yasaklamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi olan ifade özgürlüğünü ihlal etmesidir. Yasaklanmak istenilen videolara nesne temelli filtreleme uygulama mümkün iken bu uygulanmayarak, tüm yurttaşlarımızın bu uluslararası paylaşım ortamından yararlanmaları, bu ortamda kendilerini ifade etme özgürlüklerine orantısız bir şekilde kısıtlanmaktadır. “Yasaklama, sözleşmenin 6. maddesine aykırı olarak sakıncalı videolarla hiçbir bağlantısı olmayan kişilere kısıtlama getirilmekte, hiçbir yargılama yapılmadan bir tedbir kararı kesin bir karar gibi uygulanmakta, bundan zarar gören kişilerin hakkını arama hakkına sınırlama getirmektedir. Verilen tedbir kararı kısa bir süre için geçerli olması gerekirken, tedbir kararı yinelenmeden geçen yılın mayıs ayından beri uygulanmaktadır. Tedbir kararı öncesinde de ne bir savunma alma çabası olmuş, ne de bilirkişiye başvurulmuştur. Bir başka deyişle, bu yasaklama kararının bir hukuk faciası olduğu kanısındayız.” Youtube yasağının eğitim hakkına da sınırlama getirdiğini ileri süren INETD Başkanı Akgül, Youtube’un üniversitelerin, uluslararası kuruluşların ders ve benzeri malzemeleri koydukları ana dağıtım kanalı olduğunu da söyledi. Akgül, internete getirilen bir kısıtlamanın iletişim özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama olduğunu savunarak, ”Youtube gibi milyonlarca kişinin kullandığı, milyonlarca nesnenin bulunduğu internet sitelerini tümden kapatmak yerine, sakıncalı bulunan nesnelere erişimi engellemek mümkündür. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, bunu yapacak idari, mali ve teknik beceriye sahiptir. Kamuoyunun yeterli baskı yapmaması nedeniyle gündeme alınmamaktadır” diye konuştu.

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25026357/
Erişim tarihi: 30 Kasım 2009


Türklerin internet tutkusu!

Kasım 30, 2009

İnternet kullanıcılarının yaklaşık yarısı her gün ortalama 5 saatin üzerinde, dörtte biri ise haftada 50 saatin üzerinde online oluyor. E-posta, anında mesajlaşma (IM) ve oyun ise ön planda…
İnteraktif pazarlama ajansı Adinteractive, İnteraktif Türkler 2009 araştırma raporunu, 1948 kişinin katıldığı tamamen dijital bir anket yardımıyla şekillendirdi. Katılımcıların yüzde 75,4’ünü ağırlıklı 18-35 yaş aralığındakilerin, yüzde 67’sini üniversite düzeyindekilerin, yüzde 43’ünü de kadınların oluşturduğu araştırma sonuçlarına göre, internet ağırlıklı olarak, e-posta, IM ve oyun amaçlı kullanılıyor.

Ankete katılanların yüzde 49,5’i her gün ortalama 5 saatin üzerinde internette vakit geçiriyorken, yüzde 25,1’i haftada 50 saatin üzerinde online oluyor.

İnterneti kullananlar içinde e-postayı kullananların oranın yüzde 83,9 olarak belirlenirken, katılımcıların yüzde 50’si sürekli bu hizmetten yararlandığını ifade ediyor.

İnterneti yüzde 91,3 oranında chat, sohbet amaçlı kullananların ise yüzde 48’i fırsat buldukça, yüzde 20’si akşamları, yüzde 16,6’sı ise sürekli olarak bu hizmetten yararlanıyor.
SOSYAL TOPLULUK SİTELERİ AĞIRLIKLI ÖĞLEN KULLANILIYOR

Sosyal topluluk siteleri kullanıcılarının oranı ise yüzde 57,9 olarak belirlendi. Bu kullanıcıların yüzde 40,3’i öğlen, yüzde 17,3’ü ise akşam saatlerinde bu siteleri ziyaret ediyor.

İş amaçlı interneti kullanan yüzde 47,3 oranındaki katılımcının büyük bir kısmı sürekli olarak internetten bu amaçla yararlanıyor. Bilgi, haber alma amacıyla internet kullananların yüzde 35,9’u sürekli, yüzde 29,7’si fırsat buldukça interneti kullandığını belirtiyor.

Yüzde 67 oranına sahip olan, oyun ve eğlence amacıyla internet kullananların yüzde 49,7’si fırsat buldukça, yüzde 20,9’u ise akşam saatlerinde internetten yararlanıyor.

Araştırma sonuçlarına göre internet, ders/ödev, müzik dinleme ve indirme, film indirmek ve izlemek, arkadaşlık amaçlı da kullanılıyor.

BANKACILIK İŞLEMLERİNİ İNTERNETTEN YAPANLARIN ORANI YÜZDE 35
Bankacılık işlemlerini internetten gerçekleştirenlerin oranı yüzde 35 iken, bu kullanıcıların yüzde 37,6’sı sürekli, yüzde 21,9’u sabah, yüzde 16,4’ü ise öğlen saatlerinde işlemlerini yapıyor.

Kamu hizmetleri işlemlerini internet üzerinden gerçekleştirenlerin oranı da yüzde 18,4 düzeyinde. Blog kullanıcılarının oranı yüzde 12,7, forum kullanıcılarının oranı da yüzde 18,8. İnterneti ticaret amaçlı kullananların oranı yüzde 9,3 olurken, bunların yüzde 70’i sürekli olarak, yüzde 18,7’si ise fırsat buldukça bu hizmetten yararlanıyor.

Yüzde 33,4 olan internet üzerinden alışveriş oranının yüzde 62,6’sı sürekli, yüzde 13,5’i akşamları interneti bu amaçla kullanıyor.

ARAMA MOTORLARI DIŞINDA EN SIK ZİYARET EDİLEN ADRES
Ankete katılan kullanıcıların arama motorları dışında en sık ziyaret ettiği adreslere bakıldığında ise Facebook birinci sırayı aldı.
Araştırmada reklam içerikli e-mail tıklanma oranlarına bakıldığında, en son gün içinde bir reklam içerikli e-mail’e tıklayanların yüzde 36, son birkaç gün içinde tıklayanların ise yüzde 24,5 oranında olduğu görülüyor.

CEP TELEFONUNDA KONUŞMA DIŞINDA EN FAZLA KULLANILAN SMS GÖNDERİMİ
Araştırmaya katılanların yüzde 98,5’i cep telefonu sahibiyken, yüzde 1,5’i cep telefonu kullanmadığını belirtiyor. Cep telefonuyla internete düzenli olarak girenlerin oranı yüzde 41, lokasyon bazlı uygulamaları kullananlar ise yüzde 23 düzeyinde.

Ankete katılan kullanıcıların yüzde 49,5’i cep telefonlarına gelen indirim, promosyon mesajlarını faydalı bulurken, katılımcılar kendilerine atılan SMS’lerde yüzde 44 oranla promosyon ve indirimlerin duyurulmasını istiyor.

”Cep telefonunuza hangi sıklıkla müzik, resim, oyun ya da uyulama indirirsiniz?” sorusuna yüzde 39 ”asla” yanıtını verirken, yüzde 35,5’i ”nadiren”, yüzde 13,5’i ”mecbur kaldığında”, yüzde 12’si ”sıklıkla” cevabını veriyor.

Araştırma sonunda ankete katılan kullanıcıların cep telefonlarını konuşma dışında kullandıkları fonksiyonlar; yüzde 92,5 SMS gönderimi, yüzde 77,5 fotoğraf çekimi ve yüzde 48,5 uygulamalar, yüzde 44,5 radyo dinleme, yüzde 41,5 internete bağlanma, yüzde 36 oyun oynama, yüzde 33 MMS gönderimi, yüzde 14 GPS navigasyon şeklinde sıralanıyor.

İNTERAKTİF TV
Ankete katılanlar arasında interaktif TV sahibi katılımcıların yüzde 98’i ev, yüzde 2’si iş yerinde interaktif TV kullanıyor. En çok izlenen yayınlar yüzde 73 ile ulusal kanallar olurken, bunu haber kanalları, film-dizi kanalları, spor kanalları izliyor. ”Televizyonda genelde kimin istediği kanal açık olur?” sorusuna katılımcıların yüzde 68’i ”benim” yüzde 14’ü ”eşimin” cevabını veriyor. Katılımcıların yüzde 33’ü TV’yi tek başına, yüzde 31’i ise ailece izliyor.

Adinteractive’in Kurucusu ve Başkanı Köksal Abdurrahmanoğlu araştırmaya ilişkin değerlendirmesinde, müşterilerine hiç olmadıkları kadar yakınlaştığını hisseden markaların pazarlama projelerini giderek daha ucuz ve daha verimli bir alan olan dijital tarafa kaydırmaya başladığını, geleneksel pazarlamanın pastadaki payı azalırken dijital ve interaktif projelerin sayısının katlanarak arttığını vurguladı.

Abdurrahmanoğlu, ”Krizde bu mecraya yatırım yapan markalar hem krizden daha az etkileniyor hem de rakipleri karşısında büyük rekabet avantajı sağlıyor” dedi.

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25026073/
Erişim tarihi: 30.11.2009


Facebook’ta nefret grupları

Kasım 23, 2009

Dünyanın en serbest siber-sosyalleşme sitesi Facebook, nefret suçlarının tanımlandığı bir internet yasası bulunmayan Türkiye’de linç gruplarının da favori platformlarından.

Noyan Ayan

Sanal da olsa hızlı ve geniş örgütlenme kolaylığı sağlayan Facebook, her türlü sosyal ve siyasi kampanya için de platform oluşturuyor. Ancak Türkiye gibi ‘nefret suçları’na yönelik ayrıntılı ve yaptırım gücü olan hukuki düzenlemelerin bulunmadığı ülkelerde, Facebook, YouTube gibi sosyal ağlar da ırkçı, radikal dinci, cinsiyetçi gruplaşma ve kampanyalara sahne olabiliyor.

Bu kampanyalarda kullanılan nefret dili aslında çağdaş hukuk çerçevesinde ciddi yasal yaptırıma uğrayacak türden. Hatta açıkça suikast ve saldırı çağrısında bulunulan bazı Facebook grupları, yoğun şikayet sonucu Facebook yönetimince kaldırılmadığı sürece, her hangi bir yaptırımla karşılaşmıyor. Bu grupları kuranların hesapları silinmesi de çözüm olmuyor, çünkü akabinde yeni hesaplar açılıp yeni gruplar kurulabiliyor.

Devamını okumak için –> NTVMSNBC


GELENEKSEL MEDYADA NEFRE T SÖYLEMİ ve MEDYANIN BU SÖYLEMİ ÜRETMEDEKİ ROLÜ…

Kasım 22, 2009

Yeni Medyada Nefret Söylemi Paneli-21.Kasım.2009

Doç.Dr. Aslı Tunç

İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi

Birçok nedenden dolayı Türkiye bir süredir toplumun farklı kesimleri arasında kutuplaşmalara sahne oluyor; kendisinden farklı olana, “öteki”ne yönelik tahammülsüzlük giderek yaygınlaşıyor. Güneydoğu’da neredeyse 30 yıldır süren çatışmalar ve çatışma sonucu zorunlu yerinden etmeler nedeniyle Türkiye’de yaşanan ani demografik değişim ve ekonomik, sosyal ve kültürel çatışmalar, topluluklar arası gerginliğin artmasına neden oldu. Öte yandan AB üyelik sürecinde gündeme gelen liberal ekonomi, azınlık hakları gibi demokratik açılım çabaları, Kıbrıs meselesiyle ilgili tartışmaların da “yabancı odakların Türkiye’ye yönelik oyunları” gibi algılanması ve sunulması da kutuplaşma ve düşmanlığı arttırıyor. Son olarak laiklik tartışmaları da yaygın bir çatışma alanı haline dönüşmüş durumda.

Şöyle bir çevremize bakalım:

Bu ülkede Hitler’in “Kavgam” kitabı en çok satan ilk 10 listesinden inmiyor. Hitler’in dünyayı algılama biçimi, metodolojisi ve önceliklerini rasyonel sayarak topluma bakmak anlaşılan kimsenin tüylerimizi ürpertmiyor. Hükümet yetkilileri, muhalefet partisi liderleri ve kamu görevlileri gibi kanaat önderleri bile bu tür bir ırkçı ve ayrımcı dil kullanmaktan çekinmiyor. “Çeşitlilik bizim zenginliğimizdir” söyleminin ardından “Yahudiler durduğu yerde para basıyor” deniyor. Bu ülkenin Amiral Gemisi denilen gazetesi her gün “Türkiye Türklerindir” sloganıyla çıkıyor. Aynı sloganı rahatlıkla Türk-İslam sentezini savunan ülkücülerden de duyabiliriz. Sporda bile bir şehir takımını terörist örgütle bir tutuyoruz. Gözü dönmüşlük içinde saldıyor, haykırıyoruz. Kentin duvarlarına “bütün dünya Türk olsa” diye özlemlerimizi yazıyoruz. Sonuç olarak biz Türk, Müslüman, Sünni, Heteroseksüel, Erkek ve Milliyetçi olmayan kimselere hiç mi hiç tahammülümüz yok. Hadi açıkça söyleyelim onlardan bayağı bayağı haz etmiyoruz hatta nefret ediyoruz. Nefret hayatımızın ne zamanında böylesine sıradanlaştı? Biz hep böyle miydik yoksa son dönemde mi böyle olduk?

Medya bu sıradanlaşmada nasıl bir role sahip? Medya sadece sokak algısını mı yansıtıyor?  Yoksa başlıbaşına nefretin ve ayrımcılığın üzerine bir dil mi kuruyor? Farklı ulus, ırk, cinsiyet, yaş, etnisite, dine, mezhepe ait olan ya da cinsel tercihi, fiziksel görünümü, mesleği, sosyal sınıfı ya da ideolojisi değişik olan herkes bu nefret girdabından kendini kurtaramıyor.

Irkçı nefret, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm, saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik, azınlıklara, göçmenlere ve eşcinsellere karşı ayrımcılık ve düşmanlıkla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü de kapsayan, buna dayalı her tür nefreti yayan, teşvik eden, meşrulaştıran ve katkıda bulunan her türlü ifade biçimine nefret söylemi diyoruz.

Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu/düşmanlığı, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi yatar.

Yükselen milliyetçilikle birlikte nefret dili yükselir ve etkisini arttırır. Türkiye’de sık sık medyanın taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Özellikle de azınlık hakları, silahlı çatışmalar ve AB üyelik süreci gibi konularda bu dil kendini daha fazla gösteriyor. Haberlerde, özellikle de manşetler ve haber başlıklarında kullanılan provokatif, ırkçı ve ayrımcı dil, toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren birer araca dönüşüyor. Medya en etkin kültürel iletkenlerden biridir. Bu nedenle çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, bu çatışmayı sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici olabilir. Uzun yıllardır Türkiye medyası milliyetçi ve ayrımcı söylemin etkin kaynaklarından biri oldu. Bu gazetecilik türünün toplumdaki kutuplaşmaya dikkate değer bir katkısı sağladı. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan bazı nefret suçları incelendiğinde, medyanın katkısı daha anlaşılabilir olacaktır. Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanmakta olan Yasin Hayal, verdiği ifadede “Hrant Dink’i şahsen tanımadığını ama gazetelerden Türk düşmanı olduğunu okuduğunu” söylemiştir. Aralık 2007’de İzmir Ayasofya Kilisesi rahibine saldıran zanlı ise Ogün Samast gibi kahraman olmak için bu fiili gerçekleştirdiğini ifade etmiştir.Medya sorumsuz veya dikkatsiz davranırsa, ırkçılığı ve kişilerin birbirine karşı nefret duyguları üretmesini tetikleyebilir, besleyebilir ve güçlendirebilir; en kötüsü de bu tür tutumları meşrulaştırıp, haklı çıkarabilir.Gazete haberlerini taramak, sivil toplum örgütlerinin haber, yıllık rapor ve kampanyalarını taramak, Türkiye’de de ciddi bir nefret suçları sorununun olduğunu anlamaya yeter. “Kürt açılımı”, “dinsel azınlıklar”, “eşcinsel hakları” vb. konulardaki tartışma ve gruplaşmaları pek genel olarak takip etmek dahi, hem sözlü şiddet hem de fiili şiddet içeren nefret suçlarının ülkemizde de yaygın olduğunu göstermektedir. Dünyada Durum Ne? Dünyaya baktığımızda ise nefret söylemi 1990’larda hem ABD’de hem de Avrupa’da ayrımcılık çerçevesi içinde ele alınmaya başladı. Bu bağlamda bilerek ve farkında olmaksızın farklı etnik, kültürel, dinsel ve cinsel kimlikleri veya fiziksel ve ruhsal olarak özürlü grupları hedef alacak aşağılama ve nefret içeren söz ve değişleri yasaklamaya başladı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına baktığımızda, nefret dili kullanan kişinin etki alanı önemlidir ve bu kişinin siyasetçi olması durumunda sorumluluğunun daha yüksek olması gerektiğini ve toplumda farklı olana yönelik tahammülsüzlüğü geliştirecek ya da arttıracak dilden kaçınması gerektiğini ifade eder.

Kimseleri Ürkütmemenin En Doğru Yolu: Politik Doğruculuk (Political Correctness) Nefret söylemi içinde değerlendirilen kavramlar 20. yüzyılın sonların epeyce genişledi. Bu genişleme kimi zaman bazı ideolojik duruşları da kapsadı. Örneğin, bazı feministlerin kadınlar veya lezbiyenler hakkında yaptıkları şakalar bile nefret söylemi içinde değerlendirilebildi. Son dönemde Kanada Hükümeti cinsel kimliği de nefret söyleminde korunacak unsurlar listesine ekledi. Sonuç olarak herkesin uzlaşamadığı nokta tabii ki nefret hatta fiziksel saldırıya yol açabilecek klasik anlamdaki nefret söylemi ile sadece saygısızlık ve densizlik olarak tanımlabilecek dilsel kullanım arasında fark. Özellikle düşünce özgürlüğünün Avrupa sisteminden daha geniş olarak korundugu Amerikan sisteminde “nefret içeren ifadeler” ya da “nefret sözleri” (“hate speech”) adı verilen ayrımcılığa dayalı tahkir veya ayrımcılık, kin ve düşmanlığa tahrik filleri haklı olarak korunan hukuki bir değer için açık ve yakın tehlike oluşturmadıkça cezalandırılamamaktadır. Nefret söylem tartışmalarının odağında “kabul edilebilir” ve “kabul edilemez” olanların tarihsel ve kültürel olarak değişme gösterebilmesi yer almaktadır. Örneğin homoseksüelliğe ait kişisel fikirler (dindar bir kişinin onu ahlak çöküntüsü olarak ele alması vs.) ifade özgürlüğü olarak tanımlanırken pek çok kişiye göre homofobik bir ifadedir ve homofobik nefret söylemi kapsamında değerlendirilmelidir. Devletlerin koyduğu yasal düzenlemelerin dışında üniversiteler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, iş yerleri ve kuşkusuz medya kuruluşlarının nefreti yayan söylemler üzerinde yaptırımları yıllar içinde sertleşti. Politik doğruculuğa “mayınlı alanlarda konuşma adabı” diyebiliriz. Ya da “aman kimseyi incitmeyelim” mantığından yola çıkarak bazı kelimeleri yasaklı ilan etmek. Bu, ABD’de ırkçı ve cinsiyetçi dili yıkmak için ortaya çıkan bir kavram.Ancak Politik Doğruculuk yozlaşıp zihniyet polisliğine dönüştüğünde hem düşünce özgürlüğü hem çoğulculuk hem de yaratıcılık/eleştirellik açısından ciddi sorunlar yaratır. Avrupa genelinde nefret söylemine karşı tek tip bir tavır göremiyoruz. İngiltere mesela Almanya, Fransa ve Avusturya’ya göre ifade özgürlüğüne daha fazla vurgu yaparak kanunlarına buna göre düzenler. Bu ülkelerde Yahudi Soykımının inkarı suçtur. Dolayısıyla Avrupa’da nefret söylemine ortak bir yaklaşım sözkonusu değildir. Ancak Avrupa’nın bu konuda ABD’ye oranla çok daha temkinli olduğunu söyleyebiliriz. Nefretin ve şiddetin körüklenmesinin önündeki yasal düzenlemeler Fransa, Hollanda, Almanya ve Danimarka’da çok ciddi davalara yol açmakta, eğer bir göçmen suçlu bulunursa sınır dışı edilmetedir. Hatta İngiltere’de son dönemde Müslümanlara karşı nefreti körükleyen söylemlerin cezaları arttırılmış ancak sonra ifade özgürlüğü tartışmalarıyla bu cezalarda indirmeler yapılmıştır. Ancak İngiliz polisi protestolarda kullanan “gerçek soykırım nedir göreceksiniz”, “peygamberi aşağılayanı öldür”, “islamı küçük görenin kafasını kes” ve “Avrupa senin 11 Eylül’ün de çok yakında” gibi sloganlar karşısında oldukça sert bir duruş sergilemektedir.

Nefret Söylemini Yaymada Medyanın Rolü

Almanya’da yapılan araştırmalar özellikle yabancılara yönelik tehdit ve saldırıların kitle iletisim araçlarında yoğun olarak yeralmasından sonra paralel taciz ve saldırıların kısa dönem içinde yoğun olarak artması ve medyanın ilgisi ortadan kalktıktan sonra düşmesi medyanın etkisine iyi bir örnek sayılabilir. Bugün yazılı basına baktığımızda Yeniçağ, Yenişafak, Vakit gazetelerinin en vahim haber dili kullandığını söylemek mümkün.

Yaygın medya azımsanmayacak ölçüde nefret suçlarında faili koruyan ve cinayeti haklı gören bir dille haber yazmakta.Her ne kadar evrensel ve ulusal gazetecilik ilkeleri, hatta bazı medya kuruluşlarının kendi gruplarının yayınladığı basın etik ilkeleri bulunsa da, birçok haber ürünü bu ilkeleri ihlal edebiliyor. Böylesi bir dilin kullanılması ise toplumda huzursuzluk ve savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine yol açıyor. Hedef alınan kişi ve gruplar ise tedirginleşiyor, sessizleşiyor ve demokrasinin olmazsa olmazı olan sosyal ve siyasal yaşama katılım şanslarından zorunlu feragat ediyorlar. Bu kışkırtıcı ve hedef gösterici dil kullanımı zaman zaman düşmanlaştırılan ve marjinalleştirilen grupların üyeleri ya da mekanlarına yönelik saldırılarla sonuçlanabiliyor. Mesela 6-7 Eylül olaylarında ya da Kardak krizi döneminde gazete manşetleri hep aynı zihniyetin ürünüdür. ‘Sokak faşizmi’ dediğimiz olguyu güçlendiren şey de yine bu nefret söyleminin medyada yer bulması ve rağbet görmesi. Kendisini ‘dördüncü kuvvet’ olarak tanımlayan medyanın kasıtlı ve kasıtsız suç ortaklığını bırakıp, toplumun ve barışın gelişmesi için mücadele etmesi gerekir.

Nefret cinayetleri, medya’da “gay cinayeti”, “eşcinsel cinayeti”, “ahlaksız teklif” manşetleri atılarak, şiddet olayları magazinleştirilerek sunulmaktadır. Medya bu haberleri verirken genellikle zanlının savunması üzerinden haberi hazırlamaktadır. “Kurban”ın kendini savunması mümkün olmadığı için “zanlı”nın savunması ile hazırlanan haber de taraflı ve homofobik haberler olmaktadır.

Sessizlik Sarmalı: Elisabeth Noelle-Neumann tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Toplumun farklı olanı dışlamasından dolayı insanların çekinmesini, toplumdan gelecek tepkilerden dolayı gerçekleşebilecek insanların güvensizliğini, zorunlu izoleliğini ifade eden sarmaldır.

İçinde bulunduğu topluluğun genelinin aksi yönde düşündüğüne / davrandığına inandığında, kişi kendisini korumak için suskunlaşır ve gerçek fikirlerini açıklayamaz. Ana akım medya özellikle azınlıkların ve nefret söyleminin en çok hedefi olan grupların bu suskunluğunu arttırır ve onları daha da pasifleştirir.

Bugün ana akım medyanın norm haline dönüştürdüğü bazı manşetler tüyle ürpertici nitelikte:

“Eşcinsel terörü”, “İlişki teklif etti, öldürdü”;”Gay barlarda çıkıp gasp yaptılar”;”Rahipler uçkuru kilisede çözüyor”, “Yunan oyunu”, “Sapık Yunanlıya baskın”, “Nataşa paraları Rusya’ya”, “Ermeni’ye tavır”, “Küstah Rum’a haddini bildirdi”…

Bizler şoven haber diline yoğunlaşırken militarist, cinsiyetçi, homofobik, faşizan ve nefret dolu söylemler kullanan köşeyazarlarını göz ardı ettik. Gazeteciliğin evrensel ilkeleri köşe yazarlarını hiç kapsamadı.

24.06. 2004 tarihli Akşam gazetesinden, Şakir Süter imzalı yazı:

Biz şahsen henüz Museviler’i resmen ve alenen ‘düşman’ ilan etmemek için son avanslarımızı kullanıyoruz… Ama öyle noktaya gelindi ki, ‘Kahrolsun Siyonizm’ diyerek yollara dökülmek için sabırsızlanan milyonlar var Türkiye’de. Ses ver! Ya ‘masum’ olduğunu kanıtla. Ya da en kısa zamanda, seni 500 yıldır dost sayan Türkler’den özür dile!”.

26 Temmuz 2003 tarihli Yeni Çağ gazetesinden, Necdet Sevinç imzalı yazı:

Şimdi şahsiyetlerini şekillendiren aşağılık duygusunu tatmin etmek için Türk Milliyetçiliği’ne alçakça saldıran o ermeni çocuğundan, muhtelif Balkan döküntüsü ve Kafkas süprüntüsünden sonra bir de yunanlı buldular. Adı Herkül Millas!

Buna televizyon ekranlarında görüş bildiren “kanaat önderleri” de dahi edilebilir:

Zaman yazarı Ali Bulaç, Mayıs 2009’da CNN Türk’te katıldığı “Reha Muhtar’la Çok Farklı” programında, “Irak ve Afganistan gibi ülkelerde yapılan sivillere yönelik toplu katliamların eşcinsel askerler tarafından yapıldığını” iddia etmişti.

Çözüm Önerileri Üzerine Birkaç Not

Nefret suçlarının tespitinde hukuksal çervenin önemi kadar, toplumsal ve profesyonel farkındalığın arttırılması da büyük önem taşımaktadır. İlkeler bazında medyada ayrımcılık karşıtı söylemi izleyen ve yapıldığı taktirde yaptırımı olan özerk birimler, bir yaptırım mekanizması kurulmalıdır.

•gazeteci ve diğer medya çalışanlarının eğitimi
•azınlık gruplarından da medya çalışanı işe almak ve terfi ettirmek
•meslek içi eğitim
•ırkçılık karşıtı ve çok kültürlülük politikalarının geliştirilmesi ve değerlendirilmesi
•çokkültürlülükle ilgili haber yapma konusunda yeni ve güncellenmiş seminerler

bazı öneriler olabilir.


Yurttaş Haberciliği ve You Tube…

Kasım 20, 2009

Kişilerin kendi olanaklarıyla hazırladıkları görüntülü haberler, YouTube Direct sayesinde büyük medya kuruluşlarında yayınlanma şansı bulacak.

   
Dünyanın en çok izlenen video paylaşım sitesi YouTube, vatandaş gazeteciliğini desteklemek için ‘kanal’ açtı. YouTube Direct adı verilen servis, üyelerin kendi olanaklarıyla hazırladıkları görüntülü haberleri daha geniş kitlelere ve medya kuruluşlarına iletme olanağı sağlıyor.
Şimdiden The Washington Post ve The Huffington Post gazetelerinin yararlanmaya başladığı servise ilgi büyük. YouTube’un “Broadcast Yourself” (Kendin Yayınla) sloganıyla duyurduğu servis, açık kaynak kodlu olarak hazırlanan özel bir video yerleştirme uygulaması yoluyla çalışıyor.

Medya kuruluşları bu uygulama vasıtasıyla YouTube üyelerinin yüklediği haber videolarını tarıyor, ilgilendikleri videoyu sahibinden talep ediyor, inceliyor ve beğenirse kendi sitesinde veya televizyonda yayınlıyor. YouTube’un haber ve politika editörü Steve Grove, kurumsal blogdaki yazısında amaçlarını “medya kuruluşlarıyla vatandaş muhabirleri buluşturmak” olarak açıkladı. Grove, çeşitli konularda sivil toplum katkısını artırmayı isteyen kuruluş ve derneklerin de YouTube üyelerince haber nitelikli video üretimini desteklediğini ifade etti.

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25022816/erişim tarihi:20.11.2009


Yeni Medyada Nefret Söylemi

Kasım 15, 2009

Tuğrul Çomu – Kolektif Üretim
tugrul.comu@gmail.com

Temel olarak nefret söylemi, bir kişinin, farklı gördüğü ya da farklı düşündüğü diğer kişileri “öteki” addettiği ve bu ötekileştirme sırasında kendisini (ya da kendisi gibi olanları / düşünenleri) yüceltip, “öteki” olan(lar)ı aşağıladığı söylem türüdür. Medyada görülen nefret söylemi, çoğunlukla azınlıklara yönelik olarak gerçekleşmektedir.

Bu noktada, kuşkusuz etnik ve dini azınlıklar da vardır; ancak nefret söyleminin hedefi olan tek azınlık türleri bunlar değildir. Toplumsal normların dışında kalan hemen her kişi veya topluluk kolaylıkla medyadaki nefret söyleminin hedefi olabilmektedir. Bir söylemi nefret söylemi haline getiren en belirgin unsurlardan biri, söylemin olumsuz görüş sınırlarını aşarak aşağılamaya varmasıdır ki düşünce özgürlüğü ile karıştırılabildiği nokta da burasıdır.

Geleneksel medyada sıkça nefret söylemi görülebilmektedir: karşıt görüştekiler nefret söyleminin hedefi haline getirilerek, söylemi üreten yayın organının hedef kitlesinden de “puan” kazanılabilir. Anaakım geleneksel medya ele alındığında temel belirleyici, çoğunluk ve azınlıktır. Hedef kitle olarak çoğunluğu seçen anaakım geleneksel medyada, toplumsal normların dışında kalan her çevre nefret söylemine maruz kalabilmektedir. Geleneksel medyanın yapısı merkezi, üretimi doğrusal ve tek yönlüdür. Bu işleyiş, ulus-devletin yasal düzenlemelerle nefret söylemi üretimini görece azaltabilmesine olanak tanır. Geleneksel medyanın doğasında söylemi üreten kaynak belli olduğundan, yaptırım söz konusu olabilmektedir. Türkiye örneğinde, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçtur ve geleneksel medyada açıkça yapılması yaptırıma tâbidir. Elbette nefretin açıkça üretilmediği durumlar söz konusudur ki geleneksel medyada nefret söylemine sıkça rastlanabilmesini sağlayan da budur.

İnternet’in ortaya çıkması, gelişmesi ve yaygınlık kazanması ile birlikte yepyeni bir medya oluşmuştur. Bu yeni medya, kişilerin kendilerini serbestçe ifade edebilmesine olanak tanıyan birçok farklı araca hizmet eder, kişilerin bir ya da birçok farklı kişi ile anında iletişime geçmesine olanak tanır. Anlık ileti yazılımları, e-mail’ler ile iki kişi; mail grupları ve forumlar gibi araçlarla pek çok farklı kişi arasında anında iletişim sağlanabilmektedir. İnternet’in olanaklı hale getirdiği yeni iletişim formları olumlu ve olumsuz yönleri bakımından tartışılabilir. Ancak tartışılamayacak olan, bu formların pek çok kişinin gündelik yaşam pratikleri içinde olağan biçimde yer almasıdır.

Ulus-devletin İnternet’le ilgili yapmaya çalıştığı düzenlemelere bakarak, söz konusu ulus-devletin İnternet’teki hangi söylemleri kendisi için “tehlikeli” bulduğu anlaşılabilmektedir. Türkiye örneğine bakıldığında, nefret söylemi “tehlikeli” bulunan söylemlerden değildir.

Yeni medyanın kollarından biri olarak tanımlanan İnternet üzerindeki iletişim formları, anındalığı düşük maliyetlerle gerçekleştirebilmektedir. Bu durum, İnternet’in geleneksel medya araçlarını etkin biçimde kullanamayan çevreler için daha da avantajlı hale gelmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla alternatif medyanın da kendine rahatlıkla yer bulabildiği mecra yeni medya olmaktadır. Ancak çoğunluk her yerdedir… Yeni medyada azınlıklar seslerini duyurmaya imkân bulabilseler de çoğunluk da aynı imkâna haizdir. Bu nedenle nefret söylemine İnternet’te de sıkça rastlanabilmektedir. Dahası, İnternet’in ademimerkeziyetçi ve anonim yapısı, bağlanan herkesin istediği her şeyi eklemesine olanak tanıması, oluşan nefret söylemlerinin sayıca çok olmasının yanı sıra içerdiği nefret düzeyinin de yüksek olmasına neden olmaktadır. Öte yandan İnternet, ulus aşırı bir varlıktır, ulus-devletin düzenlemesine ve yaptırım uygulamasına çok fazla izin vermemektedir. İnternet’in sahip olduğu bu iktidar, ulus-devletin yer yer bocalamasına ve hangi kısmını nasıl düzenlemeye çalışacağını şaşırmasına sebep olmaktadır. Ulus-devletin İnternet’le ilgili yapmaya çalıştığı düzenlemelere bakarak, söz konusu ulus-devletin İnternet’teki hangi söylemleri kendisi için “tehlikeli” bulduğu anlaşılabilmektedir. Türkiye örneğine bakıldığında, nefret söylemi “tehlikeli” bulunan söylemlerden değildir.

İnternet’te üretilen nefret söylemi, kişisel veya kurumsal web sitelerinde bulunabileceği gibi, kullanıcıların sisteme yükledikleri öğelerde de bulunabilmektedir. Aslında yeni medyanın daha fazla nefret söylemi içermesinin nedeni de budur: Kullanıcıların İnternet’e yükledikleri ögeler. Bu ögeler, herhangi bir konuyla ilgili yorum, görüş, kanaat gibi metinsel olabileceği gibi, paylaşıma açılan fotoğraf, video, vs. de olabilmektedir. İnternet’in zaman ve mekân sınırını ortadan kaldırması, farklı yerlerden farklı zamanlarda ağa bağlanarak, çevrim dışı dünyada birbirlerini kolaylıkla bulamayacak kişilerin bile birbirleriyle buluşmasına olanak tanıması, yeni bir örgütlenme pratiği oluşturmaktadır. Öte yandan İnternet kullanıcılarının aynı zamanda üretici olması ve ürettikleri içeriği anonim bir biçimde yayınlayabiliyor olmaları nefret söyleminin bu mecrada geleneksel medyaya kıyasla çok daha fazla görülmesine neden olmaktadır.

İnsan sosyal bir varlıktır. Kendisiyle benzer diğer insanlarla iletişime geçerek ve onlar tarafından onaylanarak güç bulur. Diğer taraftan insan kendini ifade edebilmek ister. Benzer düşüncelerdeki kişilerin birbirleri ile zaman – mekân sınırı olmaksızın iletişime geçebildiği İnternet, “ben/biz” algısı ile birlikte ötekileştirmenin de en çok görüldüğü mecra haline gelmektedir.

Belirtmek gerekir ki İnternet sürekli gelişmekte ve bir takım yenilikler sunmaktadır. Kişinin, yani İnternet kullanıcısının kendini ifade edebileceği alanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. İlk zamanlarında çoğunlukla tek yönlü iletişime izin veren İnternet, bugün interaktif yapısı ile giderek daha fazla katılımcının kendini ifade etmesine olanak tanıyan farklı uygulamalara ev sahipliği yapmaktadır. Yazıyla ifade olarak ele alındığında, kullanıcıların yorum yapabileceği, düşünce ve yorumlarını yazabileceği her tür İnternet sayfası “kendini ifade” kalemini oluşturmaktadır. Forumlar, bu alandaki çabaların ilk örneklerinden biridir. Fakat bugün pek çok İnternet sayfasında, yazılı içeriğe ilişkin yorum yapma imkânı vardır. Kişisel web siteleri ya da bloglarda dahi, ziyaretçilerin yazılı içerikle ilgili görüşlerini belirtebilecekleri bağlantılar bulunmaktadır. Daha büyük çaplı örneklere bakılacak olursa, haber sitelerindeki haber yorumları gözden kaçmayacaktır. Bir olay olup, haberleştikten sonra, hemen tüm haber sitelerinde / portallarında hızla yorumlar ortaya çıkar. Haberi okuyanlar (ya da artık izleyenler) gerçekleşen olayla ilgili görüşlerini ifade etmeye başlarlar.

İnternet örgütlenmeleri olarak tanımlanabilecek gruplar sayesinde, belirli bir konuya ilgi duyan, gerçek yaşamda birbirlerini tanıyan veya tanımayan kişilerin, çevrimiçi dünyada birbirlerini bularak ortak hareket edebilmeleri sağlanır.

Toplumsal paylaşım ağlarında da gündemdeki olaylar veya konularla ilgili olarak, İnternet kullanıcıları yorumlarını yazarlar. Bu ağlarda, İnternet örgütlenmeleri olarak tanımlanabilecek gruplar sayesinde, belirli bir konuya ilgi duyan, gerçek yaşamda birbirlerini tanıyan veya tanımayan kişilerin, çevrimiçi dünyada birbirlerini bularak ortak hareket edebilmeleri sağlanır. Söz konusu ortak hareket çoğunlukla çevrimiçi eylemler, düşünce paylaşımları olarak kalıp çevrim dışı gerçek dünyaya doğrudan yansımasa da kullanıcılar kendileri gibi düşünen diğerleri ile bir araya gelerek hem kendilerini rahatlıkla ifade edebilirler, hem de “onay”lanarak tatmin sağlarlar.

İnternet kullanıcılarının kendilerini ifade etmek için kullandığı bir diğer yöntem de göstermektir. Yazıyla gerçekleştirilen ifade edimi “söylemek”; fotoğraf, video gibi enstrümanlarla gerçekleştirilen ifade edimi ise “göstermek” olarak tanımlanabilir. Göstermenin, söylemeye kıyasla çok daha etkili bir ifade aracı olduğu düşünülmektedir. Üstelik gelişmiş bilgisayar yazılımları ile görsel malzeme oluşturmak artık kullanıcıların evlerinden amatörce yapabilecekleri bir iş haline gelmiştir. Kendini ifade etmek isteyen ve görsel malzeme oluşturabilen bir birey, biraz da bu işe ayırabilecek vakti varsa bu yolu seçmektedir. Bu yöntemin, yazıyla ifadeye kıyasla bir diğer avantajı, fotoğraf / video paylaşım siteleri ve toplumsal paylaşım ağlarının fotoğraf / video destekleri ile birlikte, çok daha fazla kişiye ulaşıp etki bırakabilmesidir. Dahası söz konusu görsel malzemelerin paylaşıldığı platformlar da kullanıcı (izleyici) yorumlarını desteklediğinden, izleyenlerin de kendini ifade edebilmesi sağlanır. Buraya kadar her şey gayet güzel ve “kazan – kazan” ilişkisi çerçevesinde gözükmektedir. Durumun “kazan – kaybet”e evrildiği nokta, nefret söyleminin ortaya çıktığı noktadır. Kişinin kendini ifade etmesi, öteki üzerinden olduğunda ve dahası ötekini aşağılayarak olduğunda nefret söylemi de en görünür halini alır.

Kişilerin kendilerini “özgürce” ifade edebilmesine olanak tanıyarak, yeni bir demokrasi platformu oluşturan İnternet, şüphesiz yalnızca bireyler tarafından kullanılmamaktadır. Çevrim dışı gerçek dünyadaki pek çok örgüt de İnternet’i sıkça kullanmaktadır. Böylelikle İnternet, bireylerin kendilerini ifade etmesinin yanı sıra örgütler için de bireylere ulaşma biçimlerinden biri haline gelmektedir.

Üretilen metinler, başka hiçbir iletişim aracının izin veremeyeceği ölçüde geniş bir yelpazede, paylaşım siteleri aracılığıyla çok sayıda kişiye ulaşabilmektedir. Gerçek dünyada karşılığı olan örgütlenmeler açısından bu durum ele alındığında, kullanıcıların üretim sürecine dâhil edilmesiyle birlikte üretilen metinlerde patlama yaşanmaktadır. Herhangi bir örgütlenmenin kendi düşüncesini yaymak adına profesyonel bir ekiple çalışarak faaliyette bulunması, az sayıda metin üretimi için çok miktarda mali kaynak ayırması anlamına gelmektedir. Oysa amatör kullanıcıların ürettiği metinlerin dolaşıma girmesi ve bunun çoğunlukla gündemle eş zamanlı olarak gerçekleşmesi, söz konusu örgütün iletmek istediği mesajın çok daha fazla kişiye, çok daha hızlı bir biçimde ve sayı bakımından da pek çok farklı metinle ulaşması anlamına gelir. Böylelikle örgüt amacına neredeyse hiçbir mali kaynak ayırmadan ulaşabilmiş olur.

Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım’da (2009, Kalkedon Yayınları) incelendiği ve saptandığı üzere, yeni medyadaki nefret söylemi çoğunlukla kendini ırkçı – etnik milliyetçi, homofobik ve zenofobik metinlerde göstermektedir. Bu yaklaşımları gerçek dünyada (belki biraz daha üstü kapalı bir biçimde) savunan örgütlenmelerin varlığı bilinmektedir. Yeni medya üzerinde üretilen bu nefret söylemi ve özellikle paylaşım siteleri ile nefret söylemi üretmeyen, üretme yanlısı olmayan kişilere de hızla ve çokça ulaşabilmesi, kuşkusuz bu kişilerde anında bir duruş değişikliğine sebep olmamaktadır. Ancak, yeni medya ortamında sürekli ve sıkça görülen bir söylem olarak nefret söyleminin belli bir süre sonunda “doğal” olarak kabul edilmesi de şaşırtıcı değildir.

Ayrıntılı tartışma için bakınız:
Ali Toprak, Ayşenur Yıldırım, Eser Aygül, Mutlu Binark, Senem Börekçi, Tuğrul Çomu (2009), toplumsal paylaşım ağı facebook:“görülüyorum öyleyse varım!”, Kalkedon Yayınları.


INTEL ARAŞTIRMA SONUCU:TÜRKİYE’DE BİLİŞİM SEKTÖRÜNDE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ-TOPLUMSAL CİNSİYETE TEMELLİ SAYISAL UÇURUM ARTMAKTA!

Kasım 14, 2009

Intel’in ”Türkiye Bilgisayar Kullanım ve Tutum Araştırması” sonuçlarına göre, bilgisayar kullanımında kadın ve erkek arasındaki sayısal uçurum açılıyor.

 
Intel tarafından Türkiye’nin e-dönüşüm sürecinde bulunduğu noktayı ortaya koymak adına bağımsız bir araştırma şirketine yaptırılan Türkiye Bilgisayar Kullanım ve Tutum Araştırmasının sonuçları, düzenlenen toplantıda kamuoyu ile paylaşıldı.

Türkiye Bilgisayar Kullanım ve Tutum Araştırmasının ortaya koyduğu çarpıcı sonuçlardan biri, bilgisayarın kullanım amaçları arasında eğitim ve öğretimin, kullanıcı olmayanlar arasında kullananlara göre daha öncelikli olarak konumlandırılıyor olması.

Araştırmada, çeşitli etkinlikleri ne sıklıkta gerçekleştirdikleri sorulan kullanıcıların yüzde 40’ı müzik dinlediğini, indirdiğini, satın aldığını belirtirken, ikinci sırada e-posta okumak ve göndermek, üçüncü sırada web sitelerinde dolaşmak, dördüncü sırada ise chat yapmak yer alıyor.

Bilgisayar kullanıcısı olmayan kişiler ise bir gün bilgisayar kullanacak olurlarsa eğitim ve öğretimi de (yüzde 59,7) müzik (yüzde 61) ve fotoğraf/video (yüzde 62,4) amaçlı kullanım kadar önemsediklerini dile getirdi.

TOPLUMSAL CİNSİYETE TEMELLİ SAYISAL UÇURUM:KADININ ERİŞİMİ AZ
Türkiye Bilgisayar Kullanım ve Tutum Araştırması sonuçlarına göre, son bir ay içerisinde bilgisayar kullanma oranı, erkekler arasında yüzde 85 iken, bu oran kadınlar arasında yüzde 58 düzeyinde kalıyor. Başka bir deyişle bilgisayar kullanan her kadına karşılık 1,5 erkek kullanıcı bulunuyor.

Araştırmanın ortaya koyduğu söz konusu değerlerin önemli bir soruna işaret ettiğine dikkati çeken Intel Türkiye Genel Müdürü Çiğdem Ertem, görüşlerini şöyle açıkladı:

”Bu veriler, ülkemizde kadınla erkek arasında bilgisayar kullanımı konusundaki erişim olanakları ve farkındalık sorununu ortaya koymak açısından son derece önemli. Aynı zamanda çıkan yüzdeler, toplumun genelinin yanı sıra özellikle kadınların bilgisayar okuryazarlığı, kullanımı ve bilişimin diğer unsurlarından sağlayabilecekleri faydalar konusunda hem bilinçlendirilmesi ve cesaretlendirilmesi hem de gerekli imkanların oluşturulması doğrultusundaki ihtiyacı net bir şekilde ortaya koyuyor.

“Bu sonuçlar da bize Intel olarak 2005 yılından beri hayata geçirdiğimiz, teknolojiye ve bilişime en uzak kesim olarak görülen kadınlarımıza bilgisayar ve internetin faydalarını anlatmaya çalıştığımız Kadın ve Bilişim Platformu projemizle ne kadar doğru bir alana odaklandığımızı gösteriyor. Intel olarak bilişim teknolojilerinin Türkiye’nin neresinde yaşıyor, hangi yaştan ve cinsiyetten olursa olsun tüm bireylere sağlayacağı fırsat eşitliğine dikkat çekmeye bundan sonra da devam edeceğiz.”

KAYNAK: http://www.ntvmsnbc.com/id/25020992/
Erişim tarihi: 14.11.2009

Google Kullanıcılarını Nasıl İzliyor?

Kasım 11, 2009

Kullanıcılar hakkında topladığı bilgileri saklayan Google, bu bilgilerin bir kısmını insanların hizmetine sunuyor.

Her yeni hizmetiyle internet dünyasında heyecan yaratan ancak bir taraftan da kullanıcılar hakkında topladığı bilgilerden dolayı mahremiyetine hassas olanlar tarafından endişeyle karşılanan Google yeni hizmetiyle bildiklerinin ‘bir kısmını’ paylaşmaya karar verdi. Dashboard adı verdiği bölüm sayesinde Google / Gmail kullanıcı adı ve şifrenizi girdikten sonra hangi Google hizmetinde hangi bilgilerinizin toplandığını görebilirsiniz. Ancak bu verilerin toplanmasını engelleme gibi bir seçenek henüz yok. (google.com/dashboard)

 Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=963493&Date=11.11.2009&CategoryID=117

erişim 11.11.2009

l


21 Kasım 2009 13:30-17:00 YENİ MEDYADA NEFRET SÖYLEMİ PANELİ

Kasım 9, 2009
yenimedyablog

PANEL AFİŞİ