Yazan: Leyla Şimşek-Rathke**
Teknoloji yeni, peki ya değerler?
Fransız düşünür Michel Foucault’ya bir söyleşisinde mimari düzenlemenin insanları özgürleştirici (dolayısıyla da baskılayıcı) bir potansiyeli olup olamayacağı sorulduğunda Foucault’nun cevabı, mimarinin kendiliğinden bunu sağlamasının mutlak olarak mümkün olamayacağı, mimariye anlamını vereceklerin nihayetinde onu kullanacak insanlar, daha doğrusu insanların eylemleri olduğu şeklindedir (2006:135–6). Bu cevap bütün teknik ve teknolojik sistemler için aynı ölçüde geçerlidir. Teknik ve teknolojinin anlamı, biz insanların, özellikle de norm belirleyenler olarak ilk kullanıcıların, onu hangi kültürel çerçeveye oturtup ne şekilde kullanacağına, ona hangi anlamları yükleyip onunla hangi değerleri aktaracağına bağlı olarak şekillenecektir. Yani teknolojinin anlamı içine girdiği topluma göre şekillenecektir. Yoksa teknoloji kendi başına salt olumlu veya salt olumsuz bir değer olamaz.
Bugün toplum hayatını hızla dönüştüren yeni teknolojiler, kimilerine göre sundukları imkânlarla cennetin olanaklarını, kimilerine göre de taşıdıkları risklerle cehennemin dehlizlerini önümüze sermekteler. Bu teknolojilerin, herkesin toplumsal diyaloğa katılarak kendini ifade edebildiği ‘ideal’ bir kamusal alan mı yoksa şirketlerin güdümünde kirli bir alan mı yaratacağı başlıca tartışmalardan biridir. Kimileri yeni iletişim teknolojilerinin insanları birbirlerine yakınlaştırdığı, kimileri de uzaklaştırdığı, cemaat bağlarını zayıflattığı görüşünü taşımaktadır. Aslında cemaat bağlarının zayıfladığı en az 200 yıldır ifade edilen bir görüştür; telgrafın icadından kısa bir süre sonra başlayan bu tür analiz ve eleştiriler, her yeni iletişim teknolojisinin popülerlik kazanmasıyla beraber tekrar alevlenmiştir (Katz, Rice & Aspden, 2001: 406).
Olanak ve riskler: Hem merak uyandırıcı hem kaygı verici…
Kitle iletişimi üzerine yapılan araştırmalarda hem karamsar hem de iyimser çok sayıda yaklaşım ileri sürülmüştür. İletişim araçlarının kontrol, siyasi manipülasyon ve tahakküme hizmet edebileceği olasılığı düşünürleri karamsar tezlere yöneltebilmiş, öte yandan insanların iletişim olanaklarını kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirme ve kullanma potansiyeli de iyimser yaklaşımları beslemiştir. “Kullanım ve doyum” adlı iletişim kuramı olumlu yaklaşımlardan biridir; bu kurama göre insanlar iletişim teknolojilerini çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak, sorunlarına çözümler bulmak, bilgilenmek, sosyalleşmek, eğlenmek, vb. nedenlerle aktif olarak kullanmaktadırlar.
Yeni iletişim teknolojilerinin insanlar tarafından hızla benimsenip kısa sürede çok geniş bir nüfuza hitap eder hale gelmesi “kullanım ve doyum” teorisini destekler niteliktedir. Bunda insanların yeni olana yönelik özel merakının yanı sıra bu teknolojilerin iletişim, bilgilenme ve sosyalleşme ihtiyacını çok pratik bir şekilde yerine getirmesinin de rolü vardır. Bilgisayar ortamlı iletişim olanakları bugünün insanının deneyimleri ve ihtiyaçlarına daha uyumludur (Rheingold, 2005: 526). Bu teknolojileri kullanırken daha evvel karşılaştığımız zamansal ve mekânsal engeller ve sınırlılıklarla daha kolay baş edebilmekte, reel hayatta yaşadığımız pek çok deneyimi elektronik ortamlara da taşıyabilmekteyiz. Yeni iletişim teknolojilerinin pratik faydaları sonucunda telefon, posta, faks, sinema, radyo, televizyon gibi daha evvelki iletişim teknolojilerinin işlevleri de bugün yeniden şekillenmektedir. Aynı durum uygarlık tarihinde çok önemli bir yeri olan yazının hayatımızdaki yeri için dahi geçerlidir.
Pek çok kuramcı için iletişim esasen bir zekânın başka bir zekâ ile temas kurmasıdır (Biocca, 1997: 21). Bunun araçları tarihsel olarak büyük fark göstermiştir. İletişim alışkanlıkları, toplumu kuran temel unsur olduğu için değişen teknoloji toplumu da dönüştürmektedir. Bugün iletişimde kullandığımız araçlar çok çeşitlenmiş ve karmaşıklaşmıştır. Kabaca söylersek geleneksel toplumlarda kamusal iletişim kilise, cami, meydan, sokak, kahve, pazar yeri gibi insanların bir araya geldiği sosyal mekânlarda gerçekleşirken modern seküler toplumlarda kitlesel iletişimin karakterini çizen aygıtlar daha çok gazete, radyo ve televizyon olmuştur. Geç modern dönem diyebileceğimiz çağımız iletişimine ise bilgisayar ortamlı iletişim olanakları damgasını vurmuştur. Toplum hayatına girmeleriyle beraber geri dönülmez değişiklikler yaratan tren, matbaa, uçak gibi, bilgisayar ve internet de bir anlamda bildiğimiz dünyanın sonunu ilan eden ve insan, toplum, çevre ilişkisinin yeniden düzenlenmesine zemin yaratan teknolojilerdir. Pek çok başka teknoloji gibi başlangıçta askeri amaçlarla geliştirilen internet de daha sonra ticari, bilimsel ve sosyal amaçlarla kullanılmaya başlandı. Bugün internet ortamına yüklenen ve giderek de büyüyen inanılmaz oranlarda veri söz konusudur. Bu durum günümüz insanını bir gün içinde, eski kuşakların belki de bir ömür boyu gördüğünden çok daha fazla uyaranla karşı karşıya bırakmaktadır.
Yeni teknoloji, yeni tutumlar…
Yeni iletişim teknolojileriyle beraber insanların birbirlerine karşı sorumlulukları da yeniden şekillenmekte, bu yeni bir iletişim ahlakına, yeni anlayışlara zemin yaratmaktadır. Mesela elektronik ortamda insanlar selam vererek, “Naber?” diyerek hızla başlattıkları bir iletişimi aynı şekilde hızla, hatta hiçbir şey deme gereği duymadan, karşısındakine karşı hiçbir sorumluluk hissetmeden aniden sonlandırabilmektedirler. Oysa selam vererek diyaloğa girdiğimiz bir kişiyi en azından “Hoşçakal” demeden terk etmek, ona aniden sırtımızı dönmek, daha evvelki iletişim alışkanlıklarımıza göre kabul edilemez kaba bir tutum olurdu.
Para ekonomisinin insan ilişkilerini yeniden düzenlemesinde olduğu gibi veya bırakıldığında kendiliğinden kapanan kapıların/ döner kapıların ortaya çıkması ile beraber arkamızdan gelen insanlara kapı tutma alışkanlığımızın değişmesinde görüldüğü gibi yeni iletişim imkânlarıyla da pek çok tutumumuz yeniden şekillenmektedir. Bilgisayarlarımızda kullandığımız görüntü teknolojileri ev içindeki tutumlarımızı dönüştürebilmekte, her an başkaları tarafından izlenir olabilme olasılığı, gündelik ritim ve alışkanlıklarımızı etkilemektedir. Mesela evlerimiz normalde rahat ettiğimiz, kamusal yüzümüzü bırakıp daha kendi halimizde olduğumuz yerlerken, görüntülemede kullandığımız teknolojilerin evimize girmesiyle beraber, gençler başta olmak üzere insanlar, her an başka insanlarla karşılaşabilecekleri için 24 saat tetikte, bakımlı veya albenili olma gereği duymaktadır. Bu durum insanların pijamalarını giyip salonda veya odalarında rahatça istirahat etmelerine engel olabilmektedir. Evde bilgisayar ve internet erişiminin olması veya cep telefonu sahipliği bile kendiliğinden hem aile fertleri arasındaki hem de toplum genelindeki pek çok olası deneyimi yeniden düzenlemektedir.
Hayatımızla ilgili önemli önemsiz pek çok bilgiyi, yakından tanıdığımız insanların yanı sıra pek iyi tanımadığımız başka kişilerin erişimine sunma da bir tür kendiliğinden teşhircilik olarak oldukça yeni bir tutumdur. Bugün özel ve mahrem olan ve herkesle paylaşılmayan pek çok konu daha sıklıkla iletişimin konusu haline gelmiştir. Bu durum bir yandan iletişime katılan herkesi daha çok malumata maruz bırakmakta ve bunları sindirmek neredeyse imkânsız hale gelmektedir. Facebook gibi ortamlarda özel fotoğraflar, sevinçler, üzüntüler, hatta (pek elverişli bir ortam olmadığı halde) yaslar alışılmadık bir düzlemde herkesle paylaşılabilmektedir. Mesela facebook’ta yüzlerce arkadaşı olan bir kişi, bütün bu arkadaşlarının yaşadıklarına, acı ve sevinçlerine “arkadaşlık hukukuna göre” ortak olsa muhtemelen kendi hayatını sürdüremeyecektir. Bu durum, bugün arkadaşlar arasında yeni bir hukukun oluşmasını, beklentilerin azalmasını gerektirmektedir. Ayrıca anne-baba, kardeş, yakın arkadaş, patron, uzak bir tanıdık, polis, vb. herkesin aynı düzlemde olabildiği bir iletişim ortamında kurulan ilişkiler, aidiyet-yabancılık, derinlik-yüzeysellik, güven-güvensizlik boyutu açısından da yeniden düzenlenmek zorundadır.
Toplumu, dünyayı ve algımızı değiştiren yeni teknolojileri insanlar hem merakla hem de kaygıyla karşılamaktadırlar. Donna Haraway’in 1985’de yayımladığı “Siborg Manifestosu” adlı makalesinin ardından insanın çok uzun zamandan beri organizma-makine, organizma-teknoloji, organik inorganik bileşimi bir hibrid/melez olduğu tezi sıklıkla ifade edildi (Penley, Ross & Haraway, 1990: 8; Biocca, 1997: 24; Er, 2009: 81). Lens takan, bilgisayar kullanan, motosiklete binen veya protezi olan herkesin birer siborg olduğu tezi ürkütücü bir tespit olsa da hayatımıza giren yeni teknolojilerle birlikte hem fiziksel hem de bilişsel olarak değiştiğimiz, daha evvelki çağlarda yaşayan insanlardan farklı olduğumuz, etrafımızdaki teknolojilerin etkisiyle dünyayı başka türlü anladığımız, çevremizle farklı bir diyalog geliştirdiğimiz de aşikâr.
Çok katmanlı iletişim imkânları…
İletişim alışkanlıklarımız teknolojinin sağladığı olanaklara göre yeniden düzenlendikçe, insanlar dünya ile yeni bir etkileşime girmekte, toplum yeniden şekillenmektedir. İnternet gibi yeni bazı teknolojileri kullanırken oluşan dünya algımız, radyo, televizyon ve gazetelerin veya elyazmalarının hâkim olduğu iletişim ortamındaki dünya anlayışımızdan farklılaşmıştır. Radyo ve televizyon bir merkez olarak herkesi etrafına toplamışken bilgisayar teknolojileri ile fertlerin, bireysel bir boyutta ama daha çok boyutlu/katmanlı bir iletişime yöneldiğini görüyoruz. Gazete, televizyon veya radyo ile daha çok ulusal ölçekli bir dünya anlayışı inşa edilmişken bugünün teknolojisi hem daha yerel hem de daha küresel ölçekli bir bilişsel alanı desteklemektedir. Daha doğrusu bilgisayar ortamlı iletişim olanakları hem bölgesel, hem küresel, hem görsel, hem de işitsel çok katmanlı bir algı dünyası sunmaktadır. “İnternet bütün diğer iletişim ortamlarını kendinde barındırabilecek bir medya” olmasıyla da bunu mümkün kılmaktadır (Atabek, 2003: 68). Ayrıca yeni teknolojilerin çok boyutlu, belli bir merkezi olmayan iletişim olanakları ile beraber yeni normlar, yeni alışkanlıklar, yeni anlayışlar oluşmaktadır. Mesela üretilen mesaj ve anlamlara erişebilen herkesin potansiyel olarak aynı zamanda kitlesel ölçekli bir mesaj ve anlam üreticisi olabilmesi oldukça yeni bir durumdur ve bu kitle iletişiminde alışkın olduğumuz normları zorlamaktadır.
Günümüz toplumlarında iletişim daha karmaşık ve çok sayıda teknolojik olanağa bağlı olarak düzenlenmekte, iletişim alışkanlıklarımız da bu olanaklara göre yeniden şekillenmektedir. İnsanlar, reel dünyada yerine getirdikleri hemen her tür etkinlik ve etkileşimi sanal ortamlarda da gerçekleştirebilmekte, üstelik yeni teknolojiler sayesinde çok daha büyük bir ölçekte, bakışın uzanamadığı, kulağın duyamadığı dünyalarla temasa geçebilmekteler. Bakışını uzatabilme ve daha uzağı görebilme, insanlığın en eski düşlerinden biridir (Hickethier 1996: 177). Her yeni iletişim teknolojisi bu imkânı çok daha başarılı bir şekilde önümüze sunmaktadır. Bilgisayar ve cep telefonları, bu bakımdan adeta masallardaki kristal kürelerin yerine geçmiştir. Bu durum özellikle eski kuşaklarda bilinen bir dünyanın elden kayması şeklinde algılanarak kaygı ve hatta panik duygusu yaratabilirken, yeni teknolojilere genellikle daha çabuk uyum gösteren kuşaklar tarafından nispeten daha kolay benimsenebilmektedir. Yeni teknolojiler bu anlamda bugünün kuşakları arasında ciddi uçurumlar da yaratabilen bir araçtır. Gençlerin bu araçlarla alışıldık olandan farklı tutum ve alışkanlıklar geliştirmesi, ebeveynler açısından kendi çocuklarını tanıyamama, anlayamama kaygısı ve otorite krizi yaratabilmektedir.
İletişimde kuşaklar arası tercihler…
Kentlerde birlikte hareket edilebilecek veya ortak kullanılabilecek enformel kamusal alanların giderek daralması günümüzde insanları daha çok eve kapanmaya ve evdeki iletişim teknolojilerini kullanarak dünya ve çevreleri ile iletişime yöneltmiştir. Uzun yıllar boyunca iletişim araçları aracılığıyla verilen haberlerle de sürekli pekiştirilen tekin olmayan bir dış dünya algısı, kısır bir döngü halinde insanları dünya hakkında bilgi alma konusunda daha çok iletişim araçlarına bağımlı hale getirmekte, toplumsal, kültürel alışveriş giderek daha çok iletişim teknolojilerine bağımlı gerçekleştirilir olmaktadır. İnsanlar yaşadıkları kenti bile çoğu zaman kendi birincil deneyimleriyle değil, iletişim araçları dolayımıyla edindikleri imgeler aracılığıyla tanımaktadırlar. Mesela Türkiye’de televizyon izleme oranlarının yüksekliğini dikkate alacak olursak yetişkinler zaten çevreleri ve dünya hakkında bilgi edinme konusunda büyük ölçüde iletişim araçlarına bağımlı durumdadırlar. Yetişkinler için de geçerli bir durumun sadece çocuklar ve gençler söz konusu olduğunda problem olarak görülmesi, kaygının aslında görece daha yeni olan teknolojilere yöneltildiğini göstermektedir. Bu kısmen anlaşılır bir tutumdur, çünkü daha yeni olan teknolojilerin olası sonuçlarını nihayetinde daha az öngörebiliyoruz. Ancak ebeveynlerin daha çok başvurduğu televizyonun internetten daha iyi bir seçenek olduğunu da söyleyemeyiz. Bugün çocuklar sokakta oynayamamakta, akranlarıyla birlikte olamamakta, ev ve okul arasındaki tekdüze döngü de çoğuna yeterli gelmemektedir. Çocuklar için tehlikeli bir sokak, gençler için tekin olmayan, tehditlerle dolu bir dünya anlayışı kendiliğinden eve bağımlı, monoton bir hayatı öneriyorsa da, evde ebeveynler, okulda ise eğitimciler, çocuklar ve gençlerin arayışları ve kendilerini ifade etmeleri için çoğu zaman yeterli bir alan açamamaktadırlar. Çocuklarla gençlere kendilerini ifade etmeleri ve gerçekleştirebilmeleri için yeterli alan açabilen bir toplum ve kültür hayatı öneremediğimiz sürece en azından onların internet ve telefonlarına yönelttikleri yoğun ilgiyi anlamaya çalışmak gerekmektedir. Mehmet Güzel gençlerin internete yönelmelerinin toplumsal, kültürel ve siyasal nedenlerine işaret ederken şu açıklamaları yapmaktadır:
“80 sonrası kuşak” olarak nitelenen gençlik, “siyasete ilgisiz, kayıtsız ve yalnızlaşmış”… “kendini ifade etme, toplumsal bir kimlik kazanma, birey olma, özgürleşme, hayata dair inisiyatif alma konularında sürekli engellerle karşılaşmıştır. İşte böyle bir ortamda toplumsal ve kültürel bir alan olarak internet, gençlik için ‘yeni bir dünyaya’ açılan pencere olarak hem toplumsal hem de bireysel gündeme girdi. Gençlik toplumsal yaşantısındaki sıkışmışlığı, yalnızlığı, durağanlığı sanal alemin ‘sınırsız’ dünyasında gidermeye başladı. Gençlik eğlenmeye, arkadaşlık kurmaya, alışveriş yapmaya, tüketmeye ve özgürce hareket etmeye başladığını düşündüğü bu mecrada aynı zamanda küresel sistemin kültürel mantığının pazarlanmasına da eklemlenmeye başladı (2007: 178).
Bir cazibe nesnesi ve sosyalleşme aracı olarak teknoloji…
Sonuçları bir yana teknolojinin kendi başına bir çekim nesnesi olduğunu söylemek mümkündür. İnsanları yeni şeylere yönelten özel bir merakın yeni iletişim teknolojilerine karşı da gösterildiğini görmekteyiz. Herhangi bir oyunu yeni teknolojiyi kullanarak oynamanın pek çok insan için başlı başına bir cazibesi olabilmektedir. Cep telefonu aboneliği veya bilgisayar kullanım oranı Türkiye’de birden ve çok hızlı artmıştır ve bazı oranları sadece kişilerin ihtiyaçlarıyla açıklamak yeterli değildir. Daha çok tüketimi teşvik eden bir piyasanın da bunda büyük payı olsa gerek. Peki, bu faktörler dışında çok hızlı gelişen bu teknolojileri kullanmaktaki esas motivasyonumuz nedir? Teknolojinin yoğun kullanımını tetikleyen asıl şeyin, insanın dünya ile ve dünyadaki benzerleri ile iletişim, etkileşim ve sosyalleşme ihtiyacı olduğunu söylemek mümkündür. Reklam endüstrisinin de çok uzun zamandan beri çoğu zaman oldukça başarılı bir şekilde hitap ettiği tam da bu ihtiyaç değil midir?
İnsanlar yeni teknolojileri bilgilenme ve mesleki gelişim için olduğu kadar eğlence ve sosyal ilişkilerini geliştirmek amacıyla da kullanabilmektedirler. Özellikle sosyalleşme ve eğlenceye ilişkin boyutu Rene Girard’ın “taklitçi arzu” (mimetic desire) kavramsallaştırmasından yararlanarak açıklamak mümkün görünüyor. Bu kavramsallaştırmaya göre insanların arzuları, içinde yaşadıkları toplumun diğer fertlerinin arzularına göre şekillenmektedir (aktaran Berger, 1995: 14). Bütün arkadaşlarımın bilgisayarı varsa, herkes internetteyse ben de bilgisayar ister, internette olmaya çalışırım. Ayrıca Erving Goffman’ın işaret ettiği üzere insanlar “belirli ortamlarda diğerleri üzerinde bilinçli olarak belirli izlenimler yaratmaya” ve “diğerlerinin değerli bulacaklarını umdukları niteliklerini sergileyerek durumu kontrol altına almaya çalışırlar” (aktaran Layder, 2006: 90). Toplumsal ve kültürel alışveriş ihtiyacı, (pek çok Facebook paylaşımında “mutluyum, sosyalim, eğleniyorum, vs” türünde mesajların verilmesinde de görülebileceği üzere) bir “var oluş”, kendini ifade, başkaları ile olma, onlar üzerinde izlenim bırakma, varlığını gösterme ve kendini gerçekleştirme biçiminde bir kimlik arayışı ve inşasına dönüşebilir. Pek çok kişi de benzerlerini bulma, onlarla arkadaşlık kurma, başkaları gibi olma, onların yaptıklarını yapma, akranları orda diye orda olma gibi bir takım nedenlerle bu teknolojilere yönelmektedir. İnternette gerçekleşen iletişimin çok büyük bir oranını akranlarla diyalog oluşturmaktadır (Goldberg, 2010: 746).
Teknolojinin hızı, onu takip etmekte güçlük çeken kimilerinde kaygıya yol açsa da konu uzun süredir toplumsal ilgi ve merakın en yoğun yöneltildiği noktalardan biridir. Bugün, özellikle de genç kuşaklar, yeni teknolojiye yoğun ilgi göstermekte, olanakları elverdiğince hem bilişsel ihtiyaçlarını hem de eğlence ve sosyalleşme gereksinimlerini hızla artan bir oranda yeni teknolojiler aracılığıyla gerçekleştirmekteler. Çünkü yeni iletişim teknolojileri, coğrafi veya siyasi engelleri de tanımadan günümüz toplumunun ihtiyaçlarına çoğu zaman daha hızlı, pratik ve işlevsel cevaplar sunmaktadır; bu yüzden de bu teknolojiler hızla benimsenmekte ve çok hızlı gelişmektedir. Ayrıca yeni iletişim olanaklarının özellikle yaşlı, sakat, göçmen, vb. dezavantajlı bazı gruplar lehine eşitsizlikleri kapatma potansiyeli de bulunmaktadır. Bu kişilerin, söz konusu teknolojileri kullanarak toplumsal diyaloğa daha kolay katılabilmesi onları güçlendirici bir etki yaratabilmektedir (Khvorostianov, Elias & Nümrod, 2011: 584). Toplum hayatından kendiliğinden dışlanan bu kesimlerin en azından vatandaşlık hakları çerçevesinde toplumsal iletişime katılımı, fertlere eşit şans veren daha demokratik bir toplum olma bakımından üzerinde durulması gereken noktalardan biridir.
Çoğulcu ve kapsayıcı mı, dışlayıcı ve kirli bir alan mı?
Yeni iletişim teknolojileri, bir yandan toplumsal diyalog için çoğulcu ve katılımcı ideal bir kamusal alanın imkânlarını sunabilme potansiyeli ile müthiş bir olanak olarak görülmüş, bir yandan da eşitsizlikleri tekrarlayan, dışlayıcı ve “kirli” bir ortama dönüşebileceği üzerinde durulmuştur (Lehdonvirta, 2010: 884–5). İletişimin karakteri toplumun ne şekilde örgütleneceğini de belirleyeceği için önemli bir konudur. Ama bu karakteri, kullanıcılar ve onların iletişim araçları ile aktardıkları değerler belirleyecektir. Yeni iletişim teknolojilerinin taşıdığı anlamlar, bugün bu teknolojileri kimin, ne amaçla kullanacağına bağlı olarak hızla düzenlenmektedir. Bunlar toplumsal yaşamın diğer alanlarını da dönüştürecek düzenlenmelerdir. İnternette bir yandan paylaşımcı ve katılımcı yeni alternatif gruplar ortaya çıkabilirken bir yandan da ticari ilişkilerin egemenliği hızla artmaktadır. José van Dijck, sosyal medyayı paylaşmacı, katılımcı ve cemaati birleştirici bir kültür olarak yücelten liberal görüşe, bağlantıların mühendislik boyutuna ve istismar yönüne dikkat etmediği ve bunun toplumsal normları nasıl derinden dönüştürdüğüne bakmadığı için şüpheyle yaklaşmaktadır (2012: 173). Van Dijck’in işaret ettiği üzere “internet ortamı ne ideal bir kamusal alanın yeniden düzenlenmesini ne de ‘kirli’ şirketler alanından kurtulmayı güvenceye almaktadır” (2012: 172). Mesela sıradan bir internet kullanıcısı şirketlerin gücü karşısında aslında son derece savunmasız da kalabilir ve istismara uğrayabilir. Dolayısıyla bu yeni teknolojilerin taşıdığı gerek olumlu gerekse olumsuz potansiyel ancak kullanıcıların eğilimlerine bağlı olarak açığa çıkacaktır.
Bugün halen yeni teknolojinin olanaklarından yararlanamayan milyonlarca insan bulunmasına ve yararlanıcıların eşit olanaklara sahip olamamasına karşın yeni iletişim olanaklarının en az kontrol ve en çok katılım imkânı ile bildiğimiz en demokratik iletişim zeminini sağladığını söylemek mümkündür. Herhangi bir insanın düşündüklerini gazete, televizyon, radyo gibi herhangi bir kitle iletişim aracında ifade edebilmesi pek kolay değildir, ancak internet teorik olarak her insana bu imkânı vermektedir ve gerekli teknik altyapıyı sağlayabilen herkes de bu olanağı pratiğe geçirebilmektedir.
Normatif medya kuramına göre toplumdaki fertlerin entelektüel gelişimi ve akıllı seçimler yapabilmesi için farklı ve çoğulcu seslere gerek vardır ve topluma katkının nereden geleceği bilinmeyeceği için herkesin eşit şartlarda iletişime katılım ve bilgiye erişim hakkını savunmak gerekir. Ancak Judith Lichtenberg’in işaret ettiği üzere kitle iletişim araçları bilgi ve fikirlerin yayılmasını sağlayacağı gibi bunların gizlenmesine de hizmet edebilir. “Hiçbir şey bütün değerli bilgi, fikir, kuram, açıklama, öneri ve görüşlerin kamusal forumda yer bulacağını garanti edemez” (Lichtenberg, 2004, 173). Sunduğu milyonlarca seçenekle bir tür özgürlük vaadinde bulunan elektronik iletişim ortamları bile.
Kaynaklar:
Atabek, Ümit (2003) “Yeni İletişim Teknolojileri ve Yerel Medya İçin Olanaklar”, Sevda Alankuş (der.) Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, 55–84, İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları.
Berger, Arthur Asa (1995) Cultural Criticism, Thousand Oaks: Sage Publications.
Biocca, Frank (1997) “The Cyborg’s Dilemma: Embodiment in Virtual Environments”, Second International Conference on Cognitive Technology, “Humanizing the Information Age”, Aizu, Japonya: 25–28 Ağustos, son erişim tarihi: 18 Mayıs 2012, http://ieeexplore.ieee.org/xpls/abs_all.jsp?arnumber=617676&tag=1
Er, E. Gülay (2009) Siberkültürde Bedenin Görsel Sunumu: Serial Experiments Lain Adlı Anime Üzerine Bir Çözümleme, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Hakemli Dergisi, sayı 36, s. 71–91.
Foucault, Michel (2006) “Space, Power and Knowledge”, Simon During (ed.), The Cultural Studies Reader, 134–41, Routledge: London.
Goldberg, Greg (2010) “Rethinking the Public/Virtual Sphere: The Problem with Participation, New Media & Society, 13(5), 739–54.
Güzel, Mehmet (2007) “Küreselleşme, Tüketim Kültürü ve İnternetteki Gençlik Siteleri, Mutlu Binark (der.), Yeni Medya Çalışmaları, 177–203, Ankara: Dipnot Yayınları.
Hickethier, Knut (1996), “Televizyon: Katılım ve Medya Tüketimi Arasında”, Wolfgang Ruppert (ed.), Bisiklet, Otomobil, Televizyon, İstanbul: Kabalcı Yayınevi
Katz, James E., Rice, Ronald E. & Aspden, Philip (2001) “The Internet, 1995-2000: Access, Civic Involvement, and Social Interaction”, American Bahavioral Scientist, 45(3), 405-19.
Khvorostianov, Natalia, Elias, Nelly ve Nümrod, Galit (2011) “’Without it I am Nothing’: The Internet in the Lives of Older Immigrants”, New Media and Society, 14(4) 583–99.
Layder, Derek (2006) Sosyal Teoriye Giriş, Çev. Ümit Tatlıcan, İstanbul: Küre Yayınları.
Lehdonvirta, Vili (2010) “Online Spaces have Material Culture: Goodbye to Digital Post-materialism and Hello to Virtual Consumption”, Media, Culture & Society, 32(5), 883–9.
Lichtenberg, Judith (2004), “Foundations and Limits of Freedom of the Press”, Denis McQuail (ed.) McQuail’s Reader in Mass Communication Theory, 172–82, London: Sage Publications.
Penley, Constance, Ross, Andrew & Haraway, Donna (1990)”Cyborgs at Large: Interview with Donna Haraway, Social Text, 25/26, 8–23.
Rheingold, Howard (2005) “Introduction to the Virtual Community”, Ken Gelder (ed.) The Subcultures Reader, 518–29, London: Routledge.
Van Dijck, José (2012) Facebook as a Tool for Producing Sociality and Connectivity, Television & New Media, 13(2), 160–76.
* Bu bildiri 07–08 Nisan 2012 tarihinde yapılan 1. Uluslararası Teknoloji Bağımlılığı Kongresi’nde sunulmuş, Mesele kitap dergisinin 85. sayısında (Ocak 2014) yayımlanmıştır. Dergi Yayın Kuruluna blogda yayın izni verdikleri için teşekkür ederiz.
**
Doç. Dr. Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.