Journalism under Surveillance

Eylül 27, 2013

 

Flickr user: jmarty CC BY 2.0

Are you using any encryption tools or doing anything to protect your files, email and contacts on your computer or mobile phone?

As we find out more about the internet surveillance activities of the US National Security Agency, it’s clear that journalists and media organisations are among the targets of intelligence gathering agencies.

“Encrypt everything.”

That was one of the take home messages of Hauke Gierow’s talk on journalism and surveillance at this week’s Social Media Week Berlin.

Gierow heads the internet freedom desk at Reporters Without Borders in Germany. Surveillance he says has a chilling effect on journalism. Your sources become unwilling to talk; there is an erosion of trust in the media; and, people who might be key whistleblowers hesitate to speak out.

Perhaps just as worrying is what he describes as the complicity of technology firms in surveillance – or as Reporters Without Borders refers to them in their 2013 report: “Corporate Enemies of the Internet”.

Gierow says there are some 230 companies worldwide that develop spyware and internet traffic monitoring products that may be used by governments to violate human rights and freedom of information. A number of these firms are within EU countries.

Tools for online security

Here on the onMedia blog you can check out our in-depth series on online security resources and techniques produced by Natalia Karabova. It’s an ongoing topic onMedia will cover.

But for journalists in developing countries, working safely online can be even more challenging – particularly if they are using shared computers in newsrooms, or in internet cafes. And, some tools may make the net slower to use or be hard to install on shared computers.

So what can you do?

Gierow says open source tools are useful for online security

Gierow says to first check out the tools and the how to guides in Tactical Technology Collective’s Security in a Box. These guides are also available in many languages.

He also suggests journalists using shared computers at work should have a dedicated user name and login; try to store their files in encrypted folders; limit the applications you install on the computer to the ones you only need to use; surf the net using the TOR network; and use encrypted chat programs.

Gierow cautions journalists to avoid talking about sensitive information over Skype.( You can also read our interview with Fabian von Keudell from CHIP magazine that examines the security of VoIP services such as Skype.)

You can watch Hauke Gierow’s full presentation below and follow the journalism related links and discussions at Social Media Week Berlin on #smwbjournalim.

UPDATE:

Dutch MEP Marietje Schaake has also drawn attention to the dual use of “digital arms” and wants European lawmakers to take action.

‘It is a bit hypocritical to talk about the NSA revaluations with concern to stress the importance of cyber security, which is also a very popular topic nowadays, without addressing the fact that it’s EU based companies that are making and producing these digital arms.’

Author: Guy Degen

Kaynak: http://onmedia.dw-akademie.de/english/?p=13043


Columbia Üniversitesi’nden Profesör Ann Cooper ATAUM’da

Eylül 25, 2013

Basın özgürlüğü savunucusu ve ödüllü haberci Profesör Ann Cooper, İLEF tarafından düzenlenen konferansta konuşacak. Columbia Üniversitesi’nde ders veren Ann Cooper, ABD’de internet ve sosyal medyanın işlevini gazetecilik ve politik durum üzerinden değerlendirecek. Ann Cooper konferansı 3 Ekim Perşembe günü, saat 10:30’da ATAUM Konferans Salonu’nda yapılacak.

Kaynak: ilef.ankara.edu.tr


Yeni Medya ve Etik Kitabı Çıktı!

Eylül 22, 2013

kapak ön low

Ayın Karanlık Yüzü: Yeni Medya ve Etik adlı Mutlu Binark ve Günseli Bayraktutan’ın Tübitak Sobag destekli araştırma projesi sonuçları Kalkedon Yayınlarından çıktı.

Araştırmacılar amaç ve hedeflarini şu şekilde açıklıyorlar:

“Temel amacımız sürekli değişen ve gelişen, çeşitlenen ve neredeyse bir biçimde hepimizi dâhil eden sosyal medya araç ve ortamlarının ortaya çıkardığı-elbette kullanıcı dolayımlı-etik sorunların kaynağını öğrenmek, bunları tespit edip örneklendirmek, belki de sürekli değişen, farklılaşan, yenilenen bir “yeni” dünyada var olan olumsuzlukları da unutmamak üzerine bir kayıt düşmekti. Günümüzde başta çevrimiçi haber siteleri olmak üzere, sosyal medya kullanımı üzerinden çok sayıda olay ve olgu gerek ana akım medyanın gerekse kamuoyunun gündemine sıklıkla gelmektedir. Bu olay ve olguların içerik anlamında üretimi ve medyada yer alış biçimi etik açıdan sorunludur. Örneğin, yakın zamanlarda bazı politikacıların özel yaşamlarının gizliliğini ihlâl eden “mahrem alana”, “özel alana” ilişkin görsel-işitsel imgelerin gizlice yasa dışı yapılmış kayıtlarının İnternet’te forumlarda ve çeşitli video paylaşım sitelerinde dolaşıma girmesi, çevrimiçi haber sitelerinde, sosyal medyada ırkçı, etnik milliyetçi, farklı din ve mezhep aidiyetlerine karşı kızgınlık-küçümseme ve saldırı içeren, yabancı düşmanı, homofobik ve kadın düşmanı nefret söylemi üreten ve dolaşıma sokan içeriklerin varlığı, gerek çevrimiçi haber sitelerinde gerekse blog ortamlarında kaynak göstermeden görsel veya yazılı içerik kullanımı, içeriğe ilişkin yanıltıcı etiketleme, İnternet ortamında bırakılan dijital izlerin ard niyetle kayıtlanması ve tecimsel amaçlarla kullanılması, aşırı ticarileşme ve ticari ikna, telif haklarının ihlâli vb. sorunları yeni medya ortamındaki etik sorunlar olarak ilk elde saymak olanaklıdır.”

Çalışmanın önsözünü kaleme alan Ruhdan Uzun’a göre ise:

“İletişim alanının düzenlenmesinde gözden kaçırılmaması gereken en önemli konu ise alanın özgürlüklerle iç içe olması. Kişilerin ifade özgürlüğü hakkı ve bilgi edinme hakkı gibi temel haklarını kullanabilmeleri için sorunlar karşısında kısıtlayıcı, sınırlandırıcı, baskıcı yasalara başvurmak yerine etik bilincin yerleştirilmesi yeni medya alanında daha bir önem kazanıyor. Öte yandan, yeni medyanın siber suçları ve gözetimi artırma gibi tehlikeli yanlarına ilişkin hukuksal düzenlemeler için de moral panik yaratmak yerine kişi hak ve özgürlüklerinin, kişisel bilgilerin, mahremiyetin korunmasında yasalara rehberlik edecek etik ilkelerin geliştirilmesi gerekiyor. Elinizdeki kitap, sözü edilen eksikliklerin giderilmesinde önemli bir katkı sunuyor. Ortadoğudaki gelişmeler ve Gezi Parkı Direnişinin de gösterdiği gibi, siber uzamdaki sorunları ele almada yetersiz kalan geleneksel medyaya ilişkin etik tartışmasını yeni medya bağlamında yeniden ele alıyor. Binark ve Bayraktutan bu çalışmada, yeni medya ortamlarındaki etik sorunları saha çalışmasının bulgularıyla değerlendiriyorlar. Yeni medya profesyonelleri, sivil toplum kuruluşlarının, kamu kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin temsilcileri, akademisyenler, hukukçular gibi çok sayıda kişinin düşünce ve deneyimlerini içermesi de çalışmanın bir diğer katkısı.” Ruhdan Uzun (Önsöz’den)

Ayın Karanlık Yüzü: Yeni Medya ve Etik

Yazarlar: Mutlu Binark ve Günseli Bayraktutan

Kapak: Kemal Akay Yayın Evi: Kalkedon Yayınları Yayı Yılı: 2013

İçindekiler için ise:

ÖNSÖZ       Ruhdan Uzun

SUNUŞ

I.       BÖLÜM GİRİŞ

II.     BÖLÜM ETİK VE YENİ MEDYA TARTIŞMASI

III.    BÖLÜM YENİ MEDYA ORTAMLARINDA ETİK SORUNLAR

IV.  BÖLÜM Yeni medyada var olan etik sorunların nedenleri/kökenleri ve SORUMLU TARAFLARI

V.    BÖLÜM SONUÇ VE ÖNERİLER

KAYNAKÇA           


Bulutta Özgürlük

Eylül 18, 2013

cloud

Slavoj Žižek

Hepimiz hatırlıyoruz: Başkan Obama yüzündeki umut ve güven dolu gülücükle ilk kampanyasının sloganını sürekli tekrarlıyordu “Evet, yapabiliriz!” -Bush döneminin sinikliğinden kurtulabilir, Amerikan halkına adalet ve refah getirebiliriz. Şimdiyse örtülü operasyonlarına devam eden Birleşik Devletler, genişlettiği istihbarat ağıyla kendi müttefiklerini bile gözetlerken Obama’ya karşı bir protesto hayal edebiliriz: “Dronlarla nasıl cinayet işlersiniz? Müttefiklerimizi nasıl gözetlersiniz?” Alaylı bakışıyla Obama kötücül bir gülümseme ile mırıldanır: “Evet yapabiliriz…”

Yazının devamını oku »


The Priority of Facebook Should Be The Users

Eylül 8, 2013

We are getting used to read news everyday about the exercised censorship such as unpublishing of group pages, deletion of Facebook Accounts and expurgation. All together they’re pointing to the severity of the situation. Especially closing down/suspending pages of the political groups or deleting the contents without showing valid reasons are threats to the freedom of speech.
The pages of unity groups created for Labour Strikes, the page of Ötekilerin Postası (Others’ Post – an Alternative news channel with tens of thousands of supporters), pages of Kurdish Groups and Legal Political Parties such as BDP (Peace and Democracy Party) are being shut down one by one by Facebook citing irrational/unexceptable reasons.

Facebook unpublished (banned) these pages citing reasons such as “content containing nudity, pornography or sexual solicitation.”, “violation of copyrights”, “damaging brand image”, “terrorism and violence propaganda” but these reasons are extremely questionable, defined by the existing political atmosphere, far from being objective and suitable for the patterns of common rationality. Meanings of the mentioned reasons differ from country to country, even differ in a country with multiple time zones. The meaning attributed to “terrorism” in Turkey is very vague. In the recent history of Turkey we have lots of examples of lawsuits that sometimes consider as acts of terrorism and sometimes not.

It’s unacceptable for an online social network with a global population to be subjected to this kind of non-objective auditing.

Moreover, the auditing process based on this “questionable reasons” appears to have a double standard. The pages that belong the supporters of the Government Party are swarming with the propaganda materials of Al-Qaeda and Al-Qaeda linked groups. Countless pages with the contents of hate speech and inciting hate crime against every marginalised communities, individuals or groups all over the world go on with their lives on Facebook. In Turkey, Kurdish People, Armenian people, Alawite people, LGBT individuals, Conscientious objectors, Football Supporter Groups and lots of other communities face hate speech publicly and sometimes this hate speech leads to deaths and mass lynching attempts that Turkish people have witnessed time to time in the history of Turkey. Refusing to see what hate speech prompts and applying auditing measures primarily on the pages of the marginalised communities, demonstrate that auditing measures of Facebook are highly subjective and have double standard. Please be informed that the statements that we’ve made about these pages don’t indicate that we are in favour of shutting down these kind of pages. Censorship and restrictions should not be considered to be a solution ever.

The networks like Facebook should not be ruled by the fear of dominant ideology but the priority of the fundamental rights and freedoms of the citizens. Facebook was created by its users and can only survive with them. So, priorities of citizens must be the priorities of Facebook.
We condemn Facebook Administration for their censorship policy and invite them to act as an objective administration, to stop taking sides with the government and show respect to the fundamental rights of the citizens such as freedom of speech and privacy.
Facebook is a multi billion dolar company trading shares on the stock market and the source of this huge wealth are the users sharing posts in Facebook.
We invite all citizens to be aware of the policies of Facebook, to respond to the censorship incidents that they faced or experienced and share them especially with our association or the foundations and individuals that are relevant to this matter and participate and support the acts of protest which we will demonstrate in the future.
We must protect our internet to expand freedom of expression and organization. We must try to diversify our living space on the internet. We should not allow commercial monopolies like Facebook to limit internet and our usage practice.
September 4th, 2013; Alternative Informatics Association

See: http://www.alternatifbilisim.org/wiki/The_Priority_of_Facebook_Should_Be_The_Users


Facebook: Bir mahremiyet cehennemi mi?

Eylül 8, 2013

Yazan: Özgür Uçkan

Facebook kurucusu Zuckerberg, insanların dizginlenemez paylaşım tutkularının sebep olduğu hızlı büyümenin sarhoşluğuyla “Mahremiyet çağı bitti” demişti[1]. Yanıldığını gördük. Facebook kullanıcı tepkisi ve sivil toplum kuruluşlarının davaları yüzünden mahremiyet kurallarını bir çok kez yenilemek ve basitleştirmek zorunda kalıp geri adım attı. Facebook’un kullanıcılarının özel hayatını ve kişisel verilerini alınır satılır bir metaya dönüştürmek için elinden geleni ardına koymadığı ortada. Ama sosyal medyada ilk zamanlarda yaşanan paylaşım çılgınlığının durulmaya başladığını, mahremiyetin yeniden güçlü bir şekilde trend olduğunu söylemek mümkün.

Facebook’un kullanıcı mahremiyeti ve kişisel verileri ile ilgili olarak temsil ettiği riskleri iki farklı boyutta ele almak uygun olur. Bunlar, şirketin karmaşık mahremiyet ayarlarının temsil ettiği risk; ve şirketin gizli kalması gereken IP numarası, kimlik bilgileri, doğrudan mesajlaşma içeriği, özel olarak işaretlenmiş içerik gibi hassas kullanıcı bilgilerini devletler başta olmak üzere üçüncü taraflarla paylaşması riski olarak konumlanabilir.

Facebook, paylaşım ve mahremiyet ayarlarını inatla karmaşık, kullanıcı dostu olmayan bir arayüzle sunuyor ve tasarımsal olarak açık tutuyor. Mümkün olduğu kadar çok paylaşım yapılmasını sağlamak istiyor ve kullanıcıların bu önemli konuyla ilgili bilinçsizliklerine ve ilgisizliklerine güveniyor.

Bu konuda zaman içinde kullanıcılar lehine belli bir gelişme olduysa, bu ABD merkezli sivil toplum kuruluşlarının Facebook aleyhine açtığı davalar ve yoğun kullanıcı tepkisiyle sağlandı. Ayrıca, Facebook için önemli bir pazarı temsil eden Avrupa Birliği’ndeki sıkı mahremiyet ve kişisel veri koruma düzenlemeleri de belirleyici oldu. Facebook’un veri kullanım politikası, en son Aralık 2012 tarihinde güncellenmişti[2]. Ancak şirket, geçtiğimiz günlerde bu konuda yeni güncellemelere gideceklerini duyurdu[3]. Yeni çerçeve, Facebook’un kullanıcılara ait veriler üzerinde kendisine yeni yetkiler tanımak, istediğini ortaya koyuyor. Ayrıca şirket, yüz tanıma gibi yeni istihbarat teknolojilerini sisteme entegre etmeyi planlanıyor[4]. Bu gelişmelerin kullanıcı mahremiyetin için ciddi riskler içereceği ortada. İkinci boyut ise çok daha vahim bir tehlikeye işaret ediyor. Google ve Twitter gibi şirketler kendilerine devletlerden gelen bilgi, sansürleme, müdahale taleplerini içeren “şeffaflık raporları” yayınlıyor. Şeffaf olmadığı için çok eleştirilen Facebook da nihayet bu adete uydu[5]. Ama taleplerden kaçının hukuki prosedüre uygun yapıldığı, karşılanan taleplerin niteliği vb. belirsiz. Üstelik bu “şeffaflık raporu”, ABD devletinin “izin verdiği kadar” şeffaflık içeriyor[6]. Buna göre, Facebook 2013’ün ilk altı ayında 38,000 bilgi isteğine cevap vermiş. Bunların 21,000’i ABD yönetiminden gelmiş. Gezi dönemini de kapsayan dönemde geriye kalan 18,000’in önemli bir kısmının nereden geldiği belli değil[7]. Bu dönemde Türkiye için verilen rakam 47. Şimdi bu bilgiye nasıl güveneceğiz? Aynı dönemde bakan Binali Yıldırım’ın, “işbirliği yapmıyor” diye Twitter’a esip gürlerken Facebook’un “uyumlu çalışması”ndan pek memnun olduğunu hatırlayalım[8]. Her ne kadar Facebook, telaşla hükümetle işbirliği yaptığını yalanlasa da[9], bu “uyum”un kokuları ortaya çıkmaya başladı[10]. Facebook, sadece mahrem kullanıcı bilgilerini paylaşmakla itham edilmiyor, uyguladığı içerik sansürü ile de eleştiriliyor. Kürt muhalefetinin sayfaları veya Gezi direnişi sırasında sivrilen Ötekilerin Postası sayfası gibi içeriklerin kapatılması, Facebook’un hükümetlerle ne kadar “uyumlu” olduğunun bir başka göstergesi[11].

Kısacası Facebook, anonimlik, mahremiyet, ifade özgürlüğü hakları ve kişisel verilerin korunması bakımından şaibeli bir şirket. Kazandığı geniş kullanıcı kitlesi ve küresel yaygınlığıyla şimdilik tepkilere direniyor. Bu eleştirilere, Facebook’un bir şirket ve önceliğinin de kar etmek olduğu söylenerek karşı çıkılabilir. Ama bu, medya etiğinin, yani tarafsız ve doğru haber vermenin birer şirket olan medya grupları için de geçersiz olduğunu söylemeye benzer. Sosyal medya da, kullanıcı temelinde gelişen yeni bir iletişim ortamı ve kullanıcıları odak olarak alan bir “sosyal medya etiği”nin oluşmakta olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şimdilik Facebook öncelikli müşterisi olarak reklam verenleri görüyorsa ve devletlerle şaibeli pazar ilişkileri peşindeyse de, mahremiyet trendinin tersine dönmesi ve hızla gelişen kullanıcı bilinci, iletişim alanının gerçek sahibinin kullanıcılar olduğunu gösterecek. Elbette ifade özgürlüğünüzü, mahremiyetinizi, kişisel verilerinizi kar odaklı bir şirkete emanet edemezsiniz. Halen sosyal medya ortamı şirketlerin belirleyiciliğinde olsa da, yeni, alternatif, kullanıcı odaklı, gayri-merkezi ve güvenli sosyal medya ağlarının doğduğunu göreceğiz. İletişim alanı hızla gelişiyor ve asıl belirleyici olan ekonomi değil, ekonomi politik.


[1] Marshall Kirkpatrick, “Facebook’s Zuckerberg Says The Age of Privacy is Over”, Readwrite, Ocak 2010, http://readwrite.com/2010/01/09/facebooks_zuckerberg_says_the_age_of_privacy_is_ov#awesm=~ogpyjsX6wLAUIx

[4] Facebook considers adding profile photos to facial recognition, Reuters, 29.09.2013, http://www.reuters.com/article/2013/08/29/us-facebook-facial-idUSBRE97S0UZ20130829

[5] Facebook, Global Government Requests Report, https://www.facebook.com/about/government_requests

[6] Facebook Releases First Transparency Report, Mashable, 27.08.2013, http://mashable.com/2013/08/27/facebook-transparency-report/

[7] Facebook Gave 38K Users’ Data to Governments in 6 Months, Wired, 27.08.2013, http://www.wired.com/threatlevel/2013/08/facebook-divulged-user-data/

[8] Bakan Binali Yıldırım: ‘Twitter bizi geri çevirdi’, Hürriyet, 26.06.2013, http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/23588625.asp

[9] Dr.Özgür Uçkan, ‘Binali Yıldırım’ın başvurduğu kozun hiçbir anlamı yok, Vagus.TV, 28.06.2013, http://vagus.tv/2013/06/28/osmanli-tokadi/

[10] Facebook: Türk hükümetiyle kullanıcı bilgilerini paylaştık, T24, 27.08.2013, http://t24.com.tr/haber/facebook-turk-hukumetine-kullanici-bilgileri-verdik/238042; Facebook: Türk hükümetine endişelerimizi anlatacağız, İnsan Haber, 27.08.2013, http://www.insanhaber.com/guncel/facebook-turk-hukumetine-endiselerimizi-anlatacagiz-h20694.html

[11] Ezgi Başaran, PKK’ya ait her şey kapatma nedenidir, Radikal, 29.08.2013, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/pkkya_ait_her_sey_kapatma_nedenidir-1148259 ; ayrıca bkz. Alternatif Bilişim Derneği, Facebook’un önceliği kullanıcılar olmalı, 4.09.2013, http://www.alternatifbilisim.org/wiki/Facebook%27un_%C3%B6nceli%C4%9Fi_kullan%C4%B1c%C4%B1lar_olmal%C4%B1

Kaynak: Evrensel Gazetesi Pazar Eki 08.09.2013


DERİNLEŞEN DİSTOPYA VE EĞİLİMLER

Eylül 4, 2013

Yazan: Melih Kırlıdoğ/Alternatif Bilişim

TARİHİ SÜREÇ

Bilgisayarlar ilk ortaya çıktıkları 1950’lerden sonraki yaklaşık otuz yıl boyunca asıl olarak bireylerin değil, ticari şirket ve devlet gibi örgütlerin gereksinmelerine göre şekillendiler. Bu dönemde bilgisayarlar asıl olarak üç alanda kullanıldılar. Bu alanlardan en yaygını şirketlerdeki muhasebe ve stok gibi basit kurallara dayalı ve istisna içermeyen bir dizi işleme dayalı ticari uygulamalardı. Bilgisayarların bu uygulamalara hatasız ve çok hızlı bir şekilde destek sağlamaları tüm dünyada büyük bir hızla yaygınlaşmalarına yol açtı. İkinci olarak bilgisayarlar çeşitli mühendislik uygulamalarında gitgide daha fazla kullanılmaya başladılar; çünkü bu alanda da sağladıkları hız ve hatasız işlem yapma özellikleri onları vazgeçilmez bir hale getirdi. Örneğin, sivil ve askeri uçak üretimi bilgisayar katkısı olmadan düşünülemez hale geldi. Bu mühendislik ürünlerinin kullanım süreçlerine katkı da bilgisayarların girdiği üçüncü alan oldu. Örneğin, bir uçağın veya füzenin seyir ve güvenlik gibi alt-sistemlerinin tamamı gerçek-zamanlı olarak tamamen bilgisayarlar tarafından kontrol edilir halde geldi.

Bu süreç gitgide derinleşerek devam ederken 1980’lerin başında önemli bir süreç daha başladı. Şirketve devlet gibi kurumların insan topluluklarına dayalı “geleneksel” bilgisayar kullanım alanlarına ek olarak bireylerin kullanımına uygun olarak tasarlanmış kişisel bilgisayarlar (PC) ortaya çıktı. Başlangıçta önemli bir engel olan fiyat sorunu kısa zamanda ortadan kalkınca kişisel bilgisayarlar büyük bir hızla yaygınlaşmaya başladı. Kısa zamanda kişisel bilgisayarlar iş ortamlarında da görülür halde geldi. Bilgisayarların fiyat/performans oranındaki olağanüstü gelişimlerle birkaç yüz dolarlık kişisel bilgisayarlar 20-30 sene öncesinin milyonlarca dolarlık büyük bilgisayarlarından daha üstün hale geldiler. Bu süreçte “açık sistemler” akımıyla daha önceleri önemli bir sorun olan bilgisayarlar arası iletişim gitgide yaygınlaştı. “World Wide Web’in” 1993-94’de ortaya çıkmasıyla daha önce sadece uzmanlar tarafından kullanılan Internet sıradan insanlar tarafından da kullanılabilir hale geldi. Bunun sonucu olarak bilgisayarlar arası bağlantı aynen telefonlardaki duruma benzeyecek şekilde gelişti: Uzman bilgisi gerekmeden her bilgisayar dünya üzerindeki başka bir bilgisayara bağlanabilecek imkana kavuştu.

2000’li yıllarda çeşitliliği olağanüstü boyutlarla artan uygulamalarla bilgisayarlar mekandan bağımsız olarak insan faaliyetlerinin tamamını destekler hale geldiler. İletişim, eğlence, iş, haber alma gibi bilgiye dayalı tüm faaliyetleri destekleyecek donanım ve yazılımların ortaya çıkmasıyla daha önce mevcut olmayan birçok iletişim ve sosyalleşme ortamları oluştu. Bazı durumlarda bu ortamlar geleneksel iletişim ve sosyalleşme ortamlarının yerini alır hale geldi. Sosyal medya denilen bu iletişim ortamları geleneksel iletişim ortamlarından birçok yönden farklılıklar gösteriyor. Herşeyden önce bu ortamlar zaman ve mekandan bağımsız. Bunun birçok anlamı var. Birinci olarak sosyal medyada yer alan bir paylaşım ortaya çıktığı mekanla sınırlı kalmayacak şekilde uygun bir yazılım ve donanımla dünyanın her tarafından izlenebiliyor. Bu izleme için de ortaya çıkıştan sonra belli bir zaman geçmesi gerekmiyor. Örneğin, orta yaşlı insanlar zaman ve mekan olarak çok uzaklarda kalmış lise arkadaşlarını kolaylıkla bulup yeni ağlar oluşturabiliyorlar. İkinci olarak, zaman ve mekandan bağımsızlık birçok teknik kısıtlamayı ortadan kaldıracak şekilde kendini gösteriyor. Örneğin, bir radyo istasyonunun sinyallerinin erişim menzili vericinin gücüyle doğru orantılıyken Internet üzerinden yapılan paylaşımlarda veya radyo yayınlarında böyle bir kısıtlama sözkonusu değil.

YENİ DÜNYA

Modern yaşamda bilgisayarların her türlü insan faaliyetini “temsil” ile onun doğal bir uzantısı haline gelmesi birçok yönden hayatı değiştirdi. İnsanlar arasında “sanal” iletişim bazı durumlarda “gerçek” iletişimin yerini almaya başladı. Sanal iletişimin kendi kodları, düzeni ve kuralları; diğer bir deyişle “adab-ı muaşereti” oluşmaya başladı. Buna bağlı olarak gerçek hayatta herkesin kendi özeliyle ilgili olan mahremiyet konusu sanal ortamda da önem kazanmaya başladı. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi sanalda da insanlar yaşamlarını diğerlerine açık ve kapalı olacak şekilde böldüler. Yine gerçek hayata benzer şekilde insanlar kişisel mahremiyetlerinin bir kısmını yakın çevrelerine açtılar, sanal ortamda onlarla çeşitli paylaşımlarda bulundular. Örneğin, davetle ve izinle girilebilen kapalı e-posta listeleri bu şekilde ortaya çıktı.

Sanal ortamın içerik bakımından birçok yönden gerçek dünyaya paralel hale gelmesi çok önemli bir olguya yol açtı: Yer yer sanal ortam gerçek hayatı belirlemeye veya oluşmasına yardımcı olmaya başladı. Örneğin, bilgisayarların olağanüstü hız ve etkinlikteki bilgi saklama kapasitesi kullanılarak bireylerin ziyaret ettiği siteler veya kişisel iletişimleri analiz edildi; bu analiz sonucu yapılan profilleme çalışmasıyla bireylerin bilgisayarında kendi ilgi alanlarına uygun reklamlar gösterildi. Bunun gerçek hayattaki izdüşümü ise reklamcılık endüstrisinin bir yan dalı olarak Internet reklamcılığının doğması oldu. Halen bu dal bazı ülkelerde toplam reklamcılık endüstrisinin yarısına yakınını oluşturuyor.

Aynı şekilde sanal ortam birey ve devlet arasındaki ilişkilerin bazı durumlarda gerçek yaşamda çeşitli dönüşümlere yol açacak şekilde yeni bir tarza bürünmesine yol açtı. E-devlet denilen uygulamalar bir yandan vatandaşın işini kolaylaştırırken diğer taraftan da vatandaşın “ne yaptığını merak eden” devletin işini kolaylaştırdı. Reklam endüstrisinin etkinlikle kullandığı bireysel profilleme teknikleri birçok ülkede devletin kendi vatandaşını fişleme işlemlerinde de aynı etkinlikle kullanılır hale geldi. Tek kutuplu dünyada ABD’nin casusluk teşkilatları (NSA ve CIA) kendi vatandaşlarıyla birlikte dünyanın tamamının iletişimine kulak kabartıp belli bireyleri ve grupları özellikle takip eder hale geldiler. Ancak yer yer bunun tam tersi bir süreç de gelişti: Bilgisayarlar Taksim Gezi olaylarında ve Arap baharında olduğu gibi halk hareketlerine önemli destek sağladılar. Diğer taraftan devlet-birey hiyerarşisinde “aşağıda” bulunanlar da bazen “yukarıda” olup biteni bilgisayar ortamının sağladığı imkanlar vasıtasıyla görme imkanına kavuştular. Örneğin, ABD ordusunda görev yapan Bradley Manning adlı bir asker bu ülkenin binlerce diplomatik mesajını birkaç CD’ye kopyalayarak tüm dünyaya açtı. ABD için eşi görülmedik bir diplomatik skandal yaratan bu olaydan hemen sonra Edward Snowden isimli bir NSA-CIA çalışanı NSA’nın tüm dünya iletişimini gözetlemek amacıyla geliştirdiği Prism ve XKeystroke isimli inanılmaz projeleri açığa çıkardı. Ülkemizde de RedHack isimli grup birçok yolsuzluk dosyalarıyla birlikte elliden fazla insanımızın hayatını kaybettiği Reyhanlı saldırısının gerçek failinin  Türk hükümetinin iddialarının aksine, muhtemelen Suriye iç savaşında desteklediği El-Nusra olduğunu ortaya çıkaran istihbarat belgelerini yayınladı. Tüm bunlar ülkemizde ve dünyada “yukarlarda” olup bitenin hiç de “aşağıdakilere” aktarıldığı gibi olmadığını açıkca gösterdi. Bismarck’a atfedilen “sosis ve siyasetin nasıl yapıldığını bilen geceleri rahat uyuyamaz” deyiminin günümüz dünyasında geçerliliği bir kez daha kanıtlandı. Devletlerin ses ve veri iletişimini gözetlemek için kendi koydukları kurallara hiçbir şekilde uymadıkları ve vatandaşlarına vadettikleri iletişim mahremiyetinin asıl olarak bir masaldan ibaret olduğu açıkça görüldü. Kısacası, devletlerin “yeraltına indiği” bir dünyada bilgisayar ortamı “yukardakilere” olduğu ölçüde “aşağıdakilere” de işletme deyimiyle yeni “tehditlerin” yanı sıra yeni “fırsatlar” sundu.

“Teröre karşı savaşın” kanunsuz gözetim faaliyetlerinin temel gerekçesi olduğu bu yeni dönemde insanlar gitgide neden sadece “teröristlerin” değil, tüm nüfusun gözetlendiğini sorgulamaya başladılar. “Teröristlerin” bir kısmının ilgili devlet tarafından kurulduğunun ve desteklendiğinin bilinmesi birçok durumda devletleri gözetim faaliyetlerinde ahlaki temelden yoksun bıraktı. Örneğin, yirmi yıl öncesine kadar ABD tarafından desteklendiği bilinen El-Kaide’ye karşı bu ülkenin açtığı “savaş”, ülkedeki yoksulluk ve sefalete karşın harcadığı yüz milyarlarca dolarlık kaynak ve bu “savaş” gerekçe gösterilerek vatandaşların tamamının gözetlenmesi ülke içinde gitgide daha fazla sorgulanır oldu. Aynı şekilde Reyhanlı belgelerini  sızdırdığı iddiasıyla Utku Kali isimli bir askeri casuslukla suçlayıp 25 sene ceza isteyen mahkemeler saldırı esnasında Reyhanlı’daki tüm Mobese kameralarının neden kapatıldığını hiç merak etmediler. Vatandaşlarının tamamına yakını her an Mobese gözetimi altında olan bir ülkede bunun simgesel anlamı büyük: Zira bilgisayar teknolojisi her yönde bilgi akışı sağlamasına rağmen yeni dönemde devletler bilgi akışının tek yönlü olmasını istiyorlar; diğer bir deyişle vatandaşı projektör ışığına tutup kendileri karanlıkta kalmayı tercih ediyorlar. Ufak bir el fenerinin bile yaratacağı büyük tahribattan haberdar oldukları için de Utku Kali, Bradley Manning, Edward Snowden ve Julian Assange gibi insanların üzerine olağanüstü bir şiddetle gidiyorlar (diğerlerinin aksine Utku Kali suçlamaları kabul etmiyor; olayı açıklayan RedHack de belgeleri kendisinden almadığını söylüyor).

DÜNYANIN BİLGİSİ VE DÜNYANIN EFENDİSİ

Snowden tarafından Prism ve XKeystroke projelerinin açıklanmasıyla kendi halkına yalan söylediği açıkca ortaya çıkan ABD hükümeti ülke içinde büyük prestij kaybetti. Bu durum sadece sıradan vatandaş için değil, aynı zamanda bilgisayar uzmanları için de geçerli hale geldi. Örneğin, 1992’den bu yana  düzenlenen ve NSA’nın ve ABD’nin diğer casusluk teşkilatlarının uzman devşirmek için her sene yoğun olarak katıldıkları Defcon isimli hacker kongresi geçen sene NSA Direktörünü davetli konuşmacı olarak ağırlamış olmasına rağmen bu sene hiçbir devlet yetkilisini izleyici olarak bile kabul etmedi.

Yeni dönemin diğer bir özelliği de rüşvet veya zorlama ile özel şirketlerin devletin gözetim faaliyetine yoğun katkılarının açığa çıkması oldu. Örneğin, Prism projesinin ABD kaynaklı büyük yazılım şirketlerinin neredeyse tamamının (Microsoft, Google, Facebook, Apple, Yahoo, Youtube, Skype, AOL, Paltalk) katkılarıyla gerçekleştiği anlaşılınca ABD’de ve tüm dünyada bu şirketlere karşı büyük bir güvensizlik oluştu. Bu şirketlerin kişisel mahremiyet politika belgelerindeki tüm iddialı ve süslü sözlere karşın kullanıcıların mahrem bilgilerini ABD casusluk teşkilatlarına sınırsızca sunmaları karşısında insanlar kendilerini ihanete uğramış hissettiler.

Son zamanlarda Almanya’da ortaya çıkan bir bilgi ticari şirketlerle casusluk teşkilatlarının işbirliğinin hangi noktalara kadar uzandığını ortaya çıkardı: Buna göre Microsoft ürünü Windows 8 işletim sistemi kullanıcılarla ilgili bilgileri NSA’ya iletmek için bir “arka kapı” içeriyordu:

http://www.businessinsider.com/leaked-german-government-warns-key-entities-not-to-use-windows-8–links-the-nsa-2013-8

Alman hükümetinin kendisine bağlı kritik birimleri uyarmasına yol açacak kadar önemli bulduğu bu arka kapı vasıtasıyla Microsoft veya işbirliği yaptığı NSA bilgisayarın kontrolunu ele geçirip kullanıcının hareketlerini takip edebiliyor. Kontrolun kapsamının bilgi hırsızlığına kadar gitmeyeceğinin de hiçbir garantisi yok. Sistem ABD kaynaklı bazı bilgisayar şirketlerinin oluşturduğu “Trusted Computing – Güvenli Bilişim” isimli bir girişim tarafından geliştirilmiş. Görünürdeki amacı “korsan yazılımı” önlemek olan sistem bu amaca ulaşmak için bilgisayar üzerinde hangi yazılımın çalışıp hangisinin çalışmayacağını tayin ediyor. Bu iş için kullanıcıların zahmete girmesini istemeyen (!) Microsoft şirketi de bilgisayarı uzaktan kontrol ediyor. Sistem Windows 8 başlatıldığında devreye giriyor ve kullanıcı tarafından durdurulması mümkün değil.

Haberde önemli bir ayrıntı da Alman hükümetinin sistemin geliştirilmesinde yer almak istemesine karşın reddedilmesi. Bu noktada insanın aklına çok önemli iki soru geliyor: Eğer Almanya projede yer almış olsaydı bu haberi okumak mümkün olacak mıydı? Almanya’nın ve ABD ile birlikte diğer gelişmiş ülkelerin kullandığımız bilgisayar üzerinde şimdiye kadar açığa çıkmamış müdahaleler var mı? Ne yazık ki, muhtemelen bu iki sorunun cevabı insanların tedirginliğini artıracak nitelikte.

“AĞ TARAFSIZLIĞI” VE “DONANIM TARAFSIZLIĞI”

Trusted Computing sisteminin çok önemli bir özelliği de sadece bir yazılım ürünü olmayıp Windows 8 için özel olarak geliştirilen bir yonga ile birlikte çalışması. Diğer bir deyişle konvansiyonel olarak sadece yazılım vasıtasıyla gerçekleştirilen gözetim yeni dönemde yazılımla beraber donanımı da içeriyor. Bu durum bilgisayar dünyasında niteliksel bir dönüşümü temsil ediyor; zira klasik bilişim ortamında donanımın “tarafsız” bir rolü vardı. Yani donanım sadece üzerinde yazılımın nötr bir şekilde çalışması için tasarlanırdı. Diğer bir deyişle yazılımın belli bir amaçla veya istenen bir yönde çalışmasını sağlamak gibi bir görevi yoktu. Microsoft şirketi ve NSA bu  uygulamalarıyla tıpkı DPI (Deep Packet Inspection) sistemlerinin Internet’in doğal yapısındaki ağ tarafsızlığını ihlal ederek denetim ve gözetimde yeni bir çığır açmasına benzer şekilde donanım tarafsızlığını ihlal ediyor.

Donanım tarafsızlığı ihlal haberleri son zamanların ürünü. Örneğin, aşağıda haber Echelon sistemini oluşturan ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda istihbarat teşkilatlarının yıllardır Lenovo marka kişisel bilgisayar kullanmayı reddettiklerini ortaya çıkardı:

http://www.afr.com/p/technology/spy_agencies_ban_lenovo_pcs_on_security_HVgcKTHp4bIA4ulCPqC7SL

Bu isteksizliğin nedeni IBM’in kişisel bilgisayar markası olan Lenovo’nun 2005 senesinde Çinliler tarafından satın alınmış olması. Habere göre Lenovo donanımı uzaktan bilgisayara erişim sağlayacak bir “arka kapıyı” içeriyor. Haberden arka kapının donanıma gömülü (embedded) olması nedeniyle işletim sistemini değiştirmek veya diski formatlamak gibi tedbirlerin arka kapının çalışmasına herhangi bir etkisinin olmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla, bu teşkilatlar için tek çare Lenovo donanımı kullanmamak. Haberde yer almayan ama hemen akla gelen soru ise Batılı istihbarat teşkilatlarının Batı kaynaklı bilgisayar markalarında Çinlilerin yaptığının aynısını yapıp yapmadığı. Bu sorunun muhtemel yanıtı ise bu yazının içinde.

“ELEKTRİK SÜPÜRGESİ”

Gerek donanım tarafsızlığını ihlali, gerekse Windows 8’e gömülü arka kapı önceden belirlenmiş hedef bilgisayarlar üzerinde kolaylıkla uygulanabilecek sistemler. Ancak NSA’nın genel stratejisinin bireysel hedefler yanında “Internet’in içinde yaşama” ve akıl almaz büyüklükteki verileri “emerek” kendi bilgisayarlarına kopyalamak olduğunu biliyoruz. Son zamanlarda açığa çıkan diğer bir olgu da NSA “elektrik süpürgesi” dediği bu yaklaşım gereği Utah’da muazzam bir veri depolama tesisi kuracağı. Bu tesisin muhtemel kuruluş amalarından bir tanesi Snowden’ın son açıklamalarında satır aralarında gizli. Buna göre NSA Genie ismini verdiği bir proje ile onbinlerce bilgisayara uzaktan casus yazılımlar yüklüyor:

http://rt.com/usa/nsa-cyber-operations-classified-247/

Haberde yazıldığına göre NSA Turbine ismini verdiği bir başka proje ile bu işlemi milyonlarca bilgisayara genişletecek; bu bilgisayarlardan veri çalmanın ötesinde muhtemelen sistem çökmelerine yol açacak “aktif saldırılar” düzenleyecek. Yeni veri merkezinin tüm dünyanın ses ve veri iletişimine kulak kabartıp depolamanın yanısıra milyonlarca bilgisayar ile “veri paylaşımı” yapmak için kurulacağı anlaşılıyor.

TÜRKİYE’DE DURUM

 Geçenlerde Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) kendi web sitesinde çok önemli bir kararını yayınladı. Ancak karar bir kaç saat sonra apar topar siteden kaldırdı. 2013/DK-TİB/401 numaralı karara göre

“… (H)er bir STH (Sabit Telefon Hizmeti) işletmecisinin tüm POP noktalarına ait trafiğini           Başkanlık (TİB) Ankara lokasyonuna IP (Internet Protocol) protokolü üzerinden noktadan    noktaya özel hatlar ile teslim etmesi”

isteniyordu. Özel hayatın ve iletişimin gizliliğini sağlayan TC Anayasasının 20. ve 22. maddelerinin açık ihlali olan bu karar Türkiye’de olup biteni açıkça gösteriyor. Devlet kendi imkanlarının el verdiği ölçüde tüm vatandaşların telefon görüşmelerini dinlemek ve kaydetmek istemekte, bunun için de işletmecileri kendisiyle işbirliği yapmaya zorlamaktadır. Devletin elindeki teknik imkanların (örneğin ABD’ye göre) sınırlılığı açık olmakla birlikte Facebook ve Microsoft gibi firmalarla işbirliği yaptığı gerek yetkililerin beyanlarıyla gerekse de polis fezlekeleri ve mahkeme tutanaklarıyla sabittir.  Phorm gibi ABD dahil gittiği her ülkeden kovulan ve kişisel mahremiyeti ayaklar altına alan bir şirket bile -muhtemelen devletin desteğiyle- sadece Türkiye’de tutunabilmiştir (Bkz. Enphormasyon.org). Günümüzde Türkiye’de yaşayan herkes telefon konuşmalarının dinlendiğinden ve kaydedildiğinden emindir. Internet’ten sorumlu Bakanın Twitter’dan veri temini için ABD’ye heyet göndermesi de ibretle izlenmektedir. Vatandaşların arzusu BTK’nın hafiyelik misyonunu bırakması ve asli görevi olan “düzenleyici kuruluş” durumuna geri dönmesidir. Bu herkes için önemlidir, zira ABD gibi yönetimin iyi-kötü bir süreklilik arzettiği Batı ülkelerinin aksine Türkiye’deki istikrarsızlık kimsenin gelecekte neler olacağını kestirememesine yol açmaktadır. Örneğin, on sene önce telefonları dinlendiğinden yakınanlar şimdi iktidarda olup telefon dinleyenlerin bir kısmı halen cezaevlerindedir.

NELER OLACAK? NE YAPMALI?

Halen dünyada ve Türkiye’de dört başı mamur bir distopyaya doğru gidiş açıkça görülmektedir. Ancak bu distopya eninde sonunda insana bağlıdır. Snowden olayından sonra NSA’nın sistem yöneticilerini yüzde doksan oranında azaltma kararı “yukarda eğreti duran” ve vicdanlarına borçlu bir kaç insandan korkunun açık bir ifadesidir. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin her şey sonunda insana bağlıdır. NSA sistem yöneticilerini ve analistlerini sıfıra indiremeyeceğine göre kendisi için her zaman bir risk, insanlık için her zaman bir umut var demektir. Bu yazıda anlatılan yurtdışı kaynaklı bireysel “ıslıkçıların” (whistleblowers) tümünün sadece son bir kaç sene içinde ortaya çıkmış olması bu umudun dayandığı ivmenin ne kadar güçlü olduğunun bir ifadesidir.

Distopyanın derinleşmesine karşı sıradan insanlarda da doğal uzantıları haline gelen bilgisayarları kullanırken seçici olmayı öğrenme süreci derinleşmektedir. Bu bağlamda nasıl çalışıp ne iş gördüğü belli olmayan kapalı ve ticari yazılımlara karşı açık kaynak kodlu yazılımlara (AKKY) doğru bir yönelim söz konusudur. Gitgide daha fazla insan kendi parasıyla kendi özel hayatını yurtiçi ve yurtdışındaki hafiyelere açan yazılımların alternatiflerini kullanma eğilimindedir. Örneğin, Windows yerine ondan çok daha güvenli olan Linux’un kullanımı masaüstü ve dizüstü sistemlerde henüz az olmasına karşı artış eğilimindedir. Türkiye’de satın alınan her yeni bilgisayar Windows kurulumu ile gelmekte, insanlar haberleri olmadan Microsoft firmasına para ödemektedirler. Donanım satıcıları Windows istemeyen kullanıcılara bilgisayar satmayı reddetmektedirler. Bu, hafif tabiriyle “ekonomi dışı zor”, ağır tabiriyle açık bir korsanlıktır.

İkinci olarak da insanlar kişisel mahremiyetlerini korumak için AKKY tabanlı şifreleme yazılımlarına daha fazla ilgi duymaya başlamışlardır. Halen AKKY tabanlı birçok şifreleme yazılımı mevcut olup bunların büyük kısmı ücretsizdir. Şifreleme de dahil olmak üzere güvenli birçok yazılım aşağıdaki linkte gösterilmektedir:

prism-break.org

Son olarak Julian Assange’ın sözleri: “Şifrelemek şifreyi kırmaktan çok daha kolaydır”.