“İnternet Bağımlılığı: Bağımlılar ve Aileleri İçin El Kitabı” Kitap Değerlendirmesi

Mayıs 21, 2019

Yazar: Holger Feindel Değerlendiren: Beren Kandemir/ Hacettepe Üniversitesi, İletişim Bilimleri Doktora Öğrencisi

İnternet bağımlılığı, son yıllarda gerek ruh sağlığı alanında gerek gündelik yaşamın akışı içerisinde sıklıkla gündeme gelen ve üzerinde tartışılan bir kavram haline gelmiştir. İnternet bağımlılığı kavramının, üzerinde uzlaşılmış ve çerçevesi belirlenmiş bir tanımının bulunmaması ise bu tartışmaların yelpazesini oldukça genişletmektedir. Holger Feindel tarafından 2015 yılında yayımlanan ve 2019 yılında Türkçe’ye çevrilen “İnternet Bağımlılığı: Bağımlılar ve Aileleri İçin El Kitabı” isimli çalışmanın da, “internet bağımlılığı” kavramının genel bir çerçevesini çizmek ve bu bağımlılığın nasıl kontrol altına alınabileceği konusunda fikir vermek için hazırlanmış bir rehber olduğunu söylemek mümkün. Psikoterapist olarak internet kullanımı konusunda öz-kontrollerini sağlamakta problem yaşayan danışanlarıyla çalışırken edindiği deneyimler ışında internet bağımlılığının genel bir tablosunu ortaya koymaya çalışan Feindel, zaman zaman danışanlarının kendi paylaşımları ve onlarla yaptığı görüşmelerden de örnekler vererek internet bağımlılığı ile nasıl başa çıkılabileceği konusunda öneriler de sunuyor.

Dört bölümden oluşan kitabın, ilk bölümü internet bağımlılığını anlama konusuna ayıran Feindel, “İnternet Bağımlılığı Nedir?” başlıklı bu bölümde öncelikle bu bağımlılığın neleri kapsadığını anlatmaya çalışıyor. Daha önce de belirtildiği gibi alanyazında şu an internet bağımlılığın ne olduğu üzerine uzlaşılmış bir tanımlama bulunmamakta. Feindel de başlangıçta okuyucuları bu tanımlamanın bilimsel olarak tam doğru olmadığı konusunda uyarıyor ve okuma kolaylığı sağlaması açısında kitapta bu kavramı internet bağımlılığı olarak ele aldığını belirtiyor (s.9). İnternetin sağladığı iletişim kurma ve bilgi alışverişi imkânlarının çokluğu ve kolay ulaşılabilirliği, zamanla bazı internet kullanıcılarının, internet kullanımları üzerinde kontrollerini yitirmelerine ve yaşamlarının farklı alanlarında problem yaşamaya başlamalarına yol açmıştır (Young, 1999). Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından hazırlanan Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın dördüncüsünde (DSM-IV) kimyasal bir maddeye bağlı olmayan tüm bağımlılıklar “dürtü kontrol bozuklukları” olarak nitelendirilmekteydi. 2013’de yayımlanan DSM-V’de ise ekler kısmında yer alan açıklamaya göre; dijital oyun bağımlığının bir türü olan, çevrimiçi olarak oynanabilen internet oyunlarını kapsayan bağımlılık için, İnternet Oyun Bağımlılığı (İnternet Gaming Disorder) tanısı önerilmiş, fakat bu tanı için daha fazla araştırma yapılmasına gereksinim olduğu uyarısı yapılmıştır (Kuss, Griffiths ve Pontes, 2017). Benzer şekilde, Türkiye’de sağlık hizmetlerinde de temel başvuru kaynağı olan, Uluslararası Hastalık Sınıflandırmaları (ICD) kodlarının revizyon çalışmalarında ICD-11 için, “Çevrimiçi Oyun Bağımlılığı” Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2018 yılında bir tanı olarak kodlama kapsamına alınmıştır.

İnternet bağımlılığı kavramı ilk olarak 1996 yılında Ivan Goldberg tarafından kullanılmıştır. Goldberg, DSM-IV’de yer alan madde bağımlılığı kriterlerini internet kullanımına uyarlayarak bir internet bağımlılığı tanısı oluşturmuştur (Bozkurt, Şahin ve Zoroğlu, 2016). “İnternet Bağımlılığı Bozukluğu” adını verdiği bu tanıyı kendi web sitesinde yayınlayan Goldberg’in ortaya attığı bu kavram oldukça dikkat çekmiş ve internet bağımlılığı üzerine tartışmalar için başlangıç yolunu açmıştır (Ögel, 2012). Benzer şekilde Kimberley Young (1996) tarafından da DSM-IV’de APA tarafından belirlenen patolojik kumar oynama bozukluğunun kriterleri, 396 internet bağımlısı katılımcı ve kontrol grubu olarak da 100 internet bağımlısı olmayan katılımcıyla gerçekleştirilen kapsamlı bir çalışma ile internet bağımlılığına uyarlanmıştır.

İnternet bağımlılığı, farklı çalışmalarda patolojik internet kullanımı, problemli internet kullanımı,  aşırı internet kullanımı, kompulsif internet kullanımı, internetomani, siber bağımlılık, internet kullanım bozukluğu gibi isimlerle karşımıza çıkabilmektedir (Arısoy, 2009; Ögel 2012). Bu kavramlar arasında çeşitli farklılıklar üzerinden ayrım yapma girişimleri bulunsa da tüm tanımlamalarda dikkat çeken en önemli ortak nokta internet kullanım süresi ve sıklığıdır. Feindel tarafından belirtildiği üzere, uzmanlar haftada 30 ila 35 saat arası, okul veya meslekle ilişkisi olmayan internet kullanımını “normal yaşamla bağdaştırılamaz” bulmaktadırlar (s.13). Holger Feindel ise bu noktada farklı danışanlarının yaşantılarından kesitler sunarak “çok fazla” tanımlamasının kişilerin içeride bulundukları koşullar ve gündelik sorumluluklarını yerine getirebilme becerilerinin ne ölçüde etkilendiğine göre değişkenlik gösterebileceğini somut örneklerle açıklıyor. Bu bağlamda problemli internet kullanımı olarak değerlendirilebilecek durumun belirleyici kriterlerinin, kullanıcıların kendilerine fiziksel, psikolojik ve sosyal anlamda zarar vermeye ve yaşamlarındaki birçok alanı ihmal etmeye başlamaları olduğunu belirtiyor (s.15).

Öncelikle ortaya çıkabilecek bedensel sorunlara değinen Feindel; sırt ağrıları, baş ağrısı, göz rahatsızlıkları, aşırı kilo alımı veya kaybı, uyku bozuklukları, konsantrasyon bozuklukları, başparmak eklemlerinde artroz, yağ metabolizması rahatsızlıkları, tendon iltihaplanması gibi durumların aşırı internet kullanımına bağlı olarak sıklıkla ortaya çıkan problemler olduğuna dikkat çekiyor. Bunun yanında sık klavye ve fare kullanımına bağlı olarak Carpal Tunnel sendromunun da internet bağımlılığına bağlı olarak ortaya çıkması olası fiziksel rahatsızlıklardan olduğu söylemek mümkün (Ögel, 2012). Feidel aşırı internet kullanımı nedeniyle ihmal edilen öz bakımın da bazı fiziksel rahatsızlıklara yol açabileceğini hatırlatıyor (s.18).

İnternet bağımlılığının sosyal sonuçlarına göz attığımızda, karşımıza ilk olarak çocuklukta bilgisayar oyunlarıyla başlayıp yetişkinlikte evsizliğe uzanan çarpıcı bir internet bağımlılığı yaşantısı örneği ortaya çıkıyor. Feidel, aşırı internet kullanımı mağdurlarının bir süre okul ve iş yaşantılarını normal akışında sürdürmeye çalıştıklarını fakat tablonun giderek kötüleştiğini, sonunda eğitim veya iş olanağının kaybedildiğini ve geleceğe yönelik herhangi bir planın kalmadığını belirtiyor. Buna göre ev yaşamlarını, iş yaşamlarını, faturalar ve kira gibi karşılanması gereken sorumluluklarını ihmal eden mağdurların sonuç olarak ebeveynleriyle, işverenleriyle veya partnerleriyle problemler yaşadıklarına ve eğer bu problemleri değişim için bir harekete geçme fırsatı olarak değerlendiremezlerse daha derin bir yalıtılmışlık içine düştüklerine dikkat çekiyor (s.22).

İnternet bağımlılığının psikolojik sonuçlarında ise, daha karmaşık bir tablonun söz konusu olduğu söylenebilir. Feidel’in de belirttiği gibi, aşırı internet kullanımı ve olumsuz ruh halinin birbirlerini karşılıklı olarak besleme olasılıkları yüksektir. Çünkü internette sosyal beklentiler gerçek dünyadakinden farklıdır. Örneğin çevrimdışı yaşamlarında, sahip olduklarını veya sahip olamadıklarını düşündükleri bazı özellikler nedeniyle güven problemi yaşan kişilerin çevrimdışı ortamda kendilerini yeniden inşa etme ve olumsuz olarak gördükleri özelliklerini dışarıda bırakarak yeni bir kendilik kurma olanakları vardır. Bu durum da, kişileri problem olarak gördükleri gerçekliklerin üzerine gitmekten, onları çözmeye veya onlarla birlikte yaşamanın bir yolunu bulmak için çalışmaktan alıkoyar. Çevrimiçi dünya giderek daha cazip hale gelir ve internet kullanımı da buna bağlı olarak daha da sıklaşır.

Gerçeklik ve sanallık arasındaki ayrıma da değinen Feidel, sansasyonel haberlerde sıklıkla mağdurların gerçek hayat ve sanal hayat arasında ayrım yapamadıklarının vurgulandığını, danışanlarıyla yaptığı görüşmelerde ise bu durumun bazı örneklerine rastlamakla birlikte, bu örneklerin oldukça seyrek görüldüğünü; aksine danışanlarının gerçek dünya ve sanal dünya arasında oldukça keskin bir ayrım yaptıklarını belirtiyor (s.26). Feidel’e göre internet bağımlılığı problemi yaşayan kişiler, sanal dünyayı oldukça olumlu görürken, gerçek dünyayı olumsuz olarak algılama eğilimindedirler. Bu duruma örnek olarak, danışanlarından bazıları tarafından hazırlanmış çalışma materyallerini sunan Feidel, okurlar için de bu olumlu ve olumsuz yönlere dair kendilerinin hazırlayabileceği bir materyal şablonunu ek olarak paylaşıyor.

Birinci bölümün son kısmında ise, medya yetkinliğinin ele alındığı kitapta, medya yetkinliğinin iki farklı boyutuna dikkat çekiliyor. Birinci boyut, birçoğumuz yetkinlik kelimesinden aklına geleceği gibi teknolojiye duyulan yakınlık olarak değerlendiriliyor. Feidel, internet bağımlılarının, yeni medya araçlarını kullanma konusunda oldukça yetenekli ve yeni medya teknolojileri konusunda da oldukça bilgili olduklarını belirterek, bu açıdan bakıldığında yetkinden de öte sayılabileceklerini belirtiyor. Diğer yandan medya yetkinliğinin bir başka boyutu olarak ele alınan özellik ise, bu medya araçlarını sorumluluk bilinciyle kullanılması olduğu belirtiliyor (s.32). Bu noktada ise, internet bağımlıların bu yetkinliğe sahip olmadıklarını söylemek mümkün görünüyor. Feidel, bazı internet bağımlılarının problemlerinin bilincinde de olmadıklarını söylüyor. Buna göre, bazı internet bağımlıları, kendileriyle ilgili her şeyin yolunda olduğunu düşünürken; asıl problemi başkaları olarak görmektedirler. Diğer yandan Feidel’e göre aslında aşırı internet kullanım problemi olan kişilerin oldukça büyük bir kısmı bu sorunun farkındadır ve durumdan rahatsızlık da duymaktadırlar. Fakat problemi kabullenmeleri ve değişim için adım atabilmeleri zorlu ve uzun zamana yayılan bir süreçtir (s.33). Son olarak ise, şans oyunları bağımlılığı, alışveriş bağımlılığı gibi farklı bağımlılık türlerine değinen Freidel, internet bağımlılığının bu bağımlılık türlerini nasıl kolaylaştırdığıyla ilgili örnekler sunuyor.

Birinci bölümde, detaylı olarak internet bağımlılığının ne olduğu açıklandıktan sonra, ikinci kısımda bu bağımlılık sürecinde nelerin yaşandığı konusu açıklığa kavuşturulmaya çalışılıyor. Yine farklı vaka örnekleri üzerinden giden yazar, internet bağımlılığının ortaya çıkmasında medya kullanımı üzerine verilen eğitimin eksikliğinin oldukça büyük bir rolü olduğunu vurguluyor. Buna göre, herhangi bir kural olmaksızın sınırsız bir şekilde internet kullanan veya tam aksine internet veya dijital medya araçlarından tamamen izole yetiştirilen kişiler bu medya araçlarını sorumluluk bilinciyle kullanmayı öğrenemezler ve sonuç olarak internet bağımlılığı problemi yaşama olasılıkları artar. Diğer yandan, bu kısımda, hastalık veya engel gibi bazı bedensel kısıtlılıkların da internet bağımlılığına neden olabileceğinden bahsediliyor. Buna göre, çevrimiçi dünyada kendini tüm kısıtlılıklardan azade biçimde sunabilen kullanıcı, bedensel kısıtlılığıyla ilgili damgalamalardan kurtulabildiği bu dünyada kendini daha iyi hissedebilir ve aynı nedenden dolayı kendini kötü hissettiren gerçek dünyadan giderek uzaklaşabilir. Bu durumda da internet bağımlılığının ortaya çıkması olasıdır. Benzer şekilde, farklı sebeplerle dışlanma, ötekileştirme veya mobbinge maruz kalan kişiler de kendilerini daha iyi hissetmek için çevrimiçi dünyaya sığınabilir. Freidel’e göre kişinin yaşadığı bir travma, o kişideki güvenlik duygusunu temelden sarsabilir ve kişi kendini güvende hissetmek için çevrimiçi dünyaya kaçabilir. Bunun dışında, travmatize yaşantılar haricinde, yaşam koşullarında yaşanan köklü değişikliklerin de, bu değişikliklere uyum problemi ortaya çıkarsa internet bağımlılığının görülmesine zemin hazırlayabileceğine de dikkat çekiliyor.

Danışanlarıyla birlikte geliştirdiği, “Biyopsikososyal Yaklaşım Modeli”nden bahseden yazar, bu modelin, internet bağımlılığının aslında tek bir tetikleyici nedeni olmadığı durumların çoğunlukta olduğunu açıkça ortaya koyabildiğini belirtiyor. Modelin çalışıldığı grup çalışmasından örnekler veren Freidel, çok nadir olarak internet bağımlılığının tek bir nedeni olduğunu; genellikle internet bağımlılığı probleminin ortaya çıkabilmesi için birçok faktörün bir araya gelmesi gerektiğini ve bu nedenlerin de birbiriyle bağlantılı olabileceğini vurguluyor (s.46-48). Buna göre aslında internet bağımlılığı, bu rahatsızlığı yaşayanların birçoğu tarafından düşünüldüğünün aksine, yalnızca tek bir tetikleyici nedenin ortadan kaldırılmasıyla çözülebilecek kadar basit bir olgu değildir. Biyopsikososyal model ise, bu karmaşık yapının ortaya konulabilmesi ve somut hedefler belirlenebilmesi için oldukça faydalı görünmektedir.

Yazar ayrıca, insanların internet bağımlılığına kapılma nedenlerini incelerken, internetin birçok olumlu özelliğinin de bir kenara bırakılmaması gerektiğini belirtiyor ve kendi deyimiyle interneti “şeytanlaştırmadığının” altını çiziyor. Diğer yandan, tehlikelerinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini belirten yazar bu bağımlılığa kapılmanın hepimiz için çok kolay olabileceğine dikkat çekiyor. Çünkü hemen hepimizin gündelik yaşamı içerisinde internet kullanarak yürütmek durumunda olduğumuz birçok sorumluluğu var ve bunlar günümüzde artık çok küçük yaşlardan itibaren başlıyor. İnternet bağımlılığını diğer bağımlılıklardan ayıran özelliklerden birinin de bu olduğunu düşünebiliriz. Örneğin bir madde bağımlısı için, bağımlılık tedavisi tamamen maddeden uzaklaşmasına yönelik olarak yürütülür. Fakat internet bağımlılığı için böyle bir tedavi biçimi mümkün görünmemektedir. Bunun yerine, internet bağımlılığı problemi yaşayan kişilerin, internetle temaslarını sorumluluk bilinci içerinde, öz-kontrollerini sağlayabilecek biçimde gerçekleştirmelerine odaklanılır. Bu bölümü sonlandırırken, sanal oyunların en sık karşılaşılan internet bağımlılığı türü olduğunu belirten yazar, buna zemin hazırlayabilecek nedenlere odaklanıyor. Oyun geliştiriciler tarafından, akıllıca hazırlanmış ödül sisteminin en büyük tehlikelerden biri olduğunu belirtirken, aşırı internet kullanımının, kullanıcılara, gündelik yaşamlarında gideremedikleri bazı ihtiyaçlarını giderme hissi yaşatabileceğini ve bu yüzden bağımlılığın ortaya çıkabileceğini söylüyor. Bu internet üzerinden gideriliyormuş hissi yaşatan ihtiyaçların neler olduğu konusunda farkındalık kazanılabilmesi için bir madde listesi örneği paylaşan yazar ek olarak, okurlara kendileri için de böyle bir liste hazırlamalarına olanak veren bir şablon sunuyor. Bu ihtiyaçları gerçek dünyada gidermek için neler yapılabileceğini ise ilerleyen bölümlerde tartışıyor.

Üçüncü bölüm internet bağımlılığı yaşayan kişilerin yakınlarına yönelik olarak hazırlanmış. Burada internet bağımlılığı problemi yaşayan kişiyle nasıl iletişim kurulabileceği ve onun dünyasını anlayabilmek için yakınlarına çeşitli ipuçları ve öneriler sunuluyor.

Feindel, aile üyelerini bu sorunun mağdurları olmakla birlikte, aynı zamanda çoğunlukla sorunun bir parçası da olduklarını bilmeleri konusunda uyarıyor (s.61). Önceki kısımlarda, özellikle ergenlik çağındaki gençlerin, yetişkinlerle aralarına bir set çekme biçimi olarak çevrimiçi dünyayı kullanabileceklerini vurgulayan Feindel, bu bölümde ebeveynlere bu duvarı aşabilmelerine yönelik olarak internette neler olup bittiğine dair ufak bir rehber niteliğinde kısa açıklamalar sunuyor. Bir de, internet kavramlarına dair mini bir sözlük paylaşan yazar bu sözlüğün dinamik bir yapıda olduğuna ve eksiklikler barındırdığına da dikkat çekiyor. İnternette neler olup bittiğine dair hazırlanan rehberde ise; sanal oyunlar, ego-shooter oyunları, moba (multi-player online battle area) oyunları, strateji oyunları, sosyal ağlar ve son olarak da sörf ve streaming hakkında kısa bilgilendirmeler yapılarak internet bağımlısının yakınlarına, bağımlının dünyasını anlayabilmeleri için bir kapı aralanıyor.

İnternet bağımlısı kişiyle yeniden yakınlığın nasıl kurulabileceğine dair öneriler de paylaşan Feindel, iletişime başlamak için öncelikle internet bağımlılığı yaşayan kişinin anlatabileceği birçok şey olan bir konuya odaklanılmasının faydalı olacağını söylüyor ve internet faaliyetlerinin bunun için iyi bir örnek olduğunu belirtiyor. Fakat iletişime başlarken, bunun bir sorun olarak ele alınmaması gerektiğinin de altını çizerek, internet bağımlısı ile iletişim kurmak isteyen kişinin onu gerçekten anlamaya çalıştığını göstermesinin önemli olduğunun vurgulıyor. Yazarın da belirttiği gibi bu sorunun –aslında tüm bağımlılıklarda olduğu gibi– hızlı ve kolay bir çözümü bulunmuyor. Eğer internet bağımlılığı problemi yaşayan kişiye gerçekten yardım edilmek isteniyorsa, sabır ve dayanıklılığın süreçte en çok ihtiyaç duyulacak şeylerden ikisi olduğunu da unutmamak gerekiyor (s.79).

Kitabın son bölümü ise, internet bağımlılarının “gerçek” yaşama dönüşleri için neler yapabilecekleri konusuna ayrılmış. Bu yola çıkarken öncelikle göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktanın, yeni ve ulaşılabilir hedefler koymak olduğunu söylüyor Feindel. Eklerde, okuyucuların kendi internet kullanım alışkanlıklarının bağımlılık boyutuna ne ölçüde yaklaştığı hakkında fikir sahibi olabilmeleri için 0 ve 3 arasında puanlayabilecekleri bir form da sunulmuş. Feindel’e göre bu form sonucunda 28 puanın üzerinde bir değere ulaşılırsa bu durumun internet bağımlılığına işaret ediyor olabileceğini söylemek mümkün (s.93). Kişilerin bu durumu değiştirebilmek için ne derece motivasyon sahibi olduklarının ise çok önemli bir nokta olduğu vurgulanıyor. Bu durumu değiştirmeye istekli olanlar için ise “gerçek hayata” giden yolda yardımcı olabilecek tavsiyeleri içeren çeşitli öneriler sunuluyor. Feindel okuyuculara öncelikle bir medya seyir defteri hazırlamalarını tavsiye ediyor. Bunun için ise kendi internet kullanım davranışlarını gözlemlemekle işe başlayabileceklerini söylüyor. Bu gözlemler sonucunda, internet bağımlılığıyla baş etmek isteyen kullanıcılara, rutinlerine uygun olarak kendilerine belirli kurallar koymaları öneriliyor. Örnek olarak haftalık bir plan da paylaşan Feindel, bu kuralların uygulanması esnasında mutlaka çalar saat kullanımı gibi ek destekler alınmasını öneriyor. Medyasız geçirilecek iyi planlanmış bir günün ise, kişilerin farkındalıklarının artması açısından faydalı olduğunu belirtiyor. Diğer yandan, daha önce de vurgulandığı gibi günümüzde birçoğumuzun sorumluluklarının yerine getirilmesi dijital teknolojilerle iç içe olmamızı gerektirdiğinden dolayı, medya araçlarından tamamen uzak kalmanın internet bağımlılığının üstesinden gelinebilmesi için uzun vadede işlevsel bir yol olması mümkün görünmüyor. Medya yetkinliğimizin ne ölçüde olduğunu görebilmemiz için ise Feindel, bir trafik lambası metodu öneriyor. İnternet kullanırken kontrolü sağlayabilme düzeyimize göre; kırmızı, sarı ve yeşil alanlar belirlememizin faydalı olabileceğini savunuyor. Diğer yandan danışanları üzerinden verdiği çeşitli örneklerde, bu alanların her zaman kağıt üzerindeki gibi kalmayabileceğini; daha önce bu metodu denemiş danışanlarından bazılarının kendisiyle, bu sarı, kırmızı ve yeşil alanlara yazdıkları maddeler arasında geçişler olduğunu bildirdiklerini de ekliyor. Bağımlılık üzerinde kontrol sağlandıktan sonra, tekrar aşırı kullanımın pençelerine düşmemek için ise “arka kapıların” kapatılmasının önemini vurguluyor (s.119). Burada arka kapıdan kastedilenin, diğer tüm bağımlılıklarda olduğu gibi yeniden bağımlılığa giden yolları açabilecek bazı uyaranlar olduğu söylenebilir. İnternet bağımlıları için ise bu riskler oldukça fazladır. Örneğin madde kullanımına bağlı bağımlılık biçimlerinde, bağımlılık problemi yaşayan kişiye maddeye ulaşabileceği her bağlantıyla ilişiğini kesmesi hatta çevre değiştirmesinin tavsiye edildiği önceki kısımlarda belirtilmişti. İnternet bağımlılığında ne yazık ki böyle bir öneri çok gerçekçi olmamaktadır. Bunun yerine, internet bağımlılığına yol açan temel faktörlerin ortadan kaldırılması önerilebilir. Örnek olarak, kişi çok oyunculu sanal oyunlarda aşırı vakit geçirdiği için internet bağımlılığı problemi yaşıyorsa karakterini ve oyuna üyeliğini silmesi iyi bir başlangıç olabilir. Veya sosyal paylaşım platformlarında geçirilen vakit kontrol edilmekte zorlanılıyorsa, bu uygulamalar kaldırılabilir. Ancak bunların işe yarayabilmesi için, kişinin bu konuda gerçekten istekli ve hazır olması gerekmektedir. Eğer kişi yeterince hazır değilse bağımlılığa geri dönüş yaşaması kaçınılmazdır. Feindel, kişinin internet bağımlılığı probleminin kaynaklarından uzaklaşmaya yeterince hazır hissetmesi durumunda kendine özgü bir vedalaşma ritüeli gerçekleştirmesinin de faydalı olabileceğini belirtiyor. İnternet bağımlılığından uzaklaşılırken, eski alışkanlıkların yerine; yeni ilişkiler kurma, eski ilişkileri canlandırma, doğada daha fazla vakit geçirme, hobiler edinme, bağımlılık öncesinde yürütülen eski hobilere dönüş, yemek yapma gibi çeşitli alternatifler bulmanın önemini de vurgulayan yazar, böylelikle kişilerin “içlerindeki ayartıcılarla” (s.138) baş etmelerinin kolaylaşacağını söylüyor. Son olarak ise, somut planlamanın süreçteki öneminin altını çizen Feindel, kısa vadede başarılabileceklerle, uzun vadede başarılabilecekler arasında bir ayrım yapılmasının gerekliliğine dikkat çekiyor.

Sonuç olarak Holger Feindel tarafından hazırlanan rehber niteliğindeki bu kitabın, aşırı internet kullanımı konusunda problem yaşayan, yakınlarında bu problemi yaşayan kişilerle iletişim kurabilmenin bir yolunu arayan veya yalnızca internet bağımlılığı konusunda fikir edinmek isteyen okuyucular için faydalı bir kaynak olduğu söylemek mümkün. İnternet bağımlılığının ne olduğu konusunda, açık ve anlaşılır bir çerçevenin çizildiği kitapta hem aşırı internet kullanımı problemi yaşayan kişilere hem de bu problemi yaşayan kişileri anlamaya çalışan okuyuculara gerçek vakalardan yola çıkılarak, söz konusu bağımlılığın gerçekçi bir tablosu sunularak, kendilerini bu süreçte nelerin bekliyor olabileceğine dair ipuçları veriliyor. Paylaşılan kendi kendine yardım şablonları ve tavsiyeleri ise, bu bağımlılıkla baş etmek isteyenler için oldukça işlevsel görünüyor.

Kaynaklar:

Bozkurt, H., Şahin, S., & Zoroğlu, S. (2016). İnternet bağımlılığı: Güncel bir gözden geçirme. Journal Of Contemporary Medicine, 6(3), 235-247.

Feindel, H. (2019). İnternet bağımlılığı: Bağımlılar ve aileleri için el kitabı (Çev. A. Dirim). İstanbul: İletişim Yayınları.

Kuss, D. J., Griffiths, M. D., & Pontes, H. M. (2017). Chaos and confusion in DSM-5 diagnosis of Internet Gaming Disorder: Issues, concerns, and recommendations for clarity in the field. Journal of behavioral addictions, 6(2), 103-109.

Ögel, K. (2012). İnternet bağımlılığı: İnternetin psikolojisini anlamak ve bağımlılıkla başa çıkmak. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

Young, K. S. (1996). Psychology of computer use: XL. Addictive use of the Internet: a case that breaks the stereotype. Psychological reports, 79(3), 899-902.

 

Young, K. S. (1999). Internet addiction: Evaluation and treatment. BMJ 1999;319:9910351

 


İletişim Hakkı ve Yeni Medya Kitabı Üstüne: Haberden Veriye

Mayıs 19, 2019

Yazan: Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com Twitter: ProfUlas

iletisim-hakki-kapak-press

İletişim bir hak mıdır? Yayın yasakları, yandaş medya, yoksayılan, çarpıtılan, uydurulan haberler vb. örnekler düşünüldüğünde iletişimin bir hak olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Tezcan Durna, Mutlu Binark ve Günseli Bayraktutan’ın derleyiciliğinde yayınlanan ‘İletişim Hakı ve Yeni Medya: Tehditler ve Olanaklar’ kitabı (um:ag, 2019), iletişimi bir hak olarak kavramsallaştırmasıyla önemli bir boşluğu doldurmuş oluyor. İletişimi bu biçimde tariflediğimizde, yolumuz, doğal olarak, hak haberciliğine ya da hak temelli gazeteciliğe çıkıyor.

Kitabın derleyicileri, Önsöz’de bu konuda şöyle diyorlar:

“Hak haberciliği, aslında liberal habercilik etiği içerisine işlemiş olan tarafsızlık ilkesini derinden sorgulayan bir pratiktir. Buradaki “tarafsızlık” ilkesi sesini duyuramayanların, ezilenlerin, sesi kısılanların sesini duyurmak yönünde bir taraf olmaya dönüşür. Bu bağlamda düşünülen hak haberciliği pratikleri aynı zamanda sesini duyuramayanların bellekleri olarak değerlendirilebilir. Sesini duyuramayanların kendi belleğini oluşturması da zordur. Zira duyulmayan sesin ne kendi deneyimini ne de başkalarının sesini anımsaması mümkün değildir.” (s.3-4)

Ayrıca, kitap, hak temelli iletişimin geleneksel olarak çalışıldığı gazetecilik bağlamını, oldukça yerinde ve incelikli olarak, internet temelli iletişime doğru genişletiyor. İletişim hakkı, örneğin, kişisel verilerimizin, devletler eliyle güvenlik, ve şirketler eliyle kâr ençoklama adına gaspına da uygulanabilir nitelikte. Kitap, Türkiye’de alternatif bilişimin, ve bilişim ve dolayısıyla iletişim hakları eylemciliğinin öncülerinden olan Özgür Uçkan Hoca’ya armağan edilmiş. 2015’te yitirdiğimiz Özgür Hoca için ‘devri daim olsun’ diyoruz.

Kitap, 3 bölüm ve 7’si telif, 6’sı çeviri olmak üzere 13 makaleden oluşuyor. İlk bölümün başlığı, ‘Bir Mücadele Biçimi Olarak İletişim Hakkı: Deneyim, Hatırlatma ve Olasılıklar’ biçiminde. Bu bölümde, Funda Başaran’dan ‘İletişim Hakkı Politik Bir Mücadeledir’, Erkan Saka’dan ‘Hak Odaklı Yeni Medya Çalışmalarında Ümit Veren Alanlar’ ve Nilüfer Timisi’den ‘Dijital Medya, Deneyim ve Tanıklık’ başlıklı çalışmalar yer alıyor. Nilüfer Timisi, konuyu siyasette temsiliyet kriziyle bağlantılı olarak tartışmaya açıyor:

“Eğer siyaset kitleleri temsil etmekten uzaklaşmakta, kitle iletişimi de temsil pratikleriyle gerçekliği statükodan yana yeniden üretmekteyse hem modern siyasetin hem medyanın umarsız bir eşitlikçilik iddiasını kolayca eşitsizliğe dönüştürdüğü söylenebilir. Her ikisinin hedefinde yer alan temsiliyet iddiası bazılarının sözlerinin sürekliliğini bazılarının ise görünmezliğini garanti etmeye koşulmaktadır” (s.24).

Dijital iletişim konusunda ise şu sonuca varmaktadır:

“(…) dijital teknoloji aracılığıyla deneyim ve tanıklık pratiklerinin dönüşmesi, bireyin kendi deneyimini tanıklığa açması gibi temsilin yarattığı anlam kırılmasını ve parçalılığı nispeten gidereceğine ilişkin örnekler, bunun genişleyen bir biçimde kamusal alan ve demokratik katılım gibi imkanlara yol açabileceğini gösterse de bunu garanti etmediği de ortadadır. Kitle iletişimine ve dijital iletişime ilişkin yapısal eşitsizlikler küresel ve yerel yeni görünümleriyle devam etmektedir. Yeniden biçimlenen, çoğullaşan ve daha da görünmez hale gelen otorite / egemenlik biçimleri bireyi ve katılımı belirlemekte, gözetlemekte kendi sisteminin bir parçası haline dönüştürmektedir. Deneyim ve tanıklıklarımız aracılığıyla, eskiden olmadığı kadar sistem tarafından bilinmekte, izlenmekte, giderek artan oranda gönüllü veri sağlayıcıları olarak büyük verinin bir unsuru haline gelmekte, bugünümüze ve geleceğimize ilişkin hakkımızda öngörülerde bulunulabilmektedir. (…)” (s.47).

İkinci bölüm, ‘Yeni Medyayı Hak Odaklı Düşünmek: Türkiye’den Örnekler’ üst adını taşıyor. Bu bölümde, sırasıyla, Özlem Akkaya, Işıl Demir, Bilge Narin ve Sevda Ünal, ve son olarak Canan Dural Tasouji’nin çalışmaları yer alıyor. Bölüm içeriği dikkat çekici: Metin Göktepe, Gaia Dergisi, ‘ünlü fotoğraflarının sızdırılmasındaki etik sorunlar’ ve sosyal medyada Gezi Direnişi paylaşımları gibi konular ele alınmış.

‘İletişim Hakkına Yeni Tehditler, Ayrımcılık Biçimleri ve Mücadele İçin Olanaklar’ başlığı altındaki üçüncü bölümde ise, çeşitli çeviri metinlere yer verildiğini görüyoruz. Büyük veri, algoritma etiği, bilişim ve iletişim hukuku, iletişim araçlarının hak arama mücadeleleriyle ilişkisi gibi konularda yurtdışından uzmanların yaptıkları çalışmalar çevrilerek Türkçe okurların ilgisine sunulmuş.

Kitapta yazılanlar üzerinden konuyu yeniden düşündüğümüzde, iletişim hakkının ve hak temelli iletişimin, ilk dönemde, ağırlıklı olarak gazetecilik ekseninde olduğunu, Arap Ayaklanmaları’nın büyük heyecan uyandırdığı yıllarla birlikte dijital gazetecilik ve sonrasında yurttaş gazeteciliği kavramsallaştırmalarının öne çıktığını görüyoruz. Sonrasında yaygın sosyal medya kullanımı ve büyük veri tartışmaları dolayısıyla, veri gazeteciliği dalgasıyla tanışıyoruz. Okuryazarlık araştırmaları da buna koşut olarak ilerliyor: Medya okuryazarlığı programları, önceki yıllarda dijital okuryazarlığa ve sosyal medya okuryazarlığına evrilirken, artık veri okuryazarlığını konuşmaktayız.

Kitapta da tartışıldığı gibi, büyük veri ve algoritmalar, iyi kullanımlara olduğu kadar kötü kullanımlara da açık. Tam da bu nedenle, veri ve onun bilimi ile komşu bilgi ve uygulama alanları, haklar ve etik bağlamı olmaksızın, iyimser bir teknoloji hayranlığının eşliğinde, kötüye kullanıma çok daha açık duruma getirilmiş oluyor. Bu açıdan, büyük veri, toplumsal bilinçle haklar ve özgürlükler ekseninde donatılarak ayrımcılıkla mücadele edip demokratikleşmenin bir aracına da dönüşebilir; varolan ayrımcılıkları çok daha kötüleştirebilir de… Yurttaş girişimlerinin yokluğunda ve/ya da zayıflığında, devletlerin ve şirketlerin yurttaş-tüketici-kullanıcı karşısındaki orantısız gücü nedeniyle, kötücül senaryoların büyük veri aracılığıyla derinleşmesi olasılığı çok daha yüksek. Kitap, bu tartışmaları yalnızca eleştiri düzeyinde bırakmayarak, hak arama mücadelelerine de bağlıyor. Kitaptaki son metin, Gülüm Şener’in çevirisiyle İnternet Sosyal Forumu’nun ‘İnternetin Geleceği, Sosyal Adalet Hareketlerine Neden İhtiyaç Duyuyor?’ başlıklı bildirisi…

‘İletişim Hakkı ve Yeni Medya: Tehditler ve Olanaklar’ kitabı, iletişime haklar ve özgürlükler temelli ve ötekileri de gözeten bir açıdan bakanlar için önerilir. Derli toplu, aydınlatıcı bir kaynak…

Kaynak: https://www.voyd.org.tr/tr/blog/231/iletisim-hakki-ve-yeni-medya-kitabi-ustune-haberden-veriye


Zaten dijital devlerin kontrolündeyiz ama Huawei’nin büyümesi, Çin tarzı gözetlemenin habercisi

Mayıs 18, 2019
Çin yurttaşları o derece gözetleniyor ki, ödemedikleri vergi ve cezalar nedeniyle uçak ve tren bileti almaları engellenebiliyor. Yavaş ancak emin adımlarla ilerlediğimiz gelecek işte bu

Medya, bizi güvenliğimize yönelik tehdit haberleriyle bombardımana tutuyor: ÇinABD ile ticaret savaşı için ceza olarak Tayvan’ı işgal edecek mi? ABD İran’a saldıracak mı? Brexit karmaşasından sonra AB kaosa mı girecek? Ancak kanımca, hepsini gölgede bırakan -en azından uzun vadede- bir konu var: ABD’nin Huawei‘nin büyümesini sınırlama çabası. Neden?

Günümüz dijital ağı hayatlarımızı kontrol ediyor ve düzenliyor: Eylemlerimizin (ve eylemsizliğimizin) çoğu, artık bizi sürekli değerlendirmeye tabii tutan dijital bulutlarda kayıtlı. Sadece eylemlerimizi de değil, duygusal durumlarımızı da takip ediyorlar. Azami derecede özgür olduğumuzu hissederken (her şeyin mevcut olduğu web’de gezinirken) aslında tamamen “dışsallaştırılmış” ve ustaca manipüle edilmiş durumdayız. Dijital ağ, eskinin “kişisel olan politiktir” sloganına yeni bir mana katıyor.

Üstelik, tehlikede olan sadece özel hayatımızın kontrolü değil: Günümüzde ulaşımdan sağlığa, elektrikten suya kadar her şey dijital ağlar tarafından yönetiliyor. İşte bu yüzden bugün, web bizim en önemli “müştereğimiz” (Marx’ın etkileşimimizin temelini oluşturan ortak kamusal alanı tanımlamak için kullandığı terim) ve bunun kontrolü için verilen mücadele de günümüzün en önemli mücadelesi. Düşman, özelleştirilen ve devlet kontrolündeki müştereklerin, yani şirketler (Google, Facebook) ve devlet güvenlik kurumlarının (NSA) birleşimidir.

Tek başına bu gerçek, temsilci güce dair geleneksel liberal nosyonu yetersiz kılıyor: Yurttaşlar, kendi güçlerinin bir kısmını devlete devreder ama bu devir belirli şartlara tabiidir (halk egemenliğin kesin kaynağı olduğu ve isterse iktidarı geri alabileceği için bu güç yasalarla kısıtlanmış ve kullanımı kesin şartlarla sınırlanmıştır). Özetle devlet, büyük ortağın (halkın) iktidarı herhangi bir noktada geri alabileceği veya değiştirebileceği bir sözleşmenin küçük ortağıdır. Temelde bu süreç, her birimizin alışveriş yaptığı süpermarketi değiştirmesiyle aynı şekilde işler.

Toplumlarımızın işleyişini ve kontrol mekanizmalarını düzenleyen dijital ağ, bugün iktidarı ayakta tutan teknik şebekenin nihai unsurudur. Shoshana Zuboff, kapitalizmin bu yeni aşamasına “gözetleme kapitalizmi” adını veriyor:

“Bilgi, otorite ve iktidar, bizim sadece ‘insan doğal kaynağı’ olduğumuz bir gözetleme sermayesine dayanıyor. Zımni olan kendi kaderini tayin etme iddiasının deneyimlerimizin haritasından silindiği yerli halklarız artık.”

Maddeye indirgenmekle kalmıyor aynı zamanda eşitsiz bir takasa tabii tutularak sömürülüyoruz. İşte bu yüzden (klasik artı değerin rolünü oynayan) “davranışsal artı değer” terimi burada tamamen haklı çıkıyor: İnternette gezinirken, alışverişte ya da TV izlerken istediğimizi elde ediyoruz ama daha fazlasını veriyoruz – kendimizi tüm çıplaklığımızla gösteriyor, dijital “büyük Öteki”ne hayatımızın detaylarını sunuyor ve alışkanlıklarımızı sergiliyoruz.

Buradaki paradoks kuşkusuz, bu eşitsiz takası, bizi etkili bir şekilde köleleştiren bu eylemi, özgürlüğün en üst düzeyde tatbikiymiş gibi tecrübe etmemiz -web’de özgürce dolaşmaktan daha özgür ne olabilir ki? Yalnızca bu özgürlüğü deneyimlerken, veri toplayan dijital büyük Öteki’nin el koyduğu “fazlalığı” üretiyoruz.

Bu da bizi Huawei’ye getiriyor: Huawei etrafındaki savaş, hayatımızı kontrol eden mekanizmayı kimin kontrol edeceğine dair bir savaş. Belki de bu, devam eden kritik güç mücadelesinin kendisi. Huawei sadece özel bir şirketten ibaret değil. Çin devlet güvenliğine tamamen entegre olmuş durumda ve yükselişinin çok büyük oranda Çin devleti tarafından finanse edildiğini ve yönetildiğini unutmamak gerek. Dijitalleştirilmiş devlet kontrolünün günümüz Çin’inde nasıl çalıştığını zaten görüyoruz. Şu satırlar, Associated Press’in Şubat ayındaki bir haber metninden:

“İktidardaki Komünist Parti’nin kamusal davranışları iyileştireceğini söylediği tartışmalı sistem uyarınca, geçen sene ödenmemiş vergi ve cezalar dahil olmak üzere ‘sosyal kredisi’ yetersiz olduğu gerekçesiyle toplam 17,5 milyon uçak biletinin satın alınması engellendi. Bunun yanında Ulusal Kamu Kredisi Bilgi Merkezi’ne göre, 5,5 milyon tren biletinin satışı da engellendi. Yıllık bir rapora göre, 128 kişinin ödenmemiş vergi borçları nedeniyle Çin’den yurtdışına çıkışı yasaklandı. İktidar, ‘sosyal kredi’ cezalarının ve ödüllerinin, 30 yıllık ekonomik reform sonrasında hızla değişen toplumun sarsılan sosyal yapısındaki düzeni geliştireceğini söylüyor. Sistem, Başkan Şi Cinping hükümetinin, kontrolü sıkılaştırmak için, veri işlemeden genetik dizilime ve yüz tanımaya kadar uzanan bir alanda teknoloji kullanmaya yönelik çabalarının bir parçası.”

Bu, Huawei’nin büyümesindeki siyasi gerçekliktir. Bu yüzden evet, Huawei’nin hepimize karşı bir güvenlik tehdidi oluşturduğu yönündeki suçlamalar doğru. Ancak, akılda tutmamız gereken şey; kendi “demokratik” yetkililerimizin kamuoyundan gizleyerek, daha ince bir şekilde yaptıklarını, Çinli yetkililerin daha açık biçimde gerçekleştirdiğidir. Rusya’da internete erişimi kısıtlayan yeni kanundan AB’nin son web düzenlemelerine kadar, dijital müştereklere erişimimizi sınırlama ve kontrol etme çabalarına şahit oluyoruz.

Dijital ağ, tartışılabilir bir şekilde, bugünün müştereklerinin ana figürü. Özgürlük savaşı da nihayetinde, müştereklerin kontrolü için verilen bir savaş. Bugün için bu, hayatlarımızı düzenleyen dijital alanı kimin kontrol edeceğine dair bir savaş demek. Müşterekler için süren mücadeleyi sembolize eden bir isim var: Assange. Bu yüzden Çin’i eleştirme kolaycılığından kaçınmalıyız. Julian Assange’ı savunmak istemeyenlerse Çin’in dijital kontrol suistimalleri konusunda da sessiz kalmalı.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

https://www.independent.co.uk/voices

Kaynak: https://www.independentturkish.com/node/31786/yazarlar/zaten-dijital-devlerin-kontrol%C3%BCndeyiz-ama-huaweinin-b%C3%BCy%C3%BCmesi-%C3%A7in-tarz%C4%B1#.XN_m166KMA8.twitter

Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik


Turkish civil society: Declaration on the state of the internet

Mayıs 8, 2019
By Alternatif Bilisim

On the occasion of the Internet Week (11-24 April 2019) and the 26th anniversary of the arrival of the internet in the country, Turkish civil society organisations focusing on digital rights have released a declaration on the state of the internet.

Today, the internet is a part of 4,3 billion humans` daily lives. The internet is the most important development in the last decades. It facilitates the exchange of information around the world, brings together individuals and organisations to work on common goals, and makes it easier than ever before to work collaboratively. However, the right for access to the internet, protected by constitutions and civil laws, may face challenges under authoritarian regimes. In fact, this “digital divide” – the gap between those capable of accessing internet and those who can’t – has increased in the last ten years.

The signatories of the Declaration regret that in Turkey, the internet does not seem to be treated as an opportunity or resource, but as a problem. For example, access to Wikipedia has been blocked in the country for over two years. As part of Law no. 5651 section 8/A, the access blockages by related Ministeries are against the Turkish Constitution as well as the United Nations (UN) Universal Declaration of Human Rights. Thus, this is a bitter celebration for the 26th anniversary of the internet`s arrival in Turkey.

The declaration states that Turkey`s internet situation is improving in respect to mobile technologies, finance sector, contemporary devices, e-governmental services, research and development incentives and techno-cities. However, othere are many obstacles that restrain Turkey from enjoying a free and open internet:

Lack of trainings related to the protection of personal data: Even though there is a specialised institution responsible for protection of personal data in Turkey. However, leaks from state institutions continue and the training programs for personal precautions are not sufficient.

Widespread censorship: Research, development, innovation, freedom of the press, and freedom of expression may only take place in systems that are democratically governed. None of these are currently guaranteed by the existing authoritarian regime. Officially, the number of blocked websites that are allegedly illegal based on the Law no 5651 has augmented to 110 000, and the actual number may even be higher. Even though the European Court of Human Rights has ruled against this legislation, the instances of over-ruling still continue. Deep-packet inspection and internet throttling are among illegal sanctions of the existing regime of governance.

Digital divide: Turkey falls behind in international development indices each year, even though it claims to be the 17th largest economy in the world. The digital divide continues among men and women as well as in the urban-rural dimension. School curriculum adaptation, as well as lifelong learning facilities, are necessary. Free and open source software (FLOSS) are crucial when it comes to security, employment, competition, and economic well-being.

Online surveillance: Data collection is a significant issue and is not contested too harshly by civil authorities in Turkey. Consumer profiling is a tool for marketing revenue and deep packet inspection by governments is a serious violation of human rights, but still exercised by quite a few governments including Turkey for the last several years. Assange and Snowden`s warnings on massive targeted surveillance are more than real.

New Media Literacy and Digital Empowerment: In order to become active online citizens or “netizens” there needs to increase the online media literacy, including the way individuals engage in social media. Striving against online hate crimes and discrimination requires intensive campaigns and training programs.

The Turkish civil society organisations declare:

  • that the internet and all other scientific and technological developments are common knowledge of humanity,
  • that they will combine forces to overcome challenges arising from censorship, blockages and limitations, securing basic rights and freedoms,
  • that they will do their best to elaborate social media as part of accountable communication rather than an instrument of consumption and cheap exposure,
  • that they will defend fundamental rights and freedoms against surveillance regimes and elaborate on new technologies for liberating human lives,
  • that they will tackle digital divide among diverse populations of the rural and the urban for more equity in resources,
  • that they will secure freedom of thought, belief and expression,
  • that they will defend secure communication at all costs,
  • that they reject personal/private property over scientific and technological knowledge, as well as imposing regimes of patents,
  • that they will endorse free, liberated open source software (FLOSS) and propagate it as such, and
  • that they will keep on looking for common solutions for digital rights` based discrepancies at all scales.

Alternatif Bilişim Derneği
https://alternatifbilisim.org/

Civil society Internet Week declaration (only in Turkish, 13.04.2019)
https://internethaftasi.org.tr/2019/internet-bildirgesi/

(Contribution by Asli Telli Aydemir, EDRi Member Alternatif Bilişim Derneği, Turkey)

Source: https://edri.org/turkish-civil-society-declaration-on-the-state-of-the-internet/


Dezenformasyon ile mücadele: Ankara Gündemi…

Mayıs 1, 2019

Yazan: Ertan Ağaoğlu, Hacettepe Üniversitesi SBE İletişim Bilimleri Y.Lisans

İnternet ve dijital teknolojilerin yaygınlaşması ile beraber gazetecilik medya şirketlerinin tekelinden çıkarak sıradan vatandaşın da gerçekleştirdiği bir etkinlik haline gelmeye başladı. Günümüzde bir kamera ve internet bağlantısına sahip olan herkes gazetecilik faliyetlerinde bulunabilmektedir. Yurttaş gazeteciliği adı verilen bu süreç haber üretimi sırasında her şeyden önce eşik bekçileri olmadan halkın önemsediği konuları haber malzemesi yapan, yurttaşları tartışmaya çağıran, kârdan çok kamuyu bilgilendirme önceliği ile geleneksel medyadan ayrılmaktadır (Kutlu, Bekiroğlu, 2010). Bu durum başından beri sanal alanın yeni bir kamusal alan haline gelebileceği ve demokrasileri güçlendirebilecek bir potansiyele sahip olduğu tartışmalarına yol açsa da (Papacharassi, 2002) bu iyimser bakış açısı her şeyden önce dijital bölünmenin yarattığı eşitsizlikler ve ardından yalan haberlerin yıkıcı etkileri ile beraber düşüşe geçti. Öyledir ki sıradan bireylerin, profesyonel gazetecilerin sahip olduğu teyit mekanizma ve yeteneklerine sahip olmamaları yanlış bilginin dolaşıma girerek bilgi kirliliği oluşturmasına yol açıyor. Daha kötüsü, troll olarak adlandırabileceğimiz kimi bireyler, yanlış bilgileri kasıtlı olarak dolaşıma sokabiliyor. Bu yüzden özellikle doğal afet ya da toplumsal olayların gerçekleştiği kriz anlarında doğru bilgiye ulaşmak oldukça sorunlu hale gelirken haber ya da bilgi doğrulama mekanizmaları günden güne önem kazanmaktadır. Bu anlamda dünya çapında onlarca girişim bulunurken Türkiye’de Teyit.org ve Dogrulukpayi.com gibi kâr amacı gütmeyen kuruluşlar yalan haber doğrulama sürecine katkılar sunmaktadır. Bu yazıda Alternatif Bilişim Derneğinin katkıları ile düzenlenen Yalan Haber Sempozyumu, DogrulukPayi Atölyesi ve Teyit.org’un düzenlediği Fact-ory atölyesine dair izlenimlerimi paylaşacak, Türkiye’de haber doğrulama gündemini özlü bir şekilde tartışacağım.

Teyit.org’dan Ali Osman Arabacı,dogrulukpayi.com’dan Verda Uyar ve Avukat Faruk Çayır’ın katıldığı Yalan Haber Sempozyumu 18 Mart 2019 tarihinde Ankara’da bulunan Türkiye Barolar Birliği Eğitim Merkezi konferans salonunda gerçekleşti. Sempozyumda dinleyiciler yanlış bilgi türleri, doğrulama yöntemleri ve doğrulama yöntemlerinin kullanım alanları hakkında bilgilendirildi. Doğrulukpayı Atölyesi ise 13 Nisan’da Doğrulukpayı organizasyonundan gönüllülerin katılımıyla Latanya Hotel’de gerçekleşti.

Yanlış bilgiden bahsedildiğinde her şeyden önce verification (doğrulama) ve factchecking (doğruluk kontrolü) arasındaki farklılıktan bahsetmek gerek. Doğruluk Payı atölyesinde bu ayrım, factchecking’in siyasilerin, kamuya mal olmuş kişilerin siyasi demeçlerinin kontrolü, verification ise herhangi bir bilginin doğrulanması için kullanılan bir yöntem olduğu dile getirildi. Ne var ki neyin bir siyasi olay olarak kabul edilip edilemeyeceğinin çizgileri oldukça muğlak. Bir kadın cinayeti hakkında verilen demeç her ne kadar şahsi görünse de olabildiğince siyasi bir doğaya sahip olabilir dolayısıyla Doğruluk Payı Atölyesinde yapılan bu ayrımın kullanışlı olmadığı kanısındayım. Ne var ki Mantzarlis (2015) bu iki kavram için farklı tanımlar sunuyor.  Ona göre verification yayın öncesi, fact-checking ise yayın sonrası yapılan doğrulama işlemlerine işaret ediyor. Dolayısıyla verification kavramı haber yazımı sırasında gerçeklere ulaşma çabası iken fact-checking bir metinde iddia edilenlerin sonradan kontrol edilmesi anlamına geliyor.

Bu küçük ayrıma değindikten sonra yanlış bilginin türleri ve yayılma sürecinden bahsedebiliriz. Yanlış bilginin en yaygın yedi türü parodi, çarpıtma, taklit, uydurma, hatalı ilişkilendirme, bağlamdan koparma ve manipülasyon şeklinde karşımıza çıkmakta. Bu yedi farklı yanlış bilgi türü hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşmak mümkün. Arabacı’ya göre Türkiye’de yanlış bilgi özellikle terör saldırıları veya doğal afetler gibi kriz anlarında yükselişe geçiyor. Öyle ki Hermida(2017)’nın da altını çizdiği gibi popüler kültürde yansıtılanın aksine, bireyler kriz anlarında kendilerini kurtarmaktan çok birbirlerine yardım etmek için ellerinden geleni yapar. Bu internet ortamında bilgi paylaşarak yardım etme şeklinde karşımıza çıkar.  Hermida’ya göre kriz anlarında bilgi dalga dalga yayılır; birinci dalgada bireyler olay yerinden bilgi paylaşırken ikinci dalga yardım etmek isteyen kişilerin içerikleri yeniden paylaşmasıdır(113). Bu afet anlarının kayıt altına alınmasına yardımcı olsa da sahte bilgilerin hızla dolaşıma girmesine de yol açar (113).

Kriz anlarına ek olarak, yanlış bilgi seçimler gibi  siyasal söylemlerin yoğun dolaşımda olduğu dönemlerde de yükseliştedir. Politik astroturfing adı verilen taktik sosyal medyanın algı yaratma+ konusunda ne denli etkili olabileceği anlamak için önemlidir. Bu taktik ile kişiler halkın arasından biriymiş gibi davranarak bilgiler yayar ve bu bilginin olabildiğince fazla kişiye ulaşması için çabalar çünkü “enformasyonun internetteki sosyal çevreler arasındaki dolaşımı onun gerçeklik değerini…”(153) yükseltmeye yardımcı olabilir. Böylece yalnızca bir kişiye ait olan bir fikir dipten gelen bir düşünceymiş gibi algılanabilir, halka mal edilebilir. Dolayısıyla özellikle seçim dönemlerinde siyasiler ya da destekçileri rakiplerinin itibarını zedelemek için sosyal medyayı yanlış bilgi yaymak için yoğun bir şekilde kullanır. Bunun en iyi örneklerinden biri, 2019 yerel seçimlerinde de deneyimlediğimiz asimetrik propagandalardır. “Asitmetrik propaganda… aslında A partisinden olan bir bireyin kendisini B partisinden göstererek B partisinin propaganda araçlarını manipülasyona uğratması olarak açıklanabilir.” (Congar, 2019).

Bu haberleri doğrulamak ise sanıldığından çok daha uzun ve sancılı bir süreç. Öyle ki yanlış bilgi doğru bilgiden daha hızlı şekilde ve daha geniş alanlara yayılırken (Vosoughi ve Aral, 2018) doğrulama süreci, Teyit.org yetkililerine göre,  dört saatten 72 saate kadar uzayabilmekte. Her ne kadar yanlış bilginin doğrulanması üzerine, derin öğrenme ve yapay zeka teknolojilerinden yararlanan Doğal Dil Çözümleme (Natural Language Processing) gibi otomasyon uygulamaları geliştirilse de sürecin insansız bir şekilde gerçekleştirilmesi şu an için mümkün görünmemektedir zira bu teknolojiler hala emekleme aşamasında.

Dolayısıyla doğrulama süreci teyitçilerin uzun süren derin araştırmalarına dayanıyor. Araştırma süreci, doğrulanmak istenen bilginin niteliğine göre, veri analizi, arşiv incelemesi, resmi kurum ve kuruluşlara ulaşarak bilgi alma, tersine resim arama ve daha birçok teknikten yararlanılarak yürütülüyor. Dogrulukpayi.com çoğunlukla siyasilerin iddialarını, TÜİK, Eurostat, Dünya Bankası gibi açık veri paylaşan kurum ve kuruluşların verileri ile karşılaştırarak, PolitiFact’in geliştirdiği gerçeklik metresi (bkz, resim 1) üzerinde ölçümleyerek halk ile paylaşıyor. Teyit.org ise doğrulama sürecinde daha nitel yöntemleri kullanıyor. Örneğin, sıradan kullanıcıların da kolayca kullanabileceği, Google’ın sunduğu tersine resim arama (reverse image search) önemli bir araç olarak öne çıkıyor. Tersine görüntü arama, kullanıcının yüklediği görüntüyü veri tabanında aratıp eşleşen görüntüleri kullanıcı ile paylaşıyor. Böylece teyitçi görüntünün daha önce hangi kaynaklarda kullanıldığına kolayca ulaşabiliyor. Arabacı’nın dinleyiciler ile paylaştığı diğer bir araç ise Map Checking. Özellikle seçim dönemlerinde karşılaştığımız sahte miting haberlerini teyit edebilmek için geliştirilmiş bu web tabanlı uygulama kaç insanın ne kadar yer kaplayacağını hesaplayarak harita üzerinde gösteriyor.

Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Av. Faruk Çayır bu tekniklerin yalnızca bilgi doğrulama değil adli süreçlerde de kullanılabileceğini dile getirerek yeri bu tekniklerin geldiğinde delil yaratmaya ve doğrulamaya yardımcı olduğunun altını çizdi. Örneğin BBC Kamerun’da gerçekleşen katliamın görüntülerini detaylı analize tabii tutarak hükümeti suçlamaları kabul etmeye zorlamayı başarmıştır.

Her ne kadar Teyit.org ve Dogrulukpayi.com gibi organizasyonlar değerli çalışmalarıyla dezenformasyon ile mücadele konusunda somut adımlar atsalar da bilgi doğrulama halen birçok anlamda çözümlere muhtaç bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Her şeyden önce ilkeleri gereği (Bkz: Teyit.org ilkeleri, dogrulukpayi.com ilkeleri) herhangi bir ödeme kabul etmeyen organizasyonların kaynak ve yeterince gönüllü bulamamaları zaman ve enerji tüketen bu süreci daha da sorunlu hale getiriyor. Öyle ki Teyit.org yetkilisi Gülin Çavuş’a göre ihbar edilen bilgilerin yalnızca %10’u teyit edilebiliyor.

**

9-10 Mart’ta TTGV Kıvılcım Merkezi’nde Teyit.org liderliğinde gerçekleştirilen Fact-ory tam da bu sorunları çözmek ve daha önemlisi bir ağ yaratmak üzere yola çıkmış bir atölye. Atölyede Design Sprint adında hızlı ve yaratıcı sorun çözümüne odaklanan teknik kullanıldı. Atölye’nin birinci gününde teyit organizasyonlarının karşılaştıkları;

Doğrulama platformlarının sınırlı sayıda internet kullanıcısına erişebilmesi,

Yanlış bilginin geniş alanlara hızla yayılabilmesi,

İnternet kullanıcılarının medya okuryazarlığı seviyesinin düşük olması ve/veya safsata bilincinin düşük olması,

Bilgi doğrulama süreçlerinin yavaş, doğrulama kaynaklarına erişimin güç olması,

Kaliteli içerik üretiminin gelir modeli ve finansal kaynak krizi içinde olması,

başlıklı sorunlar, farklı disiplinlerden gelen katılımcılardan oluşturulan gruplar arasında dağıtıldı.

Her grup kendisine atanan sorunun sebeplerini bulmak üzere dair beyin fırtınası ve araştırmalar gerçekleştirirken, alanın uzmanları olan hızlandırıcılar ve karar vericiler katılımcılara her anlamda destek vererek sürecin pürüzsüz ve hızlı ilerlemesine yardımcı oldu. Atölyenin ikinci günü ise sebepleri belirlenen sorunlara çözümler üretmek üzere fikir geliştirme odaklı gerçekleşti. Gruplar ürettikleri çözümler doğrultusunda prototip uygulamalar, oyunlar, eylem planları projelendirerek gün sonunda kısa bir sunumla tüm atölye katılımcılarına tanıttı. Atölye sonucunda ortaya çıkarılan protipler ve eylem planları üzerine hala çalışan atölye katılımcıları, Haziran ayına kadar projelerini sonlandırarak teyit organizasyonlarına yararlı uygulamalar sunmayı planlıyor.

**

Atölyenin farklı disiplinlerden, teyit organizasyonları dışından insanları bir araya getirmesi her şeyden önce yaşanılan sorunlara çözüm bulunması konusunda alana, deyim yerindeyse, taze kan sağlayarak sorunlara farklı bakış açısı ile yaklaşılmasını sağladı. Buna ek olarak sıradan kullanıcıları bu sürece dahil etmek, alanın sorunları hakkında bilgilendirmek dezenformasyon konusunda farkındalık yaratılmasına yardımcı olurken belki de en önemlisi ortak iyi için kolektif çalışma esasına dayalı, esnek, verimli bir çalışma ağ oluşturuldu.

Kaynakça

Congar, K. (2019). 31 Mart seçimi öncesi Teyit.org’dan yalan haber, asimetrik propaganda ve bilgi kirliliği uyarısı. 21 Nisan tarihinde Erişildi. Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2019/03/30/31-mart-secim-teyit-org-yalan-haber-asimetrik-propaganda-bilgi-kirliligi-uyarisi-fake-news

Hermida, Alfred. Herkese Söyle: Sosyal Medya’da Neden Paylaşımda Bulunuruz. İstanbul: Kafka. 2017

Kutlu, T. Ö., & Bekiroğlu, O. (2010). Türkiye’de yurttaş gazeteciliği bağlamında internet haberciliği: bianet örneğinde kentsel dönüşüm projesiyle ilgili haberlerin analizi.

Mantzarlis, A. (2015). Will Verification kill Fact-Checking? 23 Nisan 2019 tarihinde Erişildi. Erişim Adresi: https://www.poynter.org/fact-checking/2015/will-verification-kill-fact-checking/

Papacharassi, Z. (2002). The Virtual Sphere. New Media &Society, Vol 4(1), 9–27.

Vosoughi, S., Roy, D., & Aral, S. (2018). The spread of true and false news online. Science, 359(6380), 1146-1151.