Algoritmalar – seçmece sansür?

Temmuz 13, 2016

Çeviren:Sinan Aşçı

17 Haziran’da Aşırıcılıkla (Ekstremizm) Mücadele Projesi (CEP) ekstremist video ve sesin çevrimiçi yayılımını engellemek üzere tasarlanan bir yazılım piyasaya sürdü. CEP, misyonunu “radikal gruplarla mücadele etmek” olarak ifade eden kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Tabi ki, bu algoritma tek başına hiçbir şey yapamıyor: İşlevsel olması için ekstremist içeriği halihazırda tanımlayabilen bir veritabanı olması gerekiyor. İnsanlar “esktremist”in nasıl göründüğünü ya da işitildiğini tanımlamalı ama bu tanım üzerinde her zaman uzlaşamıyorlar. Böylece, insan hataları ya da önyargıları bilgisayar hataları ve önyargıları haline geliyor.

Prensipte CEP’in algoritması çığır açan bir olay değil: Microsoft tarafından geliştirilmiş daha önceden tanımlanmış çevrimiçi çocuk istismarı olaylarını ortaya çıkaran yaygın kullanımlı bir araç olan PhotoDNA yazılımı ile çalışıyor. Yazılım SADECE evrensel olarak yasal olmayan çocuk istismarı olaylarıyla ve yine sadece Uluslararası Polis Teşkilatı Interpol’ün aşırı kötü görsellerle baş etmek için kullanılacağı güvencesiyle piyasaya sürüldü.

Facebook ve Microsoft gibi büyük şirketler PhotoDNA’yı kendi servis sağlayıcılarına yüklenen ve kendi bulut sunucularındaki özel içerikleri kontrol etmek için kullanıyor. PhotoDNA, yüklenen içeriğin kişisel bir imzasını oluşturuyor. Bu sözde sağlama, görselin tahrifatına imkan vermiyor. Bir eşleşme söz konusu ise, içerik işaretleniyor ya da kaldırılıyor. Microsoft kullanıcı verilerini emniyet teşkilatının elde edebileceği materyalleri daha önce sistemin karşılaştığı yüklemelerle eşleştiriyor. Yazılımın kullanımının bazı açılardan zararlı olmadığına emin olmadıkları gibi, kimse de bu teknolojinin kullanımının gerçek faydalarını test etmeyi uygun bulmadı.

Bu yaklaşım daima yasal olmayan içeriğe yarıyor. Somali Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni onayladı, Amerika Birleşik Devletleri sözleşmeyi onaylamayan tek ülke olarak Çocuk Pornografisi Üzerine İhtiyari Protokol’ü onayladı. Kanun yapıcılar ve mahkemeler bu kategoriye neyin uygun düştüğü ve yasal olarak neyin barındırılmayacağı konusunda net kararlarını verdi. Halbuki, “ekstremist içeriğin” tanımı farklı koşullara göre değişir; CEP’in algoritması da tanımı içermiyor (mantıken içeremiyor). Daha önceden tanımlanmış içeriklerden oluşan bir veritabanı bile kullansaydı, bu durum bile bir hükümetten diğerine değişen yasalarla ilgili sorunlar gibi yasal kotasyon, araştırma ve illüstrasyon amaçları açısından sorun olabilirdi.

Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu duruma bakacak olursak algoritmanın tanıtılması tam zamanında gerçekleşiyor: Şimdilerde İnternet şirketleriyle birlikte AB komisyonu bir “Ortak İrtibat Forumu” oluşturuyor. “Clean IT” <https://edri.org/rip-cleanit/&gt; projesinin fiilen yeniden yürürlüğe koyulması Avrupa’daki her bireyin İnternete yüklediği her bir dosyayı zorunlu bir şekilde kontrol ederek daha önce kaldırılmış içeriğin fark edilmeden tekrar yüklenmesini engellemeyi amaçlıyor. Alman Federal Hükümeti’ne göre, bu yeni platform CEP tarafından oluşturulan güçlü sağlama araçları ile farkedilen içerikler üzerine çalışacak.

AB’nin Ortak İrtibat Forumunun, Avrupa Polis Teşkilatı’nın “Internet İrtibat Birimi”nin (IRU) ihtiyari çabalarına dayanan çalışmaları var. Avrupa Polis Teşkilatı Facebook ve Twitter gibi platformları şirketlerin hizmet kullanım şartlarıyla potansiyel olarak bağdaşmayan ama yasal da olmayan içerikleri tespit etmek için kontrol ediyor. Bir polis teşkilatı dairesince itiraz edilen içerik hakkında ne yapılacağını “gönüllü olarak inceleyebilsinler” diye başvuruları gönderiyor. Ortak İrtibat Forumu tekrar yüklenen içeriklerin otomatik bir saptama ile Avrupa Polis Teşkilatı’nın resmi olmayan sansür çalışmalarını otomatize etme imkanını elinde tutuyor. Yine de, özellikle Avrupa Polis Teşkilatı’nın garip bir biçimde illegal içerikleri belirlemeye çalışan uygulamaları üzerine herhangi bir araştırma ölçümünün başvurulardan yapılıp yapılmadığı belirsiz. Yasa olmadığı ama sonucu bilinmeyen ve kapsamlı kullanılan hizmet kullanım şartları olduğu için, açık bir şekilde yanlışlıkla tanımlanmış ya da silinmiş içerik için herhangi bir düzeltme imkanı bulunmuyor.

Bu soruların cevapları bulunamadığı için hizmet kullanım şartlarına karar verme işini sosyal medya platformlarının bir kaç “içerik moderatörü”ne bırakıyoruz. Teknoloji tarihi profesörü Melvin Kranzberg çok doğru bir şekilde ifade ediyor ki, “Teknoloji ne iyi ne kötüdür: ne de tarafsızdır.”

Yasal olduğuna emin olmak için her bir Avrupa vatandaşının yüklediği her bir içeriği kontrol etmek ya da filtrelemek gerçekten uygun mudur? Eğer Avrupa’nın bu adımı vatandaşların İnternet’e her yüklediğini filtreleme ve kitlesel gözetime yönlendirecekse, dünyanın herhangi bir yerinde açık ve demokratik İnternet için umudumuz ne olacak?

Metin altı kaynakça:
Aşırıcılıkla Mücadele Projesi’nin (CEP) Çevrimiçi Ekstremizim için piyasaya sürdüğü yazılımla ilgili CEP’in sayfasında yayınlanan bilgilendirme metni için: http://www.counterextremism.com/press/counter-extremism-project-unveils-technology-combat-online-extremism
 
Terör içerikli görsellerin çevrimiçi platformlardan ayıklanması ve sosyal medya şirketlerinin bu konudaki duruşu ile ilgili Washington Post’ta yayınlanan haber metni için: https://www.washingtonpost.com/world/national-security/new-tool-to-take-down-terrorism-images-online-spurs-debate-on-what-constitutes-extremist-content/2016/06/20/0ca4f73a-3492-11e6-8758-d58e76e11b12_story.html
 
Avrupa Polis Teşkilatı’nın bilgi işlem şirketleri ile yaptığı şeffaf olmayan işbirliği hakkında EDRİ’de daha önce yayınlanan içeriğe ulaşmak için: 
https://edri.org/europol-non-transparent-cooperation-with-it-companies/
 
Sivil Toplum Örgütlerinin “Avrupa Polis Teşkilatı’na bağlı çevrimiçi sansür biriminin tehlikeli ve nedeni anlaşılamayan bir hal aldığı” ile ilgili yapıtığı açıklama için: http://www.laquadrature.net/en/arstechnica-europol-iru-extremist-content-censorship-policing

Kaynak: https://edri.org/algorithms-censorship-a-la-carte/


Yeni Medya Eski İnsan radyo programı artık archive.org dan dinlenebilir…

Temmuz 8, 2016

trt-2

Yeni Medya Eski İnsan adlı TRT Radyo 1’de Ankara Stüdyolarından her Pazartesi 11.00-12.00 arası canlı yayınlanmakta, Programın yapımcılığını Ayşe Yürük, danışmanlığını Mutlu Binark yapmakta, “Haftanın Başucu Köşesi”ni Şule Karataş hazırlamakta ve Bilge Demirağ tarafından sunulmakta. Yeni Medya Eski İnsan programının bant/ses kayıtlarına Community Audio içinden “yeni medya eski insan” sözcük taramasıyla archive.org’dan ulaşabilirsiniz. Creative Common lisansı ile (non profit kullanımına) dinleyicilere açık. Programın Twitter adresi ise @YeniOlanNe.

Programın afişi için Alper Erdem Turan’a, programın ses kurgusu için Cüneyt Karakuş’a teşekkür ederiz.


Okullarda Kodlama Dersi-II

Temmuz 8, 2016

Yazan: İzlem Gözükeleş

Geçen yazıda çocuklara yönelik kodlama eğitimini tartışmış ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın kodlama dersinin ortaokul ve lise müfredatına alınması için yapacağı çalışmaları desteklediğimi belirtmiştim. Desteğimi de üç maddeyle açıklamıştım: Berimsel (computational) okuryazarlığın (literacy) yaygınlaşıyor olması, günümüzde toplumsal düzenlemelerin giderek artan biçimde kodla yapılması (“Kod kanundur”) ve programcılığın eğlenceli olması. Bu yazıda da aynı konuya devam etmek istiyorum. Ama önce kodlama ile programlama arasındaki farka açıklık getirmek gerekiyor. Kodlama, analiz, tasarım, test gibi yazılım geliştirmenin aşamalarından biridir. Programlama ise daha geniş anlamda kullanılmaktadır. Kodlamanın yanında diğer aşamaları da içerebilmektedir. Kodlama eğitimi ile ilgili yazılarda (bu yazıda da) aslında çoğu zaman programlamadan söz edilmektedir. Bakanlığın hedefleri ve planladığı kodlama eğitiminin kapsamı hakkında bilgim yok fakat başta İngiltere olmak üzere birçok ülkedeki müfredat değişikliğinde hedeflenen öğrencilerin belirli bir programlama diline özgü komutları alt alta sıralamayı öğrenmesi değildir. Eğer Türkiye’deki eğitim müfredatı bir ya da birkaç programlama dilinin öğretimi ile sınırlandırılırsa sonuç pek parlak olmayacaktır. Yurt dışındaki örneklerde öğrencilere belirli bir aracın (örneğin programlama dilini) kullanımının öğretilmesi değil, berimsel okuryazarlık (DiSessa, 2001) ya da berimsel düşünme (Wing, 2006) denilen yetinin kazandırılması hedeflenmektedir.

DiSessa (2001), kod eğitimi furyası başlamadan önce Hal Abelson ile beraber Boxer Programlama Ortamı’nı geliştirmiş ve öğrencilerin Boxer ile etkileşimini izlemiştir. DiSessa (2001), berimsel okuryazarlığın yeni bir bilme ve ifade biçimi sağlayacağını düşünmektedir. Wing (2006) ise berimsel düşünmenin basitçe programlama öğrenmenin ötesinde bir anlam taşıdığını ve çoklu soyutlama düzeyinde düşünmeyi gerektirdiğini belirtmektedir. Berimsel düşünme sürecinde problem ve çözümü, makine ya da insan tarafından gerçekleştirilebilecek biçimde ifade edilmektedir. Dolayısıyla herhangi bir teknolojiden bağımsızdır. Wing’e göre (2006) berimsel düşünce,

  • Programlama değil, kavramsallaştırmadır.
  • Modern toplumda edinilmesi gereken bir yetenektir.
  • İnsanların bilgisayar gibi düşünmesi değildir.
  • Matematik ve mühendislik düşüncesini tamamlar ve birleştirir.
  • Aletlerle değil, fikirlerle ilgilidir.
  • Her yerde, herkes içindir.

Ancak şimdiye kadar yazdıklarım berimsel okuryazarlığın yalnızca görünen yüzüdür ve apolitiktir. DiSessa on beş yıl önce yayımlanan kitabında berimsel okuryazarlığı bir eğitimci gözüyle incelemektedir; öngörüleri son derece değerlidir. Kitabında, hem teknoloji uzmanlarını hem de eğitim bilimcileri ikna etmeye çalışmaktadır. Şimdi ise farklı aktörler sahnededir. Örneğin İngiltere’deki müfredat değişikliği yalnızca eğitimcilerin düşünüp taşınarak önerdiği ya da bir bakanın emriyle gerçekleşen bir reform değildir. Müfredat değişikliği, farklı aktörlerin çabasıyla gelişen olumsal bir süreçtir. Çocuklara bilgisayar programlamanın öğretilmesi ilk kez 2010’da eğitimcilerden, bilgisayar bilimcilerinden ve bilgisayarla ilgi kitle örgütlerinden oluşan dar bir toplulukta tartışılmaya başlamıştır. Daha sonra farklı kesimlerin (sivil toplum örgütleri, özel sektör ve kamu kuruluşları) katılımıyla küçük kampanyalardan köklü eğitim reformuna doğru bir süreç gelişmiştir. Bu sürecin gelişiminde özellikle iki örgüt, Nesta (National Endowment for Science, Technology and the Arts) ve Nominet Trust hükümet, sivil toplum ve özel sektör arasında bir ağ oluşturarak ve farklı kesimlerin kodlama eğitimi hakkındaki farklı görüşlerini uzlaştırarak belirleyici bir rol üstlenmiştir.

NESTA 1998 yılında İşçi Partisi Hükümeti tarafından bir vakıf olarak kurulmuştur. NESTA’nın temel amacı İngiltere’nin inovasyon kapasitesini artırmaktır. 2010 yılında hükümet, NESTA’nın yararlı işler yapıyor olmasına karşın kamu kuruluşu olarak faaliyet göstermesine gerek olmadığını ve etkinliklerinin gönüllü bir kuruluşa daha uygun olduğunu belirten bir değerlendirme yapar. Bunun sonucunda 2012 yılında NESTA bağımsız bir kuruluş olur ve adı Nesta olarak değiştirilir. Nesta çeşitli yardım kuruluşlarıyla, özel sektörle ve hükümetle ortak çalışmalar yapmaktadır. Nesta’nın farklı çalışma alanları vardır: kamu hizmetlerine vatandaş katılımı, hükümet inovasyonu, sağlık ve yaşlanma, dijital sanat ve medya, dijital eğitim, sosyal etki fonları vb. Nominet Trust ise İngiltere’de .uk uzantılı alan adlarının kaydını yapan Nominet şirketi tarafından 2008 yılında kurulmuştur. Nominet Trust da Nesta gibi toplumsal sorunlara yönelik teknolojik çözümler geliştirmeyi hedeflemektedir. Williamson (2015), bu iki kuruluşun ne resmi ne de ticari aktörler olduğunu, ama iki kesim arasındaki ilişkiyi sağladıklarını belirtmektedir. Kodlamayı öğrenme kampanyalarının oluşumu buna güzel bir örnektir.

Okullarda bilgisayar kullanma eğitiminin yerini bilgisayar bilimine bırakması gerektiği önerisi ilk kez 2010 yılında Computing at School (bilgisayar öğretmenlerine yönelik, Microsoft, Google ve British Computing Society tarafından maddi olarak desteklenen bir dernek) tarafından gündeme getirilmiştir. Konunun politik olarak önem kazanması ise ancak Nesta’nın 2011’de yayımlanan Next Gen (http://www.nesta.org.uk/sites/default/files/next_gen_wv.pdf) adlı raporundan sonra gerçekleşmiştir. Next Gen de okul müfredatının yenilenmesini talep etmektedir. Ama bu talep doğrudan eğitimle ilgili değildir. Rapor, Muhafazakar Parti Hükümeti’nin Kültür, İletişim ve Yaratıcı Endüstriler Bakanı Ed Vaizey’in talebi doğrultusunda Ian Livingstone ve Alex Hope tarafından hazırlanmıştır. Raporun yazarları, İngiltere’nin ekonomik olarak değerli ve yenilikçi sektörleri olan video oyunu ve görsel efekt endüstrilerinin önemli isimlerindendir. Raporda ilgili sektörlerdeki yetenek açığı tartışılmakta ve bunu kapatmak için bir müfredat değişikliği önerilmektedir. Google’ın CEO’su Eric Schmidt 2011 yılında Edinburgh Televizyon Festivali’nde yaptığı konuşmada konuyu tekrar gündeme getirene dek raporun fazla bir etkisi olmaz. Raporun yazarlarından Livingstone’un da belirttiği gibi Schmidt’in konuşması rapordaki müfredat değişikliğine siyasi desteği artırmıştır. Bundan kısa bir zaman sonra Royal Society yönetiminde ve Microsoft, Google ve üniversitelerin bilgisayar bilimi bölümlerinin katkılarıyla hazırlanan Shutdown or Restart (https://royalsociety.org/~/media/education/computing-in-schools/2012-01-12-computing-in-schools.pdf) başlıklı raporda da müfredat değişikliği önerisi tekrarlanır. Bu raporun ardından The Observer gazetesi yazarlarından John Naughton da konuyu destekler yazılar yazmaya başlar. Daha sonra oluşturulan, Nesta, BCS, Google, Microsoft, Computing at School ve Raspberry Pi’den oluşan “Next Gen Skills” adlı koalisyon Eğitim Bakanlığı’nı müfredat değişikliği konusunda ikna etmeyi başarır (age).

Bu gelişmeler (raporlar, konuşmalar ve oluşturulan koalisyonlar) üst düzeyde gerçekleşmektedir. Kodlama eğitiminin kamudaki görünürlüğü ise Code Club (https://www.codeclub.org.uk/) adlı gönüllü girişimle artar. Code Club, programcıların ilkokul öğrencilerine programlamanın temellerini öğrettikleri okul sonrası bir etkinlik olarak ortaya çıkmıştır. 2012 yılında kurulan Code Club, kısa sürede tüm ülkeye yayılır. Şu anda İngiltere’de 4000’den fazla Code Club ve bundan faydalanan 50000’den fazla öğrenci vardır. Code Club, Nesta ve Nominet Trust tarafından örgütlenmekte ve Digital Makers fonundan faydalanmaktadır. Code Club, Microsoft, Google, ARM, Samsung, Mozilla ve TalkTalk gibi şirketlerin yanı sıra hükümet tarafından da desteklenmektedir.

Code Club, Next Gen raporu sonrasında ortaya çıkan, bir orkestra gibi hareket eden ve gençleri kodlama öğrenmeye teşvik eden ağlardan sadece biridir. 2013 yılının Mayıs ayında Nesta kamu inovasyonu laboratuvarında, Nominet Trust ve Mozilla ortaklığında Make Things Do Stuff adlı kampanya başlatılır. Kampanyanın hedefi çocukların dijital teknolojileri yaparak, etkileşimle öğrenmelerini sağlamaktır. Yine ülke çapında bir örgütlenme söz konusudur. Kampanya büyük şirketler (Facebook, Microsoft, O2, Mozilla ve Virgin Media), gönüllü girişimler (Codecademy, Code Club, Raspberry Pi, Technology Will Save Us, Coding for Kids and Decoded vb) ve hükümet kuruluşları tarafından desteklenmektedir.

Kısacası, reformu baştan sona planlayan bir hükümet değil, ikna edilen bir hükümet vardır. Hükümet okul dışındaki bu uygulamaları yeni müfredatla okullarda daha sistematik hale getirmektedir. Bilgisayar uzmanları, girişimciler, yatırımcılar, gazeteciler, lobi grupları, politikacılar ve uluslararası şirketler Nesta ve Nominet Trust etrafında bir araya gelmiş, bu aktörlerin katkısı ve etkileşimiyle bir eğitim müfredatı oluşmuştur. Fakat karşımızda hiç de tarafsız olmayan bir eğitim müfredatı vardır. Oluşumunda payı olan aktörlerin değerlerini ve çıkarlarını içermektedir.

Kamusal Sorunları Çözmek İçin Kodlamayı Öğrenmek

Yazı,

Bilgiyi, konuşmanın yaptığından farklı biçimde düzenler ve depolar; sonuç olarak, dilin farklı bir biçimidir (Crowley ve Heyer, s. 99).

Yazı sonrası, hatırlama gereksiniminin azalması insan zihninin edinebildiği bilginin de artmasını sağlamış ve yazıyla bilenin bilgiden ayrılması “soyutlamayı, sistemleştirmeyi ve bilimsel düşüncenin nesnelliğini teşvik etmiştir” (age, s. 100).

Berimsel okuryazarlık, bunu daha ileriye taşıma iddiasındadır. Wing (2006) berimsel düşüncenin insanın soyutlama gücünü artırmasının yanında ona düşüncesini otomatikleştirme olanağını verdiğini iddia etmektedir. Bir kelimeyi sözlükten ararken ya da markette hangi kasada kuyruğa girmek gerektiğini düşünürken farkında olmadan berimsel düşünceye başvurulmaktadır. Berimsel okuryazarlık, bunu daha sistematik hale getirecektir. Olumlu ya da olumsuz olarak nitelendiremem ama berimsel okuryazarlıkla dünya farklı biçimde okunabilecektir.

Kodlama (yazma) program komutlarının alt alta sıralandığı mekanik bir iş değildir. Dünyanın nasıl çalıştığını berimsel olarak okuyup anlamayı ve insanın onunla etkileşimini biçimlendirebilmek için modellemeyi içerir. Dünya hesaplanabilir bir olgu olarak algılanır ve kodla algılanan bu dünya yeniden yaratılır. Programcılar işlerinin doğası gereği var olan ilişkileri ve iş süreçlerini modelleyip sayısallaştırırken bunları yeniden düzenler ve kurarlar; aksayan bir yer varsa ona yönelik çözümler geliştirirler. Bunu da gayet olağan ve işlerinin bir parçası olarak görürler.

Fakat bu pratiklerden beslenen, özellikle Silikon Vadisi’nin öncülüğünü yaptığı (http://www.nytimes.com/2013/03/03/opinion/sunday/the-perils-of-perfection.html) iki büyük tehlike vardır. Birincisi, toplumsal sorunları kültürel, ekonomik ve politik bağlamlarından kopartarak berimsel terimlerle çözümleme eğilimidir. İkincisi de bunun sonucu olarak doğru kod ve algoritmalarla karmaşık toplumsal problemlerin çözülebileceği inancıdır. İngiltere’de bu inanç neoliberal politikalarla eklemlenmekte ve devletin görev ve sorumluluklarını gönüllü kişi ve kuruluşlara devretmenin aracı haline gelmektedir. Örneğin, Nominet Trust ve Nesta toplumsal sorunlara yönelik teknolojik çözümler geliştirme gibi bir hedefleri olduğunu açıkça beyan etmektedir. Hatta Nesta tarafından hazırlanan ve kamu hizmetlerinin geleceğinin tartışıldığı People Helping People adlı raporun giriş bölümünde İngiltere’nin refah devleti deneyimi öncesinde kamu hizmetlerinin gönüllülerce yerine getirildiği ve bunun köklü bir gelenek olduğu yazılmaktadır (http://www.nesta.org.uk/sites/default/files/people_helping_people_the_future_of_public_services_wv.pdf). Nesta’nın kodlama öğrenimine bakışı da bu yöndedir. Programcılar hackathon (https://tr.wikipedia.org/wiki/Hackathon) etkinlikleriyle bir araya getirilmekte ve kamudaki sorunlara dijital çözümler bulmaları istenmektedir (https://nationalhackthegovernment.wordpress.com/). Öğrenciler berimsel yeteneklerle donatılırken de beklenti bu yeteneklerini kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi ve toplumsal sorunların çözümü için kullanabilmeleridir. Ne kadar başarılı olabileceğini ve ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bilemem, ama kodlama öğrenimi İngiltere’de neoliberal politikalar için bir kaldıraç görevi üstlenmektedir.

Geleceğin Mesleği: Programcılık?

Williamson (2015), kodlama öğrenimi hakkında yazılmış bir çok makale ve raporda, kodlama öğrenecek çocuklar geleceğin iş gücü olarak görüldüğünün altını çizmektedir (bkz. http://www.nesta.org.uk/publications/next-gen, https://royalsociety.org/topics-policy/projects/computing-in-schools/report/, http://www.ednfoundation.org/wp-content/uploads/TechnologyEducation_systemview.pdf, http://www.ukdigitalskills.com/). Bu çalışmalarda kodlama, ileriye yönelik, talep edilen ve nitelikli meslek olarak ele alınmakta ve çocukların piyasanın gereksinimlerine yanıt verebilecek yeteneklerle donatılması istenmektedir. Williamson (2015), bu söylemin dijital dünyadaki kırılganlığı, karmaşıklığı ve birçok kodlama işinin sıradanlığını gizlediğini vurgulamaktadır. Dışarıdan bir motivasyon olmadan programcılıkla uğraşıldığında programlama eğlencelidir; bulmaca çözmek ya da satranç oynamak gibidir. Ama söz konusu profesyonel olarak programcılık olunca iş hayatı rutin ve sıkıcı işlerle, fazla mesailerle doludur. Bunun yanında, öğrencilerin edinmesi istenen yetenekler (teknolojik yeniliklere kısa sürede uyum sağlayabilme ve esneklik gibi) piyasanın çalışanlardan beklentisidir.

Eğitim reformuna ya da kampanyalara destek veren bir çok programcı ve aktivistin geleceğin iş gücünü yetiştirmek gibi bir hedefi yoktur. Çoğu benimkilere benzer gerekçelerle kampanyaları desteklemekte ve gönüllü katkıda bulunmaktadır. Bir diğer deyişle, farklı hedefleri olanların desteklediği bir oluşum vardır. Fakat kimi zaman değerler ve çıkarlar çatışabilmektedir. Code Club’ın kurucularından Linda Sandvik’in başına gelenler buna iyi örnektir. Sandvik, Code Club’ın sponsorlarından Google’ın kitlesel gözetim pratiklerini eleştirdiğinde Code Club yönetim kurulu Sandvik’e ültimatom vermiştir: Ya sponsorlar hakkında olumsuz şeyler söyleme ya da Code Club yönetiminden ayrıl. Sandvik, ikincisini tercih etmiştir (https://gist.github.com/drtortoise/5dc254c614d6b6a19116).

Ayrıca programcılığın bir meslek olarak gelecekte daha önemli olacağı ve çocukların küçük yaştan itibaren bunun için gerekli yetenekleri edineceği iddiası ne kadar gerçekçidir? Programlama dillerinin insan diline yaklaşması ve kolaylaşması programcılığı gereksizleştirmemiş, aksine yaygınlaştırmıştır. Yakın zamanda da programcılığın tamamen ortadan kalkacağını düşünmüyorum. Fakat bilgisayar bilimindeki gelişmeler programcılık bilgisi isteyen bazı işleri otomatikleştirebilir ve sektördeki programcı açığı beklenenden çok daha az olabilir. “Bilgisayarların algılayıcı verisi ya da veritabanları gibi veri türlerine dayalı öğrenimini olanaklı kılan algoritmaların tasarım ve geliştirme süreçlerini konu edinen bir bilim dalı” olan makine öğrenimi (machine learning) ile programcılık da dahil olmak üzere birçok mesleğin otomasyonu söz konusudur. Kodlama eğitimi kampanyaları çoğu zaman bu olasılığı göz ardı etmektedir (Frey ve Osborne, 2013).

Şirketler İçin Yeni İş Alanları

Makine öğrenimindeki gelişmeler ve gelecekte piyasanın ihtiyaç duyacağı iş gücünün niteliği ve niceliği hakkında sponsor şirketlerin elinde çok daha kapsamlı veriler vardır. Geleceğe dair daha ayrıntılı öngörüler yapabilirler. Bu verilerin ve buna dayalı öngörülerinin ne olduğu hakkında bilgi sahibi olmasak da kodlama eğitiminin şirketler için şu an yeni bir pazar yarattığı ortadadır. ABD’deki Hour of Code kampanyasının kurucuları arasında Silikon Vadisi’nin melek yatırımcılarından Partovi twins de vardır ve kampanya üç büyük şirket (Google, Microsoft ve Facebook) tarafından desteklenmektedir. Bu kampanyanın İngiltere’deki kuzeni Year of Code da uluslararası bir girişim sermayesi firması olan Index Ventures tarafından desteklenmektedir. Index Ventures, insan hayatının ve ekonominin her yönünün teknoloji ve girişimci ruhu ile dönüştürülebileceğini savunmaktadır. Daha ilginci Year of Code’un arkasındaki 23 kişi incelendiğinde bunlardan sadece üçünün gerçekte teknolojiyle ilgili, diğerlerinin sermayedar ya da halkla ilişkiler yüzü olmasıdır (https://tommorris.org/posts/8776). Year of Code’un arkasındaki en önemli isimlerden biri kısa bir süre öncesine kadar Index Ventures ekibinde yer alan girişimcilerden biri olan Saul Klein’dır. Ne tesadüftür ki Klein’ın kuzeni Alex, çocuklara kendi bilgisayarlarını yapmalarına ve kodlama öğrenmelerine yardımcı olan takımlar (kit) üreten Kano (http://us.kano.me/) şirketinin kurucularındandır.

John Naughton’a (http://www.theguardian.com/technology/2014/feb/15/year-of-code-needs-reboot-teachers) göre girişim sermayesinin yoğun ilgisinin iki açıklaması olabilir. Birincisi, safça olan, girişimciler Year Of Code’a hayırsever duygularla yaklaşmaktadır. Fakat başarısız halka ilişkiler nedeniyle kampanya fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Kampanyanın sözcüsü Lottie Dexter’ın kodlama bilmediğini itiraf etmesi kampanyanın inandırıcılığını sarsmıştır (http://www.theregister.co.uk/2014/02/11/coding_in_schools_madness/). İkincisi, şirketler müfredat değişikliğinin ve Raspberry Pi Vakfı tarafından okullarda bilgisayar bilimini öğretmek amacıyla geliştirilmiş, kredi kartı büyüklüğünde tek kartlı bir bilgisayar olan Raspberry Pi’nin başarısını fark etmişlerdir ve kendilerine yeni ticari fırsatlar yaratmak istemektedirler. Hayırseverlik inandırıcı olmasa da bir beceriksizlik vardır. Ama daha önemlisi müfredat değişikliğinin arkasında büyük bir pazar fırsatı vardır.

***

Giroux’un (1998) Gramsci’den alıntıladığı sözler berimsel okuryazarlık için de geçerlidir:

Gramsci’ye göre okuma-yazma iki yanı da keskin bir kılıçtı; bireysel ve toplumsal güçlenme amacıyla kullanılabileceği gibi, baskı ve egemenlik ilişkilerinin sürdürülmesi için de kullanılabilirdi. Gramsci, bir mücadele alanı olarak eleştirel okuma-yazma için, hem ideolojik bir yapı, hem de toplumsal bir hareket olarak, uğruna savaşım verilmesi gerektiğine inanıyordu (s. 34).

Bu mücadeleye de berimsel okuryazarlığın politik bağlamını dikkate alarak başlamak gerekiyor. Kodlama eğitimiyle liberal politikaları güçlendirmek, sömürüyü artırmak ve geleceğin işçilerini yetiştirmek istenmektedir. Uluslararası tekellerin, girişim sermayesi şirketlerinin ve liberallerin ilgisi boşuna değildir. Ama internetteki geçmiş mücadeleler bunun karşıtının da yaratılabileceğini, sistemde çatlaklar oluşturulabileceğini göstermektedir.

Kaynaklar

Crowley, D., Heyer, P. (2011). İletişim Tarihi, teknoloji-Kültür-toplum, çev. Berkay Ersöz, Siyasal Kitabevi, Ankara.

DiSessa, A. A. (2001). Changing minds: Computers, learning, and literacy. Mit Press.

Fischer, G. (2005). Computational literacy and fluency: being independent of high-tech scribes. Strukturieren-Modellieren-Kommunizieren. Leitbild mathematischer und informatischer Aktivitäten, Franzbecker, Hildesheim, 217-230.

Frey, C. B., Osborne, M. A. (2013). The future of employment: how susceptible are jobs to computerisation. http://www.oxfordmartin.ox.ac.uk/downloads/academic/The_Future_of_Employment.pdf, son erişim 21/03/2016.

Giroux, H. A. (1998). Okuma-yazma ve siyasal güçlenme eğitbilimi. içinde (der.) Paulo Freire ve Donaldo Macedo, Okuryazarlık: Sözcükleri ve Dünyayı Okuma, çev. Serap Ayhan, Ankara, İmge Yayınevi, 33-71.

Williamson, B. (2015). Political computational thinking: policy networks, digital governance and ‘learning to code’. Critical Policy Studies, 1-20.

Wing, J. M. (2006). Computational thinking. Communications of the ACM, 49(3), 33-35.

Kaynak: http://yarimada.gen.tr/?p=451


Okullarda Kodlama Dersi -I

Temmuz 8, 2016

Daha Fazla Yüz Yüze Sohbet Edelim…

Temmuz 8, 2016

Yazan: Osman Çoşkunoğlu

Hazır bayram ve yaz tatili önümüzdeyken, Sherry Turkle’ın yoğun bir araştırma sonucu yazdığı “Reclaiming Conversation” kitabında güçlü veri ve argümanlarla desteklenen önerisini dikkate alalım: Dijital teknolojileri aramızdan çıkararak, daha çok yüz yüze sohbet edelim.

18390_R1_B3

Turkle bir psikolog ama MIT’de, dijital teknolojilerin önemli isimleriyle yan yana, özel kürsü sahibi bir profesör. Özellikle gençlerle yaptığı söyleşilerde, iletişim teknolojilerinden bir soğuma başlangıcı gözlemlemiş. Dijital teknolojileri daha çok kontrol gücü elde etmek için kullanmaya başlayanlar, o teknolojilerin kontrolü altına girdiğinin farkına varıyorlar. Yüz yüze olmayan iletişimde, başta empati duygusu olmak üzere, insani duyguların giderek zayıfladığı görülüyor.

Kitaptaki önerilerden birisini özellikle dikkat çekici buldum. Dijital iletişim sektörünün güçlü reklamlarla toplumda bu teknolojileri çekici kıldığı bir gerçek. Turkle, önerisi için, gıda sektörü ile bir benzetme yapıyor. Toplumda sağlıklı gıda konusunda bilincin artmasıyla beraber, gıda sektörü piyasaya, organik gıda gibi, sağlıklı ürünler sürmek zorunda kalıyor. Toplumda yüz yüze sohbetin önemi hakkında farkındalık yaratmak acaba dijital iletişim teknolojileri ötesinde inovatif ürünlere yol açabilir mi diye soruyor Turkle.
“Ben teknoloji karşıtı bir Luddite değilim” diyor Turkle bir söyleşide (http://bit.ly/21u3J6X). Teknolojinin sağladığı kolaylıklar ile insani duyguların sağladığı değerler arasında bir dengeyi savunduğu kitabı, İngilizce bilen ve konuyla ilgilenenler için güzel bir yaz okuması da olabilir.

Kaynak: http://www.bthaber.com/yazarlar/daha-fazla-yuz-yuze-sohbet-edelim/1/18390


Sivil Toplum için Sessensin Video Aktivizm Atölyesi’nin ilkinin ardından…

Temmuz 7, 2016

Sivil toplum kuruluşlarına yönelik video aktivizmi eğitimi 13-15 Mayıs’ta Ankara’da düzenlendi.

videoaktivizmi_afis

STK olarak videoyu daha etkin kullanmak ister misiniz?

Alternatif Bilişim Derneği, Sivil Düşün AB Programı’nın katkılarıyla sivil toplum kuruluşlarına yönelik olarak video aktivizmi eğitimi düzenledi. 13-15 Mayıs 2016 tarihlerinde Ankara’da düzenlen “Ses Sensin”: Video Aktivizmi Atölyesi (Eğitimcilerin Eğitimi) başlıklı atölyede video aktivistleri ve eğitimciler STK temsilcileriyle bir araya gelerek bilgi ve deneyim paylaştılar.

İlk kez düzenlenen atölye çalışmasında STK’ların video aktivizmine yönelik farkındalığını artırmak ve etkinliklerinde bir hak aracı olarak videoyu daha etkin kullanmaları amaçlandı. Üç günlük eğitim programına çeşitli üniversitelerden öğretim üyeleri ve uzmanların yanı sıra Türkiye’den Kamera Sokak, Seyr-i Sokak, Bak.ma, Ankara Eylem Vakti ile yurtdışından Witness, Papertiger.tv eğitime katıldı.

Ses Sensin” atölyesinde video aktivizmi farklı boyutlarıyla ele alınacak. Eğitimin birinci günü, Prof. Dr. Mutlu Binark (Hacettepe Üniversitesi) ile Ar. Gör. Tuğrul Çomu’nun (Ankara Üniversitesi) Alternatif Bilişim Derneği’ni tanıtımıyla başladı. Ardından Yrd. Doç. Dr. Perrin Öğün Emre (Kadir Has Üniversitesi) ile Yrd. Doç. Dr Gülüm Şener (Arel Üniversitesi) video aktivizmi kavramını, tarihsel gelişimini ve kuramsal yaklaşımları, dünyadan ve Türkiye’den video aktivizmi örneklerini, Av. Faruk Çayır da görsel-işitsel malzemelerin üretim ve paylaşım süreçlerinde yaşanan hukuki sorunları ele aldılar. Witness video aktivisti Raja Althaibani ise küresel video aktivizmini anlattı..

İkinci gün Yrd. Doç. Dr. Nihan Gider Işıkman (Başkent Üniversitesi) video çekim ve kurgu teknikleri, sosyal ağlarda video paylaşımı, dijital yayıncılık, web tv, özgür yazılım vb. teknik konularda katılımcılara bilgi verdikten sonra video aktivizmi kolektifleriyle deneyim paylaşımları gerçekleştirdi. Atölyenin son gününde PaperTiger.tv’nin ve Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Depeli’nin (Hacettepe Üniversitesi) katılımıyla video aktivizminde etik sorunlar ve ifade özgürlüğü tartışıldıktan sonra, atölye STK’ların video aktivizmi deneyimlerini paylaşmasıyla sürecek atölye, katılım belgesi töreni ile son buldu.

Eğitim detayları:

  • Atölyeye katılım ücretsizdir.
  • Atölye ve başvuruyla ilgili tüm sorular için sessensin@alternatifbilisim.org e-posta adresiyle iletişim kurulabilir.

Sağ ama Salim değil…

Temmuz 1, 2016

Yazan: Aslı Telli Aydemir/İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi

Öncelikle hepimizin başı sağolsun. WhatsApp, Telegram ve Signal’dan mesajlar yağıyor: “Ailen nasıl, sen nasılsın?” diye…Facebook’tan konum paylaşımları, “hayattayım” özellikli konum teyit araçları bir nebze olsun yüreğe su serpiyor sanki?!

Yalnız neyi tartışıyoruz anlamadım…

-7 terörist mi varmış, 3’ü canlı bombaysa diğer 4’üne ne olmuş?…X-ray cihazına girmeden silahlar patladıysa, “OK, polis-güvenlik tertibatı aciz kalabilir, aslında o da kabul edilemez de düzgün eğitimden geçmedikleri için tek kurşunda canlı bombayı indirememiş olabilirler??..” Aslında girişte X-ray hiç olmamalı, başka ülkelerde örneği yok, o ayrı bir güvenlik zaafiyeti ve ek tedbir gerektiriyor…

-Dikeceksin oraya ‘yüksek eğitimli kombat tetikçi’, giderecek bir anda tehlikeyi?! Peki ya otoparkta konuşlanan saldırgan? Onu kontrol çemberine almak imkansız görünüyor halihazırdaki tedbir tablosuyla…

Felaket senaryoları sündürüyoruz durmadan, hatta tetikçi pozisyonu, canlı bomba konumu tek sohbetimiz oldu. Bence bu bakış ve üslup bizi bir yere götürmez, arkadaş! Felaketi yaşadıktan sonra “suçlu aramak” ve hatta dikkatsizlik sonucu doğan kazalardan ötürü sokak köşelerinde toplanan olay anı meraklıları edasıyla kargaşayı büyütmek adına bileniyoruz sürekli…

Ortada işlenmiş çok hata var, bu hataların çoğunun merkezi ve yerel otoriteler tarafından yapıldığı aşikar. Bunu ortaya çıkarmak sivil duyarlılık sahibi yurttaşların asli görevi olmalı hiç kuşkusuz. Özellikle kriz ve felaket zamanlarında…İfşa mekanizmasını harekete geçirmenin ve ağ dayanışması sağlamanın en pratik ve etkin yolu ise sosyal medya platformları. Ancak çoğumuzun kaçırdığı önemli bir ayrıntı var: İfşa edenin aynı zamanda alternatif planı olması gerekir. Doğrudan B planı olarak adlandırılacak hazırlığı yoksa, ilk ve ikinci derece yakınlıktaki ağlarıyla acilen ortaklaşa çalışıp alternatif plan oluşturmalı.

28 Haziran’da yaşanan felaket öncesinde birçok acı yaşadık. Bu acıların çetelesini bizim için birçok tutan aktör var; burada tekrar paylaşmaya hacet yok. Ancak asıl üzerinde durmak istediğim mesele, gözü dönmüş kapitalist 100$ altında taksimetre kontak çalıştırmayan taksicilerin yanında yüreğini ve ruhunu ortaya koyan “gönüllü acil yardım destekçileri” ve “melek ulaşım/konaklama ikarus”ları da mevcuttu.

Kent savunması (http://bit.ly/298fj3p) çabalarıyla birkaç saat içinde otobüslerle Taksim Gezi Parkı’na taşınan felaketzedeler, evlerine dönmek için otellerinden ayrılanlara ve yine konaklama ihtiyacı olan felaketzedelere kapılarını açan turistik tesislerin koordinasyonu, bu yönde verilen haberlerin ihtiyaçlı aktörlere erişimi de yukarıda sözü geçen “polemikle ve kaosla beslenen” sosyal medya platformları üzerinden oldu.

Burada sorgulanması gereken “görevini yerine getirmekte aciz ya da geç kalan yerel ve merkezi otoritelerin interneti ve özellikle sıklıkla tercih edilen sosyal medya platformlarını neden yavaşlattığı, hatta engellediğidir. “Kriz haberciliği”, “felaket anında etkin sosyal medya kullanımı”, “toplumsal dayanışmada mikroblog kolaylaştırıcılığı” gibi alt araştırma alanları ve bilimsel eksenler oluşurken, ısrarla “olumsuz zarar verici yönüyle bakan panopticon devlet” politikası sürdürülüyor. Üstelik bu; kitlesel medyaya yönelik yayın yasağı garabetinin ardından sosyal medyada paylaşımda bulunanların hakkında cezai işlem yapılacağına dair tebligatla taçlandırılıyor.

“Çatışmacı, indirgemeci”siyasetle baş etmenin en doğru yolu “uzlaşmacı, değerli kılan” söylemlerle, yakın dönem hafızalardaki tortuları ve gündelik acıları paylaşarak alternatif sağaltımcı gündem yaratmaktır. Üst üste yaşanan acıları biriktirerek duruma alışmak değil, birlikte anlamaya çalışarak üstesinden gelme deneyimine yol açmaktır. Norveç’te 2011’de yaşanan 14-19 yaşlarındaki 77 gencin hunharca katliamı sonrası yapılanlara gözüm takıldı bugün. 10 Ekim dayanışması twitter’da paylaşmış:

Untitled

Psiko-sosyal destek konusunda Türkiye’de de birçok çaba ve emek harcanıyor son birkaç yıldır ancak gerçekçi bir koordinasyon içine girilmediğinin üzülerek farkındayız. Yalnız sağ olmak, hayatta kalmak yetmiyor; yurttaşların birebir dayanışarak bilgilenmesini önlemek, ‘korumacı-kollamacı-gözetlemeci” tedbirler getirerek anlık günü kurtarmak yerine psiko-sosyal destek ve mücadele alanını genişletmek gerekiyor. Ahir zamanlar, çok doğru, ancak herşey bitmiş değil.

Kaynak: https://www.gastesehir.com/yazarlar/sag-ama-salim-degil/