Neden Facebook’u bırakıyorum?…

Şubat 28, 2013

“Neden facebooku bırakıyorum?” başlıklı, CNN. com için düzenli köşe yazıları yazan, medya teorisyeni ve yeni çıkacak “Present Shock: When Everything Happens Now” başlıklı kitabın yazarı  Douglas Rushkoff imzalı yazıda, Rushkoff’un, Facebook kullanımını bu işi yapmanın bir maliyeti olarak haklılaştırmaya çalıştığı, kitap ve makalelerini tanıtmak ve nadiren de insanları bir araya toplamak için Facebook’un hızlı ve uygun bir araç olduğunu, ancak Facebook’u hiçbir zaman sosyalleşmek için kullanmadığını, artık bu düzenlemeyi haklılaştırmak istemediğini, bugün Facebook hesabı kapatacağını, Facebook’un  benimsediği değerlerle uyuşmadığı, yakında çıkacak “Present Shock” adlı kitabında online mevcudiyetimizi yönetemediğimizde neler olduğunu sıraladığını, teknolojiyle her zaman bilinçli insanlar olarak ilgilenmek gerektiğini, Facebook’un sadece bir teknoloji olduğunu, biz çevrimiçi değilken bile adımıza bir şeyler yaptığı,  arkadaşlarımıza bizi yanlış tanıttığını, “dijital şizofreni” olarak adlandırdığı bu işlevsel olmayan durumu etkinleştirmenin ikiyüzlülük olacağını, bir yazar olarak Facebook’a katılmanın savunulamaz olduğunu, Facebook’un sadece bir sosyal platform olmadığını, aksine bir Tupperware partinin yapacağı şekilde sosyal etkileşimlerimizi istismar ettiği, Fcaebook’un bize arkadaşlar kazandırmak için değil, bizim bağlantılarımızı, marka tercihlerimizi ve aktivitilerimizi başkaları için paraya dönüştürmeyi amaçladığını, Facebook kullanıcılarının devlet ve şirket araştırmacıları için bir veri madeni olduklarını, Facebook ve büyük veri araştırma şirketlerinin  bizimle ilgili bilgileri sattıklarını belirtmiş, ticari amaçlı kullanımını anlatmıştır. Detaylı tartışma için kitabı okuyunuz.

Kaynak yazı: “Why I’m quitting Facebook” Douglas Rushkoff – CNN.com

http://edition.cnn.com/2013/02/25/opinion/rushkoff-why-im-quitting-facebook#

 


Sonuna kadar direnişçi: Stéphane Hessel (20 Ekim 1917 – 27 Şubat 2013)

Şubat 28, 2013

Alternatif Bilişim Derneği

GörselBiraz klişe bir giriş olacak, ama yaşlı adam bunu hak ediyordu: Kendisi yaşlı gönlü genç biriydi Stéphane Hessel. Alman doğup Fransız olan, Fransız Direniş Hareketi’nin efsanevi isimlerinden, Buschenwald Toplama Kampı kaçkını, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yazarlarından, diplomat, filozof, her daim insan hakkı aktivisti Hessel, 27 Şubat 2013 tarihinde, 95 yaşında aramızdan ayrıldı.

Hessel’in hak ettiği bir sıfat varsa, o da, “sonuna kadar direnişçi” olmalı. Sadece hayatının sonuna kadar Filistinlilerin veya Avrupa’nın kaçak göçmenlerinin hakları için verdiği aktif mücadele için değil. Sadece konferansları sansürlendiği, saldırıya uğradığı için değil. Öfkesiyle genç kaldığı için de… Hessel yaşlı bir “direniş kahramanı”ndan beklenebileceği gibi “anılarını yazmak”la yetinmedi, o öfkesini gelecek kuşaklara aktarmayı da bildi.

İki yıl önce yazdığı, gelirini insan hakkı savunucusu sivil toplum kuruluşlarına bıraktığı, “Öfkelenin!” (Indignez-vous!) adlı kitapçık, 25 dilde 3 milyondan fazla insan tarafından satın alındı, bir o kadar kişi tarafından indirildi, okundu ve kitleleri öfkelenip sokağa çıkmaya ve haklarını aramaya, yani “direnmeye” teşvik etti. (Indignez-Vous!, Editions Indigene, 2010 / Öfkelenin!, Çeviri: İsmail Yerguz, Cumhuriyet Kitapları / Aydınlanma Kitaplığı, 2011)

32 sayfalık bu kitapçık, özetle şunu söylüyordu: Şimdi durum, 2. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yazdığımız zamanlardan çok daha kötü. Dolayısıyla öfkelenmek, sokağa çıkmak ve gasp edilen haklarınızı korumak için bir nedeniniz var! Çünkü öfkelenmek direnmenin, direnmek de yaratmanın şartıdır. Kayıtsızlık kendinize ve insanlığa ihanettir. Öfkelenin ve geleceğinizi yaratın!

Bu küçücük kitap, yayınlandıktan hemen sonra Yunanistan ve İspanya’dan başlayarak önce Avrupa’ya sonra da dünyaya yayılan “Los Indignados” / Öfkeliler hareketine ismini ve ruhunu verdi. Bu hareketi hepimiz biliyoruz. Arap Baharı ve “İşgal et” (Occupy) ile birlikte son yıllara damgasını vuran Öfkeliler hareketi, kitlelerin hayatlarının kontrolünü tekrar ellerine almak ve hemen şimdi doğrudan demokrasi talep etmek için şehirlerin sokaklarına, meydanlarına çıktığı; artık kendilerini temsil etmediğini düşündükleri parlamentoları kuşattıkları; “biz sisteme karşı değiliz, sistem bize karşı” diye bağırarak sistemin yüreğine çomak soktukları bir an olarak geçti tarihe; ve o an hala sürüyor… Hessel de o an sürdükçe yaşayacak. İnsanların haklı öfkesi öyle kolay kolay dinmez…

Öfkelenin!’den kısa bir kolajla analım onu (http://konstantiniye.blogspot.com/2011/03/stephane-hessel-kzn-ofkelenin.html):

“93 Yıl. Sanki en son demlerim. Sonuma daha ne kadar var? Benden sonra gelenlerin benim siyasi çabalarımla edindiğim tecrübemden yararlanabilmeleri için son fırsat: Diktatörlük ve işgale karşı -Résistance (Direniş Hareketi)- ve onun siyasi mirası. (…) Tam da bu değerlere, hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Hepimiz, toplumumuzu, onunla gurur duyacağımız haliyle korumakla görevliyiz. Ama şu toplumla gururlanamayız: (Fransa’da) kaçak yaşamaya zorlananların olduğu, ülkeden kovulanların bulunduğu, göçmenlere güvenilmediği bir toplumla gururlanamayız; yaşlıların sosyal güvenliğinin, sosyal güvencelerin kırılganlaştığı, zenginlerin medyaya hükmettiği bir toplumla gururlanamayız. Milli Direniş Konseyi’nin mirasına karşı sorumluluk duysaydık, bunların birinin bile olmasına izin vermememiz gerekirdi. (…) Günümüzde, Résistance’ın sosyal kazanımlarının bütün temeli tehlike altında. (…) Direniş öfkeden doğar… Bize, devletin bu (sosyal devlet) kazanımlarının giderlerini artık karşılayamadığını söylemeye cüret ediyorlar. Ama, (işgalden) kurtuluş dönemine kıyasla çok daha büyük bir refaha rağmen bu konularda para nasıl yetmez? Ama Résistance’ın o kadar mücadele ettiği para gücü, lobicileriyle devletin en üst kesimlerinde, asla bugünkü kadar kibirli/küstah, bugünkü kadar egoist olmamıştı. Yeniden özelleştirilen para kurumlarının kilit noktalarında, kamu yararını/çıkarını düşünmeyen bankerler ve kar maksimizasyonu peşinde koşanlar var. En zenginlerle en fakirler arasındaki fark hiçbir zaman bugünkü kadar büyük olmadı. Altın buzağı için dans -para, rekabet- bu denli (zincirlerinden) boşanmamıştı. Résistance’ın temel motifi (itici gücü), kızmak/öfkelenmekti. Özgür Fransa’nın savaşçı grupları ve Direniş Hareketi’nin gazileri bizler, gençleri Résistance’ın düşünsel/manevi ve ahlaki mirasına yeniden hayat vermeye ve (yeni kuşaklara) aktarmaya çağırıyoruz. (…) Hepinize, her birinize, kızıp öfkelenecek bir neden diliyorum. Bu çok değerli. İnsan bir şeye kızarsa, -Nazi çılgınlığının beni öfkelendirdiği gibi- insan aktif olur, güçlenir ve angaje olur. Tarihin akışıyla birleşir ve tarih, çokların angaje olması sayesinde akar -daha fazla adalet daha fazla özgürlük için ve tilkilerin tavuk kümeslerinde özgür olması için değil. 1948’de, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de ortaya konan haklar evrenseldir. O hakların birilerine tanınmaması halinde, bunun farkında olursanız: Onların yanında olun, o hakların koruması altında olabilmeleri için onlara yardım edin. (…) İnsanı kızdıracak nedenler, bugün o kadar açıktan görülecek gibi değiller -dünya çok karmaşık bir yer haline geldi. Kim emrediyor, kim karar veriyor? Karşı karşıya kaldığımız etkiler arasında ayrım yapmak artık o kadar kolay değil. Yapıp ettiklerini hemen anlayabileceğimiz küçük bir üst tabakayla karşı karşıya değiliz. Dünya büyük. Karşılıklı bağımlılıkları ve hayatın düz/aykırı bağlarını, hiç olmadığı kadar hissediyoruz. Bu dünyanın dayanılmaz hale geldiğini anlamak için dikkatli bakmak ve aramak gerekiyor. Gençlere, ‘ararsanız bulurdunuz’ diyorum. “Ben yokum” demek, insanın kendisine ve dünyaya yapabileceği en kötü şey. “Ben yokum” tipi insanlar, insan olmanın en temel özelliklerinden birini yitirmişler: Kızıp öfkelenme özelliğini ve böylece angaje olma özelliğini. (…) Görsel Gençlere diyorum ki: Etrafınıza bakının, kızıp öfkelenmeye değecek konular bulacaksınız. İşlere karışın, kızın, öfkelenin!..”


VERİ KORUMAYA GİRİŞ:EL BROŞÜRÜ

Şubat 26, 2013

Bütün dünyada ve Türkiye’de kişisel verilerin korunması konusunda duyarlılık artıyor. Milyarlarca insanı buluşturan İnternet ve yolaçtığı değişim sayesinde her gün devasa büyüklükte veri toplanıyor, işleniyor ve saklanıyor. Önemli bir bölümünün kişisel hassas verilerimiz olduğu aşikar. Bunların özenle korunması, belki de hiç toplanmaması gerekmekte.

Fakat başta kâr odaklı düşünen ticari kuruluşlar ve yurttaşları hakkında daha fazlasını bilmek isteyen devletler gelmek üzere birçok kişi ve kurum, hiçbir yasal düzenleme veya etik ilke olmadan bilgilerimizi toplamakta, işlemekte, kötüye kullanmakta, ticari bir meta gibi satmakta, fişleme yapmaktadır.

Yasal düzenlemelerin ve çeşitli etik ilkelerin olmayışı önemli bir eksikliktir. Öte taraftan, kişisel veri konusundaki genel farkındalık sorunu da can yakıcı düzeydedir. Çoklarınca kişisel veri ve gizlilik (mahremiyet) evmizin ya da yatak odamız duvarları ile sınırlıdır. Sosyal ve kültürel temelleri oldukça derin bu sınırlılık, problemi katmerleştirmektedir. Evin duvarları arasında gösterilen hassasiyetin, tüm yaşam alanlarında da gösterilmesi için farkındalık ön koşuldur. Bu durumun değiştirilmesi ise yasal düzenlemeler yapmaktan çok daha zor.

Elinizdeki broşür bu farkındalığın artmasına yardım etmeyi hedeflemektedir. Kişisel veri ve mahremiyet konusunda referans alınacak bir metindir. Broşür içeriği EDRI* üyeleri tarafından hazırlanmıştır. EDRI tarafından İngilizce yayınlanan bu broşürü Türkçeye kazandırmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.

Broşürün çevirisi için Hatice Balkanlar’a, LaTeX yerleşimi için Işık Barış Fidaner ve Uğurcan Ergün’e, kapağın Türkçe düzenlenmesi için Barış Büyükakyol’a, düzeltiler için Mutlu Binark ve İlden Dirini’ye, broşür baskı giderleri için Friedrich-Ebert-Stiftung Vakfı’na teşekkür ederiz.

Bizi gözetim toplumuna doğru götüren gelişmelere karşı, yurttaş farkındalığının artmasına katkı sunması dileği ile…

Alternatif Bilişim Derneği

*: EDRI (European Digital Rights / Avrupa Dijital Haklar Örgütü) 20 farklı Avrupa ülkesinden, 32 kişisel gizlilik ve insan hakları temalı kuruluşun üyesi olduğu bir birliktir. Alternatif Bilişim Derneği EDRI’nin gözlemci üyelerindendir. http://www.edri.org/

Basılı broşür talebi için: bilgi@alternatifbilisim.org

Veri Korumaya Giriş
Şubat 2013, 24 Sayfa
Hazırlayanlar: EDRİ Üyeleri ve gözlemciler
Türkçe Yayına Hazırlık: Ali Rıza Keleş
Düzelti: EDRİ ve Digital Courage (Almanya)
Türkçe Düzelti: Mutlu Binark ve İlden Dirini
Tasarım: CtrlSPATE
Türkçe Yerleşim: Deniz Eren
Kapak Türkçe Uyarlama: Barış Büyükakyol
Latex Yerleşimi: Işık Barış Fidaner ve Uğurcan Ergün
Fotoğraf: Marnix Petersen
Baskı: Ceylan Mat
Broşürün İngilizce/Türkçe içeriği ve LaTeX kodları CC Attribution-NonCommercial 3.0 Unported License altındadır.

İçindekiler

Sunu / Sunuş / Önsöz

KİŞİSEL VERİLER
NELERDİR? NİÇİN ÖNEMSEMELİYİZ?

ANONİMLEŞTİRME
SİZ BİR SAYI DEĞİLSİNİZ

AMACIN SINIRLANDIRILMASI İLKESİ
SADECE BELİRTİLEN AMAÇ İÇİN KULLANINIZ

VERİ İŞLEMEYE RAZI OLMAK
İZNİNİZLE

BÜYÜK VERİLER
ENDÜSTRİYEL HAMMADDE

VERİ GÜVENLİĞİ VE İHLALLERİ
DİKKATLİ DAVRANINIZ

TERCİHE GÖRE VE VARSAYILAN VERİ KORUMA
GİZLİLİK İLKESİNE GÖRE TASARLANMIŞTIR

SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİNDE GİZLİLİK VEVERİ KORUMA
PAYLAŞIRKEN DİKKATLİ OLALIM

BULUT BİLİŞİM
ÖNGÖRÜLEMEYEN BİR ORTAMDA ÖNGÖRÜLEBİLİR KORUMA

PROFİL OLUŞTURMA
TERCİHLERİ TAHMİN ETMEK İÇİN KİŞİSEL VERİ KULLANIMI

YABANCI KANUNLARA DAYALI ERİŞİM
KANUNUN ELİ UZUN

İŞE YARAR BİRŞEY YAPMAK
İYİ BİR YASA İYİ BİR UYGULAMA GEREKTİRİR

Kitabı pdf indirmek için: http://ekitap.alternatifbilisim.org/veri-korumaya-giris.html


Kişisel Verilerimiz: Korunma İçin Farkında Olmak ve Bilmek Gerek

Şubat 25, 2013

Alternatif Bilişim Derneği’nin seminerinde Türkiye’nin AB ölçeğinde veri koruma açısından “güvensiz” bir ülke olduğu söylendi.

Değerlendirme: Mustafa Sütlaş/Bianet

Türkiye’de internet erişimi ve kullanıcıları büyük bir hızla büyüyor. Elektronik ortama aktarılan veri ve bilgiler, internette dolaşılırken kendiliğinden oluşan “izler” inanılmaz ölçülerde artıyor.

Sayısı giderek artan verilerin önümüzdeki yıllarda içinde yaşadığımız dünyayı, bugün hayal edemeyeceğimiz biçimde değiştireceği söyleniyor. Çoğalan bilgiler arasında tek tek insanların, bireylerin kim olduklarına, ne yaptıklarına, nasıl düşündüklerine ve eğilimlerinin ne olduğuna dair bilgiler de var. Bu, herkesin büyük bir “gözetim altında” olduğu, sonuç olarak da toplumun aslında giderek bilinmeyen bir noktası bile kalmayan bir “gözetim toplumu” noktasına geldiği gerçeğini yansıtıyor.

Kurumlar ve şirketlerin topladığı bilgilerin, çeşitli yollarla el değiştirdiği, hatta alınıp satıldığı da doğruluğundan kuşku duyulmayan iddialar arasında. Kişisel veri ve bilgilerin dünya ölçeğinde kullanıldığı ve el değiştirdiği, ancak Türkiye’nin ise kişisel verilerin korunması bakımından AB ölçeğinde “güvenilmeyen” ülkeler arasında  yer aldığı kabul ediliyor.

İşte tüm bu ortamda, 23 Şubat Cumartesi günü Ankara Ün. Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)’da Alternatif Bilişim Derneği tarafından “kişisel veri nedir, neden korunmalıdır, haklarımız nelerdir, Türkiye’de ve AB’de mevzuat nasıldır, yurttaş farkındalığının arttırılması ve daha iyi bir yasal düzenleme için neler yapabiliriz” sorularının yanıtlarını vermeyi ve gelinen noktadaki  durumu tartışmayı hedefleyen bir seminer düzenlendi.

Kırkı aşkın katılımcı

Ankara ve Gazi Ün.’in çeşitli bölüm, enstitü ve merkezlerinden öğretim üye ve öğrencileriyle, Ankara Barosu, Elektrik ve Bilgisayar Mühendisleri Odası, Ankara Tabip Odası gibi meslek örgütlerinin temsilci ve üyelerinin; İnternet Teknolojileri Derneği, Telekomünikasyon ve Enerji Hizmetleri Tüketici Hakları ve Sektörel Araştırmalar Derneği (TEDER), Linux Kullanıcıları Deneği, Türkiye Psikiyatri Derneği ,Yaşam Alanı Derneği, Uçan Süpürge gibi sivil toplum örgütlerinin üyeleri yanında, RTÜK, Bilgi Tekonolojileri Kurumu, Mamak ve Balgat Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi gibi çeşitli resmi kurumlardan gelen katılımcıların da yer aldığı toplam sayısı kırka ulaşan bağımsız araştırmacı, avukat, doktor ve habercinin seminere ilgi gösterdi.

Ayrıca kendisi de bir sosyolog olan CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir’in danışmanı Muharrem Erdem, Bilgi Teknolojileri Kurumu – Tüketici Hakları Dairesi Başkanı, Özgür Fatih Akpınar ve İnternet Teknolojileri Derneği başkanı Mustafa Akgül de katkı ve katılımlarıyla seminere destek verdi.

Veri koruma ve anlamı

Seminerin ilk bölümünde Alternatif Bilişim Derneği’nin YK Başkanı Ali Rıza Keleş neden böyle bir çalışmaya gerek duyduklarını ortaya koydu ve dernek olarak gerçekleştirdikleri çalışmalardan söz etti.

Ardından seminere konuşmacı olarak katılan Bahçeşehir Ün. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Elif Küzeci, BİA yazarı, sağlık hakkı ve hasta hakları aktivisti Mustafa Sütlaş ve  MÜ Bilgisayar Müh. Doç. Dr. Melih Kırlıdoğ hep birlikte kişisel veriler ve korunması konusunun temel kavramlarını ortaya koyan ve temel çerçevesini çizen bir giriş yaptı.

Sonraki bölümde ise ilk sunumu gerçekleştiren Elif Küzeci kişisel verilerin önemini, bunların neden korunması gerektiğini, “gözetim toplumu” olmanın anlamını ve veri koruma konusundaki yaklaşımları ortaya koydu.

Dünyada temel olarak iki yaklaşım olduğunu açıklayan Küzeci ABD’de geçerli olan ve verileri de bir “mülk” olarak görme temelindeki “ekonomik hak temelli” yaklaşımla,  Avrupa Birliği’nde daha çok geçerli olan ve kişisel verilerin de insanın birey olma özelliğinin bir parçası olduğunu kabul eden “insan hakları temelli” yaklaşımdan söz etti. Bu yaklaşıma göre kişisel veriler, insan onurunun, özel yaşamın gizliliğinin ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir parçası olarak görülmekte.

Ticari/ekonomik yaklaşımın verilerin bir “meta”ya dönüşmesini gündeme getirdiğini, bunun ise insan olma ve insan onuruna uygun davranmayı temel alan “insan hakları temelli” yaklaşımla çeliştiğini ortaya koyan Küzeci AB’nin bu alandaki düzenlemelerinin “verilerin rıza dışı” paylaşımını önlemeye yönelik olduğunu belirtti.

Kişisel veri koruma da en önemli unsurlardan birisinin hem verilerin toplanması, hem de kullanılması süreçlerinde kişinin verdiği “rıza” olduğunu belirten Küzeci, ancak bu “rıza” sürecinde  taraflarının eşit olmasının gerekli olduğuna vurgu yaptı.

AB hukuk normlarına göre kişisel veri toplanması ve işlenmesinde veri toplama sürecinde toplanan verinin toplama amacına uygun olmasının, doğrudan ilgili olması, gerekenden daha fazla ve aşırı olmamasının en önemli ilkeler olduğunu ortaya koydu.

Sağlık alanı en önemli örnek ve uygulama alanı

bianet yazarı, Sağlık Hakkı ve Hasta Hakları aktivisti Mustafa Sütlaş ise sunumunda sağlık alanında kişisel veri/bilgilerin ne olduğu, neleri içerdiği, hangi amaçla toplandığı, bunların toplanma ve yararlanma süreçlerinin şimdi ve eskiden nasıl şekillendiğini anlattıktan sonra hekimlik mesleği ve sağlık hizmetinin genel kuralları çerçevesinde kişisel verilere ilişkin tutum ve davranışların nasıl şekillendiğini ve uygulandığını ve konuya “hak temelli yaklaşım”ın nasıl olması gerektiğini anlattı.

Bu bağlamda sağlık hakkı ve hasta haklarının temel başlıklarından birisi olan “mahremiyet hakkı”nın dayandığı kurallarla, bu hakkın gereği olan uygulamaların nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini belirten Sütlaş, “veri koruma” alanının aslında “güvenlik-emniyet-mahremiyet” kavramlarının birbiriyle kesiştiği alanlarda sorunlar yaşandığını, günümüzde “güvenliğin” öncelikli kabul edildiğini bunun ise “emniyet” ve “mahremiyet”i ortadan kaldırdığını belirtti.

Özellikle sağlık verilerini toplama süreçlerinde elde edilen bilgilerin bireysel ve toplumsal sağlık ve sağlıklılık amacından öte, sağlık alanındaki ticari faaliyetin güvenceye alınması ve kârın çoğaltılması için bu bilgilerden yararlanılması noktasına geldiğini ileri sürdü.

Kişisel verilerin merkezi biçimde toplanmasının, bunların başka kaynaklardan gelen bilgilerle birleştirildiğinde mahremiyet açısından sürekli bir “kaygı” durumu yarattığını, bunun ise farkında olmadan bir “otokontrol” doğurduğunu, yine aynı biçimde kişileri yönlendirmelere açık hale getirerek, birey ve insan olma noktasından uzaklaştırdığını vurguladı.

genel panel2

Üçüncü konuşmacı MÜ Bilgisayar Müh. Doç. Dr. Melih Kırlıdoğ ise internet üzerinde izlemenin nasıl ve hangi yollarla yapıldığını, bu bağlamda, dünya üzerindeki örnekleri ve çeşitli izleme yöntemlerini ve bunların sonuçlarını ortaya koydu. “Derin Paket İncelemesi” (DPI) adı verilen inceleme yolları ve bunun sonuçları üzerine bilgi veren Kırlıdoğ, internette kişisel verilerin hem devletler tarafından hem de ticari olarak suistimal edildiğini vurguladı. Özellikle bir dijital gözetim olan DPI konusunda yurttaşa hemen hiç bilgi verilmediğini ve aydınlatmanın söz konusu olmadığını ileri sürdü.

Bireyin internet üzerindeki davranışlarından yola çıkarak, şirketler ve çeşitli kurumlar tarafından “kişisel profiller” çıkarıldığını, bu profillerde kimliği açıklayan unsurlar olmamasına karşın verilerin birleştirilmesiyle kimliğin anlaşılabilmesinin çok kolay olduğunu, kişileri istemleri dışında  reklam bombardımanına tutma, yönlendirme ve etkileme davranışlarının temel hakları ortadan kaldıracak kadar yoğun olduğunu belirtti.

“Çevrimiçi Davranışsal Reklamcılık” (ÇDR, ing: OBA, Online Behavioral Advertisement) kavram ve olgusunun bu profilleme çalışmalarına dayandığını ve bu yolla insanları alınır-satılır bir “meta” durumuna getirdiğini söyledi.

Toplantının son bölümünde ise bu konuda çalışan komisyonda da çalışan Yrd. Doç. Dr. Elif Küzeci bu dönemde yeniden mecliste ele alınması beklenen Kişisel Veri Koruma Kanunu Taslağı’yla ilgili bilgilendirme yaptı, sorunlara değindi ve değerlendirmede bulundu. Kanun taslağında yer alan “veri koruma kurulu”nun yeterince bağımsız olup olmadığı tartışıldı ve taslağın getirdiği yaptırımlar ve müeyyidelerin oldukça ağır olduğu, ama istisnaların ise çok geniş olduğu vurgulandı.
Seminer, katılımcılarının katkı ve sorularıyla sonuçlandı. (MS/HK)

Kaynak:http://www.bianet.org/bianet/dunya/144635-korunma-icin-farkinda-olmak-ve-bilmek-gerek Erişim tarihi: 25 Şubat 2013


ŞİFREPUNK…..”Yatak odanıza bir tank girmesi gibi bir şey bu. Eşinize kısa mesaj gönderirken aranızda bir asker duruyor” ya da bir polis… Julian Assange, Metis Yayınları’ndan çıkan “Şifrepunk”ta, yasadışı dinlemeleri, oluşturulan yeni gözetim toplumunu böyle anlatıyor!

Şubat 24, 2013
 

(Süleyman Arıoğlu / Cnnturk.com) —“Dünya yeni bir ulusötesi kara ütopyaya doğru savruluyor, hatta savrulmak ne kelime, dörtnala koşuyor. Ulusal güvenlik erbabı dışında kimse bu gidişatın tam anlamıyla farkına varmış değil. Meselenin gizliliği, karmaşıklık düzeyi ve ölçeği, açığa çıkmasının önünde engel oluşturuyor. Elimizdeki en önemli özgürleşme aracı olaninternet, totaliterliğin bugüne dek görülmedik düzeyde tehlikeli bir yöntemi haline geldi. İnternet insan uygarlığı için bir tehdit arz ediyor.”

Bu satırlar, şu sırada Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde mahpus kalmış ve hikayesini tüm dünyanın artık yakından bildiği Julian Assange’a ait.  Metis Yayınları’ndan bu ay çıkan “Şifrepunk: Özgürlük ve İnternetin Geleceği Üzerine Bir Tartışma” adlı kitapta, “gözetim toplumu” ve “kontrol toplumu”nun güncel biçimi ve dahası polis devleti ve siber uzamın askerileşmesi tartışılıyor.
 
4 aktivistin tartışması

Tartışmacılar da Julian Assange, herkesin faydalanmasına açık bir anonim internet sistemi olan Tor Projesinin savunucuları ve araştırmacıları arasında yer alan Jacob Applebaum, Dijital çağda insan hakları konusunda yaptırımların uygulanması için uğraş veren sivil bir kuruluş olan Avrupa Dijital Hakları’nın (EDRI) kurucuları arasında bulunan Andy Müller-Maguhn ve “La Quadrature du Net” adlı temel online özgürlükleri savunan bir grubun kurucularından Jérémie Zimmerman. Üstelik bu aktivistler;  neredeyse dünyadaki tüm devlet  yetkililerine korkulu rüyalar gösteren Wikileaks belgelerini yayınladıktan sonra, bahsettikleri gözetim ve kontrol tekniklerinin pek çoğuna bizzat maruz kaldılar. Yani bu kitapta doğrudan deneyimlerini ve çözüm önerilini aktarıyorlar. 

Kitabın adı “Şifrepunk”, “toplumsal ve siyasal değişimin araçları olarak şifreyazım (kriptografi) ve benzer yöntemler kullanmayı savunan kişi” anlamını taşıyor. 1990’ların başında kurulan şifrepunk hareketi en faal dönemini 1990’ların “şifre savaşları” sırasında ve 2011 internetbaharı ertesinde yaşadı. Şifre ve punk sözcüklerinden türetilen şifrepunk deyimi, 2006 yılında Oxford İngilizce Sözlüğü’ne dahil edilmiş. Adından da anlaşılacağı gibi kitabın yaşadığımızı anlattığı kara ütopyaya karşı önerdiği kurtuluş yolu: şifrepunk.

Bu, 4 internet aktivistinin insana dehşet veren anlatımları bir yandan, Orwell’in gözetim toplumunun ilksel biçimlerini anlattığı 1949’da yayımlanan “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı distopyasını; bu toplumun Jeremy Bentham’ın “Panoptikon”unu ödünç alan Michel Foucault’da teorik ifadesini bulmuş şeklini ve Gilles Deleuze’ün fiziksel teknik düzenlemelerle yaratılan bu topluma, duygulanımları da katarak “denetim toplumunu” tarif etmesini akla getiriyor.

“Herkes yaşamının özünü internete boca etti”

Bugün farklı olan, kitlesel gözetleme ticarileşmiş durumda, bireyler bütün siyasal fikirlerini, aile bağlarını ve arkadaşlıklarını internete koyuyorlar. Haberleşme türleri çeşitlenmiş ve hacmi de artmış durumda ve önceden kişisel alanda gerçekleşen bütün iletişim biçimleri bugün kitlesel gözetime tabi. Bu olgu, “İnternette kurduğumuz dünya herkesin ortak dünyası haline geldi, çünkü herkes yaşamının özünü internete boca etti” denilerek tarif edilen Şifrepunk’ta, Tahrir Devrimi örneğine de başvuruluyor: “Kahire’de Facebook üzerinden örgütlenen bir protesto gerçekleşti. Mübarek hükümetinde şaşkınlık yarattı yaratmasına ama bu kişiler yineFacebook aracılığıyla tespit edildi.”

“Sessiz sedasız bir dönüşüm”

Assange ve arkadaşları, sessiz sedasız bir dönüşümden söz ediyor, olup bitenden haberdar olanların ise “küresel gözetim endüstrisinde” istihdam edildiklerinden. Bu sürecin kendi gidişatına bırakılmasının sonuçlarının da “gözetlemeye dayalı postmodern bir kara ütopyaya” dönüşeceği konusunda uyarıyorlar. Üstelik bu kara ütopyadan daancak internet konusunda olağanüstü hünerli olanlar kaçınabilecek.

“Düşmanla tanıştık!”

Oysa internet şimdiye kadar, olumlu bir sürü sıfatla birlikte anılan küresel bir uygarlığa giden yolun anahtarı olarak anılmıştı. Şifrepunk’ta 4 internet aktivistinin anlattıkları, bambaşka bir tablo. Ve internete dair beyan edilmiş olumlu düşünceleri de “yanılgı” olarak niteliyorlar. Julian Assange, “Yanılıyorlar, çünkü doğrudan deneyimin kazandırdığı perspektife sahip değiller. Yanılıyorlar, çünkü düşmanla hiç yüz yüze gelmediler. Düşmanla ilk karşılaşma dünyaya dair bütün tahayyüllerinizi yerle bir eder. Biz düşmanla tanıştık” diyor.

Yepyeni bir dünya olarak ortaya çıkan internet, bağımsızlığa özlem duyarken, devletlerin onun maddi koşullarını ele geçirerek denetim altına alma girişimleri… “Fiber optik hatları üzerinde ve uydu istasyonları etrafında çöreklenerek”, yeni dünyamızın can damarını oluşturan bilgi akışlarına kitlesel ölçekte müdahale. Üstelik, tam da bütün insani, iktisadi ve siyasal ilişkilerin bu akışlara bağlı hale geldiği sırada…

“Tarihsel kayıtlarda tahrifat, telefonları dinleme, insanları yalıtma…”

Şifrepunk’taki tartışmanın buradan sonrası, şu soruya yöneliyor: “Bambaşka dünyaya ait uzamda, tarihsel kayıtlarda tahrifat yapmaya, telefonları dinlemeye, insanları yalıtmaya, karmaşıklığı yerle bir etmeye, bir işgal ordusu gibi duvarlar örmeye kadir bir güce yer olabilir mi?”

“Milyarlarca filtreleme ve devasa gizli depolar”

İnternetin maddi muhtevasının, fiber optik kablolar ve bilgisayar vericileri olması, bu soruya “evet” yanıtı verilmesini mümkün kılıyor. Fikirlere ve bilgi akışına dayalı platonik niteliğinin tehdit altında oluşu kitapta, şöyle anlatılıyor:

“Arşimed’i kör bir kılıçla öldüren asker misali, silahlı bir milis gücü Batı uygarlığının bu doruk noktasını, sahip olduğumuz bu platonik ortamı ele geçirebilir. Devlet yeni toplumun kılcal damarlarına ve ana arterlerine sülük gibi nüfuz ederek, yapılan bütün görüşmeleri, okunan bütün internet sayfalarını, gönderilen bütün mesajları, google‘da aratılan bütün kavramları yutacak, sonra da hayal bile edilemecek denli sınırsız bir güç sayesinde her gün milyarlarca filtreleme sonucunda elde ettiği bu bilgiyi, devasa gizli deporlarda sonsuza dek saklayacaktı. Sonra insanlığın ortak zihinsel üretimi olan bu cevheri, giderek daha gelişkin hale gelen arama ve ilişki bulma algoritmaları aracılığıyla tekrar tekrar kazacak kendi hazinesini böylece zenginleştirirken filtreleyenler ile dünyanın filtrelenenleri arasındaki güç dengesizliğini en üst noktaya vardıracaktı. Devlet daha sonra buradan öğrendiklerini fiziksel dünyaya yansıtacak, yeni savaşlar başlatmak, pilotsuz uçakları hedefe yöneltmek, BM bünyesinde kurulan komitelere, ticaret anlaşmalarına müdahale etmek ve kendi devasa sanayi şebekelerine, işbirlikçilerine ve yandaşlarına kar sağlamak amacıyla bunları kullanacaktı.” 

“Yatak odanıza bir tank girmesi gibi bir şey”

Şifrepunk’ta gönderme yapılan olgu, siber uzamın askerileşmesi ve Julian Assange bunu, “Görüşmelerimiz askeri istihbarat teşkilatları tarafından denetleniyor. Yatak odanıza bir tank girmesi gibi bir şey bu. Eşinize kısa mesaj gönderirken aranızda bir asker duruyor. Haberleşme düzleminde hepimiz olağanüstü hal koşullarında yaşamaktayız, yalnızca tankları göremiyoruz ama oradalar” diye tanımlıyor.

“Bu tartışma Türkiye’ye de çok tanıdık”

Andy Müller-Maguhn ise, bütün iletişimin, sesli görüşmelerin tamamının, bütün trafik verilerinin, kısa mesajın her tür kullanımının yanı sıra internet bağlantılarının depolandığı kitlesel depolama yöntemini, yani kitlesel gözetleme konusundaki en son uygulamayı anlatıyor. Askeri harcamalara ayrılan bütçe ile kıyaslandığında bu teknolojilerin maliyetinin çok daha düşük olduğunu anlatan Müller-Maguhn ile Assange’ın tartışmaları bu noktada, Türkiye kamuoyundaki yasadışı dinleme tartışmalarıyla çok yakından ilgili. 

“Şebeke işletmecisiyle muhatap olmaya, arama iznine, gerek yok”

Müller-Maguhn’un Şifrepunk’ta verdiği bir örnek, Başbakanın bile dinlendiği, Meclis’te kurulan Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu’nun dinlendikleri endişesi taşıdığı Türkiyeli okura belki pek çok yerde olabileceğinden daha tanıdık bir olgu:

“Şu anda, bu toplantıda mekanı dinlememiz icap ediyor, bunun için birinin üzerinde bir mikrofon ve teçhizatlı bir ceketle içeri girmesi gerek veya yakına park etmiş, içinde GSM ile gözetleme sistemleri bulunan bir arabayla içerideki kişilerin konuştuklarını doğrudan denetleyebilir -şebeke işletimcisiyle muhatap olmaya, polisten arama izni çıkartmaya falan gerek kalmadan, hiçbir yasal süreç olmaksızın, yap gitsin. Stratejik yaklaşım ise bunu normal işleyişin parçası haline getirir, yani önce her şeyi kaydet, daha sonra analiz sistemleri aracılığıyla ayıkla.”

Anayasaya aykırı

Halen anayasalara aykırılık oluşturan bu uygulamaların devletlerce aşılmaya çalışıldığının da anlatıldığı kitapta, bu konuda ABD‘deki “2703(d) sayılı emir” de anılıyor. Buna göre, ABDhükümeti, özel şahsa ait elektronik iletişim kayıtlarını, hakim tarafından çıkarılmış herhangi bir arama emrine gerek duyulmaksızın isteme yetkisi talep ediyordu. Yani keyfi arama ve özel eşyaya el konmasına karşı hüküm getiren ABD Anayasası’nın 4. maddesi fiilen devredışı bırakılmaktaydı.

Julian Assange ise bu tür bir sistemin henüz başlangıcında olunduğunu, bu uygulamaların, belli grupların toplum dışına itilmesini hedeflediğini ekliyor.

Çözüm: “Bilgiyi şifrelemek!”

Tablonun bu denli iç karartıcı ve ürkütücü tarif edilmesinin ardından, “Fakat bizler bir şey keşfettik” denilerek, çıkış yolu da gösteriliyor. Topyekûn tahakküm karşısında tek umut olarak gösterilen yol ise, “bilgiyi şifrelemek!” 

Assange; “Evren şifrelemeye inanıyor. Bilgiyi şifrelemek şifreyi çözmekten daha kolay. Bu tuhaf özelliği yeni birdünyanın yasalarını oluşturmak için kullanabileceğimizi gördük. Yeni platonik ortamımızı onun temelinde yatan uydular, denizaltından geçen kablolar ve bütün bunları denetleyen iktidarlardan soyutlayabilirdik. Bize ait olan uzamı, şifreyazım perdesinin ardında tahkim edebilirdik. Maddi gerçekliği kontrol altında tutanların giremeyeceği yeni diyarlar yaratabilirdik, çünkü peşimizden oralara kadar gelebilmek için sonsuz beceriye ihtiyaçları olacaktı.” 

 
ŞİFREPUNK : Özgürlük ve İnternetin Geleceği Üzerine Bir Tartışma
Yazan: Julian Assange
Çeviren: Ayşe Deniz Temiz
Metis Yayınları 2013,

TELEKOMCULAR DERNEĞİ TARAFINDAN ALTERNATİF BİLİŞİM 2012 YILININ EN İYİ STK’SI SEÇİLDİ…

Şubat 18, 2013

GEREKÇELİ BASIN AÇIKLAMASI:

Telekomcular Derneği olarak; 2012 yılında Telekomünikasyon sektöründe ve sektörü ilgilendiren sahalarda çalışma yapanların;  en başarılılarını, en fedakarlarını, en üretkenlerini kısacası “EN İYİ”lerini belirledik ve 13 sahada yaptığımız bu tespitin sonucunu 13.02.2013 tarihinde bir basın  açıklaması ile kamuoyuna  duyurduk. Değerlendirmemiz sonucu, ALTERNATİF BİLİŞİM DERNEĞİni, 2012 Yılının Sivil Toplum Kuruluşu Ödülü’ne layık olarak belirledik.

2012 YILININ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ: ALTERNATİF BİLİŞİM DERNEĞİ

GEREKÇE:

Kendilerini  “alternatif bilişim, internet ve diğer bilgi ve iletişim teknolojileri ile bu teknolojilerin kullanımı, sosyal, siyasal etkileri ve ortaya çıkardığı sonuçlar hakkında alternatif, sıra dışı, egemen erk karşıtı fikirler ve çözümler üretmeye çalışıyor. Alternatif bilişim, hem teknolojilerin kullanımına hem de sosyal ve siyasal anlamına, içeriğine dair araştırmalar yapıyor.” Cümleleriyle anlatan  Alternatif Bilişim Derneği, ülkemizin ihtiyaç duyduğu sisteme muhalif bir bilişim derneği.

Dernek 2012 yılında ciddi etkinliklere imza attı;

BTK’nın filtre uygulamasına bazı üniversitelerin de geçmesi üzerine, tüm üniversite rektörlüklerine ve akademisyenlere yönelik imza kampanyası başlattı,

8.Nisan.2012 tarihinde kullanıcı hakları bildirgesini yayınladı, Erişim engellemeleri, Merkezi Filtre Uygulaması, kamuya açık Erişim Noktalarındaki keyfi Sansür/Filtre Uygulamaları  konularında tepkilerini sık sık gündeme getirdi, RedHack’e destek verdi,

Yurttaş Gazeteciliği Eğitim Programı düzenledi, TTNET-Phorm ortaklığına karşı imza kampanyası açtı, Phorm firmasının Türkiye’de faaliyetlerinin yasaklanması için 17 Ekim tarihinde ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu,

 Engelsiz bilişim, Türkiye’de dijital gözetim, ‘Hacker’ nedir, ne değildir?  Yeni Medya ve Yurttaş vb konularda çeşitli  panel, seminer ve sempozyum düzenledi,

Ve tüm bunları yaparken bağımsızlığını korudu…

Tüm bu özellikleri nedeni ile de Alternatif Bilişim Derneği 2012 Yılının Sivil Toplum Kuruluşu olarak  seçilmiştir.


Özgürlük ve Güvenlik arasındaki ince sınır…

Şubat 18, 2013

Yazan: Bekir Ağırdır/Taraf

Gündelik hayatın ritmi değişti, hızlandı. Daha karmaşık, daha hızlı bir gündelik hayat var artık. Üstelik hayatın içinde hem aktörler çeşitlendi ve çoğaldı, hem karar odakları. Hangi aktörün, hangi amaç ve dürtülerle aldığını bilmediğimiz kararlar gündelik hayatımızı doğrudan etkiliyor.

Böylesi bir ritm ve karmaşıklıkta geleceğe dönük olarak iki unsur hem davranışlarımızı hem de zihin haritalarımızı değiştiriyor. Birincisi, bu karmaşıklık içinde yarın ne olacağı, neyle karşılaşacağımız eskisi kadar kestirilebilir, bilinebilir değil. Bu kestirilemezlik her bireyde endişe duygusu yaratıyor, az veya çok. Bu endişe duyguları giderek korkulara ve paranoyalara dönüşüyor. Bu korkular ve paranoyalar üzerinden de ayrı bir manipülasyon ve politika üretme alanı açılıyor.

İkincisi kendini güvende hissetme ihtiyacı, güvenli alanlar yaratma ihtiyacı artıyor. Bu ihtiyaç teknolojiden devlet politikalarına kadar hem bireysel hem de ülke hayatı bakımından bir dizi yeni alan açıyor.

Bilgisayarların ekran koruyucu şifrelerinden antivirüs yazılımlara kadar teknolojiyle ilişkili tüm uygulamalarda kendimizi ve bilgilerimizi koruma amaçlı teknikler gelişiyor. Evlerde çelik kapılardan, kameralı koruma sistemlerinden, bina girişlerinde güvenlikçilerden, sitelerin etrafındaki yüksek duvarlara kadar birçok koruyucu önlem sıradanmış gibi geliyor artık.

Tüm bu endişe ve güvenlik ihtiyacı bireysel hayat kadar ülke hayatını, toplumsal hayatı da etkiliyor. Neredeyse sokaktaki tüm binaların dış koruma kameralarından, yerel veya ulusal yönetimlerin döşediği elektronik kontrol sistemlerine, haberleşme veya bankacılık sistemlerinin güvenlik ihtiyaçlarından şehirlerin güvenlik ihtiyacına kadar hemen her yeni uygulama ile tüm bir hayat izlenmeye ve korunmaya çalışılıyor.

Bir yandan daha iyi ve hızlı hizmet için tüm nüfus, adres, sağlık, eğitim, adalet, bankacılık bilgi ve sistemleri gelişiyor, yayılıyor. Bu sistemlerin doğal sonucu olarak her birimizin her türlü bilgisi ve hareketi bir yerlerde kayda girmiş oluyor. Öte yandan bu sistemlerin ve bilgilerin güvenlik ihtiyacı artıyor.

İzleme mi, koruma mı?

Paradoks da tam bu noktada başlıyor. Hem daha iyi ve hızlı hizmet için bu sistemlere ihtiyacımız var hem de bilgilerimizin ve hayatımızın güvenliğine. Çünkü bu devasa sistemler bireylerin kontrolünde değil kamu otoritelerinin ve devletin kontrolünde.

Bir yandan hırsızdan, uğursuzdan korunmak için kameralara ihtiyaç var öte yandan o kameralar aracılığıyla tüm hayatımızın her bir saniyesi kayıt altında. Bir yandan kredi kartıyla simit bile alabilmekten mutlu oluyoruz, öte yandan her bir hareketimiz, ne yiyip ne içtiğimiz, nereden neyi satın aldığımız, tüm bir hayat örgü ve tercihlerimiz kayda alınmış oluyor.

Sorun da bu noktada başlıyor. Birincisi bu bilgiler nasıl korunacak ve saklanacak. İkincisi bu bilgiler nasıl kullanılacak.

Devlet aygıtı binlerce yılın becerisiyle yeni alana da uyum sağlayıp, hayatı ve vatandaşı denetlemek için yeni politika ve uygulamalar geliştirmek konusunda oldukça mahir.

Elektronik iletişimi, telefonları izlemek ve dinlemekten başlayarak, görünür amacı güvenliğimiz olan bir dizi uygulama hem yaygınlaşıyor hem de güvenlik ihtiyacımızdan meşruiyet üretiyor. Maillerimizden telefon konuşmalarımıza hemen her bir iletişimimiz bir yerlerde kayda alınmış, yığın bilgiler hâlinde biriktiriliyor. Devlet ve hükümetler görünürde haklı gerekçelerle bu iletişim bilgilerine ulaşabiliyor, izleyebiliyor, geriye dönük inceleme yapabiliyor.

Benzer mesele adreslerimizden, mali bilgilerimizden sağlık kayıtlarımıza kadar hemen her alan için geçerli.

Konforu genişletmeyi de sürdürmeyi de istiyor muyuz?

O zaman iki önemli soru ortaya çıkıyor. Birincisi, hangi kamu görevlisi ve kurumu, hangi bilgilerimize, hangi gerekçelerle bakabilir, kullanabilir? Güvenlik ihtiyacımız ile bireysel özgürlüklerimiz arasındaki sınırı, kim, hangi gerekçeyle çizecek?

İkinci soru, farklı yerlerde (nüfus idarelerinde, hastanelerde, dükkânlarda, lokantalarda) oluşan bu bilgiler nerede biriktirilecek, hangi noktalarda birbirleriyle ilişkisi kurulacak, bu bilgi yığını hangi kurum ve kurallar ile güvenlik içinde korunacak?

Bırakın büyük, skandal siyasi örnekleri, düşünün ki kritik bir sağlık bilginiz iş başvurunuzda önünüze gelebilir. O sağlık bilginizin ortalığa dökülmesi sizin toplumsal aidiyetiniz, itibarınız ve hayatınız için çok önemli bir şey de olabilir.

Toplumsal hayatın güvenliği için gerekli istisnai güvenlik amaçlı uygulamalar, giderek yaygın ve standart uygulamalar hâline dönüşüyor. Korunmaya çalışırken özgürlüklerimiz daralıyor.

Günümüz insanının önemli bir sorunu da bu noktada başlıyor: Güvenlik uygulamaları arttırılarak mı özgürlüklerimiz korunabilir? Ya da özgürlüklerimiz genişletilerek mi güvenliğimiz sağlanabilir?

Dengeyi nerede ve nasıl kuracağız? Bu dengeyi hangi kurum ve kurallarla nasıl sürdürülebilir kılacağız?

(Taraf – 18 Şubat 2013) Kaynak: http://t24.com.tr/yazi/ozgurluk-mu-guvenlik-mi/6244


AİLE VE ÇOCUK İÇİN İNTERNET EĞİTİMİ:BAZI ÖNERİLER

Şubat 18, 2013

Yazan: Deniz Ergürel

İnternet, doğru kullanıldığında önemli bir kaynak. Yabancı dil öğrenmek, iyi bir kariyere adım atmak bile mümkün. Ama bu kaynağın bazı tehlikeleri var. Acaba çocuklar interneti ne kadar doğru kullanıyor ve aileler bu konuda ne kadar bilinçli?

1990’lardan önce doğanların ancak yeni gençlik döneminde tanıştığı internet, günümüzdeki çocukların ev hayatının normal bir parçası. Bu nedenle ailelerin merak ettiği konuların başında ‘çocuğum ne zaman internet kullanmaya başlamalı?’ sorusu geliyor.

Bu konuda verilmiş kesin ve net bir cevap yok. Ama çocukların fiziksel gelişimleri düşünüldüğünde 2 yaşından önce bilgisayar ve benzeri cihazları kullanmaları sakıncalı. Bu yaşlardaki çocuklar neyin gerçek, neyin gerçek olmadığını pek ayırt edemezler.

Bunun yanında genel görüş en az 12 yaşına kadar ki çocukların interneti mutlaka ailelerinin gözetiminde kullanmaları yönünde. Çocukların aile gözetiminde internete girmeleri için erişim sağladıkları bilgisayarın herkese açık oturma odasında olmasında büyük yarar var. Aileler çocuklarının kullandığı tüm kullanıcı adı ve şifreleri de mutlaka bilmeli.

  • Çocuğunuzla iletişim kurmalısınız:İnternet erişiminin sadece evde değil günlük hayatın her bölümünde olduğunu düşündüğümüzde ailelerin çocuklarıyla açık iletişim kurmasında büyük yarar var. Bu konuda yapılacak en doğru şey çocuğunuza internetin hem yararlı hem de zararlı olabileceğini en basit şekilde anlatmak. Aşırı baskıcı yöntemler yerine çocuğunuzu bilinçlendirmek en doğrusu.
  •  Kurallarınız olsun:Çocuklarınızın interneti doğru bir şekilde kullanması için eğitici kurallar koyun. Yabancı bir kişiden gelen e-maili açmamasını, kimlik numarası, ev adresi gibi kişisel bilgilerini paylaşmamasını, ailenin onayı olmadan internete fotoğraf yüklememesini, internet virüslerine karşı önlem almasını tembihleyebilirsiniz. Bu kuralların onun yararına olduğunu açık bir dille anlatın.
  • Önce siz örnek olun: En güzel öğretme biçimi örnek olmaktır. Uzmanlara göre belirli bir yaşa gelmiş olan çocuğunuza interneti nasıl kullandığınızı bizzat anlatmanızda yarar var. Bir konuda araştırma yaparken, bir ürün hakkında çıkan yorumlara bakarken veya tatilde gideceğiniz mekanla ilgili bilgi ararken çocuğunuz yanınızda olsun. Siz ne kadar açık ve öğretici olursanız çocuğunuz da interneti o kadar bilinçli kullanabilir.
  • Sosyal ağlara dikkat etmelisiniz: Çocuğunuz Facebook gibi sosyal ağlarda hesap açmak isterse kullanıcı adı, şifre gibi bilgiler sizin denetiminizde olsun. Ayrıca mutlaka onları sosyal medya üzerinden takip edin. Sosyal ağlara yükleyecekleri video ve fotoğrafların sizin gözetiminizde olmasında fayda var. Facebook, 13 yaş öncesi çocukların profil açmasına izin vermemektedir.
  • Aile filtresi kullanabilirsiniz: İnternet servis sağlayıcınızla temasa geçip internet aile filtresi kullanmayı düşünebilirsiniz. Bunun için http://www.guvenlinet.org/ adresini ziyaret edip geniş bilgi alabilirsiniz.

Teknolojinin hızına yetişmek mümkün değil: Teknolojinin hızla değiştiği bir dönemde bugün alacağınız bir önlem yarın pek işinize yaramayabilir. Sadece yasaklarla çocuğunuzu internet konusunda bilinçlendirmek doğru bir yöntem değil. Tıpkı hava basıncı düşen uçaklarda önce kendi maskenizi, daha sonra çocuğun maskesini takmanız gerektiği gibi, önce ebeveyn olarak kendinizi, sonra da çocuğunuzu internet konusunda bilinçlendirmeniz en doğrusu olacaktır.

Blog: http://denizergurel.net Twitter: @denizergurel

Not: Bu yazı, blog sahiplerinin bu konuya ilişkin bakış açısı ile kimi noktalarda farklılık göstermektedir: Örneğin,  Çocuklarında temel haklara sahip olduğu (özel yaşamın giziliği, anonimlik vb.) gibi. Ancak, gerek bu yazının bakış açısında, gerekse bizim vurguladığımız  ve ortaklaşan noktamız, ebeveyn-çocuk iletişiminin güçlendirilmesi gerektiği, son kertede devlet eliyle yasak-filtreler ile İnternet ortamının yasaklanması yerine nitelikli kullanım pratiklerinin geliştirilmesi gereğidir.


Yeni medya ortamlarında metin/arayüzey incelemesi için yöntem makaleleri/çalışmaları listesi:

Şubat 15, 2013

Sosyal medya ortamlarında metin temelli araştırmalarda, nicel-nitel içerik çözümlemesi veyahut söylem çözümlemesi için aşağıdaki temel kaynakların okunmasında fayda var:

Papacharissi, Z. (2009) “The virtual geographies of social networks: a comparative analysis of Facebook, LinkedIn, ASmallWorld”, New Media and Society, 11(1-2):199-220.

Mitra, A. ve E.Cohen (1999) “Analyzing the Web: Directions and Challenges”, Doing Internet Research. (Der. ) Steve Jones, London: Sage, 179-202.

Bayraktutan, G. Binark, M. Çomu, T. vd.Sosyal Medyada 2011 Genel Seçimleri: Nicel -Nitel Arayüzey İncelemesi”, Selçuk İletişim Dergisi,  7(3) 5-29 (2012)

Aygül, E. (2013) Yeni Medyada Nefret Söyleminin Üretimi: Bir Toplumsal Paylaşım Ağı Olarak Facebook Örneği. Ankara: Gazi Ünv.SBE. Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi.

Çomu, T. (2012) Video Paylaşım Ağlarında Nefret Söylemi: YouTube Örneği. Ankara: Ankara Ünv. SBE. Yayınlanmış Y.Lisans Tezi

Göker, G. (2004) “Bilişim Teknolojileri Reklamlarında Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri: BT Haber Örneği” Kültür ve İletişim 7(2): 97-132.


Haberlere abone ol| Eski sayfalara git | RSS AGİT: İnternet Özgürlüğü Açık ve Geniş Tartışılmalı

Şubat 15, 2013

Avusturya’nın başkenti Viyana’da internet sansürünü tartışıldığı Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı konferansında internete öngörülebilir, orantılı ve demokratik topluma yaraşır düzenleme getirmenin zorluğu tartışıldı.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avusturya’nın başkenti Viyana’da İnternet sansürünü tartıştı.

AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatovic, İnternetin düzenlemeye kavuşturulmasıyla ilgili beklentilerin en açık biçimde ve geniş bir vizyonla tartışılmasının önemli olduğunu ifade etti.

Le Monde gazetesi karikatüristi Plantu, The Guardian gazetesi yetkilisi Paul Lewis ve Azerbaycanlı sosyal medya aktivisti Emin Milli‘nin de katıldığı konferansta, internete öngörülebilir, orantılı ve demokratik topluma yaraşır düzenleme getirmenin zorluğu ve önemine vurgu yapıldı.

AGİT’e üye 57 ülkenin büyükelçileri ve yetkilileri dahil 250 kişinin katıldığı “İnternet 2013: Medya özgürlüğünü ilerletmek için politikalar şekillendirme” başlıklı konferansta, İnternet özgürlüğünün aceleci yasakçı düzenlemelerle sınırlandırma kolaylığına başvurmanın yaygın olduğuna işaret edildi. Konferansta Türkiye’den Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) Osman Turan ve AGİT nezdinde Adalet Bakanlığı’nda görevli hakim Ramazan Çaylı da yer aldı

Nunziato: Müdahale şeffaf, orantılı ve karşı çıkılabilir olmalı

George Washington Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Dawn Nunziato, açış konuşmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi Googles Sites İnternet platformuna erişim yasağı getirerek ifade özgürlüğünü ihlal etmekten mahkum olduğu Ahmet Yıldırım&Türkiye kararına da değindi.

Nunziato, internetin çok belirgin şekilde gizli niyetlere hizmet etmeyecek şekilde regüle edilmesi gerektiğini, suça gerekçe gösterilen içeriklere müdahale karşısında temyiz yolunu açık olması gerektiğine işaret edildi.

Konuşmada, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (ICCPR) ve AİHM düzeylerinde belirlenen standartları genellikle bütünleyici olduğu ancak özellikle ABD ve Avrupa ile ülkeler arasındaki itilaflar söz konusu olduğundan mahkemelerden farklı kararlar çıkabildiğinden de söz edildi. Nazi malzemeleri satan ABD merkezli bir siteyle ilgili ABD mahkemelerinin Yahoo&Fransa davasına ilişkin kararı buna örnek gösterildi.

Akdeniz: Kullanıcı haklarına saygı gösterilmiyor

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz, “Erişim yasağı ve filtreleme uygulamaları ve politikaları” başlıklı oturumda, Türkiye’de çocuk pornografiyle mücadele adına getirilen düzenlemelerle yetişkinlerin yasalar önünde suç oluşturmayan içeriklere erişmesine de pratikte engel getirildiğini ifade etti; Playboy sitesinin yasaklanmasını örnek gösterdi. Akdeniz’in AGİT üye 46 ülkesinde İnternet özgürlüğünün durumuna işaret eden raporu da konferansta hatırlatıldı.

Akdeniz, konuşmasında internetin regülasyonunun kullanıcılarının haklarına azami ölçüde saygı göstermesi gerektiğine işaret etti. Son dönemde Türkiye’de erişim yasaklarından ziyade yargılamaların öne çıktığı da belirtildi.

Temelkuran: Hükümetler güveni manipüle etmeyi öğrendi

Gazeteci Ece Temelkuran da, sosyal medyanın insanlara sokağa çıkmadan, bulundukları yerden muhalefet etme imkanı sunduğunu kaydetti, bunun da bir yerde hükümetleri memnun ettiğini söyledi.

Temelkuran, hükümetlerin sosyal medya ile güveni manipüle etmeyi öğrendiklerini de ifade etti. (EÖ/HK)

Kaynak: http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/144404-agit-internet-ozgurlugu-acik-ve-genis-tartisilmali Erişim: 15 Şubat 2013