24 Kasım 2013 Sosyal Medya Aktivist Atölyesi

Kasım 23, 2013

fotoğraf  24 Kasım 2013 tarihinde TAKSAV Ankara’da iki atölye gerçekleşecek:

10:00. Sosyal Medya, Farkındalık ve Etkin Olmak-Ahmet Sabancı/Alterntif Bilişim Derneği

13:30 Cep Telefonuyla Kısa Film Çekmek/Kamil Mingu


technological alienation

Kasım 21, 2013

>>MP3<<

kaynak: Teknolojik Yabancılaşma ve Hack Kültürü
sistem: cepstral, goldwave, audacity, freesound.org

-barış

Yazının devamını oku »


Yeni Medya Çalışmaları alanına iki yeni katkı…

Kasım 13, 2013

“Yeni Medya Üzerine…” adlı (Der.Müge Demir) (Literatürk Yayınları; 2013) derleme kitabında yeni medya ortamı, mevcut teorik ve ampirik araştırmalardan farklı olarak sanat, moda, hukuk gibi çok geniş bir yelpazede ele alınmaktadır. Derlemenin, daha sonra yapılacak çalışmalar için temel oluşturup, literatürdeki boşluğu tamamlaması amaçlanmaktadır. Yeni medya ortamı ile ilgilenen gerek akademisyenler gerek bu bölümlerde eğitim alan öğrenci araştırmaları, gerekse kamu ve özel sektörde yer alan kuruluşlara konu ile ilgili kavramsal bir zemin oluşturması planlanmaktadır.

Derlemede, sayısal teknolojinin sunduğu iletişim olanaklarının televizyon yapım ve yayıncılığı ile etkileşiminden, yeni medya ortamını üzerinde barındıran “akıllı” cep telefonlarının gençler tarafından moda olan bir aksesuar olarak görülmesine; tekniğin egemenliğindeki bir dünyada son dönem yeni iletişim teknolojilerine dayalı yeni medya sanatından, son on yıllık süreç içinde ortaya çıkan ve hemen her şeyi ve herkesi içine katan bir kavram olarak karşımıza çıkan “sosyal ağlar”a; sosyal medyanın Türkiye’de yükselen öğrenci hareketlerindeki yerinden, yeni medya ortamı ile yeniden şekillenen politik görünürlük tartışmasına; dijital çağın demokrasiye etkilerinden, siber uzay ile meydana gelen İnternet alan adları ve ortaya çıkardığı ihtilafların çözüm yollarına; sosyal medyanın futbol üzerindeki etkisinden, yeni iletişim teknolojilerini özgün ve etkili bir şekilde kullanarak Türkiye’de yeni nesil popüler eylemlilik anlayışının öncülerinden biri olan Genç Siviller’e ve kullanıcıların iletişim teknolojilerine adaptasyonu ve bu süreçteki yetkinlikleri üzerine eğilen modellere kadar birbirinden farklı ve çok çeşitli içeriklerde yazılara yer verilmektedir.

Diğer kitap ise “Yeni Medya ve Gazetecilik” adlı J. Pavlik’in kitabının çevirisidir. (Çev. Müge Demir ve Berrin Kalsın) (Phoenix) . Bu çalışmada yeni medya ortamlarında gazetecilik  pratiklerinin değişmesini konu edinmektedir.


Toplumsal Eylem Retoriği Konferansı

Kasım 11, 2013

Toplumsal Eylem Retoriği başlıklı konferans 13-14 Kasım 2013 tarihlerinde Ahmet Taner Kışlalı Sanatevi’nde gerçekleştirilecek. Açılış bildirisini Temple Üniversitesinden Herbert W. Simons’un sunacağı konferans http://www.facebook.com/toplumsaleylemretorigi adresinden de canlı olarak izlenebilecek. Konferans programı için tıklayınız.

Konferansla ilgili ayrıntılı bilgi için: http://ilef.ankara.edu.tr/yazi.php?yad=12805


Özgür Yazılım Şimdi Neden Daha Önemli – Richard Stallman (1)

Kasım 9, 2013

Yazılımın özgür ya da “libre” (2) (bu kelimeyi ücretten değil özgürlükten bahsettiğimizi vurgulamak amacıyla kullanırız) olmasıyla bilişimde (computing) özgürlük için kampanya başlatmamın üzerinden 30 yıl geçti. Photoshop gibi bazı tescilli programlar oldukça pahalıdır. Flash Player gibi diğerleri ise ücretsiz erişime açıktır. Ancak her halükarda bu programlar kullanıcılarını başkalarının iktidarına bağımlı kılar.

Özgür yazılım (free software) hareketinin başlamasından bu zamana çok şey değişti: Gelişmiş ülkelerdeki pek çok insan artık bilgisayar sahibi -bazen “telefon” olarak karşımıza çıkıyor- ve interneti bu araçlarla kullanıyorlar. Özgür-olmayan yazılım (non-free software) hala, kullanıcıların kendi bilişim faaliyetlerindeki kontrollerini başkalarına devretmelerine yarıyor ancak şimdi bu kontrolü kaybetmenin başka bir yolu daha var: Başkasına ait bir sunucunun (server) sizin kendi bilişim faaliyetlerinizi yapmasına izin vermek yani SaaSS (3) kullanmak.

Hem özgür-olmayan yazılım hem de SaaSS kullanıcıyı gözetleyebilir, engelleyebilir hatta kullanıcıya saldırabilir. Kötü amaçlı yazılım (malware), hizmetlerde ve tescilli yazılım ürünlerinde yaygındır çünkü kullanıcıların bunlar üzerinde kontrolü yoktur. Temel nokta da budur: özgür-olmayan yazılım ve SaaSS başkaları tarafından kontrol edilir (genellikle bir şirket ya da devlet tarafından); özgür yazılım ise kullanıcıları tarafından kontrol edilir.

Bu kontrol neden önemlidir? Çünkü özgürlük, hayatınız üzerinde kontrol sahibi olmanızdır.

Eğer bazı faaliyetlerinizi yürütmek için bir program kullanıyorsanız özgürlüğünüz program üzerinde kontrolünüzün olup olmadığına bağlıdır. Kullandığınız programlar üzerinde kontrolünüzün olması hakkınızdır ve bu programları hayatınızdaki önemli bir şey için kullanıyorsanız daha da çok hakkınızdır.

Program üzerindeki kontrolünüz dört temel özgürlüğü gerektirir. Eğer bunlardan bir tanesi eksik ya da yetersiz ise program tescillidir (ya da “özgür-değil”dir):

0 – Programı dilediğiniz gibi ve herhangi bir amaç için kullanma özgürlüğü.

1 – Programın “kaynak kodunu” inceleme ve değiştirme özgürlüğü ki program bilişim faaliyetinizi sizin dilediğiniz gibi gerçekleştirsin. Programlar, programcılar tarafından bir programlama dilinde yazılır -İngilizce matematiksel ifadeler gibi- ve programın bu biçimine “kaynak kod” adı verilir. Programlama bilen ve programa kaynak kod biçiminde sahip olan herhangi bir kişi, kaynak kodu okuyabilir; işleyişini anlayabilir ve hatta değiştirebilir. Eğer sadece, bilgisayarı çalıştıran ancak insanların zor anlayabileceği bir dizi numaradan oluşan “çalıştırılabilir biçime” (executable form) erişebiliyorsanız programı anlamak ve değiştirmek imkansız derecede zordur.

2 – Dilediğiniz zaman programın tam kopyalarını çıkarma ve dağıtma özgürlüğü. (Bu bir zorunluluk değil; sizin tercihinizdir. Program özgür ise bu, birinin size ya da sizin başkalarına programın bir kopyasını sunma zorunluluğu olduğu anlamına gelmez. Kullanıcılara özgürlük tanımadan programı dağıtmak onlara zarar verir ancak dağıtmamayı tercih etmek –şahsen kullanmak- zararsızdır.

3 – Dilediğiniz zaman programın sizin tarafınızdan değiştirilmiş biçiminin kopyalarını çıkarma ve dağıtma özgürlüğü.

İlk iki özgürlük, her kullanıcının program üzerinde bireysel kontrole sahip olduğu anlamına gelir. Diğer iki özgürlükle de herhangi bir kullanıcı grubu, program üzerinde kolektif kontrolü deneyimleyebilir. Sonuç, kullanıcıların programı kontrol etmesidir.

Kullanıcılar programı kontrol etmezse program kullanıcıları kontrol eder.

Tescilli bir yazılımla, programı kontrol eden ve programın kullanıcıları üzerinde kontrol uygulayan birileri, programın bir “sahibi” her zaman vardır. Özgür-olmayan bir program esarettir; haksız iktidarın bir aracıdır. En aşırı örneklerde (gerçi bu aşırılık yaygın hale geldi) tescilli programların, kullanıcıları gözetleme, kısıtlama, sansürleme ve istismar etme amacıyla tasarlandığını görüyoruz. Örneğin Apple iThings’in işletim sistemi tüm bunları yapmaktadır. Windows, mobil telefon donanımına gömülü olan yazılımlar (firmware) ve Windows için Google Chrome, bazı şirketlerin izin almadan uzaktan erişimle programı değiştirmelerine yarayan evrensel bir gizli kapı (4) barındırmaktadır. Amazon Kindle da kitapları silen bir gizli kapı barındırmaktadır.

Özgür-olmayan yazılım haksızlığını sonlandırmak amacıyla özgür yazılım hareketi, özgür programlar geliştirir ki kullanıcılar kendilerini özgürleştirebilsin. 1984’te özgür işletim sistemi olan GNU’yu geliştirerek başladık. Bugün milyonlarca bilgisayar GNU ile çalışıyor; çoğunlukla da GNU/Linux birleşimiyle çalışıyor.

Tüm bunların içinde SaaSS nereye denk gelmektedir? SaaSS, sunucu üzerindeki programların özgür-olmayan programlar oldukları anlamına gelmez. Daha ziyade, SaaSS kullanımı özgür-olmayan bir programı kullanmakla aynı haksızlıklara neden olur: ikisi de aynı kapıya çıkar. Bir SaaSS çeviri hizmetini örnek olarak inceleyelim: Kullanıcı metni sunucuya gönderir; sunucu metni çevirir (İngilizce’den İspanyolca’ya örneğin) ve çevrilmiş metni kullanıcıya geri gönderir. Dolayısıyla, çeviri işi kullanıcıda değil sunucu operatörünün kontrolündedir.

SaaSS kullandığınızda, sunucu operatörü bilişim faaliyetlerinizi kontrol eder. SaaSS, tüm önemli verilerin sunucu operatörüne ( ki o da devlete göstermesi için baskı görecektir) teslim edilmesini gerektirir –sonuçta bu sunucu gerçekte kime hizmet eder?

Tescilli programlar ya da SaaSS kullandığınızda öncelikle kendinize zarar verirsiniz çünkü bu birilerine sizin üzerinizde haksız iktidar sunar. Kendi iyiliğiniz için bundan kaçınmalısınız. Tescilli programlar ya da SaaSS kullanmanız paylaşmama taahhüdü verdiğiniz zaman başkaları açısından da zarar vericidir. Böyle bir taahhüde uymak kötü, bu taahhüdü bozmak ise daha az kötüdür; en doğrusu ise asla böyle bir taahhütte bulunmamanızdır.

Özgür-olmayan yazılım kullanmanın başkalarını da özgür-olmayan yazılım kullanmak zorunda bıraktığı örnekler vardır. Skype (5) bu duruma açık bir örnektir: bir kişi özgür-olmayan Skype istemci yazılımını kullandığında bu, başka birinin de bu yazılımı kullanmasını gerektirir – böylece kendi özgürlükleriyle birlikte sizin özgürlüğünüzü de teslim ederler. (Google Hangouts hizmetinde de aynı sorun vardır). Bu tür programları kısa süreliğine bile olsa, başka birinin bilgisayarında bile olsa kullanmayı reddetmeliyiz.

Özgür-olmayan programlar ve SaaSS kullanımının bir diğer zararı da, söz konusu program ya da “hizmetin” daha da geliştirilmesini teşvik ederek ve böylece daha fazla insanın geliştirici şirketin avucuna düşmesini sağlayarak faili ödüllendirmesidir.

Dolaylı zarar ise kullanıcı kamu kurumu ya da okul olduğunda daha da büyüktür. Kamu kurumları insanlar için vardır – kendileri için değil. Bu kurumlar bilişim faaliyetlerini de insanlar için yapar. İnsanların iyiliği için bu kurumlar bilişim faaliyetleri üzerindeki tam kontrollerini korumakla yükümlüdür. Bu nedenle de sadece özgür yazılım kullanma ve SaaSS kullanımını reddetme zorunlulukları vardır.

Ülkenin bilişim bağımsızlığı da bunu gerektirir. Blommberg’e göre Microsoft, Windows’taki açıkları düzeltmeden önce ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’na (NSA) göstermektedir. Bunu Apple’ın da yapıp yapmadığını bilmiyoruz ancak Apple da Microsoft gibi ABD hükümeti kaynaklı aynı baskılarla karşı karşıyadır. Bir hükümet için bu tür yazılımları kullanmak ulusal güvenlik için tehlikelidir.

Okullar – ve tüm eğitim faaliyetleri – öğrettikleriyle toplumun geleceğini etkiler. Dolayısıyla, demokratik değerleri ve başkalarına yardım etme alışkanlığını aşılamak için okullar sadece özgür yazılımı öğretmelidir. (Böylelikle, bu işte ustalaşmaları için gelecek kuşak programcılara yardımcı da olunacaktır). Özgür-olmayan bir programı kullanmayı öğretmek programın sahibine bağımlılığı getirir ki bu da okulun toplumsal görevi ile çelişir.

Tescilli yazılım geliştirenler yazılımı paylaşacak kadar iyi kalpli ya da değiştirmeyi isteyecek kadar meraklı öğrencileri cezalandırmamızı istiyorlar. Dahası okullara yönelik paylaşım-karşıtı propaganda bile düzenliyorlar. Bunun yerine, her sınıfta şu kural geçerli olmalı:

“Öğrenciler, bu sınıf bilgilerimizi paylaştığımız yerdir. Sınıfa yazılım getirirseniz, bunu sadece kendinize saklayamazsınız. Aksine, yazılımın kopyalarını -birinin öğrenmek istemesi durumunda kaynak kodları da içerir şekilde sınıfın geri kalanı ile paylaşmak zorundasınız. Bu nedenle, tersinden mühendislik amacıyla olduğu müddetçe sınıfa patentli program getirmek yasak değildir.”

Bilişimde işbirliği bir programın tam bir kopyasını başka kullanıcılara yeniden dağıtabilmeyi içerir. Ayrıca programın sizin tarafınızdan değiştirilmiş biçiminin de dağıtılabilmesini içerir. Özgür yazılım bu tür işbirliklerini teşvik ederken telif haklı yazılım bunları yasaklar. Telif haklı yazılım kopyaların yeniden dağıtımını yasaklar ve kullanıcıları kaynak koddan mahrum bırakarak onların programı değiştirmelerini engeller. SaaSS da aynı etkilere sahiptir: Eğer bilişim faaliyetlerinizi web aracılığıyla bir başkasına ait sunucu üzerinden, başka birinin programının kopyasıyla gerçekleştiriyorsanız – bilişim işinizi yapan yazılımı göremez ve dokunamazsınız dolayısıyla da bu yazılımı yeniden dağıtamazsınız, değiştiremezsiniz.

Yemek tarifleri, ders kitapları gibi eğitim materyalleri, sözlükler ve ansiklopediler gibi referans eserleri, metnin paragraflarını sergilemek için fontlar, insanların aynısını yapabilmeleri için donanım devrelerinin çizimleri ve 3-boyutlu yazıcıyla faydalı (mutlaka dekoratif olmak zorunda değil) nesneler yapmak için şablonlar dâhil olmak üzere, başka tür ürünler de pratik faaliyetlerde kullanılır. Ancak bunlar yazılım olmadıklarından, doğruyu söylemek gerekirse, özgür yazılım hareketi bunları kapsamaz; bununla birlikte aynı akıl yürütme geçerlidir ve aynı sonuca ulaşır: Bu ürünler de yukarıda sıralanan dört özgürlüğü barındırmalıdır.

Benden sık sık özgür yazılımın avantajlarını açıklamam istenir. Ancak söz konusu özgürlük olunca “avantajlar” kelimesi çok zayıf kalır.

Özgürlük olmadan hayat esarettir ve bu, hayatınızdaki diğer tüm faaliyetler için olduğu kadar bilişim faaliyetleriniz için de geçerlidir.

Kullandığımız tüm yazılımların kontrolünü ele geçirmeliyiz. Bunu nasıl yapabiliriz? Sahip olduğumuz ya da düzenli kullandığımız bilgisayarlardaki özgür-olmayan yazılımları ve SaaSS kullanımını reddederek. Özgür yazılım geliştirerek (aramızdan programcı olanlar için). Özgür-olmayan yazılımı ve SaaSS’ı geliştirmeyi ve desteklemeyi reddederek. Bu fikirleri başkalarına da aktararak. Hadi, tüm bilgisayar kullanıcılarını özgürleştirelim.

Metiniçi referanslar:

(1) Richard Stallman, özgür/libre yazılım savunucusu ve Özgür Yazılım Vakfı’nın kurucusudur. 1984’te özgür yazılımlı işletim sistemi GNU’yu kurmuştur. Programcıların ve programların özgürlüğünü, programların insanlığın ortak mirası olmasını savunur (ç.n.).

(2) Fransızca hür, serbest, özgür, bağımsız anlamındadır (ç.n.).

(3) SaaSS, bir hizmet sağlayıcı tarafından merkezi bir sunucu üzerinde barındırılan yazılımın birden fazla kişi ya da kurumun kullanımına sunulmasıdır. Kullanılmak istenen yazılıma web tarayıcısı üzerinden ulaşılır. Programı satın alma zorunluluğu yoktur. İş modeline göre servis sağlayıcıya aylık ya da yıllık abonelik ücreti ödenir. Bazı servis sağlayıcılar barındırdıkları reklamlar sayesinde yazılımı ücretsiz olarak da sunulabilir. Google Docs örnek olarak gösterilebilir. Program satın alma, güncelleme ve teknik destek masraflarının olmaması avantajları olarak sıralansa da SaaSS kullanıcılar açısından ciddi tehditler içermektedir. Reklam barındırabilmesi nedeniyle internetteki artan ticarileşmeyle bütünleşmektedir. Ayrıca tüm bilgilerin, dosyaların, dokümanların vb. uzakta, bilinmeyen ve müdahale edilemeyen bir sunucuda depolanmasından dolayı güvenlik açığı bulunmaktadır (ç.n.).

(4) Gizli kapı yazılımı ya da sistemi geliştirme sürecinde programcıya denetim ve kolaylık sağlayan bir giriş noktasıdır. Sadece programcı tarafından bilinir. Ancak kullanıcılar açısından potansiyel olarak mahremiyetin ihlali gibi bir dizi riski de içerir (ç.n.).

(5) Skype, aynı adlı uygulaması ile internet üzerinden anlık mesajlaşma, sesli ve görüntülü çağrı hizmeti sunan bir şirkettir. 2011 yılında Microsoft tarafından 8.5 milyar dolar ödenerek satın alınmıştır (ç.n.).

wrd.cm/1axOjV6 adresindeki orjinalinden Aylin Aydoğan tarafından çevrilmiştir.

Kaynak: http://www.sendika.org/2013/11/ozgur-yazilim-simdi-neden-daha-onemli-richard-stallman-1/


Aaron Swartz’ı Hatırlamak…

Kasım 9, 2013

Görsel

Ethan Zukerman’ın Aaron Swartz’ın 27. yaşı dolayısıyla yaptığı değerli bir katkı/konuşma için bakınız:

http://www.ethanzuckerman.com/blog/2013/11/08/remembering-aaron-activism-and-the-effective-citizen/Aaron


AB Veri Koruma Reformu: Mehter adımlarıyla yürüyen stratejik bir savaş

Kasım 4, 2013

Yazan: Özgür Uçkan

AB, uzun bir süredir 1995 tarihli Veri Koruma Direktifinin çizdiği mahremiyet ve veri koruma standartlarının yükseltilmesi ve güncellemesi için bir reform çalışması yürütüyor. Reform sürecinin resmi adımı, uzun tartışma ve savaşların ardından ortaya çıkan taslağın 21 Ekim tarihinde Avrupa Parlamentosu Sivil Özgürlükler Komitesi tarafından oylanarak kabul edilmesi ile atılmış oldu (http://goo.gl/7R0Xav). Şimdi tasarı AB Bakanlar Komisyonu’nda görüşülecek, ardından da Avrupa Konseyi’nde oylanacak. Tasarının Mayıs 2014’deki Avrupa Parlamento seçimleri öncesinde yürürlüğe girmesi hedefleniyor.

Reform sürecinde bir yanda mahremiyet kurallarının sıkılaştırılmasına karşı, birer “veri tekeli” olmaya evrilen çoğu ABD kökenli şirketin yürüttüğü lobi faaliyetleri, diğer yanda mahremiyet ve veri koruma odaklı kullanıcı hakları için mücadele eden sivil inisiyatiflerin gerek AB parlamenterleri gerekse kamuoyu üzerindeki ciddi etkisi, yeni direktif taslağı üzerinde bir savaşın yaşanmasına neden oldu. Ortaya bir taslak çıktı ve oylanarak kabul edildi, ama bu metin nihai değil. Tartışma sürüyor ve sürecin bundan sonraki adımlarında savaş daha da kızışacak. Çünkü taslak iki tarafı da memnun etmişe benzemiyor. AB orta yolu bulmaya çalışıyor, ama kişisel veriler ve mahremiyet söz konusu olduğunda şirket kazançlarıyla kullanıcı hakları arasında bir orta yolun varlığı bile tartışma konusu olduğundan işi zor. Üstelik henüz üye ülkelerin yönetimleri arasında da bir uzlaşı sağlanmış değil, bazı ülkelerin tasarının yerellik ilkesinin ihlalinden AB ölçeğinde yasal uzmanlığın oluşmamış olmasına kadar belli noktalarına itirazları var, yukarda saydığım iki tarafın birbirine şiddetli itirazları var. Dolayısıyla kurumlar ve komisyonlar arasında tartışmalar sürecek.

Sürecin Mayıs 2014’de nihayete ermesi öngörülmüştü. Başta İngiltere olmak üzere ABD etkisinin temsilcisi ülkeler sürecin Avrupa seçimleri sonrasına sarkması ve endüstriyel lobi faaliyetlerine zaman kazandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Üye devletler arasında tam bir uzlaşının yokluğunda başarıya da ulaşmış görünüyorlar; yani direktifin yasalaşması büyük olasılıkla 2015’i bulacak (http://goo.gl/P3uVnM); sivil inisiyatifler tasarının haklar odağında düzeltilerek zamanında yasalaşması için bastırsalar da. Üstelik bu savaş sadece veri korumayla değil, onunla bağlantılı olarak ABD’nin NSA gözetim skandallarının AB tarafından soruşturulmasını önlemekle de ilgili olunca, işler iyice karışıyor. İşin bu boyutu ayrıca üzerinde durmayı hak ettiğinden konuya girmeyeceğim.Yeni Direktif, AB içindeki ve AB üyesi ülkelerle diğer ülkeler arasındaki kişisel veri işleme ve değişiminin mevcut yasal çerçevesinin yerini alacak. Önce kısaca yeni tasarıya bir bakalım, neler getiriyor, neler götürüyor? Genel haliyle tasarı AB veri koruma standartlarını güçlendiriyor ve kullanıcı hakları konusunda ilerleme sağladığı için olumlu görünüyor. Mesela Komisyon’un üye devletlerin kullanıcı profilleme kurallarından kendilerini muaf tutabilmeleri yolundaki önerisinin reddedilmesi önemli bir kazanım. Benzeri bir şekilde endüstriye geliştirecekleri ürünlerde mahremiyet korumasını bir tasarım gereği (default by design) olarak dayatması da önemli. Tasarı AB üyesi ülkelere aynı yasal çerçevede çalışacak ulusal ve özerk bir veri koruma otoritesi kurma ve çerçeveyi iç hukuklarına uyarlama yükümlülüğü getiriyor. Bireysel kullanıcılara şirketlerden kendilerine ait verilerin silinmesini veya başka bir platforma taşınmasını talep etme hakkı tanınıyor. Yasal otoriteler kuralları ihlal eden şirketlere yıllık cirolarının %5’i kadar ceza kesebilecek. Ama öte yandan, tasarı şirketlerin yararlanabileceği öyle yasal boşluklar ve belirsizlikler bırakıyor ki, bunlar da hak inisiyatifleri tarafından veri endüstrisine verilen devasa tavizler olarak görülüyor. Ne yazık ki, belli kazanımlara rağmen Direktif ancak en zayıf halkası kadar etkili olabilir ve sorunlu yasal boşluklar gerçekten de çok zayıf halkalar oluşturuyor (http://goo.gl/bEz4xO). Reform görüşmelerinde sivil inisiyatifleri temsil eden çatı örgütü Avrupa Dijital haklar İnisiyatifi (EDRI) direktörü Joe McNamee’ye göre “bu oylama, eğer karşı çıkılmazsa, online şirketler için rahatça verilerimizi toplayabilecekleri, profiller yaratabilecekleri ve en yüksek fiyatı verene satabilecekleri bir tür ‘açık av mevsimi’nin açılmasıyla sonuçlanacak ve bu şimdiye kadar yürütülen zorlu çalışmaların yok sayılması, altının oyulması anlamına geliyor” (http://goo.gl/LaZgpN).

Yasal boşluklardan biri ve en önemlisi şirketlere profilleme yapmasına (yani otomatik veri işlenmesiyle online davranışların izlenerek profiller oluşturulması) verilerin mahlas (pseudonym) kimlikler altında tutulması koşuluyla izin verilmesi (Madde 20: http://goo.gl/jphWxy). Avrupa Parlamentosu “mahlas”tan anonimliği anlıyorsa da, teknolojinin bugün ulaştığı noktada iki veri setinin birlikte analiz edilmesi sonucunda gerçek kimlikle kolaylıkla ilişkilendirilebileceği de açık (Bu konuda bir çalışma için bkz: http://goo.gl/avgIEC). Cinsel kimlik, siyasi düşünce, yaş aralığı, zeka düzeyi, cinsiyet, etnik köken, sağlık durumu gibi hassas veriler temelinde girişilecek denetimsiz bir profillemenin temsil edeceği riskler kişisel veri korumasının altını oyar nitelikte. Direktifin yasal tanımlar kısmı da (madde 4) ciddi yasal boşluklar yaratabilecek belirsizliklerle dolu (http://goo.gl/Q7EuX2). Madde 6 da şirketlere “meşru menfaat” koşuluyla verilerinizi sizden izin almadan işleyebilme izni veriyor (http://goo.gl/Lcq5mv). Bu “meşru menfaat” (legitimate interest) söylemi, hukuken tıpkı kerameti kendinden menkul “yasal elde etme” (lawful interception) gibi  bir belirsizlik ve veri otoritelerinin diledikleri gibi kullanabileceği bir yasal boşluk yaratıyor. Böylece verileriniz izinsiz olarak işlenebilip üçüncü taraflara aktarılabilecek. Madde 6, tek başına veri koruma çerçevesinin altını oymaya aday. Özellikle NSA skandallarıyla toptan gözetim paradigmasının ulaştığı hukuksuzluk boyutu yeri göğü tutmuşken bunu görmemek imkansız.

Yani AB’nin önünde zor bir süreç uzanıyor: AB’nin yapacağı seçim, Joe Mcnamee’nin sözleriyle, “Avrupa vatandaşları ve iş dünyasının yararına olacak açık seçik, uyumlu, öngörülebilir ve uygulanabilir kurallar ile veri tekelleri ve avukatlarının dışında kimsenin yararına olmayacak belirsiz, öngörülemez kurallar arasında” bir seçim olacak (http://goo.gl/5VthwM) ve veri koruma standartlarının uluslararası gelişimini belirleyecek… 

Burada Türkiye ile ilgili bir parantez açmak şart. AB Veri Koruma çerçevesi nasıl gelişirse gelişsin, daha şimdiden Türkiye’deki tüm ilgili yasal mevzuatı kadük kılmış durumda. Bu konudaki son düzenleme olan “Kişisel Veriler Yönetmeliği”nin yeni standartların yanına bile yaklaşamayacağı açık (Ayrıntılar için bkz. http://goo.gl/sFJ19). Son “demokrasi paketi”ne sıkıştırılan “yeni” Kişisel Verileri Koruma tasarısının yasalaşmasının akıbeti de AB standartlarına göbeğinden bağlı. Eğer söz konusu tasarı, iki arada bir derede bu son derece karmaşık sorunların arasından başarıyla sıyrılıp mucizevi bir şekilde güncellenmediyse; hala kolluk kuvvetlerinin ve istihbarat örgütlerinin istisna talepleriyle, bırakın şirketleri, kamu kurum ve kuruluşlarının bile verilerimizin satışına gözünü dikmiş ticari hırsıyla delik deşik durumdaysa; daha da kötüsü AB standardının dayattığı “Kişisel Veri Koruma Kurumu”nun özerk olması kuralını ihlal eden hükümete bağımlı kurumsallaşma hala tasarıda korunuyorsa; Meclisin yapacağı düzenleme Türkiye’yi tüm dünyaya “kişisel verilerin Vahşi Batı’sı” olarak ilan etmekten başka bir anlam taşımayacak (http://goo.gl/CjmMa).Yeni AB standartlarına uymayan bir yasal çerçevenin Türkiye için küresel ekonomi açısından temsil ettiği risk ve tehditler büyük. O yüzden hükümet bu konuda çok da serbest davranamayacak. Zaten bu güne kadar tasarının komisyonlar arasında top misali gidip gelerek gündemden düşmesi, bir türlü yasalaşamamasının nedeni de bu “ekonomik” risklerdi. Yoksa kullanıcının kendisine ait veri üzerindeki hakları kimin umurunda?

Son tasarıda bulunan, üyelerinin çoğunun Hükümet tarafından atanması öngörülen bağımlı veri koruma kurumu, bol miktarda kolluk istisnası, veri korumayla ilgili hukuksal terminolojiye uymayan müphem dil, bilerek isteyerek bırakılmış yasal boşluklar korunarak yasa çıkarılırsa dünyada bunu hiç kimse ciddiye almaz; Türkiye’nin veri korumada “güvensiz ülke” olma durumu da devam eder. Bunun pratikteki bedeli yine önce ekonomik olacaktır: Türk bilgi işlem hizmet şirketleri Avrupa’da iş yapamaz; İstanbul’un dünya finans ve sağlık merkezi olma hayali hayal olarak kalır; İnterpol Türkiye’den veri alır ama veri vermez, vb.

Ama bu “güvensiz ülke” statüsünün bedelini her şeyden önce kullanıcılar, bu ülkenin vatandaşları ödemeye devam edecektir; verilerinin içinde cirit atan çok uluslu veya ulusal şirketler, istihbarat kuruluşları, kamu kurumları karşısında tamamen korumasız kalarak. Kişisel verilerin korunması mantığında, verilerin kim tarafından işlendiği, kimin elinde olduğu ve ne maksatla depolandığı özellikle toplumdaki incinebilir grupları yakından ilgilendirir; hassas verilerin cinsel kimlik, etnik köken, sağlık risk grupları gibi incinebilir gruplara karşı kullanımı çok vahim sonuçlar doğurabilir. Yasamanın sorumluluğu öncelikle vatandaşlara karşıdır, ekonomik çıkarlar sonra gelir. O yüzden otoriteler kullanıcı haklarını umursamasa bile, AB sürecini yakından izleyen ve müdahil olan EDRI üyesi Alternatif Bilişim Derneği başta olmak üzere sivil inisiyatifler ve giderek daha çok kullanıcı umursuyor; yetkililer hesaplarını buna göre yapsınlar.

Cephe açık ve küresel boyutta; savaş da öyle ve kızışıyor. Taraflar çok sayıda, aralarındaki ilişkiler ağı karmaşık ve oyunda kazanılacak kaybedilecek çok şey var. Şimdilik sahne AB ve oyun açıldı. Henüz hiç bir şey bitmiş değil. Daha neler göreceğiz? Kullanıcıya düşen en önemli şey, verisine sahip çıkmak ve hakkını savunmak. Bunun ne kadar hayati olduğunun farkına varacaksınız, merak etmeyin, teknolojik gelişim hızı sizi buna zorlayacak.

Merak etmeyin, ama teslim olmayın da: iyisi mi, aklınızı bu konuya musallat edin…


Konuşma ve Atölye: Karmaşık Ağların Yaratıcı Kullanımı

Kasım 3, 2013

Burak Arıkan, 4 Kasım 2013 Pazartesi günü Ankara’da Bilkent Cyberpark‘da TTGV (Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı) IdeaPort tarafından düzenlenen “Karmaşık Ağların Yaratıcı Kullanımı” başlıklı bir konuşma ve atölye gerçekleştirecektir. 

Karmaşık Ağların Yaratıcı Kullanımı

Yer: Dr. Fikret Yücel Konferans Salonu, Bilkent Cyberpark, B Blok 1.Kat – Bilkent

Program:
10:00 – 12:00 Konuşma
14:00 – 17:00 Atölye

“Konuşmada, son yaptığım işler üzerinden gideceğim ve ağ haritalaması neden bugün önemli ve kendi işlerinizde inovasyon için nasıl kullanabilirsiniz tartışacağız” Burak Arıkan

Ağ Haritalama Atölyesi

Haritalama ve görsel analiz yoluyla karmaşık ağlar tasarlama ve anlamlandırma üzerine atölye çalışması. Katılımcılar temel el çizimi alıştırmalardan başlayarak, adım adım karmaşık ağlar geliştirir ve daha sonra yapılan ağlar bilgisayara geçirilerek düzenlenir. Atölyede ağ teorisi, bilgi modelleme, analiz ve ilişkisel düşünme, merkezileşme, küme analizleri ve bilgi tasarımı konularına odaklanılacaktır. Katılımcılar özellikle gözlem üzerinden, kendi ilgi ve çalışma alanlarından ağ haritaları çıkarırken, ortak haritalama çalışmaları ile, taslak çıkararak ve ağlar üzerine tartışarak en iyi bilgiyi edineceklerdir.

Ağ haritalarını bilgisayar ortamına geçirmek ve birlikte çalışmak için Graph Commons kullanılmaktadır.
http://graphcommons.com

Ağ Haritalama Atölyeleri Arşivi
http://teaching.burak-arikan.com/creative-networking/index_tr.html

İlgili:

  1. Ağ Haritalama Atölyesi, UPenn Design
  2. (EN) Creative Networking Workshop, Performa 11, New York
  3. (EN) Creative Networking Workshop, New Museum, New York
  4. Konuşma & Ağ Haritalama Atölyesi, Maçka Sanat Galerisi
  5. (EN) Creative Networking Workshop, 11th Sharjah Biennial

Dünyayı hackleyerek değiştirmek…

Kasım 1, 2013

Yazan: Gamze Göker

Türkiye kamuoyu hackerlarla daha çok son yıllarda Redhack eylemleriyle tanıştı diyebiliriz. Her ne kadar önceleri de anaakım medyaya tek tük haberler yansıyorduysa da hacker ya da hackleme sözcükleri gündelik yaşamımızda pek karşılığı olan kavramlar değildi. Kızıl Hackerlar olarak da bilinen Redhack adlı hacker grubunun birbirinden çok ses getiren hack eylemleri, kimi zaman Anonymous adlı uluslararası hacker grubuyla ortak eylemleri Türkiye gündemini de epey bir zamandır meşgul ediyor.

Yaklaşık üç yıldır faaliyet gösteren Alternatif Bilişim Derneği 2012 yılında İstanbul’da bir Hacker Konferansı (HackCon1- Hacker nedir, ne değildir?) yaparak konuyu enine boyuna tartışmıştı. Dernek şimdi bu toplantılarda yapılan konuşmaların metinlerini, ilgili başka yazılarla harmanlayıp zenginleştirerek bir kitap olarak yayımladı. “Hack Kültürü ve Hactivizm – Yeni Bir Siyaset Biçimi” adlı bu kitap hack kültürü ve hacktivizmin ne olduğunu, hackerların ne tür insanlar olduklarını, nelere inandıklarını, ne için mücadele ettiklerini, bu mücadeleyi verirken hangi etik değerlere yaslandıklarını, hangi başka kültürlerden beslendiklerini ya da hangi kültürleri beslediklerini çeşitli boyutlarıyla ele alarak tartışıyor.

Ali Rıza Keleş ve Yetkin Sal tarafından derlenen kitapta “Hacker Etiği” başlıklı yazısıyla Gökşin Akdeniz sırasıyla 1970-1980 arası ilk kuşak hackerların, 1980-1990 arası ikinci kuşak hackerların ve son olarak da 1990 sonrası üçüncü kuşak hackerların yaslandığı etik değerleri irdeliyor. Teknoloji gelişip kişisel bilgisayarlar yaygınlaştıkça etik değerlerin nasıl küçük bir grubun değerleri olmaktan çıkıp uluslararasılaştığını anlatıyor.

Hackerların yarattığı kültürü bir karşı kültür olarak adlandıran Ahmet Sabancı “Hackerlara bir karşı kültür olarak bakmak” başlıklı yazısında anarşizmden siberpunk’a, Beat kuşağının simge şairlerinden William Burroughs’tan siberpunk yazarı William Gibson’a ve Geçici Otonom Bölge’nin (TAZ) yazarı anarşist teorisyenlerden Hakim Bey gibi hack kültürünü etkileyen simgelere değiniyor. Hacktivizm konusunu akademik bir metinle inceleyen Pınar Demirkıran hacktivizmde eylemler her ne kadar dijital dünyada, İnternet’te gerçekleşse de, amaçlananın belirli bir toplumsal soruna dikkat çekmek ve gerçek dünyada değişim yaratmak olduğunu, asıl hedefin dijital dünya aracılığıyla gerçek dünyada etki yaratmak olduğunu hatırlatıyor. Yeni bir siyaset biçimi olarak hactivizm tam da bu nedenle hafife alınmamalı. “ ‘Hacker’lık üzerine birkaç gözlem” başlıklı yazısıyla Erkan Saka, hacker eylemlerinin geniş anlamıyla Arap ayaklanmalarında nasıl vücut bulduğunu anlatıyor. Özgür Uçkan’ın derlemedeki ilk yazısı “Hacker’lar: Viral Kültürün “Semantik Gerillalar”ı mı, Enformasyon Toplumunun Veri Hırsızları mı?”. Uçkan, farklı ideolojik perspektiflerin hackerları nasıl anlamlandırdığını serimlediği felsefi yazısında hackerların kişisel çıkarının değil, denetim altına alınmamış anlamın peşinde olduklarına dikkati çekiyor ve hacker –crakcer ayrımlarına değiniyor. Anonymus ve Redhack’in söylemlerini incelediği “Hack’ikatin Red’di” başlıklı yazısıyla Ulvi Yaman “ortalıkta dolaşan hactivizm hayaletini” reddetmenin imkânsızlığını teslim ediyor. Özgür Uçkan’ın “Dijital Aktivizmin Sınır Boyunda Hacktivizm: Anonymous ve RedHack örnekleri” başlıklı ikinci yazısı ise konuyu alanın aktörleri üzerinden tartışan bir metin. Uçkan, lidersiz ve merkezsiz yeni toplumsal hareketlerle hactivizm arasındaki ilişkiyi örümcek ve denizyıldızı metaforları üzerinden anlatıyor: “Oyunun kuralları değişti. (…) Örümcek, merkezileşmiş bir hayvandır; bacakları merkezi gövdesinden uzar; başını kesin, ölür… Denizyıldızı ise gayri-merkezi bir ağdır. Başı yoktur. Temel organları her bir kolda tekrarlanır. İkiye böldüğünüzde iki denizyıldızınız olur…” Brafman ve Beckstorm’dan alıntıyla eski kavrayışlarla hacktivizm gibi yeni siyaset biçimlerini anlamamızın mümkün olmadığını da hatırlatıyor: “Gayri merkezi bir organizasyona saldırıldığında bunun, onu çoğaltmaktan, daha açık, daha gayri merkezi ve dağıtık hale getirmekten başka bir işe yaramayacağını; çünkü açık sistemlerin kolayca mutasyon geçirdiğini ve gayri merkezi organizasyonların kolayca sizin içinize sızabileceğini” de söylüyor. Julian Assange’ın Appelbaum, Müller-Maguhn ve Zimmermann ile birlikte yazdığı, Türkçe’de ŞifrePunk ismiyle Metis Yayınlarından çıkan kitabının “Şifreleme silahları için bir çağrı” başlıklı önsözü kitapta yer alan yazılardan bir diğeri. Yazarlar özgürleşmenin en önemli aracı olan İnternet’in aynı zamanda nasıl totalitarizmin de başlıca aracı haline gelebileceğini anlatıyor ve bu durumla mücadele için herkesin bir şifreci olması gerektiğini söylüyor. Seda Gürses  “Anonim’in Tasavvuru” başlıklı yazısında “mesajın ve bu mesajı iletmenin, mesajı ileten bireyler ve bu bireyler arasındaki farklılıklardan daha önemli olduğu inancını benimseyerek bireye, bireysellikten sıyrılıp çoktan var olan tek bir vücut olma, çoğulcu tekil olma imkânını sunan” anonimliğin felsefesine değiniyor ve İnternet başta olmak üzere farklı alanlardaki uygulamalarından örnekler veriyor.  Kitapta iki de manifesto çevirisi yer alıyor. İlki, Ocak 2013’te FBI’ın baskılarının da etkisiyle 26 yaşında intihar eden Amerikalı yazılımcı, insan hakları ve İnternet aktivisti Aaron Swartz’ın “Gerilla Açık Erişim Manifestosu”. Diğeri ise ünlü hackerlardan Mentor’un yazdığı “Hacker Manifestosu”.  Işık Barış Fidaner’in “Kırmızı hapı seçmek” başlıklı yazısı 1992 Hollywood yapımı Şifreciler (Sneakers) filmi üzerinden bilginin kullanımı üzerine bir politik etik önerisi sunuyor. Gamze Göker’in “İnternet’in yaramaz çocukları: Hacker’lar” başlıklı yazısı 1999 yılında üç hackerla yapılmış bir röportaj üzerine oturuyor. Ve kitapta yer alan son metin de yine Gamze Göker ve Mutlu Binark tarafından Mustafa Akgül’le yapılan bir söyleşi. Söyleşide Türkiye’nin İnternet’e bağlanma macerasını ayrıntılı bir şekilde aktaran Akgül, memleketin bilişim politikalarıyla ilgili sorunları sıralıyor ve çözüm önerilerini de sunuyor. “Aktivistlere şifreleme tekniklerini öğretmeliyiz!” diyen Mustafa Akgül Türkiye’nin İnternet’e bağlanması ve İnternet’in gelişmesi, yaygınlaşması için çok emek vermiş bir aktivist akademisyen. Dernek kitabı Türkiye İnternet’ine verdiği emek için bir teşekkür simgesi olarak değerli hoca Mustafa Akgül’e armağan ediyor. Kitabın önsözünde de söylendiği gibi, “tüm okuyucularımızı bu kültüre daha yakın durmaya, daha fazla özgürlük için bilgiyi, tekniğin bilgisini keşfetmeye ve bunları diğer insanlarla paylaşmaya çağırıyoruz.”

Özgür e-kitap olarak yayımlanan kitabın basılı versiyonu da yakında geliyor.

Kitaba erişim için: http://ekitap.alternatifbilisim.org/hack_kulturu_ve_hacktivizm.html