Yazar: Meral Tosun Tüfekçioğlu, Hacettepe Üniversitesi SBE İletişim Bilimleri ABD Y.Lisans Programı
Aralık 2019’da Çin’de ortaya çıkan bugün tüm dünyada küresel bir sorun haline gelen Covid -19 salgını, tüm insanların gündelik yaşam rutinini etkiledi. Beyaz yakalılar evlerinde home ofis bir çalışma pratiğine geçerken mavi yaka daha temkinli ve korku içerisinde işe gitmek zorunda kaldı. Her iki gruptan da pandeminin yarattığı ekonomik etkiler nedeniyle işsiz kalan çok sayıda insan oldu. Pandemi, insanların gündelik rutini ile birlikte ekonomik sistemleri, siyaseti, sağlık sistemini de derinden etkiledi.
Zorunlu haller dışında evde kalmak zorunda olduğumuz bu günlerde, tüm bu değişikliklere çoğunlukla yeni medya aracılığıyla tanıklık etmekteyiz. Neredeyse tüm etkileşimlerimiz bilgisayar dolayımlı iletişime dayalı olarak gerçekleşmekte; home ofis çalışma, online eğitim, Twitter üzerinden haber takibi, sevdiklerimizle Whatsapp vb. uygulamalar üzerinden görüntülü konuşmak, mesajlaşmak, Youtube ve Instagram’da ünlülerin ve içerik üreticilerinin sosyalleşmeyi sağlamak için gerçekleştirdiği canlı yayın konserleri ve sohbetleri… Bu durumda internet dolayımlı iletişimin günlük etkileşim pratiklerimizin büyük çoğunluğuna yanıt verdiğini görmekteyiz. Öyleyse özel alanlarımızın yeni medya aracılığıyla yeni kamusal alanlarımıza dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu duruma rağmen gerçek ortamlı kamusal alanlarımızdan uzaklaşmış olmak (evde kalabilenler için) zaman algımızın dengesini bozmuş, bizi alışkın olduğumuz homokronik zamanın dışına çıkarmıştır. Bu da bir sıkılma halinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durumla mücadele etmek için yine, yeni medya üzerinden örgütlenmekteyiz ve her üretilen içerikle, platform kapitalizmine destek olmaktayız. Öte yandan çalışmak zorunda olan kesim örneğin fabrika işçileri, endüstriyel kapitalizmi ayakta tutmaktadır. Tüm bu süreçlere biraz daha detaylı bakmak faydalı olacaktır.
James Gleick, sıkılmanın modern bir icat olduğunda bahseder. Eski toplumlarda sıkılmanın (boredom) başka bir insanın sizi konuşmalarıyla sıkması anlamına geldiğini, bugünkü anlamıyla, “tek başına sıkılmak” gibi bir durum tasavvur edilemediğini söyler (Gleick, 1999, 117-119).
Teknolojik hızlanma ile birlikte sosyal yaşamdaki hızlanma artmış, gün içinde ya da bir ömür içinde yapılamayacak kadar çok faaliyetlerle çevrelenmiş insan, tüm bu seçenekler arasında yapacak bir şey bulamadığında sıkılır. Gleick’a göre, modern toplumda “hiçbir şey yapmadan oturmak” sıkıcı bir eylemdir (Gleick, 1999, 117-119).
Ayrıca Gleick, insanların bilgisayarlara ait bir özellik olan çoklu görev davranışı sergilediğini söyler. Çoklu görev (multitasking), insanların aynı anda birden fazla işi yapma eğilimidir diyebiliriz; örneğin, yemek yaparken Youtube’dan bir canlı yayın açabiliriz, arada da canlı yayına gelen yorumlara bakma arzusu duyarız. Bu işin verimli olup olmadığı farklı bir tartışma konusudur ancak burada altını çizeceğim nokta, artık sadece yemek yapmak ya da sadece izlemek bize yetmemektedir. Hepsini aynı anda yapma isteği içindeyizdir. Bu türlü bir tempoda hayatımızı sürdürürken köklü bir değişiklik, ani bir yavaşlama hali toplum için sarsıcı bir deneyim teşkil etmektedir.
Durumu daha iyi açıklayabilmek için homokroni kavramından bahsetmekte fayda var. Homokroni ya da homojen zamansallık, Birth’e göre, Batı’nın inşaa ettiği bir zaman algısıdır. Homokronik zamanda farklı zamansallıklar yoktur. Saatle ölçüldüğü için mekanik, bu nedenle de doğal değildir (Birth, 2020). Bugünün akışkan toplumunda deneyimlediğimiz zaman işte bu tek biçimli, doğallığını yitirmiş zamandır. Simmel’in bahsettiği metropol tipi kişilik ise bu homojen zaman deneyiminden başka bir zamansallığı tasavvur edemez. Metropolde yaşayan, homojen zamana göre planlanmış bir tempo içerisinde; sabah işe giden, akşamları ve haftasonları sosyalleşen, yazın tatiline gidip yeniden çalışmak için kendini hazırlayan bu metropol tipi kişilik, kırsalda yaşamıyorsak, komşularımızla pek muhabbetimiz yoksa, 8 -5 / 9-6 trafiğe girip işe gidip geliyorsak hepimizi tarif ediyor diyebiliriz. Dahası, homokronik zamanın çocukluğumuzdan beri içselleştirdiğimiz tek zaman türü olduğunu düşünürsek küresel olarak yaşadığımız bir kriz olan pandemi sürecinde şimdiye kadar deneyimlemediğimiz döngüsel bir zaman algısı deneyimliyor olabiliriz. Döngüsel zaman için, dünyanın hareketlerine göre ilerleyen zamandır denebilir. Homokronik zamanın aksine bir başlangıç ve bitişi yoktur. Döngüsel zaman doğanın zamanı, dolayısıyla doğal zamandır diyebiliriz.
Evde bir şey yapmama hali ya da yapılacak şeylerin sınırlılığı, hız çağındaki bireyin çoklu görev anlayışı, homokronik zamanda yaşayan metropol tipi kişiliğin döngüsel zaman deneyimi, pandemi günlerinde evlerde bir “sıkılma” hali doğurmuştur. Sosyal medyada çok fazla insan tarafından yapılan bir sıkılma beyanı söz konusudur. Gündemin sadece pandemi üzerine kurulduğu yeni medya platformları kişilerin sıkıntılarını dile getirdikleri ve belki de bu sıkıntıdan uzaklaştıkları, sıkıntıya çare aradıkları mecralar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
#Evdekal çağrısı ile birlikte yaşamını evlerde sürdüren kişiler için yeni medya mecralarında günlük rutin paylaşımları yapılmaya başlanmıştır. Influencerlar, bazı yazarlar ve ünlüler evde günlük rutinlerini nasıl geçirdiklerini anlatan listeler hazırlayıp paylaşmaya başlamışlardır. Ayrıca, film önerileri, e kitap klasörleri, müzik listeleri, canlı konserler gibi birçok çözüm yeni medya üzerinden üretilmektedir.
Özellikle günlük rutin planlarının alışkın olduğumuz homokronik zaman anlayışımıza uygun olduğunu söylemek mümkündür. Evdeki döngüselliği ve farklılaşma ihtimalini kırmak için bir çözümdür. Kevin Birth Zamanın Körlüğü’nde, emeğin metalaşması için homokronizmin gerekli olduğunu söyler (2020). Bu günlük rutinler, ev içi yaşamımızın homokronikleşmesine dolayısıyla emeğin ev içinde yeniden metalaşmasına yol açar. Bazı iş yerleri, çalışanlarından, evlerinde bir çalışma köşesi yaparak fotoğraflarını göndermelerini istemektedir. Evde eşofmanla çalışmak uygun değildir, işe gidercesine giyinip masa başına bu şekilde oturmak salık verilir. Bazı online satış mağazaları “şık ev giyimi” başlıklı reklamları dolaşıma sokmuştur. Sonuç olarak yapılan her şey sıkılmanın önüne geçmek, mevcut sistemi olağanüstü koşullarda olabildiğinde yeniden üretmeye devam etmektir. Halbuki, Gleick, insanın kendisiyle mutlu olmasının yolunun, hiçbir şey yapmadan düşünceleri ile yalnız kalabilmesinden geçtiğini söyler (Gleick, 1999, 117-119).
Bauman’ın sözünü ettiği bir hafif modernite gerçekliğinde yaşamaktayız ve pandemiden kaynaklı evlere kapanan çalışanlar, bu kez yazılım kapitalizminin çarkına takılmışlardır. Ağır modernite dönemi büyük hantal yapılarla ilişkiliydi. Hafif modernite, ağır modernitenin tersine, mekana bağımlı değildir ve bu da mekandan bağımsız üretim süreçlerinin yönetilebileceği anlamına gelmektedir. Bauman Akışkan Modernite’de, “ağır modernite zamanlarının en beğenilen ve en çok örnek alınan tasarlanmış rasyonalitesi olan “Fordist fabrika” bir yüz yüze karşılaşma mekanı olduğu kadar, sermaye ile emek arasında kıyılan “ölüm bizi ayırıncaya dek” türü bir evlilik yeminiydi de” (Bauman, 2019, 175). Bu evlilik büyük kavgaların olduğu, yıpratan ama boşanmanın da imkansız olduğu bir evlilikti. Ağır modernite, sermaye ile emeği kaçması imkansız demir bir kafeste tutuyordu. (Bauman, 2019, 181). Hafif modernite emeği bu kafesten çıkarmıştır (Bauman, 2019, 181). Emek ve sermayenin karşılıklı bağımlılıkları tek taraflı olarak bozulmuştur (Bauman, 2019, 183). Emek tek başına hala güçsüzken sermaye özgürleşmiştir. Sermaye kısa ama karlı mecralara güvenerek umut içinde, hem bu mecraların hem de onları paylaşacak ortakların hep var olacağı bilgisinin rahatlığıyla yol alır (Bauman, 2019, 183).
Pandemi ile birlikte bir kesinlik ve dakiklik sürecinden, homokronik zaman anlayışından koptuk ve döngüsel bir zaman deneyimine şahit olduk, bu sürece uyum sağlama çabalarımızda ortaya çıkan şey ise, homokronik zamanı evlerde yeniden inşa etmek oldu. Bu da internet erişimi dolayımıyla yazılım kapitalizmi aracılığıyla gerçekleşti. Ayrıca Srnicek’in platform kapitalizmine göndermede bulunursak, kamusal alan olarak kullandığımız tek ortam olan dijital platformlarda gerçekleştirdiğimiz etkileşim, platform kapitalizminin yükselişine neden oldu. Netflix, Spotfy, Blu Tv gibi platformlarda yaptığımız tüketim oranının artışı Facebook, Instagram, Twitter gibi mecralarda ürettiğimiz içerikler ve girdiğimiz etkileşim süreçleri buna örnek olarak verilebilir.
İçinde yaşadığımız geç kapitalizmin, bir küresel salgın karşında demokratik çözümler üretemediğini, karar mekanizmalarında ciddi sorunlar yaşandığını görmekteyiz. Üretim ve tüketim süreçleri, insan ihtiyaçları merkeze alınarak değil, sermaye gözetilerek devam ettirilmektedir. Hafif modernitenin sermayeyi özgür kıldığını hatırlarsak bunu yapmak hiç zor değildir. Platform kapitalizmi, bu süreci kolaylaştırmaktadır. İnsanlar dışarı çıkamadıkları için tüketim ihtiyaçlarını e – ticaret sayesinde giderebilmektedirler. Öyle ki, kargo şirketlerinde çalışan işçilerin mesaileri artmış, korunmaları gereken bir dönemde çok uzun süreler steril olmayan ortamlarda çalışmak zorunda kalmışlardır. Home ofis çalışma hali, emeği mesai saatlerinin dışında da sömürme tehlikesi yaratmıştır. Yine dijital platformlarda üretilen içerik tüketimi ve yine aynı şekilde tüketenler tarafından üretilen içerikler, platform kapitalizmini, dolayısıyla sermayeyi kalkındırmaktadır.
Özetleyecek olursak, Covid – 19 ile yaşantımızın aldığı olağanüstü hal, bizi bir takım yeni deneyimlerle karşılaştırmıştır; yeni bir zaman algısı, sokağa çıkamama, evden çalışma, sosyal mesafe vb. Tüm bunlar eskiden yaşadığımız, normalimiz olan homokronik zaman algısının ve hızlı tempoda yaşadığımız bir hayatın dışına çıktığımız anlamına gelmektedir. Bu durum dengemizi bozmuş, ev içinde sıkılmaya ve bunalmaya sebep olmuştur. Bu durumdan kurtulmak için ev içi günlük rutin paylaşımları, “sıkılmamak” için önerilen bir takım faaliyetler, insanları emeği yeniden üretebilmek için homokronik zamana çekme gayretidir. Sıkılmayı önleyerek üretimin ve sistemin devamlılığı sağlanabilecektir. Böylece üretim ve tüketim ilişkilerinde bir kopma olmayacaktır. Nitekim şu an durmayan tek şey, tüketim ve tüketimden kaynaklı üretimdir diyebiliriz ve bu sürecin devam etmesinde platform kapitalizmi büyük bir paya sahiptir. Bir bocalama süreci yaşansa da kapitalizm kendini her koşulda, her ortamda var etmeye devam etmektedir.
Gleick’ın dediği gibi hiçbir şey yapmadan mutluluğu yakalama lüksüne kimler sahiptir; tehlikeli bir ortamda işe gitmek zorunda olan fabrika işçileri mi, sağlık çalışanları mı, evde ders vermek zorunda olan öğretmenler ve ödevlerini yapmak zorunda olan öğrenciler mi, evde çalışmalarına rağmen satış baskısı altında işlerini yürütmeye çalışan özel sektör çalışanları mı? Tüm bu koşullar altında Zizek’in söylediği gibi yeni bir komünizm ihtimali düşünülebilir mi?
Kaynakça
Bauman, Z. (2019). “Zaman/Mekan”, Akışkan Modernite. (Çev.) Sinan Okan Çavuş. İstanbul: Can.
Birth, K. (2020). Zamanın Körlüğü. Osman Şişman (Çev.). Islık Yayınları.
Gleick, J. (1999). Faster: The Acceleration just about everything. NY: Pantheon.
Simmel, G. (2006). “Metropol ve Tinsel Yaşam”, Modern Kültürde Çatışma. Nazire Kalaycı (Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Srnicek, N. (20017). Platform Capitalism. London:Polity