Güvenlik kamerası istatistikleri: En fazla gizli kamera hangi şehirlerde?

Nisan 30, 2020

Kapalı devre kamera sistemleri (closed-circuit television – CCTV), suçların önlenmesinden, trafiğin kontrolüne kadar birçok amaçla kullanılmakta. Dünyada en çok gizli kameraya sahip ülke Çin iken, yakın bir zamanda dünyanın birçok ülkesinde de gizli kameraların artması öngörülüyor. Günümüzde bu gözetleme teknolojileri gelişirken aynı zamanda ucuzluyor. Artık görüntüler düşük maliyetler ile kaydedilip, internet üzerinden dağıtılabilmekte, yayınlara uzaktan erişim sağlanabilmekte. Tüm bu gelişmeler bazıları tarafından ‘toplumu daha güvenli kılacak’ iddiası ile hoş karşılanırken, bir diğer taraf ise bu teknolojilerin hareket etme hakkımız ve gizliliğimizi tehlikeye düşüreceğini ileri sürüyor.

Hangi tarafta olursak olalım dünya çapında gizli kameraların sayısının arttığı bir gerçek. Comparitech araştırmacıları hükümet ve polis raporları, polis teşkilatlarının internet siteleri, haberler gibi birçok kaynaktan gizli kameralar hakkında veriler topladı. İşte temel bulgular:

  • Dünyada en çok izlenen on şehirden sekizi Çin’de.
  • Çin dışındaki şehirler ise Londra ve Atlanta
  • 2022’ye kadar Çin’in her iki vatandaş için bir gizli kameraya sahip olacağı tahmin ediliyor
  • Gizli kameralar ve güvenlik arasında herhangi bir korelasyon bulunmadı

Dünyada En Çok İzlenen 20 Şehir

  1. Chongqing, Çin – 15.354.067 kişi için 2.579.890 kamera = 1.000 kişi başına 168.03 kamera
  2. Shenzhen, Çin – 12.128.721 kişi için 1.929.600 kamera = 1.000 kişi başına 159.09 kamera
  3. Şangay, Çin – 26.317.104 kişi için 2.985.984 kamera = 1.000 kişi başına 113.46 kamera
  4. Tianjin, Çin – 13.396.402 kişi için 1.244.160 kamera = 1.000 kişi başına 92.87 kamera
  5. Ji’nan, Çin – 7.321.200 kişi için 540.463 kamera = 1.000 kişi başına 73.82 kamera
  6. Londra, İngiltere (İngiltere) – 9.176.530 kişi için 627.707 kamera = 1.000 kişi başına 68.40 kamera
  7. Wuhan, Çin – 8.266.273 kişi için 500.000 kamera = 1.000 kişi başına 60.49 kamera
  8. Guangzhou, Çin – 12.967.862 kişi için 684.000 kamera = 1.000 kişi başına 52.75 kamera
  9. Pekin, Çin – 20.035.455 kişi için 800.000 kamera = 1.000 kişi başına 39.93 kamera
  10. Atlanta, Georgia (ABD) – 501.178 kişi için 7.800 kamera = 1.000 kişi başına 15.56 kamera
  11. Singapur – 5.638.676 kişi için 86.000 kamera = 1.000 kişi başına 15.25 kamera
  12. Abu Dabi, BAE – 1.452.057 kişi için 20.000 kamera = 1.000 kişi başına 13.77 kamera
  13. Chicago, Illinois (ABD) – 2.679.044 kişi için 35.000 kamera = 1.000 kişi başına 13.06 kamera
  14. Urumçi, Çin – 3.500.000 kişi için 43.394 kamera = 1.000 kişi başına 12.40 kamera
  15. Sydney, Avustralya – 4.859.432 kişi için 60.000 kamera = 1.000 kişi başına 12.35 kamera
  16. Bağdat, Irak – 9.760.000 kişi için 120.000 kamera = 1.000 kişi başına 12.30 kamera
  17. Dubai, BAE – 2.883.079 kişi için 35.000 kamera = 1.000 kişi başına 12.14 kamera
  18. Moskova, Rusya – 12.476.171 kişi için 146.000 kamera = 1.000 kişi başına 11.70 kamera
  19. Berlin, Almanya – 3.556.792 kişi için 39.765 kamera = 1.000 kişi başına 11.18 kamera
  20. Yeni Delhi, Hindistan – 18.600.000 kişi için 179.000 kamera = 1.000 kişi başına 9.62 kamera

Gizli Kameralar, Suç ve Güvenlik

Gizli kamera lehinde en çok kullanılan argüman, bu teknolojilerin toplumu daha güvenli bir hale getireceği. Comparitech bunu kontrol etmek için Numbeo’ya bildirilen suç raporları ile şehirlerdeki gizli kamera sayılarını karşılaştırmış.

Araştırmanın sonucunda her iki endeks için korelasyon oldukça zayıf dirgörünmekte (r = 0.168, r = -0.168, n = 120). Gizli kameraların fazlalığı güvenlik endeksi ve düşük suç endeksi ile neredeyse hiçbir korelasyona sahip değil.

Bu anlamda daha fazla kamera insanların kendini daha güvende hissetmesine neden olmuyor gibi görünmektedir.

Çin CCTV Gözetiminde Dünya’da Lider

Çin’deki gizli kamera sayısı hakkındaki tahminler değişse de raporlar 2020’de  tahminler 200 milyondan, 626 milyona kadar gizli kamera olacağını göstermekte. Çin şu an 1.4 milyar nüfusa sahip, bu da her iki kişiye bir kamera düştüğü anlamına geliyor.

Shenzhen şehri önümüzdeki yıllarda 16.680.000 kamera kurmayı planlıyor, bu da günümüzdeki kamera sayısına göre yüzde 1,145 artış demek. Eğer tüm Çin bu oran ile gizli kamera kuracak olursa, toplamda 2.29 milyar kamera olacağı anlamına geliyor.

Çin aynı zamanda yüz tanıma gözetim sisteminin de yoğun olarak kullanıyor. Yüz tanıma teknolojisi, sosyal kredi sistemi ile beraber çoğu zaman hareket kabiliyetini kısıtlamak için kullanılmakta.

Örneğin, birinin sosyal kredisi düşükse, belirli toplu taşıma araçlarına binmesi engellenebiliyor. Yüz tanıma teknolojisine sahip kameralar, bu kuralları uygulamak için ulaşım merkezlerine yerleştirilmiş durumda.

Metodoloji

Comparitech araştırmacıları, dünyada kullanılan gizli kamera sayısını tahmin edebilmek için birçok kaynaktan yararlanmış. Bu süreçte dünyada en çok nüfusa sahip şehirlere odaklanılırken, araştırmacılar mümkün olan yerlerde, kullanılan özel (şirketlere, kişilere ait) CCTV kameralarının sayısını da bulmaya çalışmış.

Çin için de bu kaynaklar kullanılırken, bu bölgede belirtilen büyüme oranları ile tahminler yürütülmüş. 2020 yılında Çin’in 626 milyon gizli kameraya sahip olacağı tahmin edilmekte. Bu geçmiş tahminlere göre %213’lük bir artış anlamına geliyor.

Aynı şekilde, gizli kamera sayıları hakkında kullanılan kaynaklar 2019’dan daha eskiyse, araştırmacılar sayılara yıllık % 20’lik bir artış uygulamış.

Tahminlerde kullanılan kaynakların çeşitliliği ve gizli kameralar hakkında kamu ile paylaşılan bilginin eksikliğinden dolayı, gerçek sayılar daha düşük ya da daha yüksek olabilir.

 

 

 

 

 


COVID-19 Krizi Sırasında Yaratıcılığı Kucaklamak: 21 Nisan BM Dünya Yaratıcılık ve Yenilikçilik Günü’ndeki Çevrimiçi Konferanstan Notlar

Nisan 26, 2020

İpek Altun, Bilkent Üniversitesi Medya ve Görsel Çalışmaları Yüksek Lisans Mezunu, Psikolog

2017 yılından beri, gerek dünyanın karşılaştığı tüm ekonomik, sosyal ve sürdürülebilir kalkınma sorunlarına çözüm odaklı yaklaşmanın gerekse kültürel ve sanatsal bileşenlerin değerini hatırlamanın önemini vurgulamak amaçlarıyla 21 Nisan; Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Yaratıcılık ve Yenilikçilik Günü kimliğiyle tanınmaktadır. Söz konusu bağlamlarda henüz yeni kavramaya başladığımız, ortaya çıkışı ise 2002 yılına kadar uzanan bu kayda değer gün; aşina olunmayan bir pandemi kriziyle karşıladığımız yeni bir on yılın başlangıcında temsil ettiği kavramlara yakışır şekilde kutlandı.

“COVID-19 Krizi Sırasında Yaratıcılığı Kucaklamak” temasıyla Finlandiya Yaratıcı Eğitim Konseyi (CCE Finland) ve Jyväskylä Üniversitesi iş birliğiyle düzenlenen çevrimiçi konferans; yaratıcılığın gündelik yaşam ve çalışma hayatında yenilikçi olma, hayatta kalma gibi ihtiyaçlar söz konusu olduğunda en yoğun talep edilen beceri olduğunu hatırlattı. Bu anlamda, CCE Finland tarafından Kasım 2020’de gerçekleşmesi planlanan, “sürdürülebilir eğitim için yaratıcılık” temalı 7. Uluslararası Sempozyumun ön etkinliği niteliğindeki söz konusu konferansın sınırlar ötesindeki eğitimcileri, girişimcileri, araştırmacıları, ebeveynleri, öğrencileri bir araya getirmesi ve konferans yaka kartı, katılım sertifikası ve yapılan katkılara rozet ödülü gibi nesneleri dijital formlarıyla temin etmesi; yaşamakta olduğumuz dönemin koşullarına kendi çapında nasıl hızla uyum sağlayabildiğini gösterdi.

Öncelikle çevrimiçi ortamda gerçekleşen bir ön etkinlik olarak yapısına baktığımızda, üç oturumdan oluşan konferansta ana konuşmacılar da dahil olmak üzere tüm konuşmacılar; ortalama altı dakika içinde dahil oldukları oturum başlıkları çerçevesinde pandemi sürecinde vurgulamak istediklerini paylaştı. Her konuşmacının çalıştığı alana dair önceden CCE Finland bünyesinde sunum yapmış olması ve söz konusu sunumların ilgili YouTube kanalından erişilebilir olması, çevrimiçi konferansa hem daha dinamik hem de videolararası atıflara açık bir işlev kazandırmıştı. Ana konuşmacıları ise Jyväskylä Üniversitesi UNESCO Dönüşen Ekonomiler için Dijital Platformlar Kürsüsü başkanı Profesör Pekka Neittaanmäki ve Jyväskylä Üniversitesi UNESCO Herkes için Kapsayıcı Okuryazarlık Öğrenme Kürsüsü başkanı Profesör Heikki Lyytinen idi. Her iki ana konuşmacının değindiği konu başlıkları ve geliştirdikleri projeler, dünya çapında yaklaşık iki milyar çocuğun geleneksel eğitim yöntemlerine erişemediğine dair istatistiklere hitap ediyordu.

Bilişim bilimleri çerçevesinden dijital öğrenme ortamları, sosyal ve sağlık hizmetleri, dijital platform ekonomisi konularını çalışan Profesör Pekka Neittaanmäki’nin konuşmasının merkezinde, geniş bir uluslararası araştırma ve işbirliği ağıyla çalışmaya başladıkları küresel okul sistemi yer aldı. Finlandiya’da geliştirdikleri araştırma ve dijital eğitim mimarisine dair deneyimlerini aktararak, zorunlu eğitimde dijital eğitim araçlarının yaratacağı fırsatlara kısaca değindi. Bu bağlamda, çocukların kitaplara erişemediği bölgelerde (örn. Afrika ülkeleri) her birinin öğrenme sürecine uyum sağlayan eğitim materyallerini akıllı telefonlar aracılığıyla temin ederek dijital okuryazarlık becerilerini geliştirmelerini sağlayan cep okulu modeli ve özellikle bilim, teknoloji, mühendislik, matematik (STEM) eğitiminde öğrencilerin bireysel öğrenme süreçlerini geliştirmeye teşvik ederek eğitimcilere yardımcı olabilecek robotik aracılar öne çıktı. Neittaanmäki, eğitim ve söz konusu teknolojilerinin etkileşimini sağlama süreçlerinde ise özel ve kamu işbirliğinin kritik olduğunu vurguladı.

Gelişimsel nöropsikoloji alanında dijital öğrenme ortamları ile çocukların okuryazarlık becerilerini kesiştiren çalışmalar gerçekleştirmiş Profesör Heikki Lyytinen ise temeli bilimsel araştırmalarına dayanan, çocukların tüm cihazlar üzerinden erişebileceği, okumayı kolay ve eğlenceli şekilde öğrenebilecekleri GraphoGame oyun platformuna yönelik deneyimlerini paylaştı. Halihazırda 20 ülkede çeşitli alfabelerin ses birimleriyle beraber öğrenilmesine olanak tanıyan platform, çocukların yanısıra kırsal bölgelerde eğitim hakkına erişememiş ebeveynleri de okuryazarlık eğitimi sürecine dahil edebiliyor. Yıllardır yaptığı çalışmalarda okuryazarlığın temel okuma becerisinden ibaret olmadığı, kritik noktanın bilgiyi kavramanın olduğunu vurgulayan Lyytinen; aşırı miktarda malumat ve bilgiye maruz kaldığımız, iklim değişikliği ve pandemi gibi krizler yaşadığımız bir çağda doğru ve yanlışı ayırt etmeyi öğretmenin gerekliliğine de dikkat çekti.

Oturumlar ise “COVID-19 krizinde eğitim ve öğretim sürecinin yönetiminde yaratıcılık ve yenilikçilik”, “COVID-19’u öğrenme sürecinde yaratıcılık ve yenilikçilik” ile “yaratıcılık ve yenilikçilik: kritik zamanlar, sağlık ve iyi olma hali için eleştirel beceriler” başlıklarından oluşuyordu. Birinci oturumda pandemiyle beraber her ülkenin farklı şekillerde deneyimlemekte olduğu dijital eğitime geçiş sürecinde hazırlıklı veya hazırlıksız yakalanan maddeler internet ve gerekli cihazların varlığı, eğitimcilerin çevrimiçi öğrenme pratiklerine aşinalığı, eğitimcilerin öğrencilere vereceği çalışma yükü şeklinde çerçevelendi. Bu süreçte kişilerarasındaki teknolojik bilgi düzeyi ve kabiliyet farklılıkları herhangi bir engel olarak görmeden eğitimcilerin ve öğrencilerin deneyimleri ile faydalanabilecekleri yazılımlar konusunda birbirleriyle paylaşım yapmalarının önemi vurgulandı. Yapılan tartışmalarda bilgi ve iletişim teknolojileri becerilerinde düşüklüğün hem eğitimci hem de ebeveyn tarafında görülebildiği olgusuna dikkat çekilerek, herkesin dijital becerilerini geliştirmesi için teknik ve pedagojik desteklerin sağlanması bir başka önemli önermeydi. Bunların yanısıra dijitalleşme halinin eğitim biçimi ve beklentilerini ne kadar dönüştürebileceğine dair birtakım sorular da ortaya atıldı. Dijital eğitimin hangi potansiyeline yöneleceğiz; geleneksel eğitimi bütünleyen mi, dönüştüren mi? Öğrencinin eğitimini ölçümleme yöntemimiz değişecek mi (örn. eğitim sürecinin final çıktısı yerine sürecini ölçümlemek)? Oyunlaştırma yöntemi tüm derslerin çevrimiçine geçmesini sağlayabilir mi? Pandemi ilanı sonrasında aniden yeni koşullarına uyum sağlamaya başladığımız yeni eğitim deneyimiyle; teknolojik imkansızlığı (yeniden) bir risk grubu olarak tariflemeye, öğrenme ve kişisel alanlar ile zamanları ayırmanın zorluğuna kafa yormaya başladığımıza da işaret edildi. Geri kalan iki oturumda ise yaratıcılığın başta kavramsal olmak üzere kendi içinde çeşitliliğe sahip yapısı, dijital ve görsel pedagojinin birlikteliğiyle anlamlandırabileceğimiz yeni bilgi iletişim pedagojisi, eğitim alanında dijital ile fizikseli birleştiren yöntemler, bilim, teknoloji, mühendislik, matematik eğitiminde müfredat içeriğinin öncelikleri ile dijital imkanları bir arada düşünme gibi hususlar öne çıktı.

Hızlandırılmış formattaki yapısıyla dört saatte pek çok farklı meseleye değinen söz konusu konferans, öncelikle dijital okuryazarlığın çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu hatırlatarak COVID-19 krizi öncesinde de varolan eğitime ve teknolojik araçlara erişimdeki eşitsizlik sorunlarıyla başa çıkarken, bugünlerde hayatın neredeyse tüm alanlarında yaşamak zorunda kaldığımız uzaktan ve temassız deneyimleri değerlendirmek ve sonrasını tahayyül etmek gerektiğinde eğitim ve yaratıcılık uzmanlarını çözüm önerilerinin temelinde dijital beceriler kazandırma motivasyonuna ağırlık verileceği fikrine yönlendiriyor. Bu aşamalarda sorunlar ne derecede küresel, bölgesel veya yerel çapta çözülebilecek, yaşayarak öğreneceğiz.

Katılamayanlar çevrimiçi konferansın tamamını buradan izleyebilir.


Yazı Dizisi 2: Deneyimin Bozulduğu* Zamanlarda Bazı Kişisel Deneyimler

Nisan 24, 2020

Yazan: Barış Gençyılmaz, Hacettepe Üniversitesi SBE İletişim Bilimleri Y. Lisans Programı

İnsan-zaman

Bir yeri eskiden hatırladığımız şekliyle yeniden görmenin mutluluğu veya birisine o yerle ilgili bildiklerimizi anlatmanın hazzı mekâna ait duygular mıdır? Bu hissiyatın esasında zamana ait olduğunu söyleyebilirim. Mekânın bilinçte oluşmasına yol açtığı hatıra, sinir hücrelerince işlenirken bir “ân” olarak kayda geçiyor. Biyolojik açıdan da artık o mekâna dair şeyleri unutmaya başlamamız, mekândan uzaklaşmamızla değil, o “ân”dan zamansal olarak uzaklaşmamızla oluyor ve nöronlarımızı birbirine bağlayan dendritler böylelikle zaman içinde  çözülüyor. Unutuş, evrende geçirdiğimiz, varlığımıza bir delil olan kişisel tarihimizi-zamanımızı tehdit ediyor, bizi hiçleştiriyor. Kolektif unutuşsa artık bir bağlama, zamana, mekâna ve tarihselliğe olan ihtiyacın ortadan kalktığını öne süren post-modern dünyanın habercisi.

Zamanla bir problemi olmayanların mekânla da problemi olmayacaktır. Bunu, şu an zamanı yavaşlatmak için canhıraş(paradoksal bi durum) çalışan karantinadaki bizlere ve bahçedeki erik ağacına bakarak söyleyebiliyorum. Ağaç, doğanın nesnel biyolojik saati gereği çiçeklerini açtı; geçen sene de, ondan önceki sene de ve büyük ihtimalle meyve vermeye başladığı ilk günlerde de bu zamanlarda açmıştı. Kendisiyle aynı mevsim döngüsünün içinde bulunan diğer ağaçlar için de bir diskroni tahayyül edemeyiz. Bu, ağacın zamanına oldukça zorlama antropomorfist bir bakış  olurdu. Ağaç, kendi döngüsel zamanının içinde yol alıyor. Bir zamanlar insanlar da böyle yaşıyordu; Hegel, göçebe toplulukların yılın belli zamanlarda aynı yerlere gittiklerini, dolayısıyla gezginciliklerinin biçimsel kaldığını söyler. Benzer yerlere geçici dönüş, zamanın aynı yere katıksız geri dönüşüdür(G.Debord aktarıyor)**, der. Doğa üzerinde tahakküm kurmanın tarihi, zaman denetiminin de tarihi anlamına geliyor. Yerleşik hayata geçişle doğa karşısında kendi gücünü(medeniyetin, Arapça şehirlileşmeye işaret eden kökenini düşünürsek) yükselten insan, zamanını kendisinin de bir parçası olduğu doğaya  has zamandan ayırmış ve bir insan-zamanı(kültürle yakın bir kavram) yaratmış. Fakat bugün insan-zamanı bir krizin içinde. Çünkü modernitenin kurucu aklı en başta mekâna bağımlı olduğundan doğa-insan ilişkisini tamamen dışla(ya)mamıştı. Onlarca yıllık deneyimin ardından radikal piyasacılık modernitenin koltuğunu tamamıyla kapladı. Kapitalistler, “medeniyet” denen düzeneğin tüm kolonlarını yıktı. Şimdi neo-liberalizmin enkazı altında hem virüse hem de diskroniye karşı aşı arıyoruz.

Pandemi zamanı içinde zamanlar / zamanlarımız

İnsan nabzından pazara sürülen metaya kadar her şeyin “dijitize” olduğu, sayısallaştırıldığı bir sistemin içinde daha az hareket etmemiz ve yavaşlamamız isteniyor. Oysa koşuşturmaların ve sürekli bir şeylere geç kalmışlığın hissiyle yaşamaya öyle alıştırıldık ki koşuşturmanın olmadığı her “ân” kendimize ihanet ediyormuşuz duygusuyla başbaşa kalıyoruz. İki hafta öncesine kadar dizilerde, reklamlarda, tematik programlarda gezilecek yerlerin tanıtımını yapan, seyahat kolaylıklarından bahseden, dünyayı keşfetmeye çağıran metinlerin yerini #evdekal çağrıları aldı. Küresel kapitalizmin daima sürdürdüğü homokronik bir zaman tasavvuru vardı. Zaman, muktedirlerin lehine akıyor ve bu akış evrensel düzeyde sorunsuz kabul ediliyordu. Homokronik zaman dayatmasıyla kapitalizm, bir değeri başka bir yere uyumlu şekilde transfer edip, bunları denetleyebiliyor, mekânda asimetri-zamanda asenkroni yaratacak farkları ortadan kaldırmış oluyordu. Doğrudan ya da dolaylı olarak birbiri için çalışan fakat birbirini kesmeyen vakitler; çarkların dönmesi, okul zili, hastanın taburcu süresi, sinema seansları, maç saatleri, AVM indirimleri, happy hours vs.

“Yeni normal”e doğru ilerlerken “eski normal”e özlem

Şu an yaygın bir şekilde dillendirilen kimi orta-sınıf hezeyanlar, homokronik zaman algısının -Marksist literatüre başvurarak- “yanlış bilinci” nasıl beslediğini ortaya koyuyor. Zaman(sallık) ideolojiktir. Zira şimdilerde cevabı en çok merak edilen soru şu: “Hayat ne zaman ‘normal’e dönecek?” Biraz can sıkıcı karşıt sorular sormalıyız ki tartışma zemin bulup uzasın ve karantinada zaman geçirmeye yarasın; “hayat ne zaman normaldi?”

Bu soruyu önemli buluyorum çünkü zamanın düz çizgizel ve eş-anlı olması ile farklı zamansallıkları reddetmenin imâl edilmiş, inşa edilmiş kavrayışlar olduğunu gösteriyor. Zaman, ne zamandır normaldi ki? Bize normalmiş gibi gelen şey nedir? Ya da bize normal bir zamansallığın içinde hissetiren “zamanda” eş-ânlı olarak herkesin içinde bulunduğu durum normal olabilir mi? Pandemi gündeminden çok az önce sığınmacılar, Yunanistan ve Türkiye arasında yaratılan arafta sıkışmıştı. Mesela 3 hafta önce bizim için normal olan “zaman” onlar için de normal miydi? Ya da şimdi bize anormal gelen zaman, evimize paket getiren kurye veya metro inşaatını tamamlayan işçiler için normal mi? Demek ki sistem için eşitsizliklerin iktisadî, siyasî ve kültürel alanlarda üstünü örtmenin bir yolu da farklı zamansıllıkların  üstünü örtmektir. Amerikan Ulusal Standartlar Ensititüsü’nün atomik saatine bağlı durumda olan nabzımızın akışını, eğer -tarihin öznesi olarak- kendimiz belirlemek istersek, bu istek sistemde bir sağlık sorununa; bir “kronotropik efekt”e*** dönüşür ve kapitalizm bu duruma müdahale ederek doğru ritmi(!) bulmamızı, “hayatta(zamansallık açısından sistemin hayatında)” kalmamızı sağlar.

Zaman yönetimi

Evimde oturmuş James Gleick’in konuşmasını**** dinlerken bir yandan boyama yapıyorum.

-Eğer Gleick benim yöneticim olsaydı ve nutuk çektiği bir toplantıda yani “mesai saatleri” içinde olsaydık o ân boyama yapıyor olmam De Certau’nun kavramsallaştırmasıyla gerilla taktiklerine***** örnek olabilirdi. Çünkü sistem tarafından en katı şekilde örgütlenmiş iş zamanının arasında kendime bir alan açmış ve planlanmışın dışına çıkmış olurdum. Farklı zamansallıkların var olduğunu görmezden gelenler farklı zamansallıkların öznelerini de hoş karşılamazlardı sanırım…-

Gleick, makinaların “multitasking” olabileceğini fakat insanların olamayacağını anlatıyor ve boyamayı bırakıyorum. Tekrar onu dinlemeye çalışıyorum, telefonumun ışığı yanıyor. Bakmamak için direniyorum, bu kez ezan okunuyor. Konuşmayı dinlemeye devam ediyorum ama yalnızca dinliyor olmaktan muazzam huzursuzum, çünkü yetmiyor. Telefonum, camii hoparlörü, bilgisayarım, kol saatim… Etrafta bu kadar otomatikleştirilmiş uyarıcı varken benim yanlarında biyolojik bir canlı kalmam utanç verici. Derhal hepsiyle bir şekilde muhatap olmalıyım. Ancak bunu da yapamam çünkü kısıtlı yeteneklere ve kısıtlı insan-zamanına sahibim. İşte dışarıda fiziksel anlamda sürekli koşturması gerektiğini düşünenlerin içeride enformasyon teknolojilerine yetişmeye çalışan hali. İsmet Özel’in Jazz şiirinde “koşmam gerek, yetişmem gerek yazgıma” dizesi hem hızlanmanın insanda yarattığı eksik kalmışlığa dair tahribatı hem de hızlandırılmış yaşamı normalleştiren “yazgı” vurgusunu barındırması açısından anlamlı.

Type-A******

Modemin power, DSL ve Internet ışıkları yanıyor. Televizyon izlerken bir yandan modemin tüm ışıklarının yandığını görmek huzur verici. Sonra bir ara Internet ışığının söndüğünü fark ediyorum ve biliyorum ki bu, modeme güç(elektrik) geliyor(power ışığı), modem ile şebeke arasındaki hat bağlantısı var(DSL ışığı), ancak modem bunlara rağmen IP alamıyor yani evrensel ağa bağlanmak için ihtiyaç duyduğu dijital adresi bulamıyor(Internet ışığı) anlamına gelir. Kısacası dünyanın sonu demektir. Çoklu ekran konforumu benden alır ve bir yandan TV izlerken diğer yandan Twitter akışımı göremem. Yarım bir keyif, keyif sayılmaz. Hem ayrıca Internet bağlantım olsaydı makale tarayacaktım, merak ettiğim bir film vardı onu izleyecektim ya da çok daha önemli başka işlerim vardı fakat Internet olmadığı için şu an hiçbirini yapamam! Canım sıkılarak bunları düşünürken modemdeki IP ışığı yanar ve ben uzandığım yerde bu saydığım işlerin hiçbirine girişmeden öylece mutlu olurum; ağda kalan akışta kalır. Enformasyon araçları sayesinde her şey elimizin altında diye hissederken Internetsiz bir anda elimizin altının boş olduğunu anlarız. Demek ki bu hız, bize ait/insana içkin bir hız değil. Bu noktada Mc Luhan’ın mottoloşamış “Medium is a message”  önermesini tarihsel materyalist bir yorumlamayla ele almak mümkün olmaz mıydı? Varlığın bilinci belirlemesine dair yeniden düşünülmesi gereken yerinde bir önerme.

Dipnotlar:

*“Giderek artan süreksizlik, zamanın atomlaşması, süreklilik deneyimini çökertir. Dünya ‘uygunsuz zaman dünyası’ olur.” Daha derinlikli bir okuma için Han, B-C.(2015) Zamanın Kokusu. Çev: Öztürk Ş. İstanbul: Metis Yayınları.

** Debord, G.(2017). Gösteri Toplumu “Zaman ve Tarih”. Çev: Ekmekçi Ay., Taşkent O. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

***Kronotropik efekt: Kalp atış hızını değiştiren etkiler. (https://en.wikipedia.org/wiki/Chronotropic)

****James Gleick: “The Information: A History, a Theory, a Flood” | Talks at Google on YouTube (https://youtu.be/iyOzSzcDwg8)

***** de Certeau, M. (2009). Gündelik Hayatın Keşfi – I. Çev: Arslan Özcan L., Ankara: Dost Kitabevi.

****** Type A kişiler, hızlanmış zamanların aceleci insanları. Kavram üzerine daha derinlikli bir okuma için: Gleick, J. (1999).  Faster: The Acceleration Just About Everything. NY: Pantheon.


Güney Kore’de Karantinayı İhlal Edenler 27 Nisan’dan İtibaren Bileklik Takacak

Nisan 24, 2020

Yazar: Ock Hyun Ju

Çeviren: Hasan H.Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fak.Ar.Gör.

Yetkililer, cuma günü yaptıkları açıklamada, zorunlu karantina kurallarını ihlal edenlerin pazartesi gününden itibaren elektronik bileklik takmalarını isteyecek.

1

Gizlilikle ilgili kaygılar nedeniyle, söz konusu bileklikleri takmak zorunlu olmamakla birlikte söz konusu politikanın etkililiği noktasında sorular da sorulmaktadır.

Ayrıca yetkililer, konum izleme bilekliklerini takmayı kabul etmeyenlerin, karantina sırasında evlerinde değil, devlet tesislerinde kalmaları gerektiğini belirtmiştir. Bununla birlikte günde yaklaşık 100.000 Won’u bulan bir konaklama ödemesi de yapmak zorundalar.

Bluetooth teknolojisi tabanlı bileklik, karantinadaki kişiler için bir mobil uygulamaya bağlanarak çalışmaktadır. Karantinayı ihlal eden ve bileklik takanlar, akıllı telefondan 20 metreden fazla uzaklaştığında bir alarm tetiklenir ve bu alarm yetkilileri uyarır.

Evlerinin sınırlarını terk eden veya belediye çalışanları ile telefon görüşmesi yapmayanlar karantina kurallarını ihlal etmiş sayılırlar. Bu gelişme sonucunda, yetkililer ve polis memurları kullanıcıyı takip etmek için harekete geçirilir.

Mevcut durumda, teyit edilen hastalarla teması bulunanlar veya enfekte olma riski altında olanlarla, yakın zamanda Kore’ye giriş yapan insanlardan kendilerini karantinaya almaları istenmektedir.

Karantinadaki her bir kişiye yardım etmesi için tanımlanan bir belediye çalışanı, kişilerin sağlık durumunu günlük olarak kontrol eder ve onların ihtiyaçlarını karşılar.

Karantinadaki insanların sayısı, küresel salgın yüzünden daha fazla Koreli’nin denizaşırı ülkelerden ülkeye dönmeye başlamasıyla 14 Nisan’da 60.000’e yaklaşmıştı. Ancak 22 Nisan’da bu sayı 46.348’e düşmüştür.

Yetkililerin cuma günü yaptıkları açıklamaya göre, mevcut mobil uygulamaya da hareket algılama işlevi eklenecektir.

Karantinadaki kişilerin telefonları belirli bir süre hareket etmediğinde, telefonlarına gönderilen bir mesajı kontrol etmediklerinde, belediye çalışanları nerede olduklarını kontrol etmek için onları arayabilirler.

Hükümet verilerine göre, pazartesi günü itibariyle karantina kurallarını ihlal eden kişi sayısı 244 olarak belirlenmiştir.

Bazı durumlarda karantina koşulları altındaki insanlar, hükümetlerin takibinden kaçınmak için akıllı telefonları olmadan evlerinden ayrılıyorlar veya cihazlarında konum takibi işlevini devre dışı bırakabiliyorlar.

Kaynak: http://m.koreaherald.com/amp/view.php?ud=20200424000708


Yazı Dizisi: Pandemi Günlerinde Yeni Medya, Zaman ve Tüketim Alışkanlıklarımız

Nisan 20, 2020

Yazar: Meral Tosun Tüfekçioğlu, Hacettepe Üniversitesi SBE İletişim Bilimleri ABD Y.Lisans Programı

Aralık 2019’da Çin’de ortaya çıkan bugün tüm dünyada küresel bir sorun haline gelen Covid -19 salgını, tüm insanların gündelik yaşam rutinini etkiledi. Beyaz yakalılar evlerinde home ofis bir çalışma pratiğine geçerken mavi yaka daha temkinli ve korku içerisinde işe gitmek zorunda kaldı. Her iki gruptan da pandeminin yarattığı ekonomik etkiler nedeniyle işsiz kalan çok sayıda insan oldu. Pandemi, insanların gündelik rutini ile birlikte ekonomik sistemleri, siyaseti, sağlık sistemini de derinden etkiledi.

Zorunlu haller dışında evde kalmak zorunda olduğumuz bu günlerde, tüm bu değişikliklere çoğunlukla yeni medya aracılığıyla tanıklık etmekteyiz. Neredeyse tüm etkileşimlerimiz bilgisayar dolayımlı iletişime dayalı olarak gerçekleşmekte; home ofis çalışma, online eğitim, Twitter üzerinden haber takibi, sevdiklerimizle Whatsapp vb. uygulamalar üzerinden görüntülü konuşmak, mesajlaşmak, Youtube ve Instagram’da ünlülerin ve içerik üreticilerinin sosyalleşmeyi sağlamak için gerçekleştirdiği canlı yayın konserleri ve sohbetleri… Bu durumda internet dolayımlı iletişimin günlük etkileşim pratiklerimizin büyük çoğunluğuna yanıt verdiğini görmekteyiz. Öyleyse özel alanlarımızın yeni medya aracılığıyla yeni kamusal alanlarımıza dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu duruma rağmen gerçek ortamlı kamusal alanlarımızdan uzaklaşmış olmak (evde kalabilenler için) zaman algımızın dengesini bozmuş, bizi alışkın olduğumuz homokronik zamanın dışına çıkarmıştır. Bu da bir sıkılma halinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durumla mücadele etmek için yine, yeni medya üzerinden örgütlenmekteyiz ve her üretilen içerikle, platform kapitalizmine destek olmaktayız. Öte yandan çalışmak zorunda olan kesim örneğin fabrika işçileri, endüstriyel kapitalizmi ayakta tutmaktadır. Tüm bu süreçlere biraz daha detaylı bakmak faydalı olacaktır.

James Gleick, sıkılmanın modern bir icat olduğunda bahseder. Eski toplumlarda sıkılmanın (boredom) başka bir insanın sizi konuşmalarıyla sıkması anlamına geldiğini, bugünkü anlamıyla, “tek başına sıkılmak” gibi bir durum tasavvur edilemediğini söyler (Gleick, 1999, 117-119).

Teknolojik hızlanma ile birlikte sosyal yaşamdaki hızlanma artmış, gün içinde ya da bir ömür içinde yapılamayacak kadar çok faaliyetlerle çevrelenmiş insan, tüm bu seçenekler arasında yapacak bir şey bulamadığında sıkılır. Gleick’a göre, modern toplumda  “hiçbir şey yapmadan oturmak” sıkıcı bir eylemdir (Gleick, 1999, 117-119).

Ayrıca Gleick, insanların bilgisayarlara ait bir özellik olan çoklu görev davranışı sergilediğini söyler. Çoklu görev (multitasking),  insanların aynı anda birden fazla işi yapma eğilimidir diyebiliriz; örneğin, yemek yaparken Youtube’dan bir canlı yayın açabiliriz, arada da canlı yayına gelen yorumlara bakma arzusu duyarız. Bu işin verimli olup olmadığı farklı bir tartışma konusudur ancak burada altını çizeceğim nokta, artık sadece yemek yapmak ya da sadece izlemek bize yetmemektedir. Hepsini aynı anda yapma isteği içindeyizdir. Bu türlü bir tempoda hayatımızı sürdürürken köklü bir değişiklik, ani bir yavaşlama hali toplum için sarsıcı bir deneyim teşkil etmektedir.

Durumu daha iyi açıklayabilmek için homokroni kavramından bahsetmekte fayda var. Homokroni ya da homojen zamansallık, Birth’e göre, Batı’nın inşaa ettiği bir zaman algısıdır. Homokronik zamanda farklı zamansallıklar yoktur. Saatle ölçüldüğü için mekanik, bu nedenle de doğal değildir (Birth, 2020). Bugünün akışkan toplumunda deneyimlediğimiz zaman işte bu tek biçimli, doğallığını yitirmiş zamandır. Simmel’in bahsettiği metropol tipi kişilik ise bu homojen zaman deneyiminden başka bir zamansallığı tasavvur edemez. Metropolde yaşayan, homojen zamana göre planlanmış bir tempo içerisinde; sabah işe giden, akşamları ve haftasonları sosyalleşen, yazın tatiline gidip yeniden çalışmak için kendini hazırlayan bu metropol tipi kişilik, kırsalda yaşamıyorsak, komşularımızla pek muhabbetimiz yoksa, 8 -5 / 9-6 trafiğe girip işe gidip geliyorsak hepimizi tarif ediyor diyebiliriz. Dahası, homokronik zamanın çocukluğumuzdan beri içselleştirdiğimiz tek zaman türü olduğunu düşünürsek küresel olarak yaşadığımız bir kriz olan pandemi sürecinde şimdiye kadar deneyimlemediğimiz döngüsel bir zaman algısı deneyimliyor olabiliriz. Döngüsel zaman için, dünyanın hareketlerine göre ilerleyen zamandır denebilir. Homokronik zamanın aksine bir başlangıç ve bitişi yoktur. Döngüsel zaman doğanın zamanı, dolayısıyla doğal zamandır diyebiliriz.

Evde bir şey yapmama hali ya da yapılacak şeylerin sınırlılığı, hız çağındaki bireyin çoklu görev anlayışı, homokronik zamanda yaşayan metropol tipi kişiliğin döngüsel zaman deneyimi, pandemi günlerinde evlerde bir “sıkılma” hali doğurmuştur. Sosyal medyada çok fazla insan tarafından yapılan bir sıkılma beyanı söz konusudur. Gündemin sadece pandemi üzerine kurulduğu yeni medya platformları kişilerin sıkıntılarını dile getirdikleri ve belki de bu sıkıntıdan uzaklaştıkları, sıkıntıya çare aradıkları mecralar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

#Evdekal çağrısı ile birlikte yaşamını evlerde sürdüren kişiler için yeni medya mecralarında günlük rutin paylaşımları yapılmaya başlanmıştır. Influencerlar, bazı yazarlar ve ünlüler evde günlük rutinlerini nasıl geçirdiklerini anlatan listeler hazırlayıp paylaşmaya başlamışlardır. Ayrıca, film önerileri, e kitap klasörleri, müzik listeleri, canlı konserler gibi birçok çözüm yeni medya üzerinden üretilmektedir.

Özellikle günlük rutin planlarının alışkın olduğumuz homokronik zaman anlayışımıza uygun olduğunu söylemek mümkündür. Evdeki döngüselliği ve farklılaşma ihtimalini kırmak için bir çözümdür. Kevin Birth Zamanın Körlüğü’nde, emeğin metalaşması için homokronizmin gerekli olduğunu söyler (2020). Bu günlük rutinler, ev içi yaşamımızın homokronikleşmesine dolayısıyla emeğin ev içinde yeniden metalaşmasına yol açar. Bazı iş yerleri, çalışanlarından, evlerinde bir çalışma köşesi yaparak fotoğraflarını göndermelerini istemektedir. Evde eşofmanla çalışmak uygun değildir, işe gidercesine giyinip masa başına bu şekilde oturmak salık verilir. Bazı online satış mağazaları “şık ev giyimi” başlıklı reklamları dolaşıma sokmuştur. Sonuç olarak yapılan her şey sıkılmanın önüne geçmek, mevcut sistemi olağanüstü koşullarda olabildiğinde yeniden üretmeye devam etmektir. Halbuki, Gleick, insanın kendisiyle mutlu olmasının yolunun, hiçbir şey yapmadan düşünceleri ile yalnız kalabilmesinden geçtiğini söyler (Gleick, 1999, 117-119).

Bauman’ın sözünü ettiği bir hafif modernite gerçekliğinde yaşamaktayız ve pandemiden kaynaklı evlere kapanan çalışanlar, bu kez yazılım kapitalizminin çarkına takılmışlardır. Ağır modernite dönemi büyük hantal yapılarla ilişkiliydi. Hafif modernite, ağır modernitenin tersine, mekana bağımlı değildir ve bu da mekandan bağımsız üretim süreçlerinin yönetilebileceği anlamına gelmektedir. Bauman Akışkan Modernite’de,  “ağır modernite zamanlarının en beğenilen ve en çok örnek alınan tasarlanmış rasyonalitesi olan “Fordist fabrika” bir yüz yüze karşılaşma mekanı olduğu kadar, sermaye ile emek arasında kıyılan “ölüm bizi ayırıncaya dek” türü bir evlilik yeminiydi de” (Bauman, 2019, 175).  Bu evlilik büyük kavgaların olduğu, yıpratan ama boşanmanın da imkansız olduğu bir evlilikti. Ağır modernite, sermaye ile emeği kaçması imkansız demir bir kafeste tutuyordu. (Bauman, 2019, 181). Hafif modernite emeği bu kafesten çıkarmıştır (Bauman, 2019, 181).  Emek ve sermayenin karşılıklı bağımlılıkları tek taraflı olarak bozulmuştur (Bauman, 2019, 183). Emek tek başına hala güçsüzken sermaye özgürleşmiştir. Sermaye kısa ama karlı mecralara güvenerek umut içinde, hem bu mecraların hem de onları paylaşacak ortakların hep var olacağı bilgisinin rahatlığıyla yol alır (Bauman, 2019, 183).

Pandemi ile birlikte bir kesinlik ve dakiklik sürecinden, homokronik zaman anlayışından koptuk ve döngüsel bir zaman deneyimine şahit olduk, bu sürece uyum sağlama çabalarımızda ortaya çıkan şey ise, homokronik zamanı evlerde yeniden inşa etmek oldu. Bu da internet erişimi dolayımıyla yazılım kapitalizmi aracılığıyla gerçekleşti. Ayrıca Srnicek’in platform kapitalizmine göndermede bulunursak, kamusal alan olarak kullandığımız tek ortam olan dijital platformlarda gerçekleştirdiğimiz etkileşim, platform kapitalizminin yükselişine neden oldu. Netflix, Spotfy, Blu Tv gibi platformlarda yaptığımız tüketim oranının artışı Facebook, Instagram, Twitter gibi mecralarda ürettiğimiz içerikler ve girdiğimiz etkileşim süreçleri buna örnek olarak verilebilir.

İçinde yaşadığımız geç kapitalizmin, bir küresel salgın karşında demokratik çözümler üretemediğini, karar mekanizmalarında ciddi sorunlar yaşandığını görmekteyiz. Üretim ve tüketim süreçleri, insan ihtiyaçları merkeze alınarak değil, sermaye gözetilerek devam ettirilmektedir. Hafif modernitenin sermayeyi özgür kıldığını hatırlarsak bunu yapmak hiç zor değildir. Platform kapitalizmi, bu süreci kolaylaştırmaktadır. İnsanlar dışarı çıkamadıkları için tüketim ihtiyaçlarını e – ticaret sayesinde giderebilmektedirler. Öyle ki, kargo şirketlerinde çalışan işçilerin mesaileri artmış, korunmaları gereken bir dönemde çok uzun süreler steril olmayan ortamlarda çalışmak zorunda kalmışlardır. Home ofis çalışma hali, emeği mesai saatlerinin dışında da sömürme tehlikesi yaratmıştır. Yine dijital platformlarda üretilen içerik tüketimi ve yine aynı şekilde tüketenler tarafından üretilen içerikler, platform kapitalizmini, dolayısıyla sermayeyi kalkındırmaktadır.

Özetleyecek olursak, Covid – 19 ile yaşantımızın aldığı olağanüstü hal, bizi bir takım yeni deneyimlerle karşılaştırmıştır; yeni bir zaman algısı, sokağa çıkamama, evden çalışma, sosyal mesafe vb. Tüm bunlar eskiden yaşadığımız, normalimiz olan homokronik zaman algısının ve hızlı tempoda yaşadığımız bir hayatın dışına çıktığımız anlamına gelmektedir. Bu durum dengemizi bozmuş, ev içinde sıkılmaya ve bunalmaya sebep olmuştur. Bu durumdan kurtulmak için ev içi günlük rutin paylaşımları, “sıkılmamak” için önerilen bir takım faaliyetler, insanları emeği yeniden üretebilmek için homokronik zamana çekme gayretidir. Sıkılmayı önleyerek üretimin ve sistemin devamlılığı sağlanabilecektir. Böylece üretim ve tüketim ilişkilerinde bir kopma olmayacaktır. Nitekim şu an durmayan tek şey, tüketim ve tüketimden kaynaklı üretimdir diyebiliriz ve bu sürecin devam etmesinde platform kapitalizmi büyük bir paya sahiptir. Bir bocalama süreci yaşansa da kapitalizm kendini her koşulda, her ortamda var etmeye devam etmektedir.

Gleick’ın dediği gibi hiçbir şey yapmadan mutluluğu yakalama lüksüne kimler sahiptir; tehlikeli bir ortamda işe gitmek zorunda olan fabrika işçileri mi, sağlık çalışanları mı, evde ders vermek zorunda olan öğretmenler ve ödevlerini yapmak zorunda olan öğrenciler mi, evde çalışmalarına rağmen satış baskısı altında işlerini yürütmeye çalışan özel sektör çalışanları mı? Tüm bu koşullar altında Zizek’in söylediği gibi yeni bir komünizm ihtimali düşünülebilir mi?

Kaynakça

Bauman, Z. (2019). “Zaman/Mekan”, Akışkan Modernite. (Çev.) Sinan Okan Çavuş. İstanbul: Can.

Birth, K. (2020). Zamanın Körlüğü. Osman Şişman (Çev.). Islık Yayınları.

Gleick, J. (1999). Faster: The Acceleration just about everything. NY: Pantheon.

Simmel, G. (2006). “Metropol ve Tinsel Yaşam”, Modern Kültürde Çatışma. Nazire Kalaycı (Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.

Srnicek, N. (20017). Platform Capitalism. London:Polity

 

 

 


Gizliliğinizi Korumak ve Trollerden Kaçınmak için Zoom Ayarlarınızı Sağlamlaştırın

Nisan 14, 2020

                                                                                                              Gennie Gebhart– Rory Mır

Çeviren: Hasan H. Kayış, Ank.Ünv. İletişim Fakültesi Ar.Gör.

Eğitim, arkadaşlarla ve aileyle iletişimde kalmak ya da işveren olduğunuz için Zoom’u indirmiş olabilirsiniz. İnsanlar COVID-19 sürecinde evde kal çağrıları üzerine görüntülü konuşma programlarına akın etmişlerdir. Ancak gazeteciler, araştırmacılar ve düzenleyiciler bu programların birçok güvenlik ve gizlilik sorununu fark ettiler. Fakat Zoom, sonraki aşamalar için konuşmayı ucuz tutarak buna şaşırtıcı derecede iyi bir planla yanıt vermiştir. Yine de Zoom, kullanıcıların güvenini yeniden kazanmak istiyorsa güvenlik ve gizlilik vaatlerini yerine getirmelidir.

Bu arada, Zoom gizlilik ayarlarınızı sağlamlaştırmak ve toplantılarınızı “Zoombombing” trollerinden korumak için aşağıda sıralanan adımları uygulayabilirsiniz. Aşağıdaki ayarların hepsi ayrıdır. Yani tümünü değiştirmenize gerek yoktur ve belirli bir düzenle değiştirmeniz de gerekmez. Hangi ayarların sizin ve iletişim kurduğunuz gruplar için anlamlı olduğunu düşünün, toplantı düzenleyicilerinin ve katılımcıların aynı sayfada ayarlar ve ortak beklentiler doğrultusunda olduğundan emin olmak için elinizden geleni yapın.

Gizlilik ayarları

Sohbeti Otomatik Kaydetmenin Kapalı Olduğundan Emin Olun

Zoom Account Settings, In Meeting (Basic) altındaki Auto Savings Chats’in kapatılmış ya da sola kaydırıldığından emin olun.

Görsel 1

1

Attention Trackingin Kapalı Olduğundan Emin Olun

In Meeting (Advanced) altındaki Zoom hesabı ayarlarınızda Attention Tracking’in kapatılmış ya da sola doğru kaydırıldığından emin olun.

Görsel 2

2

Sanal Bir Arka Plan Kullanın

Bir görüşme sırasında bulunduğunuz alan, yaşadığınız yer, alışkanlıklarınız ve hobileriniz hakkında birçok bilgiyi ortaya çıkarabilir. Yaşam alanınızın aramalarınızın arka planında olmasından rahatsızsanız, sanal bir arka plan ayarlayın. Zoom’u kullanırken ekranınızın sağ üst köşesindeki zoom.us menüsünden Preferences‘e ve ardından Virtual Backgrounds’a gidin.

Trollerden Kaçınmak için En İyi Uygulamalar

Zoom artık her zamankinden daha yaygın olarak kullanıldığından, kamusal toplantı kimliklerinin mekaniği, kötü niyetli insanların toplantıları taciz, karıştırma ve rahatsız edici görüntülerle istila etmesine izin verdi. Bir toplantı düzenlerken, kendinizi ve katılımcılarınızı bu “Zoombombing” den korumak için aşağıdaki adımları izlemeyi düşünebilirsiniz.

Kötü niyetli kişiler toplantınıza iki yoldan biriyle erişebilirler: etkin bir tanesini bulana kadar rastgele toplantı kimlikleri arasında geçiş yapabilir veya Facebook grupları, Twitter gibi halka açık yerlerde yayınlanan toplantı bağlantılarından ve davetlerden ya da kişisel web sitelerinden yararlanabilirler. Bu yüzden kendinizi korumak, toplantınıza kimlerin girebileceğini kontrol etmek ve toplantı kimliklerinizi gizli tutmakla ilgilidir.

Toplantı Kimliğinizi Gizli Tutun

Mümkünse, toplantınızın veya toplantı kimliğinin bağlantısını herkese açık olarak göndermeyin. Bunun yerine bağlantıları doğrudan güvenilir kişilere ve gruplara gönderin.

Bir toplantı şifresi ayarlayın ve toplantı bağlantısını Zoom’un son güncellemesinden sonra dikkatle inceleyin. Toplantı şifreleri artık temel, tek lisanslı Profesyonel hesaplar ve eğitim hesapları için kullanılabilir.

Ancak Zoom şifrelerinin beklenmedik şekillerde davranabileceğini unutmayın. Toplantı bağlantısını kopyalayıp katılımcılarınıza göndermek için “Copy Invitation” işlevini kullanırsanız, bu bağlantı toplantı şifrenizi içerebilir. İçinde soru işareti bulunan ve toplantı şifrenizi içerdiğini belirten alışılmadık derecede uzun bir URL arayın.

Toplantı bağlantısını doğrudan güvenilir katılımcılara göndermeyi planlıyorsanız, bağlantıda parolanın bulunması sorun olmayacaktır. Ancak toplantı bağlantısını bir Facebook grubuna, Twitter’a veya başka bir kamusal alana göndermek istiyorsanız, şifrenin kendisi de herkese açık olacaktır. Etkinliğinizi çevrimiçi olarak tanıtmanız gerekiyorsa, yalnızca toplantı kimliğini göndermeyi ve ardından toplantı başlamadan kısa bir süre önce denetlenen katılımcılara parolayı ayrı ayrı göndermeyi düşünün.

Parola ayarlarını bulmak için Schedule Meeting altındaki Zoom hesap ayarlarınıza gidin. Yeni toplantılar planlarken şifre iste seçeneğinin sağda açıldığından emin olun. Bu ayarlar alanında da ek şifre seçenekleri bulacaksınız.

Görsel 3

3

Require meeting pass” onay kutusunu işaretleyerek, Zoom masaüstü uygulamasından toplantı planlarken de şifre ayarlayabilirsiniz.

Ekran Paylaşımını Kilitleme

In Meeting (Basic) altındaki Zoom hesabı ayarlarınızda Screen sharing seçeneğini Host Only olarak ayarlayın. Bu, bir toplantı düzenirken, sizden başka hiçbir toplantı katılımcısının ekranını paylaşamayacağı anlamına gelir.

Görsel 4

4

Ev sahipliği yapmayı planladığınız aramalarda ekran paylaşımını tamamen kapatmak için sola kaydırma işlemini yapabilirsiniz.

Katılımcıları Onaylamak için Bekleme Odalarını Kullanın

Zoom’un en son güncellemesinden sonra, bekleme odaları artık temel, tek lisanslı Profesyonel ve eğitim hesapları için ücretsiz olarak etkinleştirilmiştir. Bekleme odası, toplantı sahiplerinin katılmadan önce yeni katılımcıları görüntülemesine izin verir, bu da karmaşa veya beklenmedik katılımcıları önlemeye yardımcı olabilir.

Bu ayarı bulmak için In Meeting (Advanced) altındaki Zoom hesap ayarlarınıza gidin. Waiting room’un sağda açıldığından emin olun.

Görsel 5

5

Toplantıyı Kilitle

Etkin bir toplantıdayken ve tüm beklenen katılımcılarınız geldiğinde, başka birinin katılmasını önlemek için toplantıyı kilitleyebilirsiniz. Zoom penceresinin altındaki Participants‘ı tıklayın ve Lock Meeting‘i seçin.

Güvenlik Simgesi Seçeneklerini Kullanma

Yukarıda açıklanan ayarların çoğuna erişmenin başka bir yolu da herhangi bir Zoom araması düzenlerken ekranın altında görünen Security simgesini kullanmaktır. Bu düğme sizi hızlı bir şekilde toplantıyı kilitleme, bekleme odasını etkinleştirme ve görüşme katılımcılarının ekranlarını paylaşma yeteneğini kısıtlama gibi ayarlara götürür. Zoom’un duyurusu bu özelliği daha ayrıntılı olarak açıklamaktadır.

Görsel 6

6

Kaynak:

https://www.eff.org/deeplinks/2020/04/harden-your-zoom-settings-protect-your-privacy-and-avoid-trolls


Apple ve Google COVID-19’u Geniş Çaplı Takip Etmek için Cesur ve İddialı Bir Plan Sunuyor

Nisan 12, 2020

Yazan: Dan Goodin

Çeviren-Hazırlayan: Hasan H. Kayış, Ankara Üniv. İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi

Şu günlerde akıllı telefon devleri enfeksiyonu izleme ve mahremiyeti dengeleme çalışmaları konusunda adeta ellerinde bir jilet ile dolaşmaktadırlar.

Cesur ve iddialı bir işbirliği ile Apple ve Google, COVID-19 yayılımını tespit etmek ve bunu yaparken de iOS ve Android kullanıcılarının gizliliğini korumaya çalışan bir akıllı telefon platformu geliştiriyorlar. Söz konusu birden fazla işletim sistemini destekleyen platform, telefon kullanıcılarının fiziksel temaslarını izlemek için Bluetooth Low Energy iletimine yerleşik yakınlık özelliklerini kullanacaktır. Bir kullanıcı daha sonra COVID-19 için pozitif test yaparsa, sonucu sağlık departmanı onaylı bir uygulamaya girmeyi seçebilir. Uygulama daha sonra mümkün olduğu kadar kısa bir sürede hastanın iki metreye yakın temas ettiği diğer tüm telefon kullanıcılarıyla iletişim kuracaktır.

Google ve Apple’ın uygulaması bireyi takip etme veya virüs bulaşmış bir bireyin yakın zamanda temasta olduğu herkesi bulma pratiğine teknolojik bir yaklaşım sunar. Oxford’da bir grup araştırmacı tarafından yakın zamanda yayınlanan bir çalışmada COVID-19’un geleneksel yönlerle takibinin oldukça riskli olduğunun altı çizilmiştir. Bunun yerine araştırmacılar, neredeyse her yerde bulundukları için akıllı telefonları kullanmayı önermişlerdir. Enfekte olmuş kişilerin hatalı anılarına güvenmek yerine söz konusu katılımcı uygulamaların neredeyse sınırsız sayıda kişiyi izleyebilmesini daha uygulanabilir görmüşledir.

En Kötüyü Hafifletmek

Mobil tabanlı iletişim izleme daha etkili olsa da, potansiyel olarak milyonlarca ve muhtemelen milyarlarca insanın hareketlerini ve sosyal etkileşimlerini izleyen merkezi veritabanlarına kapı açtığından mahremiyete de ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Apple ve Google’ın geliştirdiği platform, sisteme dâhil olanların gizliliğini riske atmadan izlemeye izin vermeyi amaçlayan yenilikçi bir şifreleme şeması kullanıyor.

Mahremiyet savunucuları ise sisteme ait en önemli tehditlerden bazılarının kaldırmış olmasına rağmen, yine de kötüye kullanıma açık olabileceğini söyleyerek sisteme çoğunlukla onay vermişlerdir.

Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin gözetim ve siber güvenlik avukatı Jennifer Granick de, “Apple ve Google, kendi insiyatifleriyle gizlilik ve merkezileşme risklerini hafifleten bir yaklaşım açıklamakla birlikte, hala iyileştirmelere ihtiyaç vardır” diyerek eksiklerden bahsetmiştir. “Biz herhangi bir temas izleme uygulamasının gönüllü ve merkezsiz, sadece halk sağlığı amacıyla ve sadece bu salgın süresince kullanıldığından emin olana kadar ilerlemeye devam edeceğiz.”

Söz konusu platform, geleneksel kişi izlemenin aksine, adlar, konumlar veya diğer tanımlayıcı bilgileri toplamaz. Bunun yerine, sistemi tercih eden iki veya daha fazla kullanıcı fiziksel temas kurduğunda, telefonları BLE kullanır. Güvenliği sağlamak için ise teknik jargonda yuvarlanma yakınlığı tanımlayıcıları olarak bilinen tanımlayıcılar, bir cihazın kablosuz izlenmesini önlemek için yaklaşık 15 dakikada bir değişir. Kullanıcılar hareket ettikçe ve başkalarıyla yakınlaştıkça, telefonları bu anonim tanımlayıcıları değiştirmeye devam eder. Periyodik olarak, kullanıcıların cihazları ayrıca COVID-19 için pozitif çıkan ve aynı yerel bölgede bulunan herkesin yayın işaret tanımlayıcılarını indirecektir.

1

Birisinin sisteme pozitif test edildiğini bildirmesi durumunda, telefonu merkezi bir sunucuya başvuracak ve 14 gün tanımlayıcılarını yükleyecektir. Virüs bulaşmamış kullanıcılar günlük izleme anahtarlarını indirerek sistemi kullanabilirler. Sistem nasıl çalıştığı yukarıdaki görselde görülmektedir.

Apple ve Google, açık kullanıcı izni,  kişisel olarak tanımlanabilir bilgi veya kullanıcı konum verilerini toplamama, iletişim kurduğunuz kişilerin listesinin asla telefonunuzdan çıkmaması, testi pozitif olanların diğer kullanıcılara tanıtılmaması, platformun yalnızca COVID-19 salgın yönetimi için halk sağlığı yetkilileri tarafından kişi takibi için kullanılması gibi mahremiyet ile ilgili farklı güvenceler de sağlamaktadır. Ayrıca IOS ve Android fark etmez, bütün cihazlarda çalışır.

Nasıl Çalışır (Teoride)

Bir kriptografi ve üst düzey teknoloji uzmanı olan Jon Callas, planın çekiliş biletlerinin çalışma sistemine benzediğini ileri sürmektedir. Bir taraf kâğıt biletin yarısını, diğer taraf da diğer yarısını alır ancak teoride hiç biri tamamen bilete hâkim olamaz. İki telefon kullanıcısı fiziksel yakınlığa geldiğinde, BLE vericileri bilet alışverişi yaparlar. Sonunda biletlerin birinde COVID-19 pozitif çıkarsa biletler çıkarılır ve eşleştirilir. Böylelikle pozitif biri ile temas kurulduğu bilinmiş olur. Callas, Pan-European Privacy-Preserving Proximity Tracing olarak bilinen benzer bir COVID-19 izleme şemasının kabaca aynı şekilde çalıştığını belirtmektedir. Ayrıca Callas, hem Apple-Google platformunun hem de Pan-European Privacy-Preserve Proximity Tracing’in akışındaki belirsizliğin, hangi tarafların hangi biletlere erişebileceği henüz açık olmadığından, kötüye kullanım olasılığını açık bırakıldığına dikkat çeker. Kişi elindeki biletleri atarsa ya da başka birine verirse enfekte kişi serbest biçimde toplumda gezebilir. Callas ayrıca, Özel Otomatik Temas İzleme (PACT) olarak bilinen üçüncü bir izleme programının geliştirilmesine dâhil olduğunu belirtmektedir. Burada da tarafların sadece gönderilen biletleri serbest bırakabileceğine dair güvenceleri olduğunu söylemiştir.

2

Farklılaştırma İstenci

Bir hacker ve geliştirici olan Moxie Marlinspike, planın ortaya konulduğunda onu yüksek eleştirenler arasındaydı. Platform hakkında ciddi endişelerini de dile getirmiştir. Nihayetinde izlemenin her daim esas bir sorun olabileceğinin üzerinde duruyor. Kendisi “Signal” adında şifreli bir mesajlaşma uygulamasının yaratıcısı ve onu bünyesinde bulunduran şirketin CEO’su olan Marlinspike, bir sonraki zayıflığın kullanıcı telefonlarına iletilmesi gerekebilecek veri miktarı olduğunu belirtmektedir. Ayrıca bazı troller belirli alanlarda dolanabilir ve sonrasında yanlış enfeksiyon vakaları rapor edebilirler. Bu durum da enfeksiyondan çok fazla insanın etkilenebileceği yanılgısına neden olabilir. Ancak bu tür kötü niyetlerin önüne vakaların bir otorite tarafından dijital olarak onaylanmasıyla geçilebilir. Ancak yine de olumsuz örneklerin önüne geçilemeyebilir. Ek olarak teknoloji uzmanı ve mahremiyet savunucusu Ashkan Soltani de ek gizlilik eleştirileri ve önerilerini kendi Twitter hesabında sıralamıştır. Buna benzer teknik olarak pek çok yenilikler ve eleştiriler eklenebilir.

Yakınınızdaki Bir Telefona Geliyor

Apple ve Google, Mayıs ayında iOS ve Android programlama arayüzlerini yayınlamayı planlamaktadır. Bunun gibi bir mobil işletim sisteminde çalışan uygulamaları geliştirirken halk sağlığı yetkilileri hazır bulunacaktır. Daha sonra resmi uygulamalar Apple’ın App Store ve Google Play’den indirilebilir. Nihayetinde şirketler izleme işlevselliğini doğrudan işletim sistemlerine sunmayı planlıyorlar. Muhtemelen, kullanıcılar ayar değişikliği ile işlevsellik üzerinde oynama yapabilirler. Bununla birlikte, mahremiyet risklerinin yanı sıra başka potansiyel kusurlar da vardır. Sistem, birisinin virüse maruz kaldığına dair bir uyarı gönderirse aynı apartmanda oturanlar bakımından gereksiz alarma neden olabilir.  Söz konusu bluetooth sistemi güvenilirliğini ve zaman zaman güvenliği tehlikeye atabilecek çeşitli kusurlara da eğilimlidir. Şu an henüz mevcut olmayan bir uygulama için mahremiyet risklerini ele almak zor görünmektedir. Ancak normal zamanlarda insanların bu tür uygulamalardan kaçınması tavsiyesi verilse de, devam eden küresel sağlık krizi göz önüne alındığında, bu çağrıyı yapmak bu sefer daha zor görünmektedir.

Kaynak:

https://arstechnica.com/information-technology/2020/04/apple-and-google-detail-bold-and-ambitious-plan-to-track-covid-19-at-scale/?utm_brand=arstechnica&utm_source=twitter&utm_social-type=owned&utm_medium=social


Alternatif Bilişim Derneği’nden #internetkısıtlanmasın   #bilgiyeerişimözgürlüğü

Nisan 9, 2020

Basın Açıklaması:

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından hazırlanan bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair bir kanun teklifi taslağı ile Türkiye’ de Covid-19 salgını fırsat olarak kullanılıp, yeni bir internet ve sosyal medya sansürü getirilmeye çalışılıyor.

Kanun teklifini 56. Maddesi ile 5651 sayılı Kanuna EK-4 üncü madde konularak “Sosyal medyada yer alan hukuka aykırı içeriğin kaldırılması veya içeriğe erişimin engellenmesi hususunda içerik veya yer sağlayıcılar bakımından yetkili bir muhatap bulamamak ya da çok geç bulmak, yurtdışı kaynaklı internet aktörlerine Türkiye Cumhuriyeti kurum ve kuruluşlarının tebligat, bildirim ve taleplerinin aktarılması konusunda sorunlar yaşandığı” gerekçesi ile

“Sosyal ağ sağlayıcılara, en az bir kişiyi Türkiye’de temsilci olarak belirlemek ve bu kişinin kimlik ve iletişim bilgilerini Kuruma bildirme yükümlülüğü, Türkiye’deki kullanıcıların verilerini Türkiye’de barındırmakla yükümlülüğü, kendisine bildirilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasına ve başvurulara ilişkin istatistiksel ve kategorik bilgileri içeren üç aylık dönemlerle rapor hazırlama yükümlülüğü  getirilmeye çalışıyor. Temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi halinde, sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliğini yüzde doskanbeş oranında daraltılacak.  Kuruma bildirme yükümlülüğü ve Türkiye’deki kullanıcıların verilerini Türkiye’de barındırmakla yükümlülüğü yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcıya, bir milyon Türk lirasından beş milyon Türk lirasına kadar idari para cezası uygulanacak.

Öncelikle yasa teklifinin gerekçesinde belirtilen “millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” gerekçeleri ile teklif edilen düzenleme arasında hiçbir bağ bulunmamaktadır. Tüm dünyanın salgın ile mücadele için olağanüstü bir çaba sarf ettiği dönemde, sosyal medya platformlarına engelleme ve sansür getirilmesi tam aksine kamu düzenini ve genel sağlığı daha fazla tehlikeye sokacaktır.

Türkiye’ nin de üyesi olduğu BM İnsan Hakları Komisyonu açıklamasına göre “internet erişimi kriz anında kritiktir. Hükümetlerin internet erişimini engellemekten kaçınmaları esastır; İnternetin engellendiği durumlarda, hükümetler, öncelikli olarak, mümkün olan en hızlı ve en geniş internet hizmetine anında erişim sağlamalıdır. Özellikle acil durumlarda, bilgiye erişim kritik öneme sahip olduğundan, internet erişimine kamu düzeni veya ulusal güvenlik gerekçeleriyle kısıtlamalar getirilemez.

https://www.ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=25729&LangID=E

Yine aynı şekilde Türkiye’ nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi, mevcut kriz sırasında yapmış olduğu açıklamada mevcut kriz sırasında üye devletler tarafından alınan önlemlerin, virüsün yayılmasının yarattığı tehditle orantılı kalmasını ve zamanla sınırlı kalmasını, ifade özgürlüğü, gizlilik ve veri koruma, savunmasız grupların ayrımcılıktan korunması ve eğitim hakkı dahil temel insan hakları standartlarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne saygı konusunda hükümetlere yazılı bir tavsiyede bulunmuştur.

https://search.coe.int/directorate_of_communications/Pages/result_details.aspx?ObjectId=09000016809e1f42

Tüm bunların dışında daha önce dafalarca kez hatırlattığımız üzere “İnternet modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sahiptir. Binlerce kullanıcısı bulunan ve kullanıcılarının bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymalarına engel olunan sosyal medya platformlarına erişim engeli getirilmesi açık olarak sansürdür.  Teklif edilen yasa değişikliği demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırıdır. Yasa değişikliği teklifi ölçülü olmadığı gibi, en temel hak ve özgürlüklerden ifade özgürlüğünü amacına uygun şekilde kullanılamaz hale getirmekte ve etkisini ortadan kaldırmaktadır. Aynı  zamanda temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan bir sınırlamadır.

Bir çok kamu kurumu ve bizzat Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından Covid-19 salgınına ilişkin günlük verilerin, alınması gereken tedbirlerin, basın açıklamalarının daha fazla yurttaşa erişilebilmesi için Twitter v.b. sosyal ağlardan yayınlandığı bir dönemde söz konusu yasa teklifi ile fırsattan istifade edilerek sansür getirilmesi açık olarak Anayasaya’ da güvence altına alınan ifade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, haberleşmenin gizliliği ilkelerine aykırıdır.

İnternet’in yaşamın her alanına nüfuz ettiği, ağsız/İnternetsiz bir yaşamın düşünülemediği ve bilgiye erişimin öncelikli önem taşıdığı çağımızda sosyal medya platformlarına getirilecek olan sansürün hiçbir açıklaması ve gerekçesi olamaz!

Sosyal medya platformlarına getirilmeye çalışılan sansüre ilişkin bu yasa teklifinin geri çekilmesini ve artık bir sansür yasası haline dönüşen 5651 sayılı utanç yasasının bu konuda faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ile birlikte oluşturulacak komisyon eliyle yeniden düzenlenmesini istiyoruz.

Tüm İnternet ve sosyal medya kullanıcılarını ve aktörlerini, sansürsüz bir internet ve sosyal medyaya ülkemizden özgürce erişilebilmesi için ses çıkarmaya çağırıyoruz.

Alternatif Bilişim Derneği 9 Nisan 2020

# internetkısıtlanmasın  # bilgiyeerişimözgürlüğü


Dijital Eşitsizliklerle Yüzleşme Vakti: Pandemi Günlerinde Yeni Medya ve İnternet

Nisan 8, 2020

Beren Kandemir, Hacettepe Üniversitesi SBE İletişim Bilimleri Doktora Öğrencisi

Geçtiğimiz günlerde Washington Post, ABD’nin Indiana eyaletindeki ilk covid-19 vakası olan Roberta “Birdie” Shelton’ın vefatının ardından Shelton’ın partneri Tony Sizemore ile gerçekleştirilen bir söyleşiye yer verdi. Partnerini, covid-19 pozitif tanısı aldıktan birkaç gün sonra, kendisi de karantinadayken kaybetmenin şakınlığını ve çaresizliğini yaşayan Sizemore; günlerdir düşünüp durduğu, içini acıtan bir başka şeyin varlığına da sık sık vurgu yapıyordu. Tony, Birdie’ye veda edememişti…

“O öldü ve ben karantinadayım, hikaye böyle bitiyor” diye söze başlıyordu Tony, günlerdir acısını hafifletecek bir yol bulmak için olan biteni sürekli yeniden yeniden düşündüğünü ama bunun bir yolunu bulamadığını söylüyordu. Birdie’yi son bir kez görememiş ona son bir kez hoşçakal bile diyememişti. Birdie bir kiralama şirketi için araba transferiyle ilgileniyordu. “Bütün bunlar oradan gelmiş olmalı” diyordu Tony. Öyle ya gün içinde birçok yerden gelip giden birçok insan ve onların da taşıyor olmaları olası birçok mikrop girip çıkıyordu Birdie’nin getirip götürdüğü araçlara. Birdie 69 yaşındaydı, birçok sağlık problemi vardı fakat paraya ihtiyaçları vardı ve o da çalışmaya devam ediyordu.

Birdie covid-19 tanısı almadan birkaç gün önce kendini kötü hissetmeye başlamıştı. Öksürüyordu ve ateşi vardı. Birdie bu şikayetleri çok fazla umursamamıştı. Tony de soğuk algınlığı veya bronşit olabileceğini düşünmüştü. İkisinin de aklına covid-19 olasılığı gelmemişti. Fakat bir sabah 4 sularında, Birdie Tony’i boğazını işaret ederek uyandırmıştı. Uyuyamadığını, gözlerinin acıdığını, birisi kafasına vuruyormuş gibi hissettiğini söylemiş ve kendisini acil servise götürmesini istemişti. O zaman bunun ciddi bir durum olduğunu anlamıştım diyordu Tony, “Onun hasta olduğunu biliyordum”.

Birdie’nin ateşi 39 dereceye çıkmıştı ve doktorlar bunun zatürre olduğunu söylediler. Hala kimsenin aklına covid-19 olasılığı gelmiyordu. Çünkü o zamana dek Indiana’da corona virüsü taşığı tespit edilen kimse olmamıştı. Çok sıkı tedbirlerin de alınıyor gibi görünmediğini söylüyordu Tony.

Birdie’nin yanında hiçbir şey yapamadan, ona yardım edemeden beklemek çok zordu Tony için, “o odada iki ya da üç gün kaldım ama hepsi sanki birer yıl gibiydi” diyordu. Daha sonra her şey daha kötüye gitmeye başladı, Birdie nefes almakta artık çok zorlandığı için onu yaşam destek ünitesine bağlamışlardı. Tony bir sabah evdeki köpeklerini kontrol edip hastaneye geri döndüğünde odanın bulunduğu koridorun girişinde ziyaretçinin yasak olduğunu belirten bir yazıyla karşılaştı. Kimsenin Birdie’nin odasının olduğu koridora giremeyeceği yazıyordu. Tony de dahil. Doktorlar ona eve gitmesini söylemişlerdi ama Tony orada bekliyordu. Tony hastanede birkaç gün ve birkaç gece daha kaldı, fakat o da öksürmeye başlamıştı. Bu yüzden Tony’e eve gidip kendini karantinaya alması gerektiğini ve başka bir seçeneğinin olmadığını söylediler.

Kısa bir süre sonra doktorlar Tony’i, Birdie’yi yaşam ünitesinden ayırmak için onayı olup olmadığını sormak için aradılar. Birdie’nin böbrekleri iflas etmişti. Birdie’nin yaşam destek ünitesinden çekilmesinin kararını Tony’e bıraktılar. “Onu görmeden nasıl izin verebilirdim buna” diyordu Tony. “Onu görmem gerek” demişti hastanedeki görevli olan personele de. Hastanedekiler buna bir çözüm yolu olarak görüntülü konuşmayı önerdiler. Böylelikle Birdie’ye veda edebilirim diye düşünmüştü Tony. Fakat Tony bunu nasıl yapabileceğini bilmiyordu. Telefonda konuştuğu görevli bir uygulama indirmesi gerektiğinden bahsetmişti ve bir iPhone’u olup olmadığını sordu. Tony’nin iPhone’u yoktu. Birdie’nin eski telefonlarından birini bulmuştu fakat şifresi olmadığı için açamamıştı. Son çare olarak uygulamayı kendi eski Android’inde çalıştırmak için çabalamaya karar verdiğini söyledi Tony. Fakat görüntülü konuşmanın gerçekleşebilmesi için şarjının en az %50 olması gerektiğini belirtmişti telefonda konuştuğu görevli. Oysa Tony’nin telefonunun şarjı iki yıldır hiç %50’ye çıkmamıştı. Ancak kapatırsa şarjı %50’ye ulaşabiliyordu. Tony telefonun şarjını bir şekilde %50’ye çıkarmayı başardı. Fakat bu sefer de telefon kendi kendine kapanmıştı. Sonra yeniden şarjı %50’ye kadar çıkarmış fakat bu sefer de bir parola girmesi gerektiğini farketmişti. Sinirlenmişti Tony, “bu işe yaramayacak” demişti.

Ertesi sabah doktor Tony’i aradı, Birdie 10:20’de vefat etmişti…

Indiana’daki ilk covid-19 vakası olduğu için bir basın toplantısı düzenlediğini belirtti Tony Sizemore, Birdie’ye bir video ile veda edebileceklerini söylemişlerdi ona. “Sanırım bu daha iyi bir hikaye” diyordu, “onları suçlamıyorum ama bunu daha katlanılabilir bir hale getirmenin de bir yolunu bulamıyorum. Yapmak isterdim ama yapamam. Bununla ilgili iyi bir şey söyleyebilseydim bu bir yalan olurdu…”

Dijital teknolojiler ve internet yaşamlarımıza sağlam kökler salmış gibi görünüyor. Öyle ki, bu teknolojiler gündelik hayatın olağan parçalarıymışçasına alışıldık, bildik faktörler haline gelmiş durumda bir çoğumuz için. Bu faktörlerin varlığını öylesine kanıksamışız ki, sanki hep var olmuşlarcasına, sanki hep buradalarmışçasına verili kabul ediyoruz edindikleri yeri. Peki bu herkes için aynı mı? Tony’nin Birdie’ye veda edemediği, son derece iç acıtan ama bir o kadar da gerçek yaşantıdan da görebileceğimiz gibi, işler hiç öyle değil aslında.

Medya teknolojilerinin dönüşümleri esnasında, söz konusu teknolojilere erişimdeki eşitsizliğin aslında hep tartışılagelen bir konu olduğunu söylemek mümkün. 1970’lerde Tichenor, Donohue ve Olien tarafından savunulan “bilgi uçurumu” hipotezi de bu tartışmaların bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu hipoteze göre, enformasyon teknolojilerine erişimi kısıtlı olan dar gelirli sınıflar, yüksek gelir gruplarına göre bilgiye erişimde daha geride kalacaklar ve bu nedenle de enformasyon teknolojileri, sosyo-ekonomik bağlamda toplumun daha alt kesimleriyle refah düzeyi daha yüksek kesimler arasındaki uçurumu daha da derinleştirecektir (Tichenor, Donohue ve Olien, 1970).

Diğer yandan günümüzdeki güncel duruma baktığımızda Tichenor ve diğerleri (1970) tarafından ortaya atılan bu hipotezin mevcut eşitsizlikleri tanımlamak için yeterince kapsamlı olmadığı da görülebilir. Tony Sizemore’un yaşadığı acı deneyimin de açıkça gösterdiği gibi, erişim meselesi dijital teknolojiler söz konusu olduğunda mutlak çözüm olmaktan oldukça uzaktır. Burada göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir başka faktör ise medya okuryazarlığıdır. DiMaggio ve Hargittai (2001) bu durumu “dijital bölünmeden” “dijital eşitsizliklere” geçiş olarak tanımlamışlardır. Buna göre, dijital teknolojilere erişimdeki eşitsizliklerin etkisi de baki kalmakla birlikte, kullanım özerkliği, yetkinlik, sosyal destek ve kullanım amaçları gibi başka alanlarda da eşitsizlikler dijital uçurumu genişletmektedir. Hargittai (2010) ayrıca “dijital yerli” kavramsallaştırmasına da karşı çıkmaktadır. Zira böyle bir genellemenin yapılabilmesi için alanyazında yeterli çalışma yer almamakta ve internetin gündelik yaşama entegre edilmesinde “dijital yerli” olarak tanımlanan yaş grubundaki insanlar arasında da hala birçok farklılık bulunmaktadır (Hargittai, 2010).

Buradan yola çıkılarak, dijital teknolojiler ve internetin yaşamlarımızın olağan bir parçası olarak gündelik akışa dahil edilmesinin düşünüldüğü kadar basit bir süreç olmayacağını öngörmek mümkündür. Gerek daha büyük ölçekli sosyal politikalar oluşturulurken, gerek gündelik yaşama dair mikro çözümler üretilirken tüm bu farklılıklıkların göz önünde bulundurulmasıyla örülecek bir patikanın oluşturulması gerekliliği açıktır. Bu patikanın salt dijital medya teknolojilerine erişim sağlanarak örülmesi mümkün değildir. Bu yüzden dijital teknolojilerin yaşamlarımıza entegre edilmesi sürecinde, Binark (2014) tarafından belirtildiği gibi, yaş faktörü, toplumsal statü ve cinsiyet bağlamlarındaki eşitsizliklerin de dikkate alınması ve akademi, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları gibi farklı paydaşların katkı vermesiyle geliştirilecek yeni medya okuryazarlığı politikalarının benimsenmesi oldukça önem taşımaktadır.

Kaynaklar:

Binark, M. (2014). “Türkiye’de Neden Yeni Medya Okuryazarlığı Politikası Gerekli?” https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/dusunenlerin-dusuncesi/turkiye-de-neden-yeni-medya-okuryazarligi-politikasi-gerekli-1976652 06.04.2020 tarihinde erişilmiştir.

DiMaggio, P., ve Hargittai, E. (2001). From the ‘digital divide’to ‘digital inequality’: Studying Internet use as penetration increases. Princeton: Center for Arts and Cultural Policy Studies, Woodrow Wilson School, Princeton University4(1), 4-2.

Hargittai, E. (2010). Digital na (t) ives? Variation in internet skills and uses among members of the “net generation”. Sociological inquiry80(1), 92-113.

Saslow, E. (2020). Voices from the Pandemic: ‘Anything good I could say about this would be a lie.’ https://www.washingtonpost.com/nation/2020/03/28/voices-from-the-pandemic-indiana-man-recounts-partners-death-from-coronavirus/?arc404=true 29.03.2020 tarihinde erişilmiştir.

Tichenor, P. J., Donohue, G. A., & Olien, C. N. (1970). Mass media flow and differential growth in knowledge. Public opinion quarterly34(2), 159-170.

 


ALTERNATİF BİLİŞİM DERNEĞİ’NDEN COVİD-19 PANDEMİ SÜRECİNDE ONLİNE EĞİTİMDE KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASINA İLİŞKİN ÖNERİLER

Nisan 6, 2020

Pandemi sürecinde tüm ilk ve ortaöğretim kurumları, Lisans ve Lisansüstü Eğitim kurumlarının online eğitim sürecine girmesi ile gerek öğrenciler, gerek öğretmenler, gerekse akademisyenler açısından bir takım soru ve sorunları da beraberinde getirdi. Öğretmenler ve akademisyenler, öğrencileri ile çevirim içi belge ve video paylaşmak için Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversitelerin kurmuş oldukları online sistemlere dahil olmak zorundalar. Hatta idareciler ve yönetimler tarafından sisteme belirli dönemlerde belge, bilgi ve video yüklenmesi konusunda baskı ile karşılaşmaktalar. Dolayısıyla öğretmenler ve akademisyenler açısından paylaşılan belgeler ve makalelerdeki telif haklarının nasıl korunacağı, zorunlu olarak kayıt olmak zorunda oldukları sistemin güvenilirliği, kişisel verilerinin nasıl korunacağı, öğrenciler ile yapılan video konferansların ve sisteme yüklenen videoların ticari amaçlarla ve ticari platformlarda paylaşılması durumunda kendilerini nasıl koruyacakları gibi bir çok soru ve tedirginlik ortaya çıktı.

Bu anlamda, Alternatif Bilişim Derneği olarak önerilere, geliştirilmeye ve dönüştürülmeye açık bir şekilde birkaç öneri ve tavsiye de bulunmaya çalışacağız.

  • Öğrenciler ile paylaşmış olduğunuz belge ve makaleler ile ilgili olarak “bilgiye erişimin temel bir hak olduğunu” düşünmekteyiz. Bu nedenle de öğrencileriniz ile paylaşmış olduğunuz ders notları, makale, video v.b. kaynaklara ulaşılmasına ve erişilmesine kısıtlama getirilmemesi gerekir. FSEK uyarınca tarafınızca yazılmış olan makale ve belgelerin aslı sizde olduğu için intihal ve alıntı yapılması durumunda Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca telif hakkı zaten sizde olacaktır.

Ancak ticari bir gelir elde edilmesi ve ticari platformlarda paylaşılmasına engel olmak istiyor iseniz bu durum da çeşitli açık kaynak (Open Source) lisanlar ile belge ve videolarınızı lisanslayabilirsiniz. Bu konuda http://ozgurlisanslar.org.tr/ ‘ den bilgi edinebilirsiniz.

  • Kişisel verilerin korunmasına ilişkin bir kaygınız var olması halinde,

sisteme yüklemiş olduğunuz videolar ve fotoğraflar 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanuna göre bir kişisel veridir. Pandemi sürecinde halk sağlığı alanındaki kamu yararı nedeniyle veya hayati çıkarları korumak için kişisel verilerin kaydedilebilmesi mümkündür. Ancak gerek üniversite ile gerekse öğrenciler ile paylaşmış olduğunuz kişisel verilerinizin korunması askıya alınmamış olup, halen koruma altındadır. Bu konuda Türkiye’ de KVKK bir açıklama yayınladı https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/6721/KAMUOYU-DUYURUSU-Covid-19-ile-Mucadele-Surecinde-Kisisel-Verilerin-Korunmasi-Kanunu-Kapsaminda-Bilinmesi-Gerekenler-

Ayrıca uluslararası kişisel verilerin korunması mevzuatı anlamında (son güncel mevzuat GDPR) kapsamında oluşturulmuş olan Avrupa Birliği Avrupa Veri Koruma Kurulu (EDPB) bir açıklama yayınlamıştır. (https://edpb.europa.eu/news/news/2020/statement-edpb-chair-processing-personal-data-context-covid-19-outbreak_en)

Bu anlamda tüm devletler, kurum ve kuruluşlar pandemi ile mücadelede dijital gözetim teknolojilerini kullanırken insan haklarına saygı göstermelidir. Bu konuda üyesi olduğumuz EDRİ tarafından yayınlanan ve imzacısı olduğumuz metne göz atabilirsiniz: https://yenimedya.wordpress.com/2020/04/02/stklardan-covid-19-ile-mucadelede-dijital-gozetim-teknolojileri-kullanilirken-insan-haklarina-saygi-konusunda-aciklama/

Diğer yandan Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler sisteme yüklenen video ve fotoğraflar açısından KVKK’nın “Kişisel verilerin işlenme şartları” başlıklı 5. (beşinci) maddesi uyarınca kural olarak kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işleyemez. Ancak ” bir başkasının hayatı veya beden bütünlüğünün korunması için zorunlu olması” ve “bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması, ilgili kişinin temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla, veri sorumlusunun meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması” hallerinden birinin varlığı halinde kişisel veriler, ilgili kişinin açık rızası alınmaksızın işlenebilmektedir. İlgili hüküm, Covid-19 salgını ve sonuçları ışığında değerlendirildiğinde, ilgili kişilerin belge ve bilgileri, video ve fotoğrafları, IP numaralarının kayıt altına alınması, ilgili kişinin açık rızasının alınmasına bağlı olmaksızın işlenebilir.

Bununla birlikte, veri sorumlusu olarak üniversite ve diğer kurumların aydınlatma yükümlüğünün devam etmektedir. Bu nedenle çalışanlar olarak öğretmen ve akademisyenlere KVKK’nın 10. (onuncu) maddesinde yer alan aydınlatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişisel verilerin elde edilmesi sırasında veri sorumlusu (üniversite ve diğer kurumların) veya yetkilendirdiği kişinin, ilgili kişilere (öğretmen ve akademisyenlere);

(i)         Veri sorumlusunun ve varsa temsilcisinin kimliği,

(ii)        Kişisel verilerin hangi amaçla işleneceği,

(iii)      İşlenen kişisel verilerin kimlere ve hangi amaçla aktarılabileceği,

(iv)      Kişisel veri toplamanın yöntemi ve hukuki sebebi,

(v)        ve ilgili kişinin diğer hakları konusunda

bilgi vermekle yükümlüdür.

Üniversite ve diğer kurumların bu anlamda bir aydınlatma metni ve açık rıza metni hazırlaması gerekmektedir.

Halk sağlığı nedeniyle zorunlu olarak uzaktan eğitime geçilmesi üniversite, kurum ve kuruluşların veri sorumlusu olarak yasal tüm yükümlülüklerini ortadan kaldırmamaktadır. KVKK 12. Maddesi uyarınca veri sorumlusu;

  1. a) Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesini önlemek,
  2. b) Kişisel verilere hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek,
  3. c) Kişisel verilerin muhafazasını sağlamak,

amacıyla uygun güvenlik düzeyini temin etmeye yönelik gerekli her türlü teknik ve idari tedbirleri almak zorundadır.

Bu sebeple de sisteme yüklenen bilgilerin ve verilerinin anonim olarak işlenmesini amaçlamalıdır (veriler kişisel verilere geri döndürülemeyecek şekilde toplanmış olarak işlemelidir). Aydınlatma metninde yalnızca Covid-19 süresi boyunca saklanacağı, nerede ve nasıl saklanacağı, kimlerin erişebileceği ve üçüncü kişilere aktarım şartları açık olarak belirtilmelidir.

  • Yüklemiş olduğunuz videolardaki görüntü ve fotoğraflarınız öğrencileriniz tarafından istenmeyen şekilde sosyal medya ve diğer platformlarda paylaşılması halinde öğrencilerin de T.C.K. 135-140 ve KVKK anlamında cezai ve hukuki sorumlulukları doğacaktır. Bu konuda da veri sorumlusu olarak üniversite ve kurumların öğrencilere yönelik ayrı bir aydınlatma metni ve uyarı yayınlaması

Alternatif Bilişim Derneği, 6 Nisan 2020