“Information Seeking and Information Evaluation of Older Adults in the Covid19 Process” Research Project has been supported by TÜBİTAK-SOBAG…

Haziran 23, 2020

Our project that we proposed within the TÜBİTAK’s call in order to investigate the problems arising during the COVID-19 pandemic and to develop solutions for these problems, titled “COVID-19 and Society: Social, Human and Economic Effects of the Pandemic, Problems and Solutions” which is a part of ARDEB 1001-Scientific and Technological Research Projects Support Program, has been found worth supporting. The aim of our project titled “Information Seeking and Information Evaluation of Older Adults in the Covid19 Process” is to explore information seeking behavior of individuals over 65 years of age and how they evaluate this information during pandemic period. In this scope; we will seek answers to the questions of what sources the older adults access information from, which information sources they trust and what level they trust, which sources they find more reliable and why.

The World Health Organization (WHO) used the concept of “infodemia” to express the rapid spread of disinformation and misinformation about the pandemic and pandemic-related problems. Director-General of WHO emphasized that the information pollution that became widespread during the epidemic led to the growth of the existing problem, by saying “We are fighting not only epidemic but also infodemic. The fake news spreads faster and more easily than this virus and is as dangerous as the virus.”

In times of crisis, people’s need for information and the amount of information increases accordingly. However; due to excessive amount of information and the rapid proliferation of false information besides the correct information are the factors that make it difficult to fight the pandemic outbreak. In addition to the disadvantages of the older population in terms of both accessing information resources and using these technologies, it may become more difficult to access and evaluate the information for this segment of the population. As the older adults are one of the groups which is the most affected by the outbreak, they are one of the most isolated groups in this process. There is a risk that this isolation may bring new physical, mental, psychological and social problems. For these reasons, information needs of the elderly increase during the pandemic process. During this process, the use of communication technologies might help older adults to solve some of the problems they face. Exploring the engagement of older adults with information at the time of crisis and the quality of this relationship, will contribute to understanding the problem and solution seeking.

In the study, socio-demographic characteristics, information access, pre and post COVID-19 information-getting preferences and practices, information deficiencies, pre and post COVID-19 levels of trust in media/ resources and content will be collected through surveys from the sample that will represent the 65 and older population of Turkey.

It is planned to share the results of the study and solution recommendations based on this with the relevant public institutions, policy makers and NGOs, to offer recommendations to media professionals for the development of rights-oriented media practices against discriminating discourse against the older adults which has been increased during the pandemic period, and to share the results of the study with the public through e-books.

The project manager is Prof. Dr. Ferruh Mutlu Binark from Hacettepe University Faculty of Communication, and Akdeniz University Faculty of Health Sciences Faculty Member Assoc. Prof. Dr. Özgür Arun and from Atatürk University Faculty of Communication Asst. Prof. Dr. Duygu Özsoy are the researchers of the project. The scholarship students of the project are K. Beren Kandemir, PhD candidate from Hacettepe University, and Gül Şahinkaya, graduate student from Akdeniz University.

Contact e-mail: 120k613proje@gmail.com


Pandemi Sürecinde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Yeni Eşitsizlikler ve Dijital Uçurum

Haziran 18, 2020

Tuba Sütlüoğlu[1]

‘BBC News Türkçe’nin internet sitesinde, 29 Nisan 2020’de yayınlanan, “Koronavirüs günlerinin gün yüzüne çıkardığı eşitsizlik: Dijital uçurum” başlıklı haberde Birleşik Krallık’ın başkentinde yaşayan bir kadının, salgın döneminde internete erişimle ilgili yaşadığı sıkıntıyı anlatan ifadelerine yer verildi. Ekonomik kısıtlılıklarla mücadele ettiği anlaşılan kadın aynı zamanda bir anneydi ve kızının uzaktan eğitimi için ihtiyaç duyduğu internet erişimini sağlayabilmek için haftalık gelirinin yarısına yakınını harcıyordu. “Sokağa çıkma sınırlamaları öncesinde internet erişimi için 10 sterlin harcıyordum, şimdi haftada 30-40 sterlin harcamam gerekiyor” diyen anne için, mesele sadece internet erişimi de değildi; çünkü anne sahip oldukları bir telefonu iki kızıyla birlikte paylaştıklarını ifade etmişti.[2] 

Haberin başlığında da geçen dijital uçurum kavramı; “bilgisayara ve internete kolay erişimi olan kişilerle bunlara sahip olmayanlar arasındaki eşitsizlik (Chandler ve Munday, 2018, s. 93)” şeklinde tanımlanmaktadır. Eşitsiz erişim örüntüleri ise hem küresel eşitsizliklerle hem de gelir, yaş ve toplumsal cinsiyet gibi bireysel faktörlerle (Chandler ve Munday, 2018, s. 93), yani hâlihazırda fizik gerçeklikte var olan eşitsizlik biçimleriyle ilgilidir. Yazıya böyle bir haberle başlanmasının nedeni ise, farklı boyutlarda da olsa, dijital uçurumun dünyanın genelini ilgilendiren bir sorun olmasıdır. Nitekim, 2020 yılı Mayıs ayı itibarıyla, Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarındaki internet penetrasyon oranlarının sırasıyla %94,6 ve %87,2 olduğu görülmektedir. Bu kıtaları sırasıyla, Orta Doğu (%70,2), Latin Amerika (%68,9) ve Avustralya/Okyanusya (%67,7) takip etmektedir. Oranlar, Asya kıtasında %55,1’e, Afrika kıtasında ise %39,3’e kadar düşmektedir. Dünya ortalaması ise %59,6’dır. İnternet kullanan nüfusun genel nüfusa oranını veren bu rakamlara göre, Asya (%55,1) ve Afrika’daki (%39,3) internet kullanım oranı dünya ortalamasının altındadır. Kuzey Amerika (%94,6) ve Avrupa’daki (%87,2) internet kullanım oranlarıysa, birbirine yakındır, fakat özellikle Afrika (%39,3) kıtasıyla aralarındaki uçurum çok fazladır.[3] Rakamların, yüzdelerin büyüleyici gücü, her geçen yıl artış gösteren oranlarla da birleşince, dijital eşitsizliklerle ilgili yanılgıları da beraberinde getirmektedir. Oysa, bölgesel bazda kullanım artmasına karşın, kıtalar/bölgeler arasındaki uçurum devam etmektedir. Bu anlamda, yukarıda referans verilen haberin başlığı oldukça anlamlıdır. Zira, yeni koronavirüs salgını, dijital eşitsizlikleri daha görünür hâle getirmiştir.  Salgınla birlikte, toplumsal ve ekonomik yaşamın birçok alanını kapsayan zorunlu değişimlerin bir uzantısı olarak, yeni iletişim teknolojilerine duyulan ihtiyacın çok hızlı bir şekilde arttığı gerçektir. Farklı sektörlerde evden çalışmayı zorunlu kılan koşullar, elbette eğitim alanına da yansımış, hem orta hem de yükseköğretim kurumlarında uzaktan eğitim ve öğretim süreci uygulanmaya başlanmıştır. Yeni iletişim teknolojilerine duyulan ihtiyaç yalnızca resmi ve kurumsal ilişkileri ilgilendiren alanlarla sınırlı kalmamıştır. Salgından önceki dönemlerde de birçok insan için sıradan bir gündelik yaşam pratiği olan dijital iletişim, özellikle evde kalmanın zorunlu olduğu dönemlerde, toplumsal yaşamın her alanında ve her sosyoekonomik düzeyde iletişim kurabilmenin neredeyse yegâne yolu olmuştur. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet, yaşlılık, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi birey ve aile yaşamını kısıtlayıcı unsurların bu süreci daha da zorlaştırdığı; hem dijital araçların hem de o araçları kullanma becerilerinin eksikliğinin, toplumsal eşitsizliklere maruz kalan taraflarca daha hissedilir olduğu düşünülmektedir. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un 5 Mayıs 2020 tarihinde sosyal medya hesapları üzerinden paylaştığı, “Çocukların uzaktan eğitimini, oyunlarını, ödevlerini pek çok evde sadece annelerin takip ettiğini üzülerek görüyorum. Bir çocuğun eğitim hayatına bilgimizle dahil olmak, çocukluğunda bir oyun arkadaşı olarak yer almak bu kadar zor olmasa gerek” şeklindeki babalara yönelik mesaj içeren cümleleri, bu dönemde ortaya çıkan geçici bir sorun olarak görülmemelidir. Bu sorun, hane içi rolleri paylaştıran egemen cinsiyet rejimiyle ilgilidir. Böyle bir dönemde, dijital eşitsizliklerin daha görünür olmaya başlaması normal olmakla birlikte, bu eşitsizliklerin hep var olduğunu ve maalesef ki mevcut toplumsal eşitsizliklerden hem beslendiğini hem de onları güçlendirdiğini vurgulamak gerekir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, yaşa, eğitim düzeyine ve işgücü durumuna göre farklılaşan bilgisayar ve internet kullanım oranlarının, neredeyse her yaş, eğitim düzeyi ve işgücü durumu içerisinde, erkeklerde kadınlardan daha yüksek olduğunu göstermektedir (TÜİK, 2019). Uzaktan eğitim ve öğretim sürecinin, teknoloji okuryazarlığını gerektirdiği göz önüne alındığında, yoksul, eğitim düzeyi düşük, hatta temel okuryazarlığı olmayan anneler için bu dönemin daha zor geçmiş olması da muhtemeldir. Yoksulluk ve eril aile rejimiyle örülen duvarlar arkasında kalan kadınlar için, yeni iletişim teknolojilerinin dış dünyaya açılan bir ‘pencere’ işlevi görmesi gerçeği de (Ergül vd. 2012, s. 132), yine aynı teknolojilerin aynı kadınları yeni eşitsizliklerle, çevrimiçi risklerle baş başa bırakma potansiyeli de göz ardı edilmemelidir. Ayrıca, akademik düzeydeki çalışma ve araştırmalarda, dijital uçurumun sadece bir sahip olma ve erişme problemi olmadığı, özellikle 2000’li yıllardan itibaren tartışılmaktadır. Nitekim, meselenin dijital becerilerle ve okuryazarlıklarla ilgili boyutuna işaret eden “ikinci düzey dijital uçurum” (second-level digital divide) (Hargittai, 2002) ile sosyoekonomik statü ve kültürel sermaye düzeylerini, yeni iletişim teknolojileriyle kurulan ilişkinin biçimini etkileyen unsurlar olarak gören; bu teknolojilerle kurulan ilişkinin fizik gerçeklikteki yaşama olan somut katkılarına odaklanan “üçüncü düzey dijital uçurum” (third-level digital divide) (van Deursen ve Helsper, 2015) kavramları, erişme ve sahiplik konularını aşan çok boyutlu yaklaşımların önemini vurgulamaktadır. Bunla birlikte, dijital uçurum, aynı zamanda hâlâ bir erişim ve sahiplik sorunudur. Yukarıda verilen yüzdelerin gizlediği, buna karşın salgın döneminin gün yüzüne çıkardığı en önemli gerçek, gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, yeni iletişim teknolojilerine erişimin hem hâlâ önemli bir bölünme sorunu olmaya devam ettiği hem de beceriler ve okuryazarlıkları da kapsayan boyutlarıyla giderek daha önemli bir toplumsal eşitsizlik meselesi hâline geldiğidir. Dijital eşitliğin tüm yurttaşlar için sağlanması gereken temel bir hak olduğu (Binark, 2015, s. 11; Baştürk Akça ve Kaya, 2016, s. 317); gelecek yaşamın gerek kurumsal gerekse de gündelik yaşam düzeyinde bugünden daha fazla teknolojiyle şekilleneceği gerçeği, dijital uçurumu yalnızca cinsiyetler arasında değil, farklı yaş grupları, eğitim düzeyleri, gelir grupları ve bölgeler arasında da azaltacak/giderecek politikaların geliştirilmesini gerekli kılmaktadır.

[1]Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü

[2]https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52464019 (Erişim tarihi: 16.06.2020)

[3]https://www.internetworldstats.com/stats.htm (Erişim tarihi: 15.06.2020)

Kaynakça

Baştürk Akça E. ve Kaya B. (2016). Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden dijital bölünme ve farklı yaklaşımlar. Intermedia International e-Journal, 3 (5), 301-319.

Binark, M. (2015). Yeni medya çalışmaları özel sayısı hakkında: neden?. Folklor&Edebiyat, 21 (83), 9-18. 

Ergül, H., Gökalp, E. ve Cangöz, İ. (2012). Medya ne ki… Her şey yalan! Kent yoksullarının gündelik yaşamında medya. İstanbul: İletişim Yayınları.

Hargittai, E. (2002). Second-level digital divide: differences in people’s online skills. First Monday, 7 (4). https://journals.uic.edu/ojs/index.php/fm/article/view/942/864

Türkiye İstatistik Kurumu (2019). Hanehalkı bilişim teknolojileri kulanım araştırması. http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1028 (Erişim tarihi: 25.11.19).

van Deursen, A. J., Helsper, E. J. (2015). Third-level digital divide : who benefits most from being online?. Communication and Information Technologies Annual: Digital Distinctions and Inequalities Studies in Media and Communications, 10, 29-53.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52464019 (Erişim tarihi: 16.06.2020)

https://www.internetworldstats.com/stats.htm (Erişim tarihi: 15.06.2020)



Vancouver’da Çin Karşıtı Bir Virüs Yayılıyordu. Fakat Irkçılığın Zincirlerini Kırabilecek “Veri” Ortaya Çıktı*

Haziran 10, 2020

Ian Young[1] (Çev,ren Hasan H. Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fak.Ara.Gör.)

Perşembe günü British Columbia’daki yetkililer Covid-19 salgınındaki dördüncü ayda, Çinli çoğunluğun yaşadığı Richmond’un (bir zamanlar salgın için potansiyel sıfır noktası olabileceğinden korkulan) aslında Vancouver’ın en az enfekte alanı olduğunu gösteren bölgesel veriler yayınladılar. İronik bir biçimde, verilerin bu kadar uzun süre saklanması belirli toplulukları damgalamaktan kaçınmaktı. Esasen işleyiş böyle olmadı.

“İronik” bir biçimde diyorum çünkü o sıralar Covid-19 ile ilişkili Asya karşıtı ve Çin karşıtı ırkçılık olayları yayılıyordu.

92 yaşındaki zayıf bir adam Covid-19 hakkında Çin karşıtı bir şeyler söyleyen iri yarı bir adam tarafından mağazadan fırlatıldı. Genç bir kadın sokakta karşısındakine yumruk attı. Chinatown’daki aslan heykellerine defalarca Covid-19 grafitileri ile zarar verildi.

Vancouver Polis Departmanı’ndan Komiser Yardımcısı Howard Chow, nefret suçlarındaki artışın “şaşırtıcı” olduğunu belirterek, geçen yıl 22 Mayıs itibariyle aynı dönemde 4 olan vakayı bu yıl 29 Asya karşıtı vakanın takip ettiğini söyledi.

Tüm bunlara sosyal medya ve gazete yorum dizilerindeki yansımaları ekleyebiliriz. Covid-19, Vancouver’da Asyalılık ve Çinlilik ile doluydu. Maske takma, sosyal mesafe ve gönüllü kendi kendine izolasyon gibi pandeminin kötü etkilerini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilecek davranışlar yerine, bölgenin Çin topluluklarını hedef alan, Covid-19’un bir şekilde onların hatası olduğunu öne süren cahil tepkiler ortaya çıkmıştı.

Tüm bu süre boyunca, Asya dışındaki dünyanın en Çinli şehri olan Vancouver metrosunda kaynağı bilinmeyen klişelerin halkın gözünün önünde olması bu durumun yanlış olduğunu kanıtlıyor.

Perşembe günün verileri, Richmond’un (etnik olarak yüzde 54’ünü Çinliler’in oluşturduğu bölge, yaklaşık 200.000 kişi)  tüm Vancouver bölgesindeki en düşük Covid-19 enfeksiyon oranına sahip olduğunu gösterdi. Richmond’un kümülatif olarak 100.000 kişi başına 44 enfeksiyon toplam oranı, komşu Vancouver şehrinde 100.000 kişi başına 83’e denk geliyor.

Birkaç ay önce, eyalet sağlık görevlisi Dr Bonnie Henry bölgesel Covid-19 istatistiklerinin tutulmamasını iki nedenden ötürü savunmuştu. İlki ağır enfekte bölgelerin damgalanmasını önlemek, ikinci ise düşük enfeksiyon oranlarına sahip yerlerdeki rahatlığı önlemek.

31 Mart’ta “bu hastalıkta ve birçok bulaşıcı hastalıkta olduğu gibi, hala onunla ilişkili bir damgalama var” demiştir. Bunun “bir açıklamama politikası olmadığını” ama enfekte insanları desteklemek için tasarlanmış bir taktik olduğunu belirtmiştir.

Bölgesel enfeksiyon oranlarındaki eşitsizliklere bakılmaksızın, tüm il genelindeki pandemik önlemlere uyum sağlamadaki amacın altını çizmiştir.

Ancak Richmond’un düşük enfeksiyon oranına dair kanıtlar sızdı. Nisan ayı sonlarında yerel bir sağlık görevlisi, Vancouver’daki yüzde 60’lık orana karşılık, Richmond’un Vancouver Sahil Sağlık Bölgesindeki vakaların yalnızca yüzde 10’unu oluşturduğunu bir Facebook canlı yayın etkinliğinde açıkladı. Bu durum South China Morning Post’un Richmond’daki enfeksiyon oranının Vancouver’ın yalnızca yarısı kadar olduğunu ve o sırada ulusal oranın üçte biri kadar olduğunu doğru bir şekilde tahmin etmesine olanak vermiştir.

Yine Perşembe günün verilerin dökümüne göre 700 ila 800 virüs örneğinden gelen genomik dizilim verileri, Çin’in British Columbia’daki enfeksiyon zincirlerinin büyük çoğunluğunun kaynağı olmadığını gösteriyor.

BC Hastalık kontrol Merkez’inin bu bilgileri ne kadar yaygın bir şekilde ele aldığı henüz belli değil. Ancak daha önceki veriler Çin karşıtı duyguların etkilerini bastırmaya da yardımcı olabilir miydi? Bu kadar zarar vermeyeceği açık görünmektedir.

Bilim adamları Covid-19’un 2019’un sonlarında Çin’den çıktıktan sonra dünyaya yayıldığını genel olarak kabul etseler de, takip eden mutasyonlar dünya çapında çeşitli türler yarattı ve bu gelişmeler BC Hastalık Kontrol Merkezi’nin il genelindeki enfeksiyonların kökenini belirlemesine izin verdi.

Henry’ye Ocak ayında ilk gelen vakalar Wuhan’daki Covid-19 virüs türünü içeriyordu Henry bunun şaşırtıcı olmadığını belirtse de bu durum değişti. Söz konusu enfeksiyon zincirleri hızla kırıldı.

Bunun yerine, British Columbia’ya Avrupa, Doğu Kanada ve Washington eyaletinden gelen virüs türleri, burada topluma hızlı bir yayılma ve ölümcül etkileri ile bakım evlerindeki çok sayıdaki vakadan sorumlu oldular.

Düzinelerce vaka Vancouver’da bir Dişhekimliği konferansına katılan ve yakın zamanda Almanya’da bulunan bir kişiyle bağlantılıydı. Ancak konferansta hasta olan birkaç kişi vardı ve sonraki 87 enfeksiyonla bağlantılıydı. Hepsi Avrupa olmak üzere üç virüs türü vardı.

Daha sonra, British Columbia ile sınırı olan ve 1100’den fazla ölüm gerçekleşen Washington eyaletine bağlı büyük bir dalga geldi. Henry, “Washington eyaletinde olup bitenlerin BC’de salgını çok derinden etkilediğini” belirtmiştir.

Buna karşılık, Çin’den önceden gelen enfeksiyonlar çok yoğun bir bulaşma ile sonuçlanmadı. Henry bunda insanların hastalanır hastalanmaz kendilerini izole etmesinin ve başarılı temas izleme pratiğinin payına işaret ediyor.

Henry, Çin topluluğu ile birlikte çalışıldığını ve BC’deki toplumun bunu çok ciddiye aldığını belirtmektedir. Ayrıca insanların desteklendiğini, Ocak ve Şubat aylarında Çin’den gelen insanların kendi kendini tecrit etmelerini desteklemek için toplum faaliyetleri hakkında konuştuklarını söylemektedir.

Sadece 10 Mart’ta, Washington eyaleti virüs türleri BC’de ve bakım evlerindeki salgınlardan sorumlu enfeksiyonların hızlı bir şekilde artmasından sorumluydu. Avrupa virüs türleri de benzer şekilde, özellikle dişhekimliği konferansı yoluyla hızlı bir şekilde yayılmaya başladı.

Henry, insanların Çin dışındaki ülkelerden gelen riski fark etmedikleri bir zaman diliminin varlığından söz etmektedir. Washington virüs türünün yayılmaya başlamasından sonra temas izleme yoluyla insanları bulmanın çok daha zor olduğunu belirtmektedir.

Ocak ayı başlarında Richmond’daki Çin topluluğu zaten kalabalık yerlerden kaçıyordu. Bu kendi kendini motive eden bir sosyal mesafe anlayışıydı. Topluluğa yerel yetkililer tarafından ne yapılacağının söylenmesine gerek yoktu. Çin, Hong Kong ve başka yerlerde neler olduğunu gözlemlediler, bu yüzden de aynısını yaptılar. Evde kaldılar. Maskelendiler. Bunu yaparken, BC’nin geri kalanını çok daha kötü bir salgından kurtarmaya yardımcı olabilirler.

Şimdilerde Richmond’da Covid-19 vakaları oldukça nadir. En az 18 Mayıs’tan bu yana yeni bir vaka kaydedilmedi. Richmond bu ayrıcalığa sahip büyük Vancouver bölgeleri arasında tektir.

Geçen yıl Çin kaynaklı olarak ortaya çıkan hastalığın bilimsel olarak tartışmaya açık bir yanı yoktur. BC’deki Pandemi ve yayılmanın Çinliler ile eşitlenmesi, BC’nin Çin topluluklarının bu yayılımdan sorumlu tutulmasının yanlış olduğu gösterilmiştir.

Pandemi sırasında karşılaşılan çeşitli Asya karşıtı şiddet eylemleri nedeniyle sağlık yetkililerini suçlamak mantıksız olurdu. Bu tür faillerin genomik dizilim ve enfeksiyon istatistiklerine çok fazla dikkat ettiklerinden şüpheliyim. Ancak Dr. Bonnie Henry’nin empatisi pandemi sırasında British Columbialılar için bir işaret olmuştur.

Eğer Richmond’un enfeksiyon istatistikleri ve belki de genomik dizilimi daha önce yayınlanmış olsaydı, anti-Çin alaycılığı ve nefretinin yayılmasını azaltmaya yardımcı olur muydu?

Belki bu bağnazlık daha önceden kırılmış olabilirdi.

En azından, veriler şimdi acı verici gerçekleri ortaya koyuyor. Ve onların acı verici yanlışlıklarını kanıtlıyor. Onlar bizim gerçek covidiot’larımız.


[1] South China Morning Post Köşe Yazarı


Covid-19 Sürecinde Yaşlıların Enformasyon Arayışı ve Enformasyon Değerlendirmesi Araştırma Projesi Tübitak Sobag tarafından desteklendi…

Haziran 7, 2020

TÜBİTAK’ın COVID-19 salgını döneminde ortaya çıkan sorunların araştırılması ve bu sorunlara çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla, sosyal ve beşeri bilimler özelinde, ARDEB 1001-Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında açtığı “COVID-19 ve Toplum: Salgının Sosyal, Beşeri ve Ekonomik Etkileri, Sorunlar ve Çözümler” başlıklı çağrısı için sunduğumuz projemiz desteklenmeye değer bulundu. “Covid-19 Sürecinde Yaşlıların Enformasyon Arayışı ve Enformasyon Değerlendirmesi” başlıklı projemizin amacı; 65 yaş üstü bireylerin, pandemi döneminde, enformasyon arama davranışlarını ve bu enformasyonu nasıl değerlendirdiklerini araştırmak. Bu kapsamda; yaşlıların enformasyona hangi kaynaklardan ulaştıkları, hangi enformasyon kaynaklarına ne düzeyde güvendikleri, hangi kaynakları neden daha güvenilir buldukları sorularına yanıt arayacağız.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), pandemi hakkında dezenformasyon ve misenformasyonun hızla yayılması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sorunları ifade etmek için “infodemi” kavramını kullandı. DSÖ Genel Direktörü, “sadece epidemi ile değil infodemi ile de savaşıyoruz. Sahte haberler bu virüsten daha hızlı ve daha kolay yayılıyor ve virüs kadar tehlikeli” sözleriyle salgın döneminde yaygınlaşan enformasyon kirliliğinin var olan sorunun büyümesine yol açtığını vurguladı.

Kriz dönemlerinde, insanların enformasyona duydukları ihtiyaç ve buna bağlı olarak da enformasyon miktarı önemli ölçüde artmaktadır. Bununla birlikte; enformasyon miktarının aşırılaşması ve doğru enformasyonun olduğu kadar yanlış enformasyonun da hızlı çoğalması hatta yanlış enformasyonun daha hızlı yaygınlaşması pandemiyle mücadeleyi zorlaştıran unsurlardır. Yaşlı nüfusun hem enformasyon kaynaklarına erişim hem de bu teknolojileri kullanma konusundaki dezavantajları da eklenince nüfusun bu kesimi için enformasyona erişmek ve enformasyonu değerlendirmek daha zor hale gelebilir. Yaşlılar, salgından en çok etkilenen gruplardan biri olması nedeniyle bu süreçte en fazla izole edilen grupların başında gelmektedir. Bu izolasyonun fiziksel, mental, psikolojik, toplumsal yeni sorunları da beraberinde getirebilme riski bulunmaktadır. Bu nedenlerle, salgın sürecinde yaşlıların enformasyon ihtiyaçları da artmaktadır. Bu süreçte, iletişim teknolojilerinin kullanımı, yaşlıların karşı karşıya kaldıkları bazı sorunların çözümüne yardım edebilir. Yaşlıların kriz anında enformasyonla kurdukları ilişkiyi ve bu ilişkinin niteliğini araştırmak hem sorunun anlaşılmasına hem de çözüm arayışına katkı sunacaktır.

Doç.Dr.Özgür Arun
Dr. Duygu Özsoy

Araştırmada, 65 yaş ve üstü Türkiye nüfusunu temsil edecek örneklemden, anket aracılığıyla, sosyo-demografik özellikleri, enformasyon erişimleri, COVID-19 öncesi ve sonrası haber/enformasyon alma tercih ve pratikleri, enformasyon eksiklikleri, COVID-19 öncesi ve sonrası mecralara/kaynaklara/içeriklere güven düzeylerine ilişkin veri toplanacaktır.

Araştırma sonuçlarının ve buna dayanarak oluşturulan çözüm önerilerinin, ilgili kamu kurumları, politika yapıcılar ve STK’lar ile paylaşılması, salgın döneminde artan yaşlılara karşı ayrımcı söyleme karşı hak odaklı medya pratiklerinin geliştirilmesi için medya profesyonellerine öneriler sunulması, araştırma sonuçlarının e-kitap aracılığıyla kamuyla paylaşılması planlanmaktadır.

 

Yürütücülüğünü Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferruh Mutlu Binark’ın yaptığı projede, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özgür Arun ve Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesinden Dr. Öğr. Ü. Duygu Özsoy araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Projenin bursiyerleri ise Hacettepe Üniversitesinden doktora öğrencisi Kadriye Beren Kandemir ve Akdeniz Üniversitesinden yüksek lisans öğrencisi Gül Şahinkaya’dır.

İletişim için: 120k613proje@gmail.com

 


Verilerimizi Neden Devlete Değil De Mağazalara Memnuniyetle Veriyoruz?[1]

Haziran 5, 2020

Jean Seaton[2]

Çeviri. Hasan H. Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fakültesi Ar.Gör.

Big Brother sizi izliyor mu? “Orwellyan” bir dünyaya mı taşınıyoruz? Eski özgürlüklerinizi bir uygulamaya teslim eder misiniz? Hükümet, ayak izi takip uzmanları tarafından desteklenen bir cep telefonu uygulaması ile sizi ve bağlantılarınızı izleyerek Covid-19’un yayılmasını önlemeyi planlıyor. Ancak bunun bedeli ne olacak? Kim ne yaptığınızı ve nerede olduğunuzu bilme hakkına sahiptir?

1984 adlı çalışmasında George Orwell, hiçbir şeyin özel olmadığı ve sırların sizi öldürdüğü bir geleceği hayal etmişti. Yaptığınız her şey evinizdeki televizyon ekranı tarafından izlendi, her sapkın düşüncenin peşine düşüldü, her jest ve duygu kodlandı ve düzenlendi. Parti kendi iyiliği için güç ile ilgilendi. “Bir sır saklamak istiyorsan”  diye başlayan Orwell, “onu da kendinden saklamalısın” diyerek bitirdi.

Bu bir uyarı ve önleyiciydi. Orwell bunun olmasını durdurmak istedi.

Ama her şeye gücü yeten gözetim altında uyurgezerdik. Yenilik şu ki bunu kendi kendimize yapıyoruz. Aşırı tüketimcilik bizi tuzağa düşürdü. Her mesaj, satın alma, beğeni ve ilgi tarafından istek, ihtiyaç ve arzularımızı yerine getirmeye ikna olduk.

Düşünülmeden yapılmış günlük alışkanlıklarımızdan öğrenilenler birikir ve veri altın olarak satılır. Acımasızca bir şekilde sevdiğimiz ve şirketler tarafından fazlaca satılan şeylerle tuzağa düşürüldük.

Bu bize sadece “şeyler” satmak ya da “bize istediğimizden daha fazlasını vermek” demek değildir. Ayrıca, bizim istediğimiz politikayı değil, bize istedikleri politikayı satan kötücül güçlerin ruhlarımıza ücretsiz erişim sağlamasına itildik. Tıpkı romandaki Big Brother gibi “onlar” tamamen güçlü vaziyette. Ama onları göremezsiniz, çünkü onlar “sadece” algoritmalardır.

Orwell, gözetim devleti görüşünü, İspanya Cumhuriyet savaşı deneyimlerinden, propaganda gözlemlerinden, Nazi Almanyası ve Stalinist Rusya’daki acımasız baskıların suç ortağı olduğu iki zıt kutuplu pratikler üzerinden inşa etmiştir. 

İkinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere’ye temkinli bir şekilde yaklaştı. Demokrasilerdeki siyasi aktörlerin tüketici bilgilerini kendi amaçları için vakumlama yeteneğinde rahatsız edici yanlar vardır.

Bu cep telefonu uygulaması ile aynı değildir. Orwellyan perspektif hakkındakilerin çokça kullanılan her şeye tembel klişe bir sıvaması da değil. Verilerimizi ticari olarak düşünmeden vermemiz, ancak devlet kolektif çıkarlarda kullanmak istediğinde verileri saklamak istememiz tutarlı değildir.

Her şey teknolojiyi kimin hangi amaçlar için kontrol ettiğine ve verileri kimin ne yapmak için kullandığına bağlıdır. Orwell teknolojinin gücü ile ilgilenmiyordu. Bizi gerçek meseleye, yani güç teknolojisine odaklıyor.

Bu yüzden onun çalışmalarının üzerine hala düşünülüyor. Geçen son birkaç ay zaman içinde bir kopuş gibi hissettirdi ancak bu hafta yayınlanan Orwell Ödülü kısa aday listeleri dünyanın geçmişi ile ilgili değildi. Orwell Gençlik Ödülü’nün ülke çapındaki gençlerden aldığı yüzlerce başvuru uyarı niteliği taşıyor. Bu da Orwellyan bakışın hala geçerli olduğunu gösteriyor.


[1] https://camri.ac.uk/blog/Articles/why-do-we-happily-give-our-data-to-shops-but-not-the-state/

[2] Medya Tarihi Profesörü ve BBC’nin resmi tarihçisi.