Özgürlükler “Twit”le Gelmez: Siber-ütopyacılığa karşı siber-realizm!

Şubat 28, 2011

Görüşme: Ezgi Başaran

‘The Net Delusion (Net Yanılsaması)’ kitabının yazarı Evgeny Morozov Radikal’e konuştu: “İnternet ütopyanızdan uyanın, sosyal medya demokrasiden çok diktatörlere yarıyor” diyor.

 

Uzun süredir yeni medyanın demokrasi üstüne etkilerini araştırıyordu. Aslında bir siyaset bilimci. Stanford Üniversitesi’nde dersler veriyor. Prestijli Foreign Policy dergisinin hem editörü hem de derginin çatısı altındaki ‘Net Effect (Net Etkisi)’ blogunun yazarı. İnternetin karanlık köşelerinin otoriter rejimler tarafından nasıl tutulduğunu anlattığı ‘The Net Delusion- İnternet Bizi Nasıl Özgürleştirmez’ kitabı yeni çıktı. İran’la başlayan, Tunus ve Mısır’daki devrimlerle devam eden internet aktivistliğinin tam üstüne denk geldiği için çok konuşuluyor. Ona göre bu devrimlerin sosyal medyayla ilişkisini abartıyoruz. İnternetin veya WikiLeaks’in otoriter rejimleri yıkacağı filan yok. 
Kitabınızda ‘siber-ütopyacılık’ diye bir şeyden bahsediyorsunuz, nedir o?
İnternetin sadece özgürleştiren bir doğası olduğuna dair naif inanç ve risklerini görmeye direnmek… Budur siber-ütopyacılık. Kökü 90’lara dayanır. O zamanlar dünyanın en prestijli üniversitelerine yerleştirilmiş eski hippiler internetin 1960’ların başaramadığı her şeyi başarabileceğine dair bir dizi argüman ortaya attı. “İnternet demokratik katılımı arttırır, can çekişen toplumlarda rönesansı tetikler, ortak hayat duygusunu güçlendirir” diyorlardı. Siber ütopyacılar Birleşmiş Milletler’in yeni ve geliştirilmiş bir versiyonunu yaratmayı hedeflediler ama ortaya dijital bir Cirque du Soleil çıktı. Bush hükümeti 2009’da Twitter’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi, olacak iş mi… 

‘Siber-realist’ deyimi nedir peki?
İnternetin karanlık yönünü kavrayabilen ve Batılı şirketlerin sunduğu siber takip ve taciz teknolojilerinin otoriter rejimlere satılmasını eleştiren kişiler için kullanıyorum. Teknoloji, ne kadar iyi tasarlanırsa tasarlansın sonuçta insanlar ve siyaset tarafından yönetiliyor. Unutmayalıım. 

Öyleyse siz internetin dünya siyaseti üstündeki etkisinin abartıldığını düşünüyorsunuz?
Hem evet hem hayır. Demokrasiyi yaymak konusunda rolü abartıldı ama dış politikayı değiştirme gücü yeterince anlaşılmadı. İki çok farklı şeyler. İnternetin oyunbozan bir doğası var ama bu, her zaman demokrasi getirir manasına gelmiyor. Olup bitene ‘Silikon Vadisi’ndeki kapitalistlerin pembe gözlüklerinden bakmayalım lütfen. 

İyi ama Tunus, Mısır ve Libya örneklerinde Facebook ve Twitter’ın çok faydalı olduğunu görmedik mi?
Faydası oldu ama çok mu önemliydi? Sanmam. Kafası çalışan bir muhalif elbette sosyal medyadan yararlanır ama yararlanmasalardı da diktatörleri devirebilirlerdi. Mısır’da hükümet internet bağlantısını kesti ama gösteriler devam etti. Libya örneğinde de sosyal medyanın gücünden söz edilemez. Bana göre atlanan çok önemli bir detay var: Tunus ve Mısır devletlerinin internet kontrolü son derece zayıftı, 20’nci yüzyıldan kalma köhne bir yapıları vardı. Evet birkaç web sitesini kapatıp, blogger’ı tutukladılar ama Rusya ve Çin’de gördüğümüz tarzda siber saldırılardan, dijital propaganda ve takip sistemlerinden bihaberlerdi. Dolayısıyla Tunus ve Mısır’da internet bu sebeple fayda sağladı. Dünyanın geri kalanında işleyeceği anlamına gelmiyor. Muhalifler interneti kullanıyor ve devletler seyirci kalıyor zannetmeyin. 

Twitter ve İran 

İran hükümeti de interneti son derece sofistike yöntemlerle kontrol ediyor olmasına rağmen gençler Twitter’da yeşil devrim çağrısı yapıp örgütlenmediler mi?
İşte siz öyle sanıyorsunuz. 2009’da İran’da yaşanan, medyanın ve Batılı fikir adamlarının fantezilerini olmuş gibi göstermelerinden ibarettir. Gerçekte İran’daki protestolar Twitter üzerinden örgütlenmedi çünkü Twitter kullanan çok az İranlı vardı. Ama gazeteciler üşendikleri için rakamı kontrol etme gereği bile duymadılar. Twitter ve Facebook nedir? Amerikalı kapitalistler tarafından finanse edilen özel Amerikan şirketleri. Düşünürseniz, bu şirketlerin demokrasi ve insan hakları türküsü söylemesi, aslında Amerikan tarzı kapitalizmin özünde ne kadar iyi bir şey olduğunu dünyaya anlatılması demektir. 

Facebook ve Twitter şirketlerinin böyle bir ajandası mı var?
Hayır elbette. Şu anda oyunun kurallarının Faceboook, Google ve Twitter tarafından belirlendiğini görelim diyorum. Çin, Güney Kore ve Japonya’da başaramadılar ama dünyanın geri kalanında ifade özgürlüğüne fayda sağlıyorlar. Çünkü devletlerin bu büyük şirketleri itip kakması, politikalarını dayatması o kadar kolay değil. 

Ortadoğu’daki devrimin domino etkisini de sosyal medyayla açıklayanlar oldu. Yanlış mı?
Devrimlerin bulaşıcı olduğu 150 yıllık bir siyaset bilimi gerçeğidir. 1848’de Avrupa’da sosyal medya mı vardı ki devrimler yayıldı. Özellikle otoriter rejimler güçlerini bölgesel müttefiklerinden alır. Komşular düştüğünde onlar da düşer. O nedenle şu anda sosyal medyanın hiç de canlı olmadığı Libya’da olup bitenleri iyi incelemek lazım. Ortadoğu’daki devrimlerde bir itici güç aranacaksa, o sosyal medyadan çok El Cezire kanalıdır. 

Otoriter rejimler sosyal medyayı nasıl kullanıyor?
Blogger’ları eğiterek ve onlara belirli bir ücret ödeyerek propaganda yapıyorlar. Muhaliflerin bilgisayarına casus yazılımlar(spyware) sayesinde nüfuz ediyorlar. Sosyal medyadaki diyalogları daima izliyorlar, muhalifleri ve bağımsız yayıncıları siber saldırılarla taciz ediyorlar. Çok yaratıcı olan diktatörler ise halkın kafasını karıştırıp, gerçek sorunları önemsiz kılmak için internet aracılığıyla eğlenceler, fuzuli sorunlar yaratıyorlar. Buna Latincede ‘panem et circenses ekmek ve eğlence’ taktiği denir. Halkın karnını doyur ve eğlendir, gerisi mühim değil! Örneğin benim memleketim Belarus’ta hükümetin sahip olduğu internet sunucuları müşterilerinin korsan film indirmelerine izin veriyor. Halk, oh ne âlâ derken, hükümet de asıl yapmak istediklerini yapıyor. Rusya ve Çin de bu işi mükemmel icra ediyor. 

“Paralı propaganda blogger’lerı” ne kadar yaygın?
Azımsanmayacak kadar. Blogger’ların ve twit’çilerin diyaloğu birkaç ulusal aktörün tekelinden çıkardığı ve bir tür ademi merkeziyetçilik yarattığı doğru. Ama bu demek değildir ki siyasetçilerin ve büyük şirketlerin etkisine girip kullanılamazlar. 100 tane blogger’a rüşvet vermek, bir gazetenin yazıişlerini çıkarları için kullanmaktan çok daha kolaytakdir edersiniz ki. Bu işin çok ince ve başka taktikleri daha var. Örneğin Çin’de bir skandal patlak verdi. Hükümet hemen sansürlemiyor. ‘Halkın sesi’ kılığına girmiş blogger’leri kriz yönetimi yapsın diye internet sahasına sürüyor. 
 

Hillary Clinton yakın zamanda Soğuk Savaş dönemiyle internet çağı arasında bir bağ kurarak “Yavaş yavaş bilgi çağının demir perdesi de iniyor” dedi. Katılmıyorsunuz anlaşılan?
Kitabımda bir bölümü Soğuk Savaş metaforlarının suiistimal edilmesine ayırdım. Blogger’lar ve Samizdat (Sovyetler’deki yeraltı basını) arasında gerçekte çok benzerlik yok. Örneğin Rusya, Çin ve İran’daki blogger’ların çoğu bırakın muhalif olmayı, rejimlerin kendisinden daha anti-demokratik ve muhafazakârlar. Clinton ve başka diğer ABD’li politikacılar ‘sanal duvarların’, Berlin Duvarı’nın yerini aldığını ima eden sözleri de yanıltıcı. Sanki o sanal duvarlar yıkılırsa, örneğin Çin’deki büyük firewall indirilirse, Doğu Berlin’de yaşananların benzerini yaşayacakmışız gibi… O sanal duvarları, yani otoriter rejimlerin internete koyduğu filtreleme sistemlerini aşsanız bile fazla ileriye gidemezsiniz. 

WikiLeaks projesi 

Ama WikiLeaks gibi ABD’nin bile kontrol edemediği bilgi akışları oluyor. İlerleme değil mi bu?
WikiLeaks tam bir siber-ütopyacılık projesi. Assange’ın ideali şuydu:
Ben sızan her şeyi internete koyarım, dünya fark eder ve ona göre davranır. Öyle olmadı. Cablegate’den (ABD Dışişleri Bakanlığı telgraflarının sızması) önce sitelerine koydukları birçok malzeme fark edilmedi bile. O yüzden bu kez sivil toplum örgütleri ve medya kuruluşlarıyla işbirliği yaptılar.
Demek ki gazeteciler ve kurumsal gazeteler olmadan bu iş olmuyor. Ayrıca Rusya ve Çin gibi ülkeleri doğrudan hedef aldıklarında, ABD’den gördükleri tepkinin kat be kat fazlasını göreceklerdir. O yüzden WikiLeaks’in otoriter rejimleri değiştirme gücünden şüphe ediyorum. 

İnternet üstünden yapılan imza kampanyaları, Facebook’ta ‘Katıl’ butonuna basarak sanal olarak katıldığımız eylemler bizi politize mi ediyor pasifleştiriyor mu?
Dertlerini anlatmak için sosyal medyayı kullanan aktivistlerle, sadece sanal âlemde ses getirsin diye yaratılan kampanyaları birbirine karıştırmamak lazım. Mısır’dakiler katiyen online protestocular değildi. Mübarek’e karşı olduklarını anlatmak için sadece Twitter’daki fotoğraflarını değiştirmekle ya da Facebook’taki anti-Mübarek grubuna üye olmakla kalmadılar. Meydanlara çıktılar. Ama salondaki koltuklarından bu dediğim yöntemlerle politik bir aktiviteye girdiklerini sananlar var. Onların zaten hayatta bir karşılığı yok. 

“Özgürlüğümüzü twit’le alırız” heyecanımızı kursağımızda bıraktınız…
Bu yanılgı üstüne kitap inşa ettim ben. Bir röportajda bunu başardıysam ne mutlu. Bu kitabı demokrasi aktivistlerinin dünyasından hareketle yazdım ve “İnternetin risklerini azaltarak demokrasiyi nasıl maksimize ederiz” sorusuna cevap aradım. İlk adım internet ve sosyal medyayla ilgili gerçekleri net olarak anlamak. Soğuk Savaş döneminden çıkardığımız yanlış dersleri internet çağını yorumlamak için kullanmamak. Yani kitabın başlığındaki ‘sanrıdan’ kurtulmak. Kitap, siber ütopyacıları çok kızdırdı. Bir yandan da ABD’deki birçok politikacı argümanlarıma büyük ilgi gösterip, ciddiye aldı. Özellikle Dışişleri Bakanlığı.

 Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1041390&Yazar=EZG%DD&Date=28.02.2011&CategoryID=96 Erişim: 28.02.2011


İnternet haberciliği…

Şubat 19, 2011
Yazan: Nihan BORA

Bu yıl İstanbul’da ilk kez düzenlenen ve sosyal medya alanında dünyanın en önemli etkinliği olarak gösterilen Sosyal Medya Haftası’na ilgi yoğundu. Geçtiğimiz pazartesi gününden itibaren Galatasaray Üniversitesi ve Bilgi Üniversitesi Santralistanbul, gün boyu süren çeşitli panellere sahipliği yaptı.

Dünkü panellerin sonuncusu olan ve büyük ilgi gören “Sosyal Medyadan Sonra Haber ve Habercilik” paneli, ntvmsnbc Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Yeşiltepe moderatörlüğünde gerçekleşirken, panelin konuşmacıları arasında NTV Haber Editörü ve Sunucusu Mirgün Cabas, Radikal Gazetesi köşe yazarı ve radikal.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Ezgi Başaran ve naberler.com Yayın Yönetmeni Yurtsan Atakan yer aldı.

Sosyal medyanın yeni bir iletişim alanı olarak özellikle güvenilirliği konusunda soru işaretleri olduğunu söyleyen Ahmet Yeşiltepe öncelikle Mirgün Cabas’a, haberci olarak sosyal medyanın hayatını nasıl etkilediğini sordu. Cabas, “Uyanıyorum, gazete manşetlerine, mail’ime ve Twitter’a bakıyorum. O gün ne olmuş ne bitmiş, sıralaması böyle. Twitter’ı takip etme nedenim; arkadaşlarım, uzaktan tanıdıklarım ve kurumsal haber kaynakları. 100-200 tweet oluyor sabahları, o günün eğilimi de oradan çıkıyor. Bunun üzerine çok kafa yormuyorum ama kafa yoranları izliyorum.”<!– http://cm.ntvmsnbc.com/adv/frames/XXL/300×500-tbb.asp –>

Geleneksel medyanın ölebileceğini ama gazeteciliğin ölmeyeceğini söyleyen Mirgün Cabas, içeriğin web’e taşınması gerektiğini anlattı. “İnternet siteleri okuru şizofren hale getiren bir içerik. Üçüncü sayfa haberleri çok iş yapıyor. Bu, gazeteyi internete taşımak anlamına gelmiyor” diye konuşan Cabas, vatandaş gazeteciliğine de değindi. “Ekşi Sözlük’tekiler orada yazdıklarını nereden takip ediyor? Aslında karşımızda olan ikinci el bilgi.” Gelecekte işsiz kalma endişesi taşımadığını ifade eden Cabas, bir kurumun bünyesinde televizyonda ya da internette, mutlaka seyircilerin karşısında olacağını söyledi.

Radikal Gazetesi yazarı ve radikal.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Ezgi Başaran da, önemli olanın içerik olduğunu vurgulayarak konuşmasına başladı. “Benim endişeli olduğum tek bir durum var, o da okuyucunun yaptığımız şeye ortak olmak istemesi. İnsanlar bir şekilde fikirlerini anlatmak istiyor.” Başaran, İran’a gitmesine sebep olan kişiyle de Twitter’da tanıştığını söyledi.

İnternet dünyasını uzun yıllardır yakından takip eden teknoloji yazarı Yurtsan Atakan, internet yayıncılığının ilk günlerinden bu yana geçirdiği evreleri anlattı. Web 2.0 ile, kullanıcının yarattığı içeriğin kral olmaya başladığını söyleyen Atakan, “Herkes blog açtı ve herkes içerik üretmeye başladı. Peki bu yazıları kim okuyacak? En sonunda ortalık bilgi çöplüğüne dönüştü” dedi. İşte tam bu noktada sosyal medyanın doğduğunu ifade eden Atakan, medyada hibritleşmeye doğru geçiş olacağını düşündüğünü söyledi.

Bir katılımcının, “Facebook yasağının Suriye’de kaldırıldığını Twitter’dan öğreniyorum. Peki sizi neden okuyayım ya da izleyeyim?” sorusunu Ezgi Başaran, “Benim bakış açım için” diye yanıtlarken, aynı soruya Mirgün Cabas, “Evine Anadolu Ajansı ve Reuters aboneliği de alabilirsin. Bu noktada bizim yaptığımız şey, onu işlemek oluyor. Ona başka yüzler kazandırarak okumaya değer bir hale getiriyoruz” dedi.

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25181437/ Erişim: 19.02.2011


ALTERNATİF BİLİŞİM BİLMÖK’TE…

Şubat 17, 2011

25, 26 ve 27 Şubat’ta BİLMÖK’teyiz.

Program için http://www.bilmok.org.tr/program/
http://www.bilmok.org.tr/destekleyenler/

Pardus Projesi, Bilgisayar Mühendislerinin Örgütlenmesi üzerine
paneller var. Onur Konuğu R. Stallman 26 Şubat Ctesi 14.30 – 15.15
arasında konuşacak.  Alternatif Bilişim’in oturumu ise 27’sinde.

Panelimizin adı: İnternet, Bilgi, İktidar ve Muhalefet

Katılımcılar:
“Bilgi, İktidar ve İnternet”, Özgür Uçkan (Bilgi Üniversitesi)
“Yeni Medyanın Gücü”, İ. Hakkı Polat (Kadir Has Üniversitesi)
“Ticarileşen bir internet muhalefete ne kadar olanak tanır?”, Koray
Löker (Yazar)
Moderatör: Ali Rıza Keleş (Alternatif Bilişim Derneği)


EMO E-gözetim raporu açıklandı

Şubat 10, 2011

İletişim Özgürlüğüne Müdahale Raporu (2009)
ELEKTRONİK GÖZALTI DÜNYASI: e-Göz@ltı

İnternet’in dünya genelinde yaygınlık kazanması ile mekan kavramı bir anlamda ortadan kalkmış, kıtalararası iletişim ve bilgi transferi bir tuşa basmaktan ibaret hale gelmiştir.
Teknolojideki bu gelişmelerden toplumlar pozitif anlamda yararlandıkları gibi, baskı, korku ve sindirme yöntemlerini olağan bir politikaya dönüştüren, özgür ve demokratik yaşam
biçimini içselleştirememiş ülkelerde ise; teknolojik sistem ve cihazlarla temel hak ve hürriyetlere müdahale yaşam kültürü haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte;
suç örgütleri de, gelişen bu teknolojiyi yakından takip ederek, hem kazançlarını arttırmakta, hem de geleneksel suç tiplerinin dışında yeni suç tiplerini de geliştirmektedirler.
Küreselleşmenin kirli ve karanlık yüzü olarak tanımlayabileceğimiz bu gelişmeler toplumsal huzuru, barışı ve güvenliğimizi ciddi bir şekilde tehdit etmektedir. Bugün cep telefonları, İnternet üzerinden elektronik posta haberleşmesi, anlık ileti gönderimini sağlayan servisler, sanal iletişim grupları gibi çeşitli sosyalleşme ağları, insanların kişisel ve toplumsal iletişiminde temel araçlar haline gelmişlerdir. Bu iletişim
araçlarının gün geçtikçe artan kullanımı; insanların teknolojinin gelişimine paralel olarak iş ve ev yaşamlarında görülen değişikliklerin toplumsal iletişim ortamına bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Elbette bu gelişmelerin insanların iletişim olanaklarını kolaylaştırdığı
söylenebilir. İnsanların toplumsallaşma süreci açısından ayrıca sorgulanabilir olan bu araçların yarattığı olanakların yanında önemli ölçüde kısıtlayıcı etkileri bulunmaktadır.
Kişilerin telefon konuşmalarında, anlık ileti ve e-posta yazışmalarında kendilerine otosansür uyguladıkları, bazı konularda konuşmaktan ve yazmaktan çekindikleri, dolayısıyla iletişim ortamı içerisinde iletişimsizlik denilebilecek bir sürecin yaşandığı görülmektedir.
Dünya’da ve ülkemizde teröre karşı önlem ve güvenlik gerekçesiyle iletişim özgürlüğü başta olmak üzere çeşitli haklar ve özgürlükler kapsamında ciddi sınırlamalara başvurulduğu bir dönem yaşanmaktadır. Bu sınırlandırmalar kapitalist sistem içerisinde kar artırma yöntemleriyle birleştiğinde daha da genişlemektedir. Örneğin sokakları gözetleyen kamera sistemleri kurulmaktadır. Son olarak 1 Mayıs öncesinde DİSK Genel Merkez binasını gözetlemek üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce mobil elektronik sistem entegrasyonu
(mobese) kamerası yerleştirilmesi kamuoyunda tepki çeken uygulamalardan biri olmuştur.
Okullar, toplu taşıma alanları, büyük alışveriş merkezleri başta olmak üzere pek çok kamusal mekan devasa gözetim sistemi içerisinde yer almaktadır. Alışveriş ve bankacılık işlemleri gibi günlük yaşama ilişkin faaliyetler sırasında elde edilen kişiye özel bilgiler, bu kişilerin isteği
ya da bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın yine ticari amaçlı olarak kullanıma açılmaktadır. Büyük alışveriş marketlerinin dağıttıkları kartlar, kredi kartlarıyla yapılan harcamalar üzerinden şirketler pazar araştırması ve yönlendirmesi yapabilmektedirler. İnternet’te hizmet
veren arama motorları başta olmak üzere bazı siteler kişinin elektronik ortamdaki gezintilerini kaydedip analiz ederek, o kişilerin ilgi alanlarına uygun yönlendirmel bulunabilmektedirler. Böylece modern dünyanın insanları tüketim alışkanlıklarından, hobilerine, okudukları kitaplara, gittikleri yerlere, katıldıkları etkinlik ya da grupların takibine
kadar uzanan geniş bir izleme ağı içerisinde bulunmaktadırlar. İzleme dünyası küçük yaş gruplarına kadar yayılmakta, kreşlerdeki kamera sistemlerinden çocukların okuduğu kitapların
kayıtlara geçirilmesine varıncaya dek uzanmaktadır. Artık kapitalist sistem içerisinde “fişlemenin” adı “performans ölçümü” olmuştur.
Denetim-gözetim paradigmasına göre modern iktidarlar, bireyi sistem içerisinde en verimli şekilde kullanabilmeyi amaçlarlar. Bireyi en verimli şekilde kullanabilmenin yolu ise onu; bedeni, ruhu ve tüm faaliyetleri ile bilinebilir, hesaplanabilir (istatistik verisi olarak) bir
nesne haline getirmekten geçer. Zira modern çağda devlet tarafından künyesi tutulan birey,yeni kurum ve teknikler yoluyla gözetime tabi tutulmuş, sicil kayıtları yaratılarak fişlenip güncellenmiş, merkezileşmiş bilgi matrislerine (arşivleme) sürekli aktarılarak depolanmış ve
depolanmaktadır. Türkiye’de 2006 yılında 2 bin 699, 2007 yılında 4 bin 947, 2008 yılında ise 5 bin 212 kişinin telefon görüşmelerinin gereksiz yere dinlendiği ve bu dinleme kayıtlarının imha edildiği açıklanmıştır. Dinleme ve izleme olaylarını günümüzdeki teknolojik gelişmeleri de
dikkate alarak 3’e ayırabiliriz:
1- Trafik takibi (Kim, kiminle, ne zaman iletişim kuruyor?): İzleme kapsamında değerlendirilen bu uygulama temel olarak, sabit telefonla yapılan görüşmelerde, cep telefonlarıyla yapılan görüşmelerde, İnternet üzerinden yapılan elektronik haberleşmelerde (eposta,
anlık ileti, İnternet sitelerine yapılan ziyaretler) kimin, kiminle, ne zaman ve ne kada süre iletişim kurduğunun saptanması şeklinde özetlenebilir.
2- Konum belirleme (Kim nerede bulunuyor, kiminle beraber bulunuyor?/Yer tespiti): İzleme kapsamında kimin, ne zaman, nerede bulunduğunun tespiti için ayrıca başvurulan yöntemler bulunmaktadır. Tarihsel olarak hafiyecilik, dedektiflik gibi yöntemlerle
yapılan kimin nerede bulunduğuna ilişkin tespit, günümüzde elektronik cihazlara kaymıştır.
Küresel konum belirleme (GPS) aletleri, baz istasyonları, İnternet’e çıkışı sağlayan numara (İnternet Protokolü-IP), uydu ve uçaklar konum belirleme amacıyla kullanılmaktadır.
3- İçerik takibi (Kim kime ne diyor?): Yazılı, sözlü ve elektronik ortamda
gerçekleştirilen iletişim kapsamında içeriksel takip yapılmasına yönelik olarak değişik uygulamalar bulunmaktadır. Bu tür içerik takipleri yasal talepler dışında günümüzde teknolojinin hızla gelişmesi, İnternet’ten içerik takibi yapabilecek cihazlara erişim kolaylığı,
düzenleme ve denetim yetersizliği nedeniyle kişilerin rahatlıkla gerçekleştirebileceği uygulamalara dönüşmüşlerdir. Teknolojik aletlerin gelişmişliğine paralel olarak içerik takibi teknolojileri de giderek karmaşıklaşmış, uzman olmayan kişilerin fark etmesinin mümkün
olamayacağı bir noktaya ulaşmıştır. Fark edilmesi giderek zorlaşırken, uygulaması da ters orantılı olarak giderek kolaylaşmakta ve ucuzlamaktadır. Yasadışı dinlemeler santraldan,
panodan, apartman girişinden, anten ve uydu aracılığıyla havadan yapılabildiği gibi lazer dinleme, casus yazılımlar, monitör dinleme, kablo dinleme, vakumlama, casus klavye gibi
araç ve yöntemlerle de gerçekleştirilmektedir.
İletişim özgürlüğü açısından ülkemizin sahip olduğu hukuksal düzenlemelere bakıldığında ise mevzuatın son derece yetersiz olduğu görülmektedir. Son yıllarda kimi yeni yasal düzenlemeler yapılmış olmakla birlikte, iletişim güvenliğinin sağlanamadığı, bu
alandaki toplumsal kaygıların en üst safhaya ulaştığı bir süreç yaşanmaktadır. Gerek ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde, gerekse Anayasamızda özel
hayatın ve haberleşmenin gizliliğine vurgu yapılmış ve hangi durumlarda, hangi organlar eliyle, nasıl istisnaların uygulanacağı da kesin bir şekilde belirlenmiştir. Ancak gizliliği korumaya yönelik tedbirler almakla görevli resmi makamların ortaya koyduğu kimi
uygulamalar, bizzat kamu görevlilerince gizliliğin ihlal edildiği kuşkularını doğurmakta ve toplumda bir otosansür mekanizmasının işlemesine neden olmaktadır.
İletişimin hukuk dışı dinlenmesinin önlenmesiyle ilgili olarak, suçtan mağdur olan kimselerin yapabilecekleri son derece sınırlıdır. Nitekim iletişimin dinlenmesi de gizli yapılmaktadır ve genellikle mağdurun suçtan haberdar olması söz konusu değildir. Ancak iletişim kayıtlarının yayınlanmasıyla suçtan haberdar olunabilmektedir. Bu aşamada ise failin suçtan beklediği yarar gerçekleşmiş olacağından, uygulanacak bir yaptırımın da önemi kalmayabilmektedir. Özellikle ticari ya da mesleki sırların elde edilmesi gibi gizlilik ihlallerinde kayıtların yayınlanması söz konusu olmadığından, mağdurun da suçu öğrenme
olanağı bulunmayacaktır.
Kamunun özgürce kullanabileceği güvenli haberleşme hakkı; yasal güvence altına alınmalıdır. Bu konudaki hak ihlallerinin önüne geçilmesi ve güvenlik açıklarını giderecek düzenlemelerin ivedi olarak hayata geçirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Teknoloji okuryazarlığıyla birlikte teknoloji kullanımı etiğinin geliştirilmesi ise ayrıca üzerinde
durulması gereken bir konudur.
NASIL VE NELER YAPILMALI?
1. Teknolojik gelişmelerin yararlar yanında yarattığı sıkıntıların çözümünde öncelikle özgürlükleri kısıtlayıcı değil, genişletici bir bakış açısıyla hareket edilmesi gerekir.
2. Anayasal güvenceye sahip iletişim özgürlüğünün korunması temel prensip olmalıdır.
3. İletişim özgürlüğüne zarar veren yasadışı dinleme ve izleme olaylarına karşı denetim yükümlülüğü öncelikle kamuya aittir. Buna yönelik denetim mekanizması ve altyapı sağlanmalıdır.
4. İletişim hizmetini sağlayan şirket ve kurumlara da iletişim özgürlüğünün korunmasına yönelik olarak sorumluluklar yüklenmeli ve gerekli denetim mekanizması kurulmalıdır.
5. Teknoloji kullanımı konusunda kamunun bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’de teknoloji okuryazarlığı yükseltilmelidir.
6. Dinleme ve izleme cihazlarının satışı, yurda girişi denetim altına alınmalı, kontrollü yapılmalıdır. Kaçak girişler önlenmeye çalışılmalıdır.
7. Casus yazılımlara karşı yasaklayıcı bir zihniyetin İnternet dünyasında geçerliliği yoktur. Bu nedenle bu tür yazılım kullanımlarına karşı öncelikle toplumda teknoloji etiğinin yerleştirilmesi önemlidir.
8. Casus yazılım gönderimini engelleyebilecek yazılımlar da cep telefonu satan şirketler, cep telefonu hizmeti veren şirketler ve kamunun ortak sorumluluğuyla yaygınlaştırılabilir.
9. Cep telefonlarına yüklenebilecek yazılımların kimliklendirilmesi ve insanların ona listesinde olmayan yazılımların o kullanıcıya gönderimini engelleyecek bir sistem kurulabilir.
10. Casus yazılımın var olup olmadığına ilişkin telefon kontrol hizmeti ve casus yazılımlara karşı anticasus program kurulum hizmeti verilmelidir. Yurttaşlara bu tür hizmetleri verecek kamusal birimler oluşturulmalıdır.
11. Anticasus yazılımların geliştirilmesi, casus programların indirilmesini engelleyici güvenlik duvarları yerleştirilmesi konusunda TÜBİTAK kamu adına sorumluluk üstlenebilir.
12. Bedava cep telefonları ve bilgisayar alınmamalıdır.
13. İzleme ve dinlemeye karşı pasif odalar, frekans önleyici cihazlar kullanılabilir.
14. Anlık ileti gönderiminde ve İnternet üzerinde sesli görüşmelerde şifreleyerek konuşma ve mesaj iletimi gerçekleştiren sistemler tercih edilmelidir.
15. Cep telefonlarında da şifreleme yazılımları kullanılarak, dinlemeye karşı kişiler kendileri önlem alabilirler.
16. Ortam dinlemesi yapan cihazlar olduğundan şüpheleniyorsanız vericileri bulmak için geliştirilmiş aygıtlar edinebilirsiniz.
17. Bilgisayar kullanımında kişisel güvenliğiniz için almanız gereken temel önlemleri mutlaka sağlayın. Antivirüs yazılımları, güvenlik duvarları, şifreleme, yedekleme, geriye dönük izleme yapmayı engelleyecek şekilde güvenli silme yazılımları kullanın
ve bu yazılımların güncellemelerini takip edin.
ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI

Bilgi için:

Oktay Dursun
EMO Ankara Şubesi
Örgütlenme Sekreteri

Cep: 0532 510 9249
Tel: 0312 231 4474
Faks: 0312 231 1088

Rapor özeti ve tamamı web sitesinde yer alıyor. Şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: http://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=68480&tipi=4&sube=0


Stallman Türkiye’de! ÖZGÜR YAZILIM VE ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE! 26-27 Şubat 2011

Şubat 10, 2011

Stallman Türkiye’de!

1983’te özgür yazılım hareketini başlatan ve o zamandan beri hareketin
önderliğini yapan Richard M. Stallman 7 yıl sonra tekrar Türkiye’de!

İstanbul Yeditepe Üniversitesi Bilgisayar Topluluğu’nun konuğu olarak
Türkiye’ye gelen Stallman, 26 Şubat 2011 Cumartesi günü saat 14:30’da
İstanbul’da bu yıl yedincisi düzenlenecek olan Bilgisayar Mühendisliği
Öğrencileri Kongresi’nde (BİLMÖKİ) “Yazılım Patentlerinin Tehlikesi”
konulu bir konuşmada, yazılım patentlerinin yazılım geliştirilmesini
nasıl engellediğini anlatacak.

27 Şubat 2011 Pazar günü saat 13:00’te ise LKD, EMO Ankara Şubesi ve
Ankara Barosu Bilişim Komisyonu’nun düzenlediği etkinlikte Ankara
Barosu Eğitim Merkezi’nde “Özgür Yazılım ve Özgürlüğünüz” konulu bir konuşma yapacak. Konuşmada, özgür yazılım hareketine katılmanın
bilgisayar kullanıcılarının kendi bilişimlerini kontrol etmelerine
olanak sağladığı vurgulayacak. Genelde, Linux çekirdeği ile kullanılan
GNU işletim sisteminin bu özgürlükleri nasıl erişilebilir kıldığı
anlatacak.

Her iki konuşma sırasında da simültane çeviri yapılacak.

Stallman, 1990’ların ortasından beri zamanının önemli bir kısmını özgür
yazılımın etik ideallerinin ve yazılım patentleri karşıtı kampanyasının
yayılmasına harcıyor. Öncesinde Emacs, GNU Derleyici Seçkisi (GCC), GNU Sembolik Hata Ayıklayıcısı (GDB) ve daha birçok özgür işletim
sistemlerinin temel aracını yazmıştı. En yaygın kullanılan özgür
yazılım lisansı olan Genel Kamu Lisansı’nın (GPL) da yazarı.

26-27 Şubat 2011 tarihlerinde başka randevunuz olmasın.


YAZI ÇAĞRISI:International Journal of Communication (IJoC) dan özel sayı!

Şubat 1, 2011

International Journal of Communication (IJoC) Tunus ve Mısır’daki halk isyanlarında yeni medyanın kullanımını/rolünü ele alan/irdeleyen yazıları davet ediyor. Yazı teslimi: 15 Mart 2011. Yazılar 1500-5000 sözcük arasında olabilir, yazı stili APA’dır.

Bilgi için:  Ilhem Allagui  iallagui@aus.edu