Kitap Değerlendirme: Ağ Toplumu

Yazan: Şerife Öztürk, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Gazetecilik A.B.D Doktora Öğrencisi

 Ağ Toplumu- Orijinal Adı: Network Society – Jan Van Dijk Çeviren: Özlem Sakin, İstanbul: Kafka Yayınları, 2016, 454 sayfa.

download

Jan van Dijk tarafından yazılan Ağ Toplumu kitabı, Kafka Yayınları’nın Alternatif Medya ve Toplumsal Hareketler serisinin bir parçasıdır. Barış Çoban ve Bora Ataman’ın editörlüğünü yaptığı seri, yeni medya ve direniş odaklı bir platform olarak tasarlanmıştır. Farklı disiplinlerden araştırmacıların bir araya geldiği dizi, ağ toplumu içerisinde alternatif bir küreselleşmenin mümkün olabileceğini, dijital kültürde farklı alanların nasıl evrildiğini ortaya koymaktadır.

Jan Van Dijk, yeni medyanın birçok yönünü çeşitli çalışmalarıyla ortaya koymuştur. K. Hacker ile birlikte yazdığı Digital Democracy: Issues of Theory and Practice (2000),  H. Bouwman, B. Van den Hooff ve L. Van de Wijngaert ile kolektif olarak hazırladığı Information and Communication Technology in Organizations (2005) ve bireysel olarak yazdığı The Deeping Divide, Inequality in The Information Society (2005) isimli kitapları da bu çalışmalarının bir ürünüdür.

Kitaplarının tümünde sosyolog ve iletişim bilimci olmanın avantajlarını kullanan Van Dijk, dijital ortamların sosyolojik yönlerini farklı açılardan incelemiştir ve yakında okuyucusuyla buluşacak olan Digital Skills, The Key to the Information Society (A. Van Deursan ile birlikte) adlı çalışması da, başlığından da anlaşılacağı üzere, yine bu yönde olacaktır.

Çevirisinin gayet sade ve akıcı, anlatılanların ise net olarak ifade edildiği kitap, on bölümden oluşmaktadır. Van Dijk kitabının temelinde, yeni medyanın sosyal yönlerinin hayatın çeşitli alanlarında ve seviyelerde belirmesi ve yorumlanmasının yatmakta olduğunun altını çizmektedir. Kitabın Girişini oluşturan birinci bölümünün ilk satırları yazarın günümüze dayalı bazı gözlemlerini ortaya koymakta ve bunun eserin çıkış noktası olduğunun altı çizilmektedir. Buna göre günümüzde elektrik kabloları, altyapı, yollar, su boruları, televizyon vb. temel ihtiyaçlar kadar internet, Facebook veya diğer sosyal paylaşım siteleri de ihtiyaçlar listesinin ilk sıralarında yer almaktadır. Hatta bu tür sosyal paylaşım sitelerinden bir günlüğüne bile uzak kalmanın kişilerde yoksunluk yarattığı iddia edilmektedir.

Günümüze “ağlar çağı” ismini veren Van Dijk, ağlara da toplumun sinir sistemi nitelemesiyle önem atfetmektedir. Kitapta, dünyanın günümüzdeki kadar özgür olmadığını ancak özgürlükle birlikte bağımlılığın da beraberinde geldiği ve bazı değerlerin tehlikede olduğu belirtilmektedir: Toplumsal eşitlik, sosyal ilişkilerin niteliği ve niceliği, demokrasi, insan zihninin zenginliği.

Teknolojilerin birden bire, bir günde ortaya çıkmadığının çeşitli şekillerde ifade edildiği kitabın bununla ilgili satırları okuyucunun aklına, Yuval Norah Harari’nin Homo Sapiens ile Harold Innis’in İmparatorluk ve İletişim Araçları adlı kitaplarını getirmektedir. İnsanlık tarihinin başlangıcını ve yaşadığı yerin onun hangi yönlere evrilmesine katkı sağladığını, iktidar mücadelelerinin başlangıcını ve gelişimini buna bağlı olarak da iletişim araçlarının iktidarı elinde bulundurmaya nasıl yardımcı olduğunu tarihsel süreçte ele alan kitaplar, “teknolojinin determinizmi” yönündeki görüşlerin karşısındadır. Van Dijk’ın kitabı da bu eserlerin ortaya koyduğu görüşleri destekler niteliktedir.

Kitaba göre, yeni medyanın yükselişi ikinci bir iletişim devrimi yaratmıştır ve ilk iletişim devrimi olan yazının icadı da de en az günümüz kadar etkili ve baş döndürücüdür. Van Dijk bu noktada, ilk iletişim devrimi ile ikinci iletişim devrimi arasındaki farklılığı da ortaya koymaktadır: “Yeni medya teknolojisi devrimseldir. Ancak yeni medya araçlarının toplum üzerindeki etkisi daha çok evrimseldir ve toplumdaki eğilimleri güçlendirmektedir”  (s. 38)

Kitapta, artık herkesin bildiği yeni medya ortamlarının özellikleri dört karakteristik şekilde tanımlanmaktadır: Hem bütünleşmiş (multimedya) hem de interaktif olan, teknik araçlar olarak da dijital kod ve hiper metin kullanan medya.

Van Dijk’a göre, yeni medya araçlarının en önemli özelliği güçlü ve yüksek depolama kapasitesine sahip olmasıdır. Günümüzde çoğu insanın sosyal medya platformlarında fotoğraf ve video paylaşımında bulunmasının nedeni de budur. Bu tür paylaşımlar sosyal ağlarda arşivlenmektedir. İletişim araçlarına herhangi bir zarar gelmesi durumunda bu tür paylaşımlar ağlarda depolanmaktadır. Çünkü hem arşivlenmesi hem de istenilen yerden ulaşılması kolaydır.

Yeni medyanın güçlü yönleri yanında (hız, geniş coğrafi erişim, depolama kapasitesi, kesinlik, seçicilik) zayıf yönlerine (tam interaktiflik, doğal uyartı zenginliği ve bunlar kullanılarak başarılacak görevlerin karmaşıklığı, özel hayatın gizliliğinin korunması) de yer veren Van Dijk, bu tavrıyla kitabında genel anlamda dengeli bir tutum sergilemektedir.

resource_sharing

Kitabın ikinci bölümü, Ağlar: Toplumun Sinir Sistemi  başlığıyla sunulmaktadır. Bu bölüm “ağ toplumu”, “enformasyon toplumu” ve “kitle toplumu” kavramlarına değinerek başlamaktadır. Van Dijk, toplumlardaki faaliyet ve süreçlerin değişen özüne enformasyon toplumuyla, toplumların değişen örgütlenme biçimleri ve altyapılarına ağ toplumuyla, toplumun her seviyesindeki örgütlenme biçimine kitle toplumuyla vurgu yaparak, bu kavramlar arasındaki temel farkların içeriksel, biçimsel ve örgütsel olduğuna dikkat çekmektedir.

Konuşmanın icadından beri tüm toplumların ağlar içerisinde örgütlendiğini belirterek “ağ toplumu”nun yeni bir kavram olmadığının altını çizen Van Dijk, bu ifadesiyle sosyal ağların insanlık kadar eski olduğuna vurgu yapmaktadır. Van Dijk, toplumların bugün kullandıkları dijital teknolojilerin evrimleri göz önüne alındığında insanoğlunun ilk teknolojisinin “dil” olduğunu bu ifadelerle anlatmaktadır.

Kitabında Van Dijk sık sık, kitabının da ismi olması nedeniyle, Manuel Castells’in “ağ toplumu” kavramına atıfta bulunmaktadır. “Ağ toplumu”, Manuel Castells’in, teknolojinin toplumsal alanlarda evrilmelere neden olduğunu anlatmak için kullandığı bir terimdir. Belki de içinde bulunduğumuz durumun en kısa ancak net ifadesidir ağ toplumu. Van Dijk ile Castells’in düşünceleri bu noktada kesişmektedir.

Kitapta, internetin insan hayatına getirdiği durumu “güçlü ve geniş bir hiper bağ” ile açıklayan Van Dijk, bireylerin, grupların ve örgütlerin sosyal ve medya ağları ile birbirine artan bir biçimde bağlandığını dile getirmektedir. Van Dijk’ın bu konuda yazdıkları, danah Boyd’un ağlaşmış / ağdaş kamu kavramını açıklar niteliktedir.

Van Dijk günümüzün dijital olarak yorumlanmasının temelini oluşturan web’in yedi kanununu da açıklamaktadır: Ağ eklemleme kanunu, ağların dışsallığı kanunu, ağ genişlemesi kanunu, küçük dünyalar kanunu, dikkatin sınırlılığı kanunu, ağlardaki güç kanunu, eğilimleri güçlendirme kanunu.

Yerel – küresel tartışmalarını ağ toplumu kavramı boyutunda açıklayan Van Dijk, bu terimin kapsamını hem yerel hem de küresel, bazen de küreyerel olduğu şeklinde anlatmaktadır. Van Dijk kitabında, günümüzün belki de kıymeti bilinmeyen en önemli değerine vurgu yapmaktadır: Yüz yüze iletişim. Ağ toplumunda pek çok açıdan en önemli iletişim türünün yüzyüze olduğunun altını çizen Van Dijk, dolayımlanmış iletişimin bunu tamamladığını belirtmektedir.

Kitabın Teknoloji başlığını taşıyan üçüncü bölümü, bilgisayar, internet ve dijital medyanın ilk karakteristik özellikleri olan mikro-elektronik, dijitalleşme, depolama-iletme, ağların katmanlı örgütlenmesi ve yeni bağlantılar gibi toplumun teknik temellerini atan bölümlerine değinerek başlamaktadır. Teknik özelliklerin zaman içerisinde değişime uğradığını kaydeden Van Dijk, bu güncel teknik eğilimlere de değinmektedir.

Van Dijk, bu eğilimlerden yöndeşmenin 30-40 yıldır yeni medyanın gelişimindeki en önemli değişim olduğunu ifade ederken, sürecin telekomünikasyonun dijitalleşmesi ile başladığını gözler önüne sermektedir.

Günümüzdeki teknolojik araçların gittikçe küçüldüğünü, her yere taşınabilen hale geldiğini kaydeden Van Dijk, bu özelliği minyatürleşme olarak tanımlamaktadır. Bilgisayarlar ilk defa hayatımıza girmeye başladığında kim derdi ki cebe girecek. Bilgisayar, internet ve daha birçok yeni medya uygulamalarının bir araya gelmesiyle ve en önemlisi de bunların minyatürleşerek her an her yerde taşınması, istenilen her türlü işlemin yapılabilmesini kolaylaştırmıştır. Bu eğilim aslında yeni değildir. Van Dijk, 1965 yılında Gordon Moore’un yayınladığı ve Moore Yasası olarak bilinen “her 18 ayda bir çiplerin hafıza ve bilgi işlem kapasitesi ikiye katlanmaktadır” kuralının halen geçerli olduğunu ifade etmektedir. Kitapta çipler temsili olarak kullanılmıştır. Yeni medya araçlarında bunun daha geniş örneği hemen hemen hergün yaşanmaktadır. Cep telefonlarındaki programlar (örneğin navigasyon, Facebook, Twitter ve daha pek çoğu)  devamlı güncellenmekte ve bizim de bunu telefonlarımızda gerçekleştirmemiz için uyarılar göndermektedir. Cep telefonlarının, ipad ya da bilgisayarların hafızaları da dolmakta ve bunun yükseltilmesi gerekmektedir. Bu güncellemeler de cihazların şarjlarını bitirmekte veya diğer sorunlara yol açabilmekte bunların neticesinde de yeni cihaz alımını zorunlu hale getirmektedir. Teknolojinin avantajları yanında elbette dezavantajları da olmaktadır. Sürekli güncellemeler de avantaj gibi görünmekle birlikte aslında cihaz ömürleri açısından dezavantaj ancak kapitalizmin devamı açısından avantajdır.

Van Dijk, teknolojik araçların güncel eğilimlerini saymaya gömülü teknoloji özelliği ile devam etmektedir. Çip olarak tanımlanan mikro beyinlerin sadece bilgisayar ve elektronik cihazların parçası olarak bilindiğini; ancak bunların akıllı evlerin, çeşitli saat ve arabaların, evlerin vb. yeni medya aracı olarak tanımlanan bütün herşeyin temeli olduğunun altını çizmektedir.

Dijital medyanın diğer bir güncel eğilimi mobil ve kablosuz teknoloji olarak niteleyen Van Dijk, bu teknolojinin ağ toplumunu dünyadaki en uzak yerlere ve en derin deliklere doğru yayacağı iddiasını taşımaktadır. Nitekim Marshall McLuhan’ın “global köy” kavramı da bunun zaman içinde gerçekleştiğini ve daha da gelişeceğini göstermektedir.

Geniş bant teknolojisinin dijital medyanın diğer bir güncel eğilimi olduğunu aktaran Van Dijk, geniş bantın her zaman açık olma özelliği nedeniyle insanların artık bağlantı süresinin maliyetleriyle ilgili endişelerin ortadan kalktığını vurgulamaktadır. İnternet ortaya çıktığı ilk zamanlarda bağlantı süresi uzadıkça maliyet insanlara pahalıya patlamaktaydı. İnsanlar dakika hesabıyla internete korkarak girmekte iken geniş bant sayesinde artık sınırsız bir şekilde ve maliyeti düşük olarak internet kullanabilmektedir. Hatta çoğu kamusal ve özel alanlarda wi-fi sayesinde ücretsiz olarak internet kullanılabilmektedir.

Kitapta dijital ortamların son güncel eğilimi ise bulut bilişim olarak ortaya konmaktadır. Van Dijk, bilgi işlemi, kullanılan yazılım ve depolanan tüm verileri içeren merkezi sunucunun bulutlarında merkezileştiğinin altını çizerek, bunun avantaj ve dezavantajlarına değinmektedir. Bulut bilişimin avantjını bağımsız çalışan bilgisayarların kapasitelerinin çok küçük bir kısmını kullanmaları nedeniyle bilgi işlem gücünün etkin kullanılması, enerji tasarrufu sağlaması, verilerin güvenli ve profesyonel şekilde depolanması ve özellikle kullanıcıların çokça yakındığı güncellemelerin kişilerin haberi olmadan, onları rahatsız etmeden eklemlenebilmesi olarak sıralamaktadır Van Dijk. Dezavantaj olarak da şirketler ve bireysel kullanıcıların verilerinin kontrolünü kısmen kaybetmesi olarak değerlendiren Van Dijk, bulut bilişimin internetin özgür iletişim aracı olup olamayacağına karar verecek önemli bir eğilim olduğu iddiasındadır.

Kitabın Ekonomi başlığındaki dördüncü bölümü, kitle iletişimini ortaya çıkaran iletişim devriminin tarihsel arka planını sunarak başlamaktadır. Bu bölümde yeni medya ortamlarının şirketler boyutunda neler sağladığını ortaya koyan Van Dijk, web 2.0’ın gelişmesiyle birlikte, her alanda olduğu gibi, çalışma koşullarında da birtakım değişiklikler yaşandığını, bu durumun esnek çalışma koşulları ve yeni iş yapma modellerini ortaya çıkardığını vurgulamaktadır. Şirketler arası ve şirketler içindeki ağ yapılarının da incelendiği kitapta, birinci ve ikinci iletişim devriminin inovasyonları, yeni etkinleştirilmiş yani “kağıtsız ofisler” ve bu duruma geçiş süreci yine bölümde ele alınan konular arasındadır.

Van Dijk, kitabının bu bölümünde telefon, yayıncılık ve internet gibi her seviyedeki kamusal ağ üreticilerinin sistematik analizini sunmaktadır. Kitapta ayrıca yeni medya ortamlarının patronları olarak tanımlanan Microsoft, Apple, Google, Facebook, Twitter ve diğer sosyal medya şirketleri ele alınmaktadır. Google’ın interneti enformasyon aracı haline getirdiğini, Facebook’un interneti sosyal araca dönüştürdüğünü, Apple’ın ise hepsini bir araya getirerek iletişim, eğlence ve popüler uygulamaları yeni medya araçları için taşınabilir yaptığını, Microsoft’un da interneti çevrimiçi günlük, iş, ofis ve ev uygulamaları serisi olarak farklı boyutta ele aldığını ifade eden Van Dijk, böylelikle bu küresel şirketlerin farklı işlevleri yerine getirdiğini, değişik platformlarda faaliyetlerini sürdürdüklerini yazmaktadır.

Politika ve Güç başlıklı beşinci bölümde, anlaşılacağı üzere iktidar mücadelelerinde ağlara sahip olmanın ve ağları kullanabilmenin önemine vurgu yapılmaktadır. Bu bölümdeki anahtar kavram “güç”tür. Bunun dışında bölümde ağlarda arıza, siber savaşlar, siber suç ve bilgisayar korsanlığı gibi durumlar açıklanmaktadır. Politik sistemlerin artık bir ağ yapısına büründüğünden hareketle yazılan bölümde, internetin demokrasinin popüler aracı olup olmadığı tartışılmaktadır.

Kamusal anlamdaki güçten bireysel güce geçiş yapan Van Dijk, önemli bir noktaya dikkat çekmektedir: “İnsanlar ağlara bağımlı duruma geldiğinde güçlerini kaybedebileceğini genelde unutur”. Artık herşey teknolojinin elindedir. Bu duruma insanlar da rıza göstermektedirler. İşte bu bölümde Van Dijk, insanların teknolojiye gönüllü teslimiyetlerine değinmektedir.

Van Dijk Facebook ve Twitter’ı (diğer sosyal ağlar gibi) kullanıcı türevli içeriğe sahip olması nedeniyle devrim olarak nitelendirmektedir. Bu tür ağların kullanıcıları özgürleştirdiğini belirten Van Dijk, bu kez Castells’in kişilerarası ve kitle iletişimi arasında yeni bir iletişim türü olarak kavramsallaştırılan “kitlesel öz iletişim”ine atıfta bulunmaktadır.

Ağlar sayesinde veri madenciliği gibi çeşitli yöntemlerle kişilerin gözetlenmesine imkan sağlandığı konusunu da hatırlatan Van Dijk, bu görüşüyle Jeremy Bentham’ın “panoptikon”unun günümüz şartlarıyla nasıl ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Göz bebeği taramaları, sokaktaki kameralar, parmak izleri, kimlik numaralarıyla yapılan işlemler kayıt altına alınmakta ve depolanmaktadır. Bu nedenle kişiler sürekli gözetlenmektedir.

Bölümün sonunda Van Dijk, ağlardaki hukuksal ve etik sorunlara karşı koruyucu önlemleri de sıralamaktadır. Aslında herkesin bildiği, ilgili alanlarda sürekli tekrarlanan bu önlemler içinde en önemlisi bireysel kontroldür. İnsanlar paylaşımlarının hiçbir zaman sadece kendi profillerinde değil, dünyanın diğer ucundaki kullanıcıların da görebileceğini, ağlarda yapılan paylaşımların fiziken silinebildiği; ancak bir gün bir yerde onunla karşılaşılabileceğinin bilincinde olursa en önemli adım atılmış olacaktır.

Hukuk başlığını taşıyan altıncı bölüm boyunca “interneti kim yönetiyor?” sorusuna cevap aranmaktadır. Bir önceki bölüm, beşinci bölümle, paralellik gösteren bu bölüm, internet hakkındaki en önemli mevzuatları incelemektedir. Bu mevzuatlar hemen herkes tarafından bilinir, sosyal ve iletişim bilimciler tarafından da hep dile getirilir: Enformasyon ve iletişim özgürlüğü, fikri mülkiyet hakları, özel hayatın gizliliği hakları.

Van Dijk, önemli bir konunun daha altını çizerek, cesur bir şekilde her zaman hukuk ve adaletin yeni teknolojilerden geri kaldığını ifade etmektedir. Van Dijk bu durumun sebebini, mevzuat uygulanmadan önce yeni teknolojilerin toplumda yer edinmesi ve uygulamalarının görülmesi gerektiğine bağlamaktadır.

Van Dijk, hukuki açıdan gizliliğin korunmasıyla ilgili yasal çerçeveleri Avrupa ve Amerikan mevzuatlarından örneklerle açıklayarak, bunun yanında teknik ve öz düzenleme önerilerini de sunmaktadır.

Bu bölümü Van Dijk, ağ teknolojisinin suiistimal edilmesine karşı koruma sağlaması gereken kanunun, bu teknolojinin kendisi tarafından zayıflatıldığını iddia ederek, teknolojinin büyük çoğunluğunun hükümetlerin kontrolü dışında olduğunu, ağların sınırlar ötesi olduğunu ve gitgide karmaşık hale geldiğinin altını çizerek bitirmektedir.

Sosyal Yapı başlıklı yedinci bölüm kitabın temel savının ne olduğu açıklamaktadır. Buna göre, kitap, toplumsal altyapının iletişim ağlarının etkisiyle değiştiği veya bunun tersi olarak toplumun değişen sosyal altyapısının iletişim teknolojisini değiştirdiği iddiasındadır. Van Dijk kitabının bu bölümünde belirgin bir biçimde bu karşılıklı durumun birbirini şekillendirdiğini ortaya koymaktadır.

Günümüzün yeni medya ortamları açısından bilinen durumunu, yani toplumun temel altyapısının uzam ve zaman boyutundan oluştuğunu tekrarlayan Van Dijk, hayatın bulanıklaşan alanlarına ağ toplumunun yapısının damga vurduğunu kaydetmektedir.

Öte yandan dijital eşitsizliğe de değinen Van Dijk, ağların bilgi ve enformasyonu yaydıkları için eşitsizliği azaltabilecekleri görüşünün pratikte tam tersi olduğunun altını çizmektedir. Ağ toplumunun istikrarsız olduğunu vurgulayan Van Dijk, bunun nelere yol açtığını tartışarak bölümü sonlandırmaktadır.

Kitabın Kültür başlığını taşıyan  sekizinci bölümü dijital kültürle başlamaktadır. Dijital kültürün özellikleri olarak önceden programlama ve yaratıcılık, parçalanma, yeniden birleştirme, kullanıcı üretimi, hızlanma, görselleştirme ve nicelleşmeyi sayan Van Dijk, yeni medya ile birlikte veri ve enformasyon niceliğinde adeta patlama yaşandığı vurgusunu yapmaktadır.

Yazılı medyanın gözle görülür bir biçimde gerilediği iddiasını taşıyan kitap, bu sürecin doğal olduğunu vurgulamaktadır. Son dönemlerde bu konudaki tartışmaları kitabında gündeme getiren Van Dijk, geleneksel kitle iletişim araçlarının yerini yeni medyanın kısmen ve kademeli olarak aldığını söylemenin daha doğru olduğunu aktarmaktadır.

Van Dijk, bölümün sonunda enformasyon bolluğunun hayat kalitemizi yükseltmek yerine stres, kafa karışıklığı ve hatta cehalet üretmeye başladığının altını çizmektedir. Bu konuda Jonathan Crary’nin 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu kitabında yazdıklarını destekler niteliktedir. Crary, adı geçen kitabında teknolojinin insan hayatında yol açtığı psikolojik değişimleri farklı bir boyutta, kapitalizm boyutunda, ele almaktadır. Enformasyon akışının insanları, herşeyin dijital ortamda gerçekleşmesi nedeniyle, gece gündüz bilgisayara mahkum ettiğini vurgulayan Crary, bu durumun artık insanlarda strese ve çeşitli hastalıklara yol açtığını ifade etmektedir.

Hakan Bıçakcı’nın Doğa Tarihi adlı kitabı da Van Dijk’ın bu bölümde sunmuş olduğu  görüşleriyle paralellik göstermekte olup insanların dijital teknolojiye olan bağımlılıklarının ve teknolojinin yerinde kullanılmamasının nelere yol açabileceğinin ortaya konması açısından önemlidir.

Kitabın Psikoloji başlıklı dokuzuncu bölümü, yeni medya kullanımı nedeniyle insanların algıları, bilişleri sosyal ilişkileri ve kişiliklerindeki değişiklikler hakkındadır. İnsanlar ve bilgisayarların veri işleme arasındaki farklarının ortaya konduğu bölümde, insan tecrübelerinin de şekil değiştirdiği, artık deneyimleyerek öğrenmenin yerine sembol sistemler ve görsel modellerle öğrenmenin geçtiği anlatılmaktadır.

Bu bölümde insan psikolojisiyle birlikte eğitim başlığı da konu içinde yer almaktadır. Özellikle interaktif eğitim ve öğrenmeye değinilen bölümde, yakın gelecekte öğretmenlerin evlerinden yayın yaparak eğitim vereceklerine bu da eğitim sisteminin tamamen dönüşmesine neden olacağına yer verilmektedir.

Kitapta çevrimiçi ve çevrimdışı hayatların birbirine karıştığını bunun riskleri olabileceği gibi avantajlarının da olduğu kaydedilmektedir. Çevrimiçi ve çevrimdışı hayatlarımız farklı benliklerin ortaya konduğu mecralardır. Bruce Hood’un Benlik Yanılsaması kitabı çevrimiçi ve çevrimdışı benliklerin oluşumunda yeni medya mecralarının etkisi, bu benliklerin sosyal ağlara nasıl yansıdığını ortaya koymakta ve Van Dijk’ın bu bölümdeki düşüncelerini daha detaylı şekilde sunmaktadır.

Kitapta, teknolojinin giderek insan biçimini aldığı yargısı öne sürülmekte ve bu bölümde, “Sayborglara mı dönüşüyoruz?” başlığıyla yapay zeka çalışmalarına atıfta bulunulmaktadır. Van Dijk, teknolojik araçların giderek insanların suni uzuvları haline dönüştüğünü, bu uzuvların da zamanla bir çip şeklinde insan beynine yerleştirilebileceği konusuna dikkat çekmektedir. Günümüzde yapay zekayla ilgili çeşitli çalışmalar yapılmakta olup Van Dijk’ın değindiği konunun yakın bir gelecekte gerçekleşmesinin mümkün olabileceği herkesin malumudur.

Sonuçlar ve Politika Perspektifleri başlıklı onuncu bölüm kitabın son bölümü olup aynı zamanda kitapta değinilen konuların derlendiği bir bölümdür. Kitaba ait en önemli çıkarımlar bu bölümde sunulmuştur.

Bölüm, ağ toplumu için genel bir politika perspektifi içermektedir. On bir enformasyon toplumu modelinin ortaya konduğu bu bölümde Kuzey Amerika, Avrupa, Doğu Asya ve Üçüncü Dünyadan örnekler verilmektedir.

Kitabın son satırları, yeni medya alanında çalışan akademisyenlerin pek çoğunun ortak düşüncesini dile getirmektedir: “En iyi strateji, akıllı makinelerin ve insanların sahip oldukları güçlü varlıklarını verimli biçimde birleştirmektir.”

Jan Van Dijk’ın kaleme aldığı bu kitap, yeni medya alanında kapsamlı bir kaynak olma niteliği taşımaktadır. Ayrıca yeni medya ortamlarının disiplinlerarasılığını ortaya koyması açısından Ağ Toplumu önem arz etmektedir.

Okuyucuların aklında ilk kalan, yeni medya ortamlarının, artık yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldiğidir. Bu, herkesin bildiği bir konu. Ancak bununla birlikte teknolojinin  determinizmine kapılmadan bu araçların dengeli biçimde kullanılması yaşamımızı kolaylaştırmakta ve onun esiri olmaktan kurtarmaktadır.

Yazı ve matbaa, sonrasında da bilgisayar gibi toplumsal yaşamın ve teknolojinin dönüm noktaları olan gelişmeler yeni medya ortamlarını hazırlamıştır. Birden bire ortaya çıkan hiçbir teknoloji olmamıştır. Önce zemini hazırlanmış, sonrasında da toplum yavaş yavaş bu yeniliğe ayak uydurmuştur. Bu durum kimi araçta kısa kimi araçta uzun sürmüştür. Ancak en kısa süren yeni medya araçlarıdır. Van Dijk da, kitabında bu durumların olağan olduğuna değinmekte ve gelecek dönemlerde bizleri hangi yeniliklerin beklediğine dair sinyaller vermektedir.

 Jan A.G.M Van Dijk Hakkında Bilgi (Kitabın içeriğinden)

Jan A.G.M. van Dijk, yeni medya çalışmaları alanında uluslararası alanda tanınmış iletişim bilimci ve sosyologdur. Hollanda Twente Üniversitesi’nde profesör olan Van Dijk, Enformasyon Toplumu Sosyolojisi üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Van Dijk aynı zamanda Medya, İletişim ve Örgütlenme Depertmanı ve e-Hükümet Çalışmaları Merkezi’nin başkanıdır. Yazar, Nijmege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde doktora yapmış ve 1980-2000 yılları arasında Utrecht Üniversitesinde çalışmıştır. Van Dijk, Avrupa Komisyonu ve Hollanda’da pek çok bakanlık, hükümet kurumları ve belediyeler için danışmanlık da yapmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum bırakın