İnternet, sansür ve sosyal medya üzerine Türkiye’de internet denilince akla gelen başlıca isimlerden birisi olan Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Özgür Uçkan ile görüşmeden:
İnternete yönelik sansürün filtre meselesiyle sınırlı olmadığını ifade eden Uçkan, sansürün bir devlet refleksi olduğunu ve şu anda 16-17 bini aşkın sitenin zaten yasaklı olduğunu belirtti. Uçkan, İnternette sansüre karşı verilen mücadelenin yüzlerce yıldır devam eden özgürlük mücadelesinin bir devamı olduğunun da altını çizdi. Hükümetin ve BTK’nın (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) 22 Ağustos’ta yürürlüğe girecek olan “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” yönetmeliği kamuoyunda ve sosyal medya dünyasında haklı olarak “İnternete Sansür”, “İnternetin Ölümü” olarak algılandı ve büyük bir tepki dalgasına sebep oldu. Her ne kadar hükümet çevreleri ve yandaş medya meselenin sansür meselesi olmadığı ve yapılmak istenenin “güvenli internet” ortamı sağlamak için tedbirler almak olduğun iddia etmiş olsa da geniş bir kamuoyu bu açıklamalara itibar etmeyerek 15 Mayıs’ta on binler halinde sokaklara çıktı. Facebook üzerinden örgütlenmesine ve örgütlü çevrelerin kayda değer bir katkısı olmamasına rağmen özellikle İstanbul’da 50.000’in üzerinde insanın sokaklara çıkması meselenin çok daha yoğun bir tartışma konusu olmasını sağladı. Sansürün daha da sistematik hale gelmesi olarak nitelendirilen 22 Ağustos tarihine kadar eylemlerin artarak devam edeceğini vurgulayan İnternette sansür karşıtı aktivistlerden Özgür Uçkan’la “İnternet, sansür ve sosyal medya” üzerine bir söyleşiyi EMEK.NET gerçekleştirdi.
Güncel olandan başlayalım isterseniz. BTK 22 Ağustos’ta yürürlüğe sokacağı düzenlemeyle İnternet bağlantısını filtreler üzerinden düzenleme kararı aldı ve bu karar “İnternet Sansürü” veya “İnternetin Ölümü” gibi sloganlarla büyük tepki çekti ve 15 Mayıs’ta çağrı yapanların beklentilerini çok çok aşan bir kitlenin sokaklara çıkmasıyla sonuçlandı. İnsanlar neye karşı sokağa çıktılar, bu sürecin hikâyesi nedir?
İnternet sansürü zaten eskiden beri olan bir uygulama. Şu andaki resmi olmayan rakamlara bakılırsa sansürlü site sayısı 16-17 bini geçti. Geçen sene de temmuz ayında özgür internet için bir eylem yapmıştık. Ancak hükümetin son adımları; filtre ve alan adlarında yasaklı sözcükler listesi meselesi insanlar tarafından haklı olarak internete yönelik sansürün ağırlaşması olarak algılandı. Bir kısım medya diyelim, olayı sadece filtre meselesi olarak ele alıyor ve buna indirgemeye çalışıyor. Ama mesele sadece filtre meselesi değil, insanlar genel olarak internette sansüre karşı yürüdüler. Filtre ve alan adları meselesi bunun bir parçası sadece. Sistematik olarak sansür genişletiliyor. Filtre üzerinden ele alırsak, tamamen keyfi olarak oluşturulan kara listelerle bir milyondan fazla sitenin engellenmesi söz konusu. Kim veya kimler, hangi hukuka ve yetkiye dayanarak böylesi listeler hazırlıyor. Bu gelişmeler, zihinsel olarak, kafa yapısı olarak tamamen sansürcü bir noktaya doğru gittiğimizin göstergesiydi ve insanlar buna tepki gösterdiler. Bu kadar geniş katılımlı bir yürüyüş olmasının sebebi buydu.
“İSTANBUL’DA YAPILAN İNTERNET TARİHİNİN EN KİTLESEL SOKAK EYLEMİYDİ” Yürüyüşün bir özelliği internetin görece kısa olan tarihinde dünyada gerçekleşmiş olan en kitlesel sokak eylemi olmasıydı. Bu da tabi bayağı ürküttü bir takım çevreleri. O yüzden sistematik olarak bir dezenformasyon kampanyası yürütülüyor şu anda. Bunun en komiği şu ki “Filtre satan şirketlerin lobisi varmış da biz de o lobilerin adamları olarak insanları örgütlüyormuşuz.” Talat Atilla diye garip bir STK’nın başkanı olan birisinden çıkmış bu ve tabi BTK’da hemen bunun üzerine atlamış ve durmadan basına bunu servis etti. Haliyle STV, Kanal 7, Zaman, TGRT gibi TV ve gazeteler hemen atladılar ve haberlerini yaptılar ama daha sonra ellerinde patladı bu balon. CNN, Talat Atilla’yı biraz sıkıştırınca hemen çark etti ve “Yok ben öyle demek istemedim, tabiî ki kanıt falan yok” demek durumunda kalmış. Zaten internet filtresi şirketlerinin Türkiye’deki pazarı o kadar küçük kü, bunun üzerinden lobi örgütlenmesi absürd birşey olur. Tabi yapılan propaganda sadece bunlarla sınırlı değil, özellikle “Bunlar pornocu, bunlar ahlaksız” gibi söylemleri çok kullanıyorlar.
“Pornoma dokunma” gibi bir iki pankart vardı, sanırım bunu öne çıkartıyorlar?
Tabi ki “Pornoma dokunma” gibi bir iki pankart vardı ama onlar daha çok ironik çıkışlardı. Dışarıdan da bu meseleyi dalga geçmek için üretilmiş ironik bir söylem olarak öne çıkartanlar var. Mesela bu temelde Kağan Sezyum meselenin üzerine gitmiştir. Ancak o eylemde açılan yüzlerce pankart içinde sadece bunu görmek ve bunu öne çıkarmak iyi niyetle açıklanabilir bir durum değil. Sonuçta böyle bir eylem yapıldı ve bunun arkası gelecek. Eğer geri adım atmazlarsa ki geri adım atacaklarına dair bir takım işaretler var, bu sürecin devamı gelecek. Ancak ben stratejik olarak bu geri adımların mehter adımları olduğunu düşünüyorum. İki adım ileri bir adım geri atıyorlar ve sonuçta bir adım kazançlı çıkıyorlar. Bundan sonra çıkarsın ve demokratik hakkını kullanıp “Hayır” dersin, “Haddini bil” dersin, benim en çok inandığım olay budur. Bunu yeterince güçlü yaparsan geri adım atmak zorunda kalırlar, bu oturulup anlaşılacak bir şey değildir, ancak güçler arasında anlaşma olabilir. Ben bu anlamda hiç oturalım konuyu salimen ele alalım, derdimizi anlatalım söylemine inanmıyorum. Yeterince anlattık, biliyorlar ve bizde onların derdini biliyoruz.
Derdimizi biliyorlar, yeterince anlattık diyorsunuz. Bu süreci biraz özetleyebilirmisiniz? Çünkü sizi bir yandan da diyaloga kapalı olmakla ve diyalog kanallarını zorlamadan hemen sokağa çıkmakla suçluyorlar.
Yeni değil, on yıldır görüşmeler yapılıyor. AKP iktidarından önce bu görüşmeler yapılmaya başlandı. Ancak çok ilgilenmiyorlardır. Ne zamanki internet kullanım oranı belli bir seviyenin üzerine çıktı, o zaman uyandılar, konu devletin ilgisini çekti.
İNTERNET KULLANIMI YAYGINLAŞINCA DEVLET UYANDI
İlk internet düzenlemesi DSP-ANAP-MHP hükümeti döneminde, 2000-2001 yılında RTÜK kanunuyla geldi. Yani konu AKP konusu değil sadece, bu tam bir devlet refleksi, Türkiye’de zaten sansür her zaman devlet refleksi olmuştur. Bu Abdülhamit’e kadar, hatta daha öncesine kadar giden bir kafa yapısıdır. Ama biz onlara artık diyoruz ki, “Bitti, değişti, artık koşullar öyle değil. Ya o kafa yapısını değiştirirsin ya da iktidardan gidersin”. Bu kadar basit. Dolayısıyla ilk görüşmeler o zaman yapıldı ki bayağı üst düzeyde görüşmelerdi bunlar. Başbakan’ından Ulaştırma Bakanına kadar görüşmeler yapıldı, bu görüşmelerde bize “Haklısınız” diyorlardı.
Kim yapıyordu görüşmeleri?
Ben de vardım, o dönemde Türkiye Bilişim Derneği, Türkiye Bilişim Vakfı etkindi. İnternet Teknolojileri Derneğinden (İnet-Der) Mustafa Akgül vardı ekipte. Biz o zaman “İnternet ve Hukuk Platformu”nu kurduk. Bu platformda hukukçular vardı ve internetin demokratik bir temelde gelişmesi için bir takım önemli belgeler ürettik, birçok belge çevirdik, ciddi bir yayın faaliyetimiz oldu. Yaman Akdeniz de vardı aramızda, kırmızı kitap yayınladık. İki tane bilişim şurası yapıldı. Bu şuraların hepsinin hukuk raporları var ve bu raporların hepsini alıp altına rahatlıkla imza atabilirim. Bilişim şurası dediğimiz devletin topladığı bir şuraydı. Biz öyle kendi kendimize toplanıp, konuşuyor falan değiliz yani. Bunların altına devlet de imza atıyor.
Şura’lar AKP öncesinde yapıldı sanırım?
Evet, iki şura da AKP öncesinde yapıldı. Sonra AKP döneminde iktisat kongresi toplandı. İktisat Kongresinde bilgi toplumuna dönüşüm grubunun başkanı bendim ve orada da bunlar çok net açıklandı. Üstelik Erdoğan’da bunu sonuç bildirgesi olarak çıktı okudu. Bu sonuç metninde bir paragrafta internetin hangi ilkeler çerçevesinde gelişmesi gerektiği anlatılıyordu. Bütün bunlar yaşandı. RTÜK kanunu ilk AKP öncesinde denendi ama olmadı, yürümedi tabi. Orada İnternet’e basın muamelesi yapıyorlardı. İnternetle ilgili yayınlanan her şeyin iki kopyasını götürüp çıktı haliyle basın savcısına verme şartı getirdiler. Basın savcısını tanıyordum, “Bunlar delirmiş” diyordu, “Ne yapacaklar, ben internette her gün yayınlanan şeylerin iki kopyasını ne yaparım, nereye depolarım” diyordu. Bırak kim okuyacak, basılı, imzalı, mühürlü olacaktı. Kafa buydu iste, internet nere bu kafa nere? Sonra AKP ilk dönemlerinde fazla düzenleme yapmadı. Bu ikili bir konu aslında. Hükümetin bir görevi var, bir yandan bilgi toplumunu ilerletecek, bilginin önündeki engelleri kaldıracak, ekonominin entegrasyonunu sağlayacak, yeni teknolojilerin iktisadının ilerlemesini sağlayacak. Bunun e-dönüşüm Türkiye diye bir icra kurulu kuruldu, 2004’de başlandı, yani 2005 de faal hale geldi, hala var ama kadük oldu, unutuldu gitti. Biz STK’lar olarak katılımcısıydık, ama karar alma yetkimiz yoktu, o da komedi tabi. Gözlemci statüsünde katılıp görüşlerini iletebiliyorsun, fakat karar alırken bunlar kendi aralarında imzalaşıyor. Bunu çok eleştirdik ama orası en azından bir platformdu, “şöyle olmaz, böyle olursa şöyle olur” falan diyebiliyorduk. O tarihlerde Genelkurmayın bir bilgi güvenliği tasarısı vardı. Felaket bir tasarıydı. Bütün bilgi bana ait, sende vatandaşsın sende bana aitsin, istediğimi izler, istediğimi dinlerim anlayışıyla hazırlanmıştı. O dönemde yabancı şirketleri kışkırttık, öne sürdük, onlar çıkıp, “Bu kanun çıkarsa tası tarağı toplayıp gideriz, bilgilerimizi ancak mahkeme kararıyla alabilirsiniz” diye tutum alınca, kanun çöpe atıldı. Böyle kazanımlar da oldu.
DIŞARDAN BAKAN BİRİ TÜRKİYE’Yİ ÇOCUK PORNOSU CENNETİ ZANNEDERDİ
İşler yavaş yavaş ilerlerken, ADSL patladı, bir anda internet nüfusu patladı. O tarihte isler değişmeye başladı, ilginç basın operasyonlarıyla karşılaşıldı. Dışarıdan bakan biri Türkiye’yi çocuk pornosu cenneti zannederdi, sanki herkes çocuk pornosuyla uğraşıyordu. Bir sürü insanı tutukladılar, teşhir ettiler, tutukladıklarının hepsi serbest kaldı sonra.
Hatta sosyalist basına yönelik kimi operasyonlarda dahi böylesi komplolar kurmaya çalıştılar.
Çok klasik bir şeydir bu. Birini karalamak istiyorsan yaparsın bunları. Böyle bir hava estirdiler. Onun hemen öncesinde satanizm hikâyesi çıktı. Yok, kedi kesiyorlar, yok bilmem ne yapıyorlar. Bunların hepsi internet yüzünden dediler. İnterneti kötüleme kampanyası başladı. “Bomba imalinden, terörizme, satanizmden, çocuk pornografisine kadar internet bütün bunların yuvası, korkunç bir yer olarak yansıtıldı, bu amaçla müthiş bir medya operasyonu yapıldı. Bu kampanya öyle yandaş medya tarafından, bir kısım medya tarafından yapılmadı sadece, Doğan Medya basta olmak üzere, hepsi gayet büyük bir sevkle bunun üzerine atladı.
Bu kampanya bilinçli miydi sizce?
Evet hem gayet bilinçliydi hem de çok akıllıcaydı.
Toplumun İnternet’e karşı baştan bir mesafe koymasını sağlamayı hedefliyorlardı sanırım?
Evet kesinlikle. Ben o yüzden 5651 sayılı sansür yasasını sadece AKP’ye mal etmiyorum. Buna hepsi destek verdi, bütün siyasiler. O zaman siyasi hakaret meselesi falan çok konuşuluyordu, siyasiler kendilerine yönelik eleştirileri hakaret kabul ettiği için bunların yasaklanmasına yönelik girişimler hep oldu ve bunların çoğu da hep CHP’den geldi onu söyleyeyim. Çocuk pornosu meselesiyle ilgili oturduk tamam dedik, “Dünyanın her yanında çocuk pornosuyla ilgili yasalar var ama bizde yok” dedik ve bir yasa taslağı hazırlayıp sunduk, Adalet Bakanlığıyla komisyon kuruldu, bende o komisyonun üyesiydim. Komisyonda çalışırken Adalet Bakanlığı komisyonu çiğneyerek, önümüze bir taslak attı. Biz tabi “olmaz” dedik. Bütün bunlar yok sayıldı ve Ulaştırma Bakanlığı birden pat diye bir taslak çıkardı, yani bu 5651’i koydu önümüze. O taslak apar topar başbakanın da ittirmeleriyle geçti. 2007’de çıktı bu kanun, 2006’nin sonuna doğru, biz 2006’nin ikinci yarısında bütün bunlarla uğraşırken, hatta biz çocuk pornografisinin yani sıra nefret suçlarını da sokmaya çalışırken yasa bunları dikkate almaksızın çıkartıldı. Çocuk pornosu falan bahaneydi.
ÇOCUK PORNOSU BAHANE!
Dünyada engellenmesi gereken iki tane içerik vardır. Kimsenin itiraz etmediği ve sansür sayılmayacak. Bunlardan bir tanesi çocuk pornografisidir, çocuk istismarı çok net, hayvan istismarını da buna koyabilirsiniz. Öteki de nefret suçudur, ırkçılıktır, şiddete övgüdür, işin o tarafı biraz karışıktır gerçi. Biz bunlarla uğraşırken kanunu gündeme aldılar, hem de tam bir onayla, hatta kendi meclis komisyonlarında CHP falan bu yasanın içeriğini genişletti, Atatürk meselesi CHP’nin soktuğu bir iştir oraya. Atatürk’e karsı işlenen suçlar, AKP’nin değil CHP’nin soktuğu düzenlemedir. Onlar hatta devletin bölünmez bütünlüğüne sövmeyi falan da sokmaya çalışıyorlardı. Büyük bir şevkle bütün partiler 2007’nin başında bu yasayı apar topar oylayıp çıkardılar. Cumhurbaşkanı o sırada Sezer’di. Biz Sezer’i o sırada bayağı bir övüyorduk, çünkü RTÜK yasa taslağını 2001’de veto eden Sezer’di. O tarihte hukukçuydu. O tarihte de Cumhurbaşkanı olmuştu, onayladı ve yasa geçti. İnternet tarihinde bilinen en berbat yasalardan biridir bu katalog suçlar hikâyesi.
20.000’E YAKIN SİTE BU KANUNLA YASAKLANDI…
O tarihten itibaren kafalarına göre uygulamaya başladılar. Onun sonunda şu anda işte 17.000-20.000 site yasaklı. Gerçek rakamı da açıklamıyorlar, saydamlıkta yok bu konuda. 20.000’e kadar site o kanunla yasaklanmıştır ve bunlar devam ediyor. Bütün bu BTK ve TİB falan öyle kuruldu. BTK eskiden telekomünikasyon kurumuydu ve işi bambaşkaydı. Telekomünikasyon sektöründeki serbestleşmeyi sağlamak ve adil rekabet koşullarını tesis etmekle ilgiliydi. Binali Yıldırım bütün o konularda beceriksiz oldu, fiili tekel var hala biliyorsunuz, T.Telekom hala tekel. Bu alanda yaptığı hiçbir şey başarılı olmadı. Şu anda fiili tekel yasıyoruz. Dolayısıyla o kurumun o işlevlerini soydu ve internet-bilgi teknolojileri, bu alandaki bakanlığa bağlı, bağımsız olmaktan çıkmış bir kurum haline getirdi.
“CHP’NİN ÇIKIP AKP’YE SANSÜRCÜ DEMESİNİ İKİ YÜZLÜ BULUYORUM” .
Onun içerisinde Telekomünikasyon İletişim Başkanlığını kurdu, ona da ben “Muzır Kurulu” diyorum, bir tür sansür kurulu, sansür aparatı. O aparat bu kanunla kuruldu. O tarihte internet kurulu diye ne işe yaradığı belirsiz bir kurul kuruldu. TBD, TBV gibi kurumlar vardı. Bu da STK’lara soruyoruz demek için imaj operasyonuydu. TÜSİAD Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği, bu tip dernekler içinde. Biz o tarihte internet kurulundan çıktık. Reddettik içinde yer almayı, “sizin imaj operasyonunuza malzeme olmayız” dedik. Zaten işlerde o tarihten itibaren sertleşmeye başladı. İşte Youtube yasaklandı, bir sürü yasaklama oldu. Buna karşı kendi başına çeşitli inisiyatifler çıktı. Sansürsüz İnternet talebi üzerinden kuruldular ve çok da başarılı oldular. Özellikle uluslararası camianın olaya uyanmasını sağlayan başarılı işlere imza attılar. İnsanlar kendi bloglarını kapattılar mesela, “bu blog kendi isteğiyle erişimini engellemiştir”, nedeni de şudur falan diye. Bir sürü küçük video ortalığa dağıldı. O tarihten itibaren uluslararası toplumun da tepkisi yoğunlaşmaya başladı. Yine Avrupa Konseyi ilk raporlarını açıkladı ve bugünkü duruma geldik. Şimdi çıkıp herhangi bir siyasi partinin özellikle CHP’nin “bunlar sansürcü” demesini ikiyüzlü buluyorum, çünkü o tarihte yaptıklarını gayet iyi biliyorum. Hepsi de meclis tutanaklarında kayıtlı, o yüzden boşuna konuşmasınlar. Şunu diyebilirler: “Hata yaptık, iktidara gelirsek daha demokratik bir yasa yapmaya söz veriyoruz” diyebilirler.
‘Eski CHP’, ‘Yeni CHP’ ayrımı yapılıyor, Kemal Kılıçdaroğlu mesela Baykal döneminin pek çok icraatına sahip çıkmıyor…
Ben faaliyete bakarım. Gelir bu yasanın düzeltilmesi için çaba sarf eder ve bunu başarırsa o zaman saygı duyarım. Güven vermiyor bu konuda bana. Böylece internet sansürünü kısa tarihini anlatmış olduk. TİB ve BTK gibi kurumlarda, filtre, alan adı yasakları gibi sansür uygulamaları da 5651 No’lu yasayla hayata geçtiği için o yasayı kaldırdığın anda mesele çözülür.
Burada anlaşıldığı kadarıyla mesele filtre meselesinin çok ötesinde, yasalarla ve anlayışla ilgili bir mesele?
Çok net bir şekilde İnternet’e sansürcü bir kafayla bakılıyor. Aslında bir taraftan da acıyorum onlara. Çünkü interneti tümüyle sansürlemek teknik olarak imkânsızdır. Şu konuda akıllılar tabi, yasağı sonuçta işi bilenler aşabiliyor sadece. Ancak bu konuda da Türkiye’de insanlar epey ilerlediler. Annem bile ‘tünel’ nedir biliyor, İP bazlı yasaklamayla, DNS bazlı yasaklamaların ayrımını biliyor. Dolayısıyla Türkiye toplumu bunlar sayesinde bilgi toplumuna geçti. Bu sansürcü kafa, bu anlamda toplumu ilerletti .
Eylemden sonra hükümet açıklamalar yaptı, ‘Yanlış anlaşılıyor, sansür yok, filtre zorunlu değil, değişen bir şey yok’ dediler. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değişmeyecek dedikleri halde internet zaten sansürlü. Bütün sansürleri kaldırdıkları falan yok. Sansür zaten vardı ama anlaşılan bunu sistematik hale getirmek istiyorlar.
İNTERNET KAFELERDE FİLTRE 2008’DEN İTİBAREN UYGULANIYOR!
Filtreleme çabası dünyanın her tarafında aslında var. Ancak hangi sitenin kimin tarafından, nasıl filtre edileceğine dair net kurallar var. Bunlar ise bir kurul ve kafalarına göre takılıyorlar. Filtre hakkında da bir şey söyleyeyim, bu listeleri kimin hazırladığı önemli, internet kafelerde hali hazırda epeydir, 2008’den beri, filtre uygulanıyor, filtre listesini de BTK, TİB hazırlıyor. Orada mesela firatnews’a giremezsin, bianet’e giremezsin. Bunu vatandaş yapmıyor, genel olarak hazırlanıyor ve dayatılıyor. Bu süreçte herhangi bir şeffaflık var mı? Takip edilmesi ve denetlenmesi mümkün mü? Hayır, hiçbir şekilde şeffaf bir süreç yok. Biz sorduk, bize yasaklı, filtreli site listesini verin diye, vermediler. Ancak İnternet sansürünün toplumun gündemine girmesi son dönem gerçekleşti. Evet, internet sorunu özellikle 2007’den beri aşama aşama toplumun gündemi oldu. Özellikle Youtube’un yasaklanması ve benzer gelişmeler öne çıkardı meseleyi. Tabi o dönemde bizi youtube’ci olarak algıladı insanlar, ‘Bunlar youtube’çı, google bunlara para veriyor’ diye anladılar. Hâlbuki youtube dünya çapında yankı uyandırdığı için gündem oldu. Ben bir öğretim üyesinin ve youtube’u derslerimde kullanıyorum. Öğrencilerime, ‘Gidin youtube’dan, Amerikadaki MIT Üniversitesinden şu veya bu videoyu izleyin’ diyorum. Bunu yasaklarsan gündem olur tabi.
İNTERNETTE SANSÜR BİR DEVLET ALGISININ ÜRÜNÜ.
Bunlar ne zamanki tek tek siteleri değil de platformları yasaklamaya başladılar, youtube gibi, wordpress gibi, mesele o zaman toplumsal ölçekte gündem oldu. WordPress’i yasakladın mı yüz binlerce blogu yasaklıyorsun. Adnan Hoca meselesi üzerinden yasaklandı bu. Blogger’i birkaç defa yasakladılar ve onu da Atatürçü Düşünce Derneği’nin başvurusuyla yaptılar. Bu iktidar meselesi falan değil, bir devlet meselesi, devlet algısı ve refleksi meselesi. Hâkime, mahkemeye, savcıya götürdüğün zaman ilk refleksleri tedbiren yasaklamak oluyor. Bir bak bakalım nedir ne değildir. Bu kafa yapısının ürünü bunlar. Filtre de öyle, işte internet kafelere sen hangi hakla bu filtreyi dayatıyorsun. Amerika’da da böyle yapıldı. Halka açık kütüphanelerde internete bedava erişim var. Bu aslında 1995’den beri böyle, internetin başından beri tartışılan bir konu. Onlar sürekli filtre dayatmaya çalışıyor ve STK’lar bunu anayasa mahkemesine götürüp iptal ettiriyor. En son yeniden denediler.
Yasakçı zihniyet Türkiye’ye özgü değil yani?
Evet değil, ama en azından oralarda bir şeffaflık var, şu şu siteler yasaklanmıştır falan diyor. Açık açık söyler bunu. Orada tartışılır ve konu olur.
Kaynak: http://www.emekdunyasi.net/ed/teknoloji/13004-internete-sansur-yeni-degil
Erişim 19 Haziran 2011