AİHM sites.google.com davasında ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etti

Aralık 18, 2012

Alternatif Bilişim Derneği: Basına ve Kamuoyuna

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdığımız sites.google.com davasında karar açıklandı. Kamuoyunun yakından bildiği gibi sites.google.com sitesi 24 Haziran 2009 tarihinde barındırdığı bir içerik sebebiyle 5651 nolu yasaya dayanılarak erişime engellenmiş, bu engelleme sonucunda da içerik sahipleri ve bu içeriklere erişemeyen İnternet kullanıcıları mağdur olmuştu. Derneğimize başvuran ve kişisel sayfaları bu yasak sebebiyle Türkiye’den erişilemeyen Ahmet Yıldırım’ın davasından aldığımız bu sonuç, 5651 nolu yasa ve sansür uygulamalarını yeniden gündeme getirdi.

AİHM bu erişim engelleme kararının ifade özgürlüğüne açıkça aykırı olduğuna karar verdi. Ayrıca 5651 nolu yasanın da ifade özgürlüğünü zedeleyen bir kanun olduğunu ve bu yasanın uygulanmasının başka insan haklarını da ihlal ettiğini belirtti.

Bu karar AİHM’in erişim engellemeleri konusunda aldığı ilk karardır. Sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da web 2.0 uygulamaları açısından ifade özgürlüğü kapsamındaki ilk davadır ve örnek niteliğindedir. Türkiye ve Avrupa Konseyi’ne üye tüm ülkeler için önmemli bir emsal değeri taşımaktadır. AİHM’de Türkiye aleyhine bekleyen başka bir çok davanın olduğunu hatırlatalım.

İnternet kullanıcılarının, sivil toplum kuruluşlarının, konuyla yakından ilgilenen uzmanların, hukukçuların şiddetle eleştirdiği 5651 nolu kanun hala yerinde durmakta. Hükümet ve BTK bu eleştirileri dikkate almamakta ısrarını sürdürüyor. Aksine bu ifade özgürlüğü düşmanı kanunun işletilmesini kolaylaştırmak için şikayet hatları kuruyor, erişim engellemesi istatistiklerini kamuoyundan saklıyor. Güvenli İnternet denilen “devletin merkezi filtre sistemi” için de bu şikayetlerin dayanak olarak gösterildiğini yeri gelmişken hatırlatmak isteriz.

Türkiyeli İnternet kullanıcıları 5651 nolu kanunu istemiyor ve haketmiyor. Bu yasa derhal iptal edilmelidir. İfade özgürlüğünü önceleyen/garantileyen, erişim engellemesi gibi gerçek bir yaptırımı olmayan, İnternet’in dağıtık yapısına ve ruhuna uymayan metodları kesinlikle içermeyen, İnterneti tüm yurrtaşlar için temel bir hak olarak gören bir düzenlemeye acilen ihtiyacımız vardır.

Tüm İnternet kullanıcılarını devlet sansürüne karşı çıkmaya, İnternetlerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Alternatif Bilişim Derneği

18 Aralık 2012

Kararla ilgili İngilizce basın bülteni için tıklayınız.


Küresel ağda sansürün yereli olur mu?

Şubat 1, 2012

İlden Dirini

Twitter geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla içerik yönetim politikasında değişikliklere gittiğini duyurdu. Twitter aldığı bu kararla kullanıcıların yayımladıkları içeriği ülkelerin yerel yasalarına göre sansürlenmesini istedikleri içeriği küresel olarak değil, sadece o ülke sınırları içerisinde görünmeyecek bir biçimde sansürleyeceğini açıkladı. Elbette bu açıklama hem ifade özgürlüğü savunucularını, hem de ‘Küresel ağda yerel sansür olmaz’ diyen internet kullanıcılarının tepkisini çekti.

Twitter politikasını “Şimdiye kadar bize gelen içerik kaldırma taleplerini küresel ölçekte yerine getiriyorduk, artık bunu sadece o ülkede yapmanın yolunu bulduk. Bu özelliği henüz kullanmadık. Bundan böyle içeriği sadece yerel ölçekte engelleyeceğiz ve bu engelleme taleplerini “Chilling Effects” web sitesinde listeleyerek şeffaflık sağlayacağız.” diyerek temize çıkarmaya çalıştı. Twitter sansürü yetkili bir makamdan geçerli ve uygun talepleri bu şekilde kaldıracaklarını söyledi. Yetkili bir makamın ve taleplerin ne olacağı konusunda ise net bir açıklama yapılmadı. Devletlerin ceza ya da sansür yasaları gibi Twitter da politikasını bu şekilde her defasında daha da genişletilebilecek bir muallaklıkta bıraktı. Böylece ülkeler, ilerleyen günlerde dev tekeller, otoritelerin ifade özgürlüğünü ciddi biçimde yaralayabilecek isteklerini hayata geçirmesi daha da kolaylaşacak.

 

Arap isyanlarından duyulan korku

Tunus, Mısır, Libya ve son olarak Suriye’de ezilenler egemenlerin sansürüne karşı Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri sayesinde dünyaya seslenebildi. İnternet, Arap baharının örgütlenme, eylem, iletişim ve küresel yayın aracı olarak yoğun bir biçimde kullanıldı. Devletlerin katliamları geçmişte olduğu gibi saklı kalamadı, dünyanın öte ucunda izlenebilir, tepki gösterilebilir oldu.

Türkiye’den bir kaç hatırlatma yapacak olursak, Van depreminde yetkililerin açıklamaları, Van’dan gelen twitlerle yalanlanmadı mı? Yeni medya alanları üzerinden halklar arasındaki dayanışma köprüsü -hiç bir aracı kuruma gerek kalmadan- kurulmadı mı? Ya da hala aydınlatılmayan Uludere Katliamı egemen medya tarafından sansürlenirken, başta Twitter olmak üzere bir çok  yeni medya aracından olay yerinden fotoğraflar, son durum, köylülerin anlatımları akmadı mı? Yüzlerce gazetecinin tutuklu olduğu ülkemizde mahkeme salonlarından atılan twitlerin her biri davaların nasıl da ifade özgürlüğünü hedef aldığını göstermedi mi? Gazetecilerin hakim karşısında yaptıkları savunmaları an be an okuyor olmamız bile hakimleri rahatsız edip, mahkemeleri daha şeffaf, mahkeme başkanlarını daha ‘esprili’ yapmaya itmedi mi?

Fişi çekemiyorlar, özgürlüğümüzü kısıtlıyorlar

Devletler gerçeğin bu kadar açıktan dolaşmasından rahatsız oluyorlar. Egemenlerin  elinde bu sesi kısmak için iki yöntem var biri İnternetin fişini çekmek. Bunu ayaklanma esnasında Mısır Hükümeti yaptı. Mısır Hükümeti halkın sesini kesmek için 4 günlüğüne ülkenin internet erişimini kesti. Bu deneyimin faturası Mısır’a 90 milyon dolar zarar oldu. Mısırlılar ise o esnada, internet faks köprüleri, amatör radyo, uydu telefonlarıyla bu kesintiyi bile aşmayı bildi. İkinci yöntem ise kuşkusuz ki sansür ve bununla kol kola yürüyen izleme-denetleme politikaları. Devletler büyük ekonomik zararları göze almayacaklarına göre, sansür ve izleme politikalarını devreye sokuyor. ABD’de adı, SOPA, PIPA oluyor, Türkiye’de 5651, ‘güvenli internet’.

Bugün Twitter’ın uygulamak isteği bu ‘yerel’ sansürün kaynağını buralarda aramak mümkün. Tabi Twitter’ın piyasa değeri 9 milyar dolara yaklaşan bir şirket olduğu gerçeğini ve devletlerle ters düşüp toptan engellenerek bu değerini kaybetmek istemeyişi de nedenlerden biri olabilir. Tabi bu noktada Aralık ayının sonrlarında doğru Suudi kraliyet ailesi üyesi, dünyanın zengin kişileri arasında yer alan Prens El Velid Bin Talal Abdülaziz Alsaud da Twitter’a 300 milyon dolar yatırım yaptığını es geçmemek gerekir. Twitter’ın engelleme taleplerini listeleyerek, şeffaflaştıracağız açıklaması bu bağlamda göz boyamadan öteye gidemez. Twitter’ın sadece katılımcı olduğu bu projeye kaynaklarını ne kadar dürüstlükle açacağı sorusunun yanı sıra chillingeffects.org’un ülkeden ülkeye yasaklanmayacağının garantisini kim verebilir ki!

 

İfade özgürlüğüne açık müdahale

Bu noktada Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSS) Direktörü Olivier Basille Twitter Yönetim Kurulu Başkanı James Dorsey’e gönderdiği açık mektubu hatırlatmakta fayda var: Basille, “Twitter’ın ifade özgürlüğünün ülkeden ülkeye farklı yorumlanabileceği konumu kabul edilemez. Bu temel ilke Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Kendinizi tweet’leri ancak yayınlandıktan sonra sansürlemekle sınırlandıracak mısınız, yoksa resmi talep sağanağı altında, sansürcülerin tanımladığı konular ya da anahtar sözcüklere dayanan bir ön sansürleme sistemi de geliştirecek misiniz?diye soruyor. Kaldı ki bu politika ifade özgürlüğünü kısıtlamasının yanında “*aynı zamanda dünya çapında ağın(World wide web) mantığına da aykırı bir durum teşkil ediyor.

 

Denetim-takip mekanizmaları

Kuşkusuz devletlerin bu alanlardaki denetim ve müdahaleleri içerik kaldırmayla sınırlı kalmayacak. Çin’de bir çok blog yazarı tutuklu. Yakın zamanda yaşanan alttaki iki örnekte müdahalelerin nereye varabileceği konusunda çarpıcı:

**Los Angeles’a gitmeden önce Twitter’da “ABD’yi yok etmeye gidiyorum” yazan Emily Bunting ve arkadaşı, havaalanında gözaltına alındı. Yaklaşık 5 saat sorgulanan Bryan, ısrarla İngiltere’de “destroy” (yok etmek, mahvetmek, yıkmak) ifadesinin sokak dilinde “parti yapmak” anlamında kullanıldığını söylediyse de güvenlik güçlerini ikna etmedi. İkili, ertesi sabah ilk uçakla İngiltere’ye geri gönderildi.

 

***“Haydarpaşa Kararmasın” eylemi için Twitter’da sözleşip yemeğe gidenleri polis karşıladı, polis, aranan üç kişinin bu toplantıya katılacağı ihbarı aldığını, ihbarı yapanın bunu Twitter’dan gördüğünü söyledi.

 

Ülkemizde haberlerin altına yapılan yorumlar, Facebook’ta paylaşılan yazılar, videolar nedeniyle insanlar hapis cezaları alıyor. Site kapatmalar, filtreleme politikalarının yanı sıra Türkiye bir çok Uluslar arası şirketten de içerik çıkarma talebinde bulunuyor. Youtube, Google bunların başta gelenlerinden. Gazetelerin manşetlerine kadar karışıldığı, basının hizaya çekildiği, metrobüste memleket ve adalet üzerine konuşan gençlerin polislerin şiddetine maruz kaldığı ülkemizde devletin Twitter’dan isteklerinin ardı arkasının kesilmeyeceği aşikar…

 

Tam da bu günlerde Google’ın yaptığı şirket politikası değişikliğini de hatırlatmakta fayda var. “Kullanıcılara daha etkin hizmet” adı altında yapılan değişiklik, ‘ya kabul edersiniz, ya da kullanmazsınız’ dayatmacılığıyla İnternet kullanıcılarına sunuldu. Maillerinizden, sosyal medyaya, okuma alışkanlıklarınıza, arkadaşlarınıza, telefonlarınıza kadar her türlü bilgili bir kimlik haline getirecek olan Google devletlerin istihbaharat örgütleri için vazgeçilmeyecek bir kaynak olacak gibi…

 

 

 

*http://netdefteri.alternatifbilisim.org/2012/01/28-29-ocak-twitter-boykotu/

**http://dunya.milliyet.com.tr/twitter-mesaji-yuzunden-abd-ye-alinmadilar-/dunya/dunyadetay/31.01.2012/1496132/default.htm

***http://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/135842-ilk-twitter-denetimi-mi


Alternatif Bilişim Derneği: “İnternette Sansüre Karşıyız”

Ocak 31, 2012

Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Ali Rıza Keleş, BTK’nın 22 Kasım 2011’de uygulamaya başladığı ve “güvenli internet hizmeti” olarak sunduğu sansürlü ve filtreli internet uygulamasına karşı olduklarını ve internete erişim hakkını sınırlama girişimleriyle mücadeleye devam edeceklerini söyled.

Alternatif Bilişim Derneği, internetin ve internet kullanımının bir hizmet değil, yurttaşın temel haklarından biri olduğunu savunuyor. Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Ali Riza Keleş, BTK’nın 22 Kasım 2011 tarihinde uygulamaya soktuğu ve “güvenli internet hizmeti” olarak sunduğu sansürlü ve filtreli internet uygulamasına karşı olduklarını ve internete erişim hakkının sınırlanmasına karşı mücadeleye devam edeceklerini söyledi.

Dernek Başkanı Ali Rıza Keleş, devletin gerekli yasal düzenlemeler ve icra organlarıyla bu hakkı güvence altına almakla yükümlü olduğunu belirtirken, kullanıcı olmak için gerekli bağlantı ve teknolojilere ücretsiz ya da çok az ücret karşılığında erişmenin her yurttaşın hakkı olduğunun altını çiziyor.

Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Ali Rıza Keleş, dijital teknolojileri, internet ve sosyal medya ortamlarını kullanabilme bilgi ve becerisi edinebilmenin de vatandaşların hakkı olduğunu ve bu konuda gerekli altyapı ve eğitimi devletin sağlaması gerektiğini vurguluyor. “İnternet için kurulan alt yapılar şeffaf olmalıdır” diyen Ali Rıza Keleş, tarafsız internet erişiminin de her kullanıcının hakkı olduğunu belirtiyor.

“Merkezi filtre bilgiye erişim özgürlüğünü kısıtlıyor”

“Yeni filtre uygulaması ile varolan yasakların genişletildiğini, aile ve çocuk filtrelerinde hükümet politikalarına aykırı olduğu düşünülen birçok web sitesine erişimin yasaklandığını, şiddet ve savaş karşıtı metinlerin ağırlıklı olarak yer aldığı, evrim teorisiyle ilgili bilimsel bilgilerin bulunduğu ya da bazı sol yayınların web siteleri yasaklanırken;bazı dini figürlerin kişisel sitelerine erişim serbest olabiliyor” diyen Alternatif Bilişim Derneği Başkanı Ali Rıza Keleş, böyle bir çifte standartlı uygulamanın kabul edilemeyeceğini vurguluyor.

Alternatif Bilişim derneği Başkanı Ali Rıza Keleş’le söyleşinin tamamını dinlemek için tıklayınız.

Kaynak: voa (Erişim: 25.12.2012, 19:48)


Profesör Binark: “İnternette Sansürlü Erişime Karşıyız”

Ocak 25, 2012

Hulya Polat

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi ve Alternatif Bilişim Derneği üyesi Profesör Mutlu Binark “Türkiye’de sınırlamalarla sadece belli bir siyasi irade için güvenlik alanı oluşturuluyor. Türkiye’nin sosyal medyayı ‘bilinçli’ kullanması gerekir” diyor.

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Profesör Dr. Mutlu Binark, “internette sansürlü kullanıma karşıyız” diyor ve üniversite rektörlüklerine gönderdikleri deklarasyon için toplanan imza sayısının 100’ü geçtiğini söylüyor.

Türkiye’de Bilişim Teknolojileri Kurumu’nun (BTK) şeffaf bir kurum olmadığını söyleyen Profesör Dr. Mutlu Binark, Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT’in internet yasakları yüzünden “tedirgin ve kaygılı” olduğunu bildirdi. Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Binark, “İnternette bilgiye erişim özgürlüğü istiyoruz. Sansürlü kullanıma karşıyız. Bloglar bile yasaklanıyor ve gerekçe gösterilmiyor, sorulunca da açıklama yapılmıyor. Bu da devlet eliyle uygulanan sansürün ne kadar uç noktalara varabileceğini gösteriyor” diye konuştu.

Amerika’nın Sesi’nden Hülya Polat’ın sorularını yanıtlayan Profesör Dr. Mutlu Binark, üniversite rektörlüklerine gönderdikleri deklarasyonda da intenette riskler olduğunu kabul ettiklerini, ancak bu risklerden kurtulmanın ancak eğitimle mümkün olabileceğini vurguladıklarını belirtti. “Bu risklerden kurtulmak denetimle değil eğitimle mümkün, oysa eğitime yatırım yapılmıyor, temel çelişki de burada” diyen Profesör Binark, “internetteki zararlar ve olanaklar nelerdir, bunlar belirlenmeli ve bunlarla ilgili eğitim politikalarına ağırlık verilmelidir” şeklinde konuştu.

Belli bir aile ve belli bir çocuk tipinin topluma benimsettirilmek istendiğini savunan Profesör Mutlu Binark, bunun toplumdaki çeşitli aile, çocuk, inanç ve düşünce tiplerini sıfırlama olarak görülebileceğini belirtti. Bunun “internette “sınırlar örmek” olarak görülebileceğini kaydeden Profesör Binark, şöyle konuştu: “Oysa internet kendisi sorgulayan bir ortam. Hem küresel, hem de farklı olanlarla iletişim olanağı sağlayan bir ortam, sınırlamalarla sadece belli bir siyasi irade için güvenlik alanı oluşturuluyor.

Profesör Binark, Türkiye’nin sosyal medyayı “bilinçli, farkında ve olanağı değiştirecek şekilde kullanması gerekir” dedi.

Söyleşinin tamamını dinlemek için tıklayınız.

Kaynak: voa (Erişim: 20.01.2012, 23:52)


İnternet Sansüründe Sırada Sosyal Medya mı Var?

Ocak 19, 2012

Selin Süer Ünlü

Türkiye’de internette yasaklı site sayısı bazı kaynaklara göre 15 bini geçti. İnternette sansür kime yarıyor? Dünya iktidarları interneti yasaklamayı neden bu kadar istiyor ve Türkiye’de sırada hangi yasaklar olabilir? Merak edilen tüm bu soruların yanıtlarını İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Alternatif Bilişim Derneği üyesi Özgür Uçkan’a yönelttik.

Sırada Sosyal Medyaya Yasak Olabilir

Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Uçkan, filtrelerden sonra sıradaki hedefin sosyal medya olabileceğini düşünüyor.  Uçkan, “Sosyal medyada örgütlenmek, eylem organize etmek mümkün. Bütün bunlar Arap Baharı ve Wall Street’i İşgal hareketiyle çok ciddi bir şekilde ortaya çıktı” diyor. Dolayısıyla, Uçkan’a göre bundan sonra iki hedef var.  Bir taraftan internetteki haber akışını kesmeye yönelik, basın üzerindekine benzer mekanizmaları internet medyası üzerinde kurmak; ikincisi de sosyal medyayı bir şekilde kontrol altına almak. Ancak Uçkan altını çiziyor: “Bunların ikisini de yapmak çok zor. İnternetin küresel olarak fişini çekmedikçe, tamamen kontrol altına almak imkansız” diyor ve ekliyor “Dolayısıyla iktidarların işi zor!”  Özgür Uçkan, “Ulus devletler internet üzerindeki baskılarını aşırı yoğunlaştırdıklarında bu onlara ekonomik kriz, küresel ekonomiden aldıkları payın daralması gibi bir dizi çok ciddi bedellerle ödeyecekleri sorunlar olarak geri dönecektir” diyerek internetin ekonomik boyutunun da önemini vurguluyor.

İnternete Erişim Hakkı Anayasal Güvence Altında Olmalı’

Özgür Uçkan, “ Birleşmiş Milletler internet erişimini temel bir hak olarak “Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi’ne” ekledi aynı şeyi Avrupa Komisyonu “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne” yaptı. Her ikisinde de Türkiye’nin imzası var. Bu yüzden, bunu iç hukuka uyarlamakla yükümlüyüz” diyor.

Uçkan’a göre internete erişemiyorsanız, ifade, bilgi edinme, haberleşme, basın özgürlüğü hatta örgütlenme özgürlükleriniz sakatlanır. Dolayısıyla Uçkan, “İnternet erişimi bu temel hak ve özgürlükler platformunun asli bir parçası haline geldi” diye konuşuyor.

Sansür Bir Devlet Refleksi

“Sansür hemen hemen tüm iktidarların en favori kontrol aygıtı olagelmiştir” diyor Uçkan. Sansürün genellikle basın üzerinde uygulandığını belirten uzman, “İnternetin sansürlenmeye çalışılmasının bir devlet refleksi olduğunu” düşünüyor. Yani Uçkan’a göre bu sadece iktidardaki partiyle ilgili değil. “Daha önce ilk bu tip düzenleme çalışmaları 2001’de DSP-MHP-ANAP koalisyonu sırasında gelmişti. Basın kanununu internete uygulamaya çalışıyorlardı ama tam olarak uygulayamadılar” diye konuşuyor Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Özgür Uçkan.

Özgür Uçkan, Türkiye’de internet sansürünün 2000 yılından beri artarak sürdüğünü de söylüyor ve 2007’de çıkarılan 5651 sayılı yasayla engellenen site sayısının birden bire on binlere yükseldiğini hatırlatıyor.

“İnternette herhangi bir şeyi tamamen yasaklamanın yolu yok. O yüzden bu tür filtreler kullanılıyor. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Tüm dünyada devletler interneti kendilerine bir tehdit olarak algılıyor. Şu anda Amerika’da SOPA’yı (Stop Online Piracy Act) tartışıyor. Londra isyanları olduğunda İngiltere Başbakanı ‘Sosyal medyayı denetlemek lazım’ demeye başladı. Fakat, İngiltere ve ABD gibi ülkelerde ciddi bir tepki geldiğinde hükümetler geri adım atmayı biliyor. Ama bizimki gibi demokrasinin yeterince gelişmediği ülkelerde bir yasa çıktıktan sonra onu değiştirmenin yolu pek olmuyor. 5651’i normalde Anayasa Mahkemesi’ne götürebilsek iptal edilir ama yapamıyoruz” diyor.

*İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bilgi ekonomisi, ağ ekonomisi, enformasyon tasarımı ve yönetimi, iletişim tasarımı, tasarım yönetimi konularında ders veren Uçkan, Alternatif Bilişim Derneği’nin de üyesi. Uçkan, Bthaber’de de köşe yazarı.

Söyleşinin tamamını dinlemek için tıklayınız.

Kaynak: voa (Erişim: 18.01.2012, 16:06)


Dr. Özgür Uçkan ile Güvenli İnternet Üzerine [Röportaj 2. Bölüm]

Ocak 5, 2012

Röportaj: Salih Çaktı

Dr. Özgür Uçkan ile yaptığımız röportaj çok kapsamlı ve uzun olduğundan dolayı röportajın sadece ilk kısmını burada yayınlamıştık. Röportaja göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı çok teşekkür ederiz. Röportajımızın 2. kısmında konumuz “Güvenli İnternet” yani internet filtresi. Röportajın ikinci kısmını 6. sorudan başlayarak yayınlıyoruz.

6- Türkiye’de yakın dönemde yayına geçen güvenli internet olarak lanse edilen bir internet filtresi var. Konuyla ilgili olarak burada şu soruları sormuştuk. Geçen zamana o gün sorduğumuz o sorularla ilgili doyurucu bir cevap bulamadık.  Sorularımız şunlar;

1.    Hangi site kime göre ve neye göre güvenli ?

“Güvenli İnternet” adıyla pazarlanan devlet eliyle merkezi filtre uygulamasının ilgili olduğu en son şey “güvenlik”. Çünkü internet güvenliği, dolandırıcılıktan, kötü amaçlı yazılımlardan, virüslerden, solucanlardan, pishing saldırılarından, kimlik hırsızlığından, mahremiyet ihlallerinden vb. korunmak anlamına gelir. Bu uygulama ise sadece ve sadece filtreden ibaret. Bu filtre ise içeriği devlet eliyle oluşturulup merkezi bir biçimde internet servis sağlayıcılara dayatıldığı için sansürden başka bir şey değil. Nitekim Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından da internet sansürü olarak mahkum edilmiş durumda…

“Güvenli İnternet” uygulaması, Ulaştırma (ve İletişim) Bakanı ve Bakanlık çalışanları, özerk olması gerekmesine rağmen fiilen bu Bakanlığa bağlı bulunan BTK ve onun sansür uzantısı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) hangi uzmanlık ve yetkiyle sahip oldukları belirsiz keyfiyetine göre “güvenli” siteleri ve “güvensiz” siteleri belirliyor. Yani beyaz ve kara listeler oluşturuluyor. Bu listeler de keyfi bir biçimde hazırlanıyor. Yani iktidarın kafasındaki ahlak, “değerler”, aile ve toplum anlayışı neyse, o ölçütlere göre yapılan listeler bunlar.

Bu tutum Anayasa’da koruma altına alınmış ifade ve iletişim özgürlüğünün açık bir ihlali. Ayrıca BTK’nın böyle bir uygulama kararı alacak yetkisi yok. Bu yüzden Alternatif Bilişim Derneği olarak bu uygulamanın iptali için Danıştay’da dava açtık. Dava sürüyor (Bkz. BTK Filtre Uygulaması Danıştay Davası Basın Bildirisi: http://bit.ly/tqPisy

2.    Güvenli olduğumuz bir site sistem tarafından güvensiz gözüküyorsa ne yapacağız ?

Öncelikle o “sistem”in dışına çıkacak ve internet hizmet sağlayıcınıza “güvenli internet hizmeti almak istemiyorum” diyeceksiniz. Sonra, bu “sistem”in keyfi bir biçimde “güvensiz” ilan ettiği bu site ile ilgili olarak düşüncenizi sansür karşıtlarına bildireceksiniz.

Şikayetlerinizi Alternatif Bilişim Derneği’ne iletmek için;

bilgi@alternatifbilisim.org, http://twitter.com/altbilisimhttp://www.facebook.com/home.php?sk=group_195922543754615 iletişim kanallarını kullanabilirsiniz. Yaklaşık üç yıldır http://engelliweb.com adresinden hizmet veren Engelli Web ise çeşitli nedenlerle engellenen web sitelerini listeliyor. Aile ve çocuk filtrelerine takılan web sitelerini Filtre bölümünden bildirebilirsiniz. Yanı sıra, http://sansuresansur.org ’dan da engelli web siteleri ile ilgili bildirimde bulunabilirsiniz. Böylece bu sitenin engellendiği bilgisi dolaşıma girer ve bu bilgi bu işin müsebbibi kurumların da bilgisi dahilinde olur. Yeterince ses çıkarsa, yaptıkları işlem hakkında tekrar düşünmek zorunda kalırlar. Son zamanlarda bunun örneklerini Çocuk paketinde engellenen evrim teorisi ile ilgili sitelerde gördük ve engel kalktı…

Daha sonra, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun 444 9 777 ve             (312) 232 23 23       numaralı Bilgi ve İhbar Merkezi’ne ya da              (312) 586 55 00       numaralı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na da şikayetlerinizi bildirin ki, yaptıklarının farkına varsınlar. Ayrıca her iki kurumun web sitesindeki iletişim formlarını doldurarak göndermek de mümkün. Bunun yanı sıra, filtre uygulamasıyla ilgili site adı sorgulamak için şu adresi de kullanabilirsiniz: http://www.guvenlinet.org/tr/domain_sorgula.html

3.    Güvenilir kategoriler içine dahil edilmesini istediğimiz siteleri kim onaylıyor ?

Bu onaylama işlemini BTK ve TİB içerisinde bu işle memur edilmiş görevliler yapıyor. Bu onaylama (veya onaylamama) işlemini hangi kriterlere göre yaptıkları ise pek belli değil. Ama hukuken bu işlemin keyfi olduğu açık. Ayrıca süreç şeffaflıktan tamamen yoksun. BTK bu konu ile ilgili tüm faaliyetleri, sansür liste içeriklerini vb. kamuoyundan gizli tutuyor. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde yaptığımız bilgi edinme başvurularına da doyurucu cevaplar vermiyor. Sürecin kapalılığı, sistemin sakatlığının kanıtlarından birisi zaten. Aynı şekilde TİB de yıllardır sansürledikleri sitelerin bilgisini kamuoyundan gizliyor. Neden dersiniz?

4.    Sistem tam olarak nasıl işliyor ?

Sistemin “tam olarak nasıl işlediğini” bilemiyoruz. Çünkü bu konuda tam bir gizlilik içerisinde davranıyor BTK ve TİB. Ama gerek internet hizmet sağlayıcı şirketler gerekse sistemin içinden bazı bilgiler sızıyor elbette. Hiç bir bilginin sonsuza kadar gizli kalmayacağını söylemiştim değil mi?

Buna göre, çocuk profili için bir “beyaz liste” var. Yani görevlilerin hangi bilgi, uzmanlık ve yetkiyle olduğu belli olmayan bir şekilde çocuklar için uygun gördükleri siteleri barındıran bir “güvenli liste”. Bunun dışındaki tüm siteleri toptan engellemişler. Zaman içerisinde kullanıcılardan şikayetler geldikçe, bu listeye yenilerini ekliyor ya da çıkarıyorlar. İnternet gibi son derece dinamik ve gayri merkezi bir sistem için son derece atıl ve kadük bir “el emeği” yani! Bu arada çocuklar için içerik üretme özgürlüğü bu listede yer alabilmek için ihlal edilen, oto sansür uygulamak durumunda bırakılan içerik üreticilerinin durumunu da bir düşünün.

Aile profili için ise bir “kara liste” var. Yine aynı görevlilerin keyfi bir şekilde belirledikleri ve “güvenilmez” buldukları bir takım siteler bu kara listeye alınıyor. Bunun dışında kalan içerikler erişime açık tutuluyor. İşin “teknik” kısmı biraz karışık. BTK bu iş için personel de görevlendirmiş olabilir, akıllı tanıma sistemleri de kullanıyor olabilir. Şifahi “anahtar sözcük yok” açıklamaları duyduk, ama daha ilk günden bu filtreye takılan iç çamaşırı veya mizah sitelerine bakılırsa, böyle bir tanıma sistemi var demektir. Ya da görevlilerin ahlak anlayışı iç çamaşırı ve mizahı da yasaklıyor! Neyse, ister anahtar sözcük ve imgeler isterse el emeği göz nuru olsun, bu iş BTK’nın kendi kendine kimseye sormadan belirlediği parametreler dahilinde yapılıyor. Bu durumda da ailenizi BTK’nın ahlak ve aile anlayışına teslim edip rahatlayacaksınız. Olabilir, bu da bir seçim. Tabii bu “aile reisi”nin seçimi oluyor, ama olsun! Devlet baba’sına biat eden aile reisine de ailesi biat ediyor ve el birliğiyle “iktidara hayırlı evlatlar” yetiştiriyorlar…

Şimdi, filtre uygulaması bu iki profilden ibaretmiş gibi görülüyor ve geri kalanlar mevcut sansürlü internetlerini kullanmakta özgür olacaklar sanılıyor, ama işin burası pek öyle değil. “Standart paket” kalkmıştı, ama bunlar da bir nevi “standart kullanıcı” oluyor haliyle. Bu da adı konulmamış üçüncü bir paket, yani “standart paket” var demektir.

Devlet eliyle merkezi olarak filtre uyguluyorsanız, tüm internet servis sağlayıcılarına genel bir sistem dayatmak zorundasınız: Yani ilgili paketleri ve standart kullanıcıyı birbirlerinden ayırarak internet erişimini denetleyecek bir sistem. İster filtreli internet kullansın ister kullanmasın ülkedeki tüm internet kullanıcıları aynı arayüz ve aynı sistemden geçerek internete erişecek. Bunun neresi “seçme özgürlüğü”? Bana soruyor musunuz merkezi filtre altında çalışan bu sisteme dahil olmak isteyip istemediğimi? Bu sistem, tüm internet kullanımımızı takip edip denetleyebilecek bir sistem olmak zorunda. Başka türlü tüm internet servis sağlayıcıları yoluyla merkezi filtre uygulayamazsınız. Böyle bir sistemle her türlü keyfi engelleme, sansür, dinleme, izleme vb. yapılabilir. Bu durum da mahremiyet hakkı ve iletişim özgürlüğü başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerimize yönelik açık bir tehdit oluşturur. Tunus, Mısır, Libya, İran, Çin gibi ülkelerde kurulu bulunan bu tip sistemlerin nelere kadir olduğunu gördük. Benzeri bir sistem kurulumu için BTK’nın iki yıldır uğraştığını da biliyoruz. Derin paket sorgulama (Deep Packet Inspection – DPI) yazılımları almak için ihaleye girdiğini de. Bu yazılımlarla kullanıcıların e-postaları dahil her türlü iletişimini hukuk dışı bir biçimde gerçek zamanlı olarak dinlemek ve denetlemek mümkün. Terör vb. gerekçelerle bu tip bir sistemin kurulmakta olduğu da medyada yer alan haberlerden duyuyoruz. Ülkemizin hukuksuz dinleme, gözetleme ve izleme konusundaki kabarık sicilini de bu bilgilere katarsanız, neden kaygı duymamız gerektiğini anlarsınız. Nitekim BTK’ya bilgi edinme hakkı çerçevesinde yaptığımız bilgi başvurularının hiç birine tatmin edici bir cevap alamadık. Açıkçası ben bu filtre kararını, ideolojik sansürün yanı sıra, böyle bir denetim–gözetim sistemini hukuk dışı bir şekilde kurmak ve meşrulaştırmak için atılmış bir adım olarak da değerlendiriyorum.

5.    Sistemin çocukları koruması çok güzel peki ya sistem başka bir sistemi korumaya yönelik çalışırsa ne   olacak ?

Çocuklarımızı korumak için böyle bir sisteme ihtiyacımız yok. Demokratik ülkelerde de filtre uygulanıyor. Ama bu internet hizmet sağlayıcıları eliyle, tamamen seçimlik olarak, içeriklerine devletin karışmadığı profesyonel filtre yazılımlarını kullanıcılara sunularak oluyor. Bizdeki uygulamayı sansür haline getiren de devlet eliyle ve merkezi olarak uygulanması. Eğer devlet gerçekten çocukları korumak istiyorsa, önce hepimize çocuk muamelesi yapmaktan vaz geçsin, sonra da vergilerimizden toplayıp nereye harcadığını söylemediği, bu tip işler için yaratılmış olan Evrensel Hizmet Fonu’ndan bir miktarı internet hizmet sağlayıcılara aktarsın, onlar da kullanıcılarına profesyonel yazılımları ücretsiz olarak sunsun. Çünkü şimdiki durumda, devletin hizmet sağlayıcılara dayattığı merkezi sistemin parası hepimizden çıkacak. Bunu faturalarımıza yansıtmayacaklar mı sanıyorsunuz? Filtre seçmeyenler seçenlerin ücretini de ödeyecek. Halbuki doğru dürüst yazılımlar kullanılsa, böyle bir merkezi sistem ihtiyacı da kalkardı ortadan.

“Çocukları korumak” bahanesine gelince: Bu “koruma” güdüsünün samimiyetine inanmam için, ülkemde çocuk tecavüzcülerinin korunmadığını, çocuk gelin sayısının insanı isyan ettirecek boyutta olmadığını, devlet koruması altındaki yurtlarda çocukların tecavüze uğramadığını, 500 binden fazla çocuk işçinin emeğinin insafsızca sömürülmediğini, on küsur yıl önce imzaladığımız “Çocuk Hakları Sözleşmesi”nin yükümlü olduğumuz gibi iç hukukumuza uyarlandığını, aileyi koruyoruz diye kocaları tarafından kadınların öldürülmelerine göz yumulmadığını görmem gerekiyor. O zaman, herhalde iktidara dönüp “kendi kafandaki tek tip aile, çocuk, vatandaş prototipini toplumun geneline ideolojik bir biçimde dayatma hakkın yok, toplumun çok kimlikli yapısına demokratik bir biçimde saygı duymak zorundasın” demek zorunda da kalmam. Çünkü çocukları kendinden daha çok umursayan bir iktidar zaten bu tip anti-demokratik uygulamalarda bulunmaz…

6.    İleride sanal dünyada hükümete veya muhalefet partilerine yönelik bir protesto söz konusu olduğunda bu sistem neyin güvenliğini sağlayacak?

Sizce?

Bu sistemin ortaya çıkış nedeni iktidarı ve devletin “güvenliği”ni sağlamak zaten. Kime karşı? Hepimize, vatandaşlara karşı…  Yani İspanya’da, Madrid’de sokaklara çıkan öfkeli  İspanyolların söyledikleri gibi: “Biz sisteme karşı değiliz, sistem bize karşı”…

Çocuğu, aileyi korumak falan, işin bahanesi. Hepimizi, yüzyıllardır alıştıkları o tebaa kültürü içerisinde eritip “muteber vatandaş” haline getirmeye çalışıyorlar. Ama işleri biraz zor bu sefer.

7.    Daha önce TTNET’in Content Watch şirketinden hizmet aldığı Aile Koruma Şifresi (AKŞ) adındaki hizmet bu sistemin yaptıklarını karışılıyordu neden böyle bir sisteme tekrardan ihtiyaç duyuldu ?

Çünkü o sistemin içeriğine keyiflerince karışamıyorlardı. Çünkü sansürlemek istedikleri her şeyi kendileri seçmek, bunu da “çocukları, aile değerlerini koruyoruz” bahanesiyle meşrulaştırmak istiyorlardı. Çünkü kendi belirledikleri bu filtreleri merkezi bir denetim ve gözetim sistemi sayesinde herkese dayatmak istiyorlardı. Filtre kararının arkasında yatan gerçek saik budur.

Nitekim 22 Şubat’ta yayınlanan ve 60 binden fazla insanın sokağa çıkıp protesto etmesi ve yoğun uluslararası baskı sonucunda geriye çekilen ilk filtre kararında, herkes dört paket dahilinde kapsama alınıyordu. Şimdi yeni kararlarında “filtre” sözünü kaldırdılar, dört paketi ikiye indirdiler, ama yasak içeriğini yine kendileri oluşturuyor ve merkezi sistemlerini kurarak hepimizin internet davranışını kayıt altına almaya, böylece de mahremiyet hakkımızı, ifade, iletişim ve örgütlenme özgürlüğümüzü ayaklar altına almayı başardılar. Ama bilsinler ki “mükemmel sistem yoktur”.

Bu arada bu sistemin hiç bir meşruiyeti yok. Çünkü hali hazırda ücretsiz olan ve eminim BTK’nın nasıl işlediği belirsiz sisteminden daha fazla koruma sağlayan çok sayıda yazılım mevcut. Bir hizmette bulunalım ve onların bazılarını burada sayalım:  http://www.ttnet.com.tr/web/368-1511-1-1/tur/evde_ttnet /servisler_-_ttnet_aile_koruma_sifresi/kisaca ;

http://download.cnet.com/Musonya-JustFilter-Standard/3000-2162_4-10909292.html ;

http://download.cnet.com/ParentalControl-Bar/3000-27064_4-10539075.html :

http://www.untangle.com/ :

http://dansguardian.org/ :

http://www.safefamilies.org/download.php ;

http://www1.k9webprotection.com/ ;

http://www.softpedia.com/get/Internet/Browsers/Kid-Safe-Browser.shtml ;

http://www.opendns.com/home-solutions/parental-controls#family

Röportajımız 2. kısmı burada sona eriyor. Röportajın 3. yani son kısmını yarın yayınlıyoruz. Son kısımda SOPA, ACTA ve son günlerde SOPA’ya bağlı olarak gelişen GoDaddy olayının iç yüzü ve Arap Baharı gibi konuları  işliyor olacağız.

Kaynak: http://www.sosyalsosyal.com/dr-ozgur-uckan-ile-guvenli-internet-uzerine-roportaj-2-bolum# (Erişim: 04.01.2012; 13:35)


Dr. Özgür Uçkan ile Sansür Üzerine [Röportaj 1. Bölüm]

Ocak 5, 2012

Röportaj: Salih Çaktı

Nisan 2011′de kurulan sosyalsosyal.com birinci yılını doldurdu. Birinci yılımızda birçok önemli röportaja imza attık. Röportajlarımıza buradan ulaşabilirsiniz. 2012 yılının ilk röportajını İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi ve Alternatif Bilişim Derneği üyesi Dr. Özgür Uçkan ile yaptık. Röportajımız epey uzun ve kapsamlı olduğundan dolayı röportajı 3 bölüm halinde sunacağız.

1-  Özgür Bey röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi henüz tanımayanlar için kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisiyim. Ayrıca Yeditepe Üniversitesi’nde de MBA dersleri veriyorum. Bunun dışında çeşitli danışmanlık faaliyetleri de yürütüyorum. Türkiye İhracatçılar Meclisi bilgi ekonomisi danışmanlığı veya İstanbul Ticaret Odası Bilişim İhtisas Komitesi üyeliği gibi faaliyetlerim de var. Ekonomi, politika ve uluslararası ilişkiler alanlarını birleştiren disiplinler arası bir alanda doktora yaptım. Normalde ileri teknoloji ekonomisi, ağ ekonomisi, inovasyon ekonomisi ve elektronik iletişim yönetimi alanlarında uzmanlaştım, ama ülkemin köklü demokrasi zafiyeti beni politika ve iletişim ilişkileri konusunda da çalışmaya da itti.

Alanım gereği internet benim için öncelikli bir konu olduğu için, Türkiye’de internetin yaygınlaşmaya başladığı 2000’den beri internet sansürüne karşı çeşitli akademik ve aktivist faaliyetler yürütüyorum. Alternatif Bilişim Derneği (http://www.alternatifbilisim.org/wiki/Ana_sayfa)  ve SansüreSansür (http://sansuresansur.blogspot.com/) üyesiyim. İnternet Sansürüne Karşı Ortak Platform kurucularından biriyim (http://www.sansursuzinternet.org.tr/). Çeşitli dergilerde ve internet yayınlarında politika, insan bilimleri, medya, bilişim, kent planlaması, ekonomi, internet ve hukuk, kültür ve sanat konularında düzenli olarak makaleler yayınlarım, arada sırada çeviri yaparım. 2003’te Literatür Yayınları tarafından “E-Devlet, E-Demokrasi ve Türkiye” adlı kitabım, Nisan 2011’de ise, Cemil Ertem ile birlikte yazdığımız “Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hpşgeldiniz” adlı kitabımız Etkileşim yayınları tarafından yayınlandı. Haftalık bilgi teknolojileri gazetesi BThaber’de köşe yazarıyım.

2- Türkiye’de internet medyasında sansür ilk olarak ne zaman başladı ve hangi dönemlerde sansürün şiddeti arttı ?

Türkiye’de internet 1997 yılından itibaren kullanılmaya başlandı. Ama bu kullanım akademisyenler ve bazı iş çevreleriyle sınırlıydı. 2000’e doğru internet kullanımı yaygınlaşmaya başladı. İnternet nüfusunun hızla tırmanışa geçtiği 2011 yılına kadar pek bir müdahale olmadı, bir iki vaka hariç: Mesela eski Türk Ceza Kanunu’nun 159. Maddesinin 1. fıkrası uygulanarak mahkumiyetle sonuçlanmış Emre Ersöz ve Coşkun Ak davaları… Her iki dava da kurumları “tahkir ve tezyif etmek” suçlamasıyla açılmıştı. (Daha sonra 159. Madde yeni TCK’ndaki ünlü 301. Maddeye dönüştü.) İnternet ile ilgili, sansüre de yola açan ilk cezai düzenleme DSP-MHP-ANAP koalisyonundan 2001’de geldi. Basın Yayın Yasası’na interneti de dahil edip her yayının bir kopyasının valiliğe ve basın savcılığına gönderilmesini şart koşan, yeni suçlar yaratan ve kısaca RTÜK Yasası diye adlandırılan bir kanun tasarısıydı bu (Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı). Bu yasa interneti sadece medyaya indirgeyen bir yaklaşıma sahipti. Her internet yayınının künyesi ve sorumlusu olmasını istiyorlar ve TCK’nın ilgili yasalarını işleterek ciddi hapis cezaları öngörüyorlardı. İşin ilginç yanı aynı niyet şimdiki iktidarda da var. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, geçtiğimiz aylarda interneti basın kanununa dahil edecek bir düzenleme üzerinde çalıştıklarını duyurdu.

2001’deki bu girişime karşı güçlü bir muhalefet yürütüldü. Baroların çoğunu da arkamız aldık. O zamanlar, internetin hukuksal boyutları üzerine çalışan bir sivil inisiyatif olan İnternet ve Hukuk Platformu’nun üyesiydim. Etkili bir muhalefet yürüttük. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yasayı veto etti. Yasa aynı şekilde tekrar gönderildi ve geçti. Ama bu yasa kadük oldu, hiç uygulanmadı. TCK’daki bilişim suçları ve internetle ilgili sorunlu maddeler de DSP-MHP-ANAP koalisyonunun eseridir. Bu aynı hükümet, Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı Bilgi Güvenliği Yasasını da çıkarmaya çalıştı. Ama yasa geri çekildi. Çünkü başta çokuluslu şirketler olmak üzere ciddi bir karşı lobi faaliyeti yürütüldü. Medeni Kanun’da yer alan hakaretle ilgili maddelerin internete uygulanması da bu hükümet döneminde başladı. Şimdi mesela Adnan Oktar o dönemde yerleşmiş hukuki teamülleri kullanarak sitelere erişimi engelletebiliyor. Bu sırada koalisyonun da sonu gelmişti zaten.

İnternet sansürünün şiddetlenmesi AKP iktidarıyla birlikte başladı ve aşamalı olarak arttı. İlk iki yıl pek bir şey yapmadılar. Hatta Avrupa Birliği dalgasıyla sivil toplumla birlikte çalışma sözleri filan verdiler. Ama cicim ayları çabuk geçti. 2007, 5651 sayılı internet sansürü yasasıyla bir milat oldu…

Herkes internet sansürünü 2007’den başlatma eğilimindedir. Oysa 2001-2006 yılları internet sansürünün yükseliş dönemidir. 2000 ile 2007 yılları arasında, sanıldığının aksine, bir çok site engelleme olayı yaşanmıştır. Nedense bunlar pek göze batmadı. Başta Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri olmak üzere, Medeni Kanun, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) gibi düzenlemelerin hükümlerine dayanarak, yetkili mahkemeler tarafından verilen pek çok erişim engelleme kararı, doğrudan internet servis sağlayıcıları tarafından uygulandı. (Bunların en ünlüsü subay.net sitesidir.) Bu engelleme kararlarının büyük kısmı, devleti ve kurumlarını aşağılama gerekçesiyle verildi. 2005’te MÜYAP’ın “FSEK Ek Madde 4” yoluyla “yetkili kurum” statüsü kazanmasının ardından engellemelerin sayısı bir anda arttı. 2005-2007 arasında 1500’den fazla site sadece MÜYAP girişimiyle engellendi.

 

AKP’nin ikinci dönemi ile birlikte iktidar sansürcü yüzünü göstermeye başladı. Bu arada AB süreci de tavsamıştı zaten. 2006 sonu ve 2007 başı, etkili bir medya operasyonuyla, önce satanizm, sonra da çocuk pornografisi bahanesiyle internetin “halk düşmanı” ilan edildiği dönem oldu. Gençler ve çocuklar internetten korunmalıydı, yoksa ya satanist olup intihar edecekler, ya da çocuk tacizcilerinin eline düşeceklerdi Böyle bir hava estirildi. Önce Adalet Bakanlığı 2006 Haziran’ında bir taslak hazırlamaya başladı. Taslak bir ceza hukuku metniydi ve bilişimle ilgili tüm suçları bir torbaya atıp tüm cezaları da ½ oranında artırmayı amaçlıyor, hatta yeni suçlar yaratıyordu. Taslak sansür değil kıyım yasasıydı. Sessizce ortadan kayboldu. Bir başka taslak daha hazırlanmaya başlandığı duyuldu. Bu kez taslak metin içerik suçlarını düzenleyecek, bunu için de AB Siber Suçlar Konvansiyonu’na uygun olarak iki temel suçu ele alacaktı: Çocuk pornografisi ve ırkçılık… Ama birden bire Adalet Bakanlığı devre dışı bırakıldı, sanki üzerine vazifeymiş gibi, Ulaştırma Bakanlığı bu taslağın yerine 5651 kod adlı internet sansür yasasını geçiriverdi! 5651 Sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” Meclis’ten hızla geçti. Bir kaç kişi dışında bu yasaya muhalefet eden milletvekili olmadı. Hatta, başta CHP olmak üzere muhalefet partileri “Torba Yasa”nın içini daha da doldurmak için uğraştı. Atatürk’e hakaret de bu arada muhalefet milletvekillerinin önerisiyle torbaya girdi, ama neyse ki “laikliğe ters davranış” gibi ekstra öneriler devre dışı kaldı! Yasa Cumhurbaşkanı’na gönderildi. 2002′de RTÜK yasasını hak ve özgürlükleri kısıtlıyor diye geri çeviren Cumhurbaşkanı Sezer, 2007′de 5651′i şak diye onayladı… (İktidar erozyonuyla bulaşan “devlet refleksi” bu olsa gerek…)

Yasa çıktıktan sonra, interneti hedef alan dezenformasyon kampanyasının birdenbire dindiğini gördük. Satanistler ortadan kayboldu. Çocuk pornografisi suçlamasıyla tutuklananların çoğu salıverildi (çünkü “yakalanan” materyalin çocuk pornografisi değil normal pornografi olduğu ortaya çıktı). Ama bu bilgi toplum hafızasında hiç yer tutmadı.

5651’in ne demek olduğunu anlatmayacağım. Yakın tarihin bu bölümünü herkes yeterince biliyor: 60 bine yakın sansürlü site, yönetmeliklerle giderek ağırlaştırılan ve sansüre denetimi, izlemeyi, dinlemeyi de ekleyerek temel hak ve özgürlükleri ihlal eden bir mekanizma… Oto-sansürün yaygınlaşması, kurum ve kuruluşların, üniversitelerin, belediyelerin keyfince uyguladığı filtreleme ve denetim sitemleri… Üzerine Bilgi Teknolojileri Kurumu’nun (BTK) devlet eliyle merkezi filtre uygulaması… Böylece Türkiye internet sansürcüsü ülkeler ligindeki ayrıcalıklı yerini almış oldu…

Yani, ne zaman internet rüştünü ispatladı, nüfusu arttı, ordu, emniyet, istihbarat ve bürokratik elitler bastırmaya başladı, bu işe el atın diye. 2001-2005 döneminde gördüğümüz olumsuz düzenleme örnekleri bu baskının bir sonucudur. Siyasilerin de canına minnet. İnternet gibi dinamik, ele avuca gelmez bir ortamı başıboş bırakmaya gönülleri razı olmadı! AKP’nin ilk döneminde havanın biraz değişip sansür ve denetim mekanizmasının yeraltı nehri gibi akması, yapılan tek tük olumlu düzenlemeler, sadece AB sürecinin dinamizmi yüzündendir. (O dönemde ciddi bir baskıcı girişim olmadığı için toplumsal tepki de yoktu. Siteler sessizce, dağıtık mahkeme kararlarıyla ve internet hizmet sağlayıcılar eliyle engelleniyordu.)

Kısacası sansürün doğrudan siyasi partilerle değil, Türkiye’deki devlet mekanizması ve onun merkeziyetçi yönetsel modeliyle ilgisi var. İktidara kim gelirse gelsin, bu mekanizma dönüştürülmeden, temel hak ve özgürlüklere saygılı bir demokratik hukuk devleti kurulmadan, daha ne sansür, ne izleme, ne denetlemeler göreceğiz! Çünkü sansür Türkiye’de bir devlet refleksidir!

3-  Devletler neden sansüre ihtiyaç duyuyor ?

Sansür çok eski bir iktidar aygıtı ve tekniğidir. Çünkü devletler, özellikle de ilk burjuva devrimleri sonrasında kurulmuş olan ulus-devletler, toprağı değil nüfusu yönetmeye odaklanmıştır. Bunu da ancak o nüfusun bilgisini yöneterek yapabilirler. Bu durum ortaya şöyle bir denklem çıkarır: Devlet bilginin tamamına sahip olacak, vatandaş da mümkün olan en az bilgiye… Devletler her zaman vatandaşlar arasındaki bilgi dolaşımını kontrol etmek ister. Bilginin özgür dolaşımı devlet iktidarını sınırlar, onun şeffaflığını ve hesap verebilirliğini artırır. Bu da devletlerin işine gelmez. Demokrasinin gelişimi bilgi dolaşımının özgürleşmesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden sansür, devletin iktidarını mutlaklaştırmak için baş vurduğu en kullanışlı araçtır.

Ya da “araçtı” diyelim. Çünkü internet çıktı oyun bozuldu. Medyayı kontrol etmek devletler için görece kolaydır. Ama interneti, yani küresel, gayrimerkezi, açık, sınırsız, etkileşimli, kullanıcı-denetimli ve altyapıdan-bağımsız bir yapıyı kontrol etmek devletleri aşıyor. İnterneti düzenlemek ve denetlemek konusundaki o durmak bilmez hırsları da buradan kaynaklanıyor.

Bunu “Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz” adlı kitabımızdan bir bölümle anlatayım: “Sansür, her zaman iktidarın bilgiyi denetiminden kaçırma korkusundan kaynaklanır. Bu, haklı bir korkudur, çünkü tarihin hiç bir döneminde hiç bir iktidar bilgiyi mutlak bir biçimde denetleyememiştir. İktidarlar her zaman uyruklarının bilgiye erişimini ve aralarındaki iletişimi kontrol etme hayali kurar. Ama bu boş bir hayaldir. Bu bakımdan sansür iktidarların en kullanışlı yönetim araçlarından biridir. Ağır sansür, her zaman iktidarların ömrünü bir miktar uzatır, ama mükemmel bir araç olmadığı için de geri teper ve bu ömür birden bire kısalır. Sansür eskiden de mükemmel değildi. Ama her şeyin merkezi olarak sevk ve idare edilebildiği sanayi toplumlarında elverişli bir araçtı. Buna rağmen bilgi bir yerden sızıveriyordu günün birinde. Ama merkezi yönetim mekanizmalarının çöktüğü, iletişimin tamamen gayrimerkezi, sınırsız, yatay yayılan ağlar, özellikle de internet üzerinde gerçekleştiği bir dönemde, sansür giderek daha da atıl hale geldi. İktidarlar değişimi arkadan takip ederler doğaları gereği. Mevcut iktidar yapıları da olup biteni ancak iktidardan düştüklerinde anlıyor. Yeni iktidar yapıları daha etkili sansür teknolojileri üretecek, halk da bunları aşmak için yeni katılım, şeffaflık ve bilgi teknolojileri geliştirecek. Bu savaşta eli güçlü olan kim dersiniz?” (Etkileşim Yayınları, sf. 18 – 19)

4- Sizce sansür neye çözüm oluyor ?

Sansür, eğer başarılı olursa, vatandaşların bilgiye erişimini kısıtlayıp devlet mekanizmasının işleyişini gölgeleyerek, devletin hukuk dışı faaliyetlerinin hesabını vermekten kaçmasına yarar. Bu durum aslında devletin hukuksal meşruiyetini sakatlayarak, kendi vatandaşlarına karşı çalışan yozlaşmış, suça batmış bir mekanizmanın doğmasına zemin hazırlar.

En başından beri basın özgürlüğü bu yozlaşmanın ilacı olarak düşünülmüştür. Ama zaman içerisinde medyanın endüstriyelleşmesi ve basın dışındaki iş alanlarına el atarak devletlerle, iktidarlarla akçeli iş ilişkileri geliştirerek yozlaşması sonucunda, medyadaki bilgi dolaşımı da tamamen devlet kontrolüne girmiştir. Endüstriyel medya dışında kalan alternatif medya da baskı, şiddet ve ağır sansürle susturulur. Bu oyunu bozan, devletlerin denetiminden kaçan internet olmuştur. O yüzden devletler internete bu kadar saplantılı bir şekilde saldırıyor. Ama yapacakları pek bir şey yok. Pandora’nın kutusu açıldı bir kere. İnterneti tamamen sansürlemenin yolu yok. Bilgi özgürlüğüne alışacaklar… Bu onlar için de iyi olacak. Yozlaşmaktan, kendi vatandaşlarının düşmanı olmaktan kurtulacaklar…

Sansürün bir kısmı da her zaman ideolojiktir. Yani iktidardakiler, kendi ideolojileri dışında kalan bilgi, görüş ve düşünceleri sansürlemeye, böylece kendi kafalarındaki tek tip muteber vatandaş kalıbını, ahlak anlayışlarını, toplumsal değerlerle karıştırdıkları kendi “değerlerini” tüm topluma zorla dayatmaya çalışırlar. Bu kalıpların dışında kalan her şeyin sansürlenmesi, söz konusu faşizan ideolojik dayatmanın öncelikli yoludur.

İktidarı rahatsız edecek ne varsa internette: Vatandaş haberi medyanın yönetilebilir internet uzantılarından değil, Twitter’dan, Facebook’tan alıyor; yorumları bloglardan okuyor; utanmadan yayıncı / haberci haline gelip haber veriyor, yorum yapıyor; HES direnişlerinden Deniz Feneri davasına, öğrenci eylemlerinden alternatif sendika inisiyatiflerine, ÖSYY skandalından N.Ç. rezaletine, Van depreminden tutuklu gazetecilere tüm tepkisini internet üzerinde örgütleyip demokrasiyi sokağa taşıyor; bir de üstüne dünyayı sarsan Arap Baharı’nı, ABD’deki Wall Street işgalini, Yunanistan’daki, İspanya’daki Öfkeliler (Los Indignados) hareketini, küresel işgal eylemlerini izleyip halkın gücüne uyanıyor; ülkeyi dışarıya dışarıyı içeriye şeffaflaştırıyor. İnternet sayesinde iktidarın keyfini kaçıracak ve geleneksel medyada santim yer bulamayacak ne varsa ortalığa dökülüyor ve sonunda medya bile bunları görmek zorunda kalıyor. Şimdi, iktidar internet bastırmaya çalışmasın da ne yapsın?

Bilgiyi tekeline almaya alışmış iktidarlar, zaman içerisinde birer Büyük Birader’e dönüşür. Vatandaşlarına ait her türlü bilgiyi kendi malı addeder. Bu yüzden onların mahremiyetini çiğnemekten, onları gözetleyip fişlemekten çekinmez. Ama şimdi bunu yapmak için kullandıkları teknolojiler, ağ yapısı sayesinde onlara karşı da kullanılabiliyor. Artık internette bilgiyi durdurmanın yolu yok! Dolayısıyla devletlerin şaibeli faaliyetlerinin bilgileri de ortalığa saçılıyor. WikiLeaks bize bunu veciz bir şekilde gösterdi.

Büyük Birader’in mahremiyet savunucularına karşı sık sık kullandığı bir söylemi vardır: “Gayrimeşru bir şeyler yapmıyorsanız gözetlenmekten neden çekiniyorsunuz?”. Eh işte artık bizler de dönüp devletlere, iktidarlara karşı aynı söylemi kullanabiliriz: “Gayri meşru bir şey yapmıyorsan, neden bilgiyi sansürlemek istiyorsun?”.

Açık ve şeffaf olması gereken devlettir, vatandaşlar değil… Bilgi iktidardır ve devletler iktidarlarını bizlerle, yani halkla paylaşmak zorunda. Demokrasi devlet iktidarının bireyden yana sınırlandırıldığı düzenin adıdır. Aksi takdirde faşizme doğru yola çıkarız.

5- Sansür biterse eğer bundan kimler rahatsız olur ?

Sansürün bitmesinden devletin karar verme mekanizmalarına yerleşmiş ve kendilerini vatandaşlarının üzerinde gören, hesap vermekten kaçmaya alışmış herkes rahatsız olur. Başta da iktidardaki hükümetler, ordu, yargı, üst düzey bürokrasi gibi odaklar… Bu odaklar, sansürün yokluğunda, halkın oyuyla elde ettikleri gücü sadece halkın faydası için kullanmak zorunda kalırlar çünkü. Attıkları her adımın hesabını vermek zorunda kalırlar. Şeffaflık katılımı getirir. Bilgi edinme hakkının uluslararası standartlarda yerleştirilmesi ve sansürün kaldırılması, halkın yönetime katılımını mümkün kılar. Türkiye’de bilgi edinme hakkı yasayla düzenlenmiştir. Ama yasa o kadar çok istisna ile doldurulmuştur ki, kendisi bilgi edinme hakkının önünde bir engel haline gelmiştir.

Sansürün kalkmasından rahatsız olacaklara, devletle akçeli iş ilişkisi yürüten, lobi faaliyetleriyle temsili demokrasiyi sakatlayıp kendi çıkarlarını halkın faydasının üzerine çıkaran şirketler ve rüşvetleriyle besledikleri kamu görevlilerini de eklemeyi unutmayalım.

Kısacası, sansürün kalkmasından, kendini vatandaşından yukarda gören, kendi çıkarını toplum çıkarının önüne koyan, kafasındaki tek tip toplum anlayışını topluma zorla dayatmakta beis görmeyen her güç sahibi rahatsız olacaktır. Sansürün hali hazırda bu kadar zorlaşmasından kimler rahatsız oluyor, onlara bir bakın…  Durumu anlarsınız.

not: Röportajımızın diğer bölümlerini en kısa zamanda yayınlayacağız.

Kaynak: http://www.sosyalsosyal.com/dr-ozgur-uckan-ile-sansur-uzerine-roportaj-1-bolum (Erişim: 03.01.2012, 20:00)


Filmi Geçtik Eleştirisine Bile Sansür!

Ocak 5, 2012

otekisinema.com da akıl tutulmasından nasibini aldı. Sitedeki duyuru şu şekilde:

Bu sabah, sitemizde uzun süredir bulunan “A Serbian Film” yazısı ile ilgili olarak BİLGİ TEKNOLOJİLERİ ve İLETİŞİM KURUMU BİLGİ İHBAR MERKEZİ tarafından gönderilen bir e-posta ile irkildik.

Kanunun 4 üncü maddesinde …. sunuş biçiminden, bağlantı sağladığı içeriği benimsediği ve kullanıcının söz konusu içeriğe ulaşmasını amaçladığı açıkça belli ise genel hükümlere göre sorumludur. hükmü yer almaktadır.

Sonuç olarak;
Bahse konu mevzuat çerçevesinde, internet sitenizdeki içeriklerin yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde gözden geçirilerek, cezai sorumluluğunuza ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, söz konusu içeriklere ulaşımın derhal mevzuata uygun hale getirilmesi,bu içerikler konusunda yasal tedbirlerin alınması hususunda gereğini rica ederiz.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu / Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı

İş buradan anlaşılacağı üzere, değil seyretmek, yasaklı bir film hakkında “yazmak” bile suç olarak görülüyor. Onur Atay sitemizde yazdığı yazıda oysa ki ne demiş “kutsalı olan, tabuları olmadığına inansa da kimi gördüklerinden kolayca etkilenen, adult/porno sektöründen hazzetmeyen arkadaşlar, mümkünse film hakkında ne birşeyler araştırsınlar, ne okusunlar, ne de rastlayınca gözucuyla baksınlar. Bu yazdıklarım genelde provokatif anlamda ilgi çekmeye, merak duygusunu körüklemeye daha fazla yarar; ancak samimiyetimden emin olun ve uzak durun.” Yani filmle ilgili olumsuz bir tavır ortaya koyulmuş ve izlenmemesi istenmiş. Kaldı ki övse ne olacak film eleştirmeninin görevi filmi tanıtmaktır. Herhangi bir kişi ya da kuruma hakaret etmedikçe, suça teşvikle ilgisi olmadıkça bir film sansürlü diye o filmi eleştirmek de bu kadar rahat bir biçimde sansürlenememeli.

Bu çok tehlikeli! yazıyı hala okumak isterseniz artık burada:  Sırp Filmi / A Serbian Film Kritik   (Aman dikkat, başınıza bir şey gelmesin)

Konumuz bu film ya da bu yazı da değil artık. Devletin bize neyi yazıp neyi yazamayacağımızı dayatması. Artık o korktuğumuz post apokaliptik ortamın içinde yaşıyoruz. Ve bunu benimsememiz isteniyor.

Konuyla ilgili sosyal medyadan tanıdığımız, Bilgi Üniversitesi’nde bilgi ekonomisi, ağ ekonomisi, enformasyon tasarımı ve yönetimi, iletişim tasarımı, tasarım yönetimi konularında ders vermekte olan Özgür Uçkan da bize destek vererek TİB’in hukuksuzluk yaptığını söyledi ve açıklamalarına “TİB’in sadece çocuk pornografisi veya müstehcen içeriklerde, o da sunucu yurtdışında ise ihtiyati tedbir kapsamında engelleme yetkisi var ki bu yetkisi de zaten anayasaya aykırı. Onun dışında mahkeme kararı olmadan bir şey yapamıyor. Muteber vatandaşların ihbarlarına metelik verecek olsaydık, otosansürün dibine vurmuştuk. Muhtemelen TİB de bu tip ne idüğü belirsiz mektuplarla otosansür mekanizması yerleştirmeye çalışıyor.” ve “Bu arada, bu yazıya ilişkin sansür girişimi gerçekten de çok vahim. Sonuçta bu bir film eleştirisi, sinema sanatı hakkında bir yazı… Yazının hiç bir yerinde pornoya övgü, şiddete övgü vs. gibi içerik suçu olarak yorumlanabilecek bir içerik yok. Tersine filmle ilgili çok sayıda uyarı var. BTK ve TİB’in ne haddine düşmüş, sinema sanatıyla ilgili bir yazıyı yorumlamak?” şeklinde devam etti.

Konuyla ilgili ayrıca filmin senarist ve yönetmenini de bilgilendirdik. Senarist Aleksandar Radivojevic konuyu duyunca çok şaşırdı ve “Filmimizle ilgili bu çılgın havanın artık dağıldığını düşünüyorduk ancak görüyoruz ki filmin sert ve gerçekçi yaşadığımız depresif dünya eleştirisi daha çok gündemde kalmasına neden olacak.” dedi.

Sitemize gerek sosyal medya’dan gerekse çeşitli bloglardan büyük destek var. Herkese çok teşekkür ederiz. En azından konunun duyulması bile belki bazı geri adımlar atılmasına neden olur.

Bu haksız uygulamanın derhal son bulmasını diliyoruz. Şimdilik yazı ötekisinema’dan çıkarıldı ancak internete düşen her şey bir şekilde erişilebilir. Bu sansür uygulaması da yazının bir çok bloga yayılmasına neden oldu.

Şimdilik konu ile ilgili yazılanları aşağıda derlemeye çalıştım yeni yazı geldikçe eklenecektir. 2012′ye girerken son yazılarımızdan birinin böyle bir sansür haberi olmasını inanın hiç istemezdik.”

Kaynak: otekisinema.com (Erişim: 30.12.2011, 22:23)


Hiçbir sansür tesadüfi ya da teknik değildir

Aralık 9, 2011

Tuğçe Turan

Türkiye’de sansür giderek normalleşiyor. Ve normalleştikçe bizi rahatsız etmeyen sansür, bizi rahatsız etmedikçe normalleşmeyi sürdürecek.

George Orwell’in ‘1984’ adlı eseri, son derece otoriter bir rejimi anlatır. Bu rejim artık otoriter bile değildir aslında; ‘Büyük Birader’, yani her şeyi ve herkesi sürekli olarak takip eden güç öylesine nüfuz etmiştir ki hayatın her alanına, artık hayatın ta kendisi olmuştur. Bu sistemde yaşayan herkes, sistemin mutlak doğruluğuna yüzde yüz inanmaktadır. Bu artık, sistemin doğallaştığı noktadır, yani sorgulanmasına gerek bile görülmez, genel geçer ve zamandan bağımsız bir gerçeklik olarak kabul edilir. Büyük Birader’in en önemli dayanaklarından birisi de ‘Yenikonuş’ sözlüğüdür. Buna neden bu kadar önem vermektedir Büyük Birader? Çünkü George Orwell der ki: “Bir sözcük, asla sadece bir sözcük değildir. Bir sözcük, tanımladığı, nitelediği ve işaretlediği her neyse onun kadar güçlüdür. Adı olmayan şey, var olamaz.” Şöyle yazmış Orwell: “Yenikonuşun amacı, yalnızca dünya çapında bir tanımlar ortamı ya da Ingsos’un izlerine uygun düşüncel alışkanlıklar sağlamak değil, aynı zamanda düşüncenin tüm biçimlerini olanaksız kılmaktı. Çünkü düşünce sözcüklere bağımlıydı.” İşte bu yüzdendir rejimlerin kitaplar yakması, insanları susturmaya çalışması, pankart taşıyanlara saldırması… Kentlerin isimlerinin değişmesi, sokak adlarının silinmesi, yerlerine yeni isimlerin konması da bundan değil midir? Sözcükler, insanlar arasında köprüler kurar, başka sözcüklerle çarpışarak ve bütünleşerek daha da çoğalır. Yeni umutlara, yeni arayışlara, farklı dünyalara gebedir sözcükler. Oysa aksine, bir kelime yok olursa gündelik hayattan, zamanla hafızalardan da silinir ve taşıdığı tüm anlamlar, hayaller, umutlar ve derslerle beraber varoluşumuzun sınırlarından aşağıya düşer.

Sözcüğün kontrolü, düşüncenin ve bedenin kontrolüyle yakın paralellikler taşır. Hepsi de hiyerarşik düzenlerde, kontrolü elinde tutan kişi veya kurumların, kendileriyle aynı gücü paylaşmayanlar üzerinde hâkimiyet sağlama; daha da önemlisi, bu hâkimiyeti doğallaştırma amacına hizmet eder. Fransız düşünür Michel Foucault da, İtalyan siyaset felsefecisi Antonio Gramsci de buna benzer şeylerden bahsetmişlerdi. Michel Foucault, Jeremy Bentham’ın ortaya koyduğu ‘panoptikon’ fikrini bir metafor olarak kullanıyordu. Bentham’ın ‘panoptikon’u, hapishanelerde herkesi ve her şeyi gören ama kendisi görünmez olan bir merkez noktasıdır. Mahkûmlar, sürekli izlendiklerini bildiklerinden olması gerektiği gibi davranırlar. Foucault da tam bu noktada devreye girer: Mahkûmlar disipline edilmiştir artık; her şeyi gören göz olmasa da, izlenmeseler de izleniyormuş gibi davranmaya devam ederler. Bu, Antonio Gramsci’nin ‘hegemonya’ dediği duruma da uygundur. Hegemonya, bir düşünce biçimini, kendisinin olmadığı halde kendisininmiş gibi sahiplenmektir; kaçınılmaz biçimde içselleştirilmiş bir kontrol duygusudur. Bu yüzden hegemonya, otoritenin görünmez olmuş, doğallaşmış halidir. ‘Panoptikon’un mahkûmlar üzerinde hegemonyası vardır, tam da bunu unuttukları için.

Özgürlüğün koşulu kelime

Türkiye’de de sansür, giderek hayatımızın bir parçası haline geliyor. Yasaklı kelimeler listemiz, sansürlü internet sitelerimiz, kitaplarımız var. Ve ne yazık ki bu durum giderek normalleşiyor, bir hegemonya haline geliyor. Bunun örneklerini kendi algılarınızda arayabilirsiniz. Ne zamandan beri filmin ortasına iliştirilmiş karecikli sansür dikkatinizi çekmez oldu? Bir kanalın, bu durumun gülünçlüğünü vurgulamak için yaptığı, sigara görüntüleri üzerine yapışmış rengârenk çiçekler ne zamandır gülünç olmaktan çıkıp normal gelmeye başladı size? İşte işin paradoksu da tam bu soruya vereceğiniz yanıtta saklı. Normalleştikçe bizi rahatsız etmeyecek bu sansür, bizi rahatsız etmedikçe de normalleşmeye devam edecek.

Peki medyanın algıları ne âlemde? Yabancı dil konuşan izleyicilerin mutlaka fark etmiş olması gereken bir örnek vereceğim. Altyazılı olarak yabancı programlar gösteren bir kanal, bir süredir programlarını sansürlüyor. Seks içerikli konuşmalar, uyuşturucu maddelere gönderme yapan diyaloglar altyazılarda değişiyor, ‘yumuşatılıp’ uygun hale getiriliyor. Geçen gün aynı kanalda kadın, vajinasına dövme yaptırdığından bahsediyordu. Tabii ki altyazılar, ‘vajina’ kelimesini sistematik olarak yok sayıyordu. Vajinaya yapılan dövme, bir anda dövmeye dönüşüyordu. Seyirci, edilgen bir halde, bölük pörçük, filtrelenmiş, terbiye edilmiş, bağlamında, bütünlüğünde hasarlar olan bir gerçekliği kabul etmeye zorlanıyordu, bunun farkında bile olmadan…
Akla iki soru geliyor: Birincisi, bu bir otosansür mü, yani disipline edilmiş bir mahkûmun davranışı mı, yoksa dışarıdan doğrudan baskıyla gerçekleşen bir uygulama mı? İkincisi, ‘vajina’ kelimesinin neresi sansürü davet ediyor? İki konu da yukarıda bahsettiğim her şeyle birebir alakalı. Sansürcü mantık, ‘vajina’ kelimesini ‘uygunsuz’ buluyorsa eğer ve neredeyse teknik olarak hiçbir art anlamı dahi olmayan bu tıbbi kelimeden bile rahatsız oluyorsa, nasıl bir dünya düşlüyor acaba? Nasıl bir dünyayı uygun görüyor televizyon izleyicisine? Kadınların vajinalarının olmadığı bir dünya olsa gerek bu. Her türlü cinsel, politik, sosyal şiddete maruz kaldığı bu toplumun televizyonlarında, kadının bir de cinsel organından mahrum bırakılıyor olması bir tesadüf olabilir mi?

İnsanların kelimelerden, kadınların ve erkeklerin vajinalardan ‘korunduğu’, kısır ve kısıtlı bir toplumda yaşamak istemiyorsak eğer, bu normalleşmeye karşı gelmeli, sansür konusunda her zaman duyarlı olmalıyız. Unutmayalım ki kelimelerin sansürlenmesi hiçbir zaman tesadüfi veya teknik değildir. Hangi kelimeleri ‘uygun’, hangi kelimeleri ‘zararlı’ gördüğümüz, kimliğimiz, hayat görüşümüz ve ortaya koyacağımız her şeyle birebir ilgilidir. Bu, toplumlar için de siyasi iktidar için de böyledir. Bu nedenle kelimelerimize sahip çıkalım. Çünkü kelime, düşüncemizin filizlendiği topraktır. İnsanlığımızın en büyük kanıtı, özgürlüğümüzün ilk koşuludur. Çünkü düşünce kelimeye bağımlıdır.
(Antropoloji Master Öğrencisi)

George Orwell, (2011-30.Bsm), 1984, Can Yayınları. İstanbul (Çev: Nuran Akgören)

Kaynak: radikal.com.tr (Erişim: 09.12.2011, 14:38)


İnternet filtresi neyi filtreliyor?

Aralık 9, 2011

8 Aralık 2011 – CNN Türk

“Güvenli İnternet” adıyla uygulamaya başlanan filtreli internet dönemi, filtre kriterleri tartışmasıyla sürüyor. Son olarak “evrimianlamak.org” sitesinin çocuk profilinde filtrelenmesi konuyu bir kez daha gündeme getirdi. Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Özgür Uçkan, CNN TÜRK Ana Haber Bülteni’nde Nevşin Mengü’nün sorularını yanıtladı.

Kaynak: cnnturk.com (Erişim: 08.12.2011, 21:21)